SAFFAT 161 / 163 |
فَإِنَّكُمْ
وَمَا
تَعْبُدُونَ
{161} مَا
أَنتُمْ
عَلَيْهِ
بِفَاتِنِينَ
{162} إِلَّا
مَنْ هُوَ
صَالِ
الْجَحِيمِ {163} |
161.
Muhakkak siz ve ibadet ettikleriniz,
162. Siz
O'nun aleyhine fitneye sürükleyemezsiniz.
163.
Kendisi cehenneme girecek olan müstesna.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- Müşrikler ve Tapındıkları Varlıklar
Doğru Yolda Olanları Saptıramazlar:
2- Kaderiyenin Görüşü Bu Ayet-i Kerime
ile de Reddedilmektedir:
3- Kıraate Dair Bir Açıklama:
1- Müşrikler ve
Tapındıkları Varlıklar Doğru Yolda Olanları Saptıramazlar:
"Muhakkak siz ve
ibadet ettikleriniz" buyruğundaki: "Şeyler" burada: ''O
kimse(ler)" anlamındadır. Mastar anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani
muhakkak sizler ve sizin bu putlara ibadet etmeniz ... Bunun: Şüphesiz ki
sizler Allah'tan başka ibadet ettiklerinizle birlikte ... demek olduğu da
söylenmiştir. Mesela: "Filan, filan kişi ile geldi" denildiği gibi,
"Filan, filan kişi ile birlikte geldi" de denilir.
"Siz O'nun"
yani Yüce Allah'ın "aleyhine" (insanları) "fitneye
sürükleyemezsiniz" saptıramazsınız. en-Nehhas dedi ki: Tefsir bilginleri
bildiğim kadarıyla şu anlamdaki görüşü icma ile ifade etmişlerdir: Sizler Yüce
Allah'ın sapacağını takdir ettiği kişiler dışında hiçbir kimseyi
saptıramazsınız. Şair de şöyle demiştir: "Nimeti sayesinde onun tuzağını geri
çevirdi, Onun aleyhine, o ise bizi fitneye düşürücü idi." Saptırıcı idi,
demektir.
2- Kaderiyenin Görüşü
Bu Ayet-i Kerime ile de Reddedilmektedir:
Bu ayet-i kerime
Kaderiye'nin görüşünü reddetmektedir. Amr b. Zerr dedi ki: Ömer b.
Abdu'l-Aziz'in huzuruna vardık. Yanında kaderden sözedildi, Ömer şöyle dedi:
Şayet Allah kendisine isyan edilmesini murad etmemiş olsaydı, günahkarların
başı olan İblisi yaratmazdı ve şüphesiz ki bu Yüce Allah'ın Kitabında mevcut
bir bilgi idi. Bu bilgiyi bilen bilmiştir, bilmeyen bilmemiştir. Sonra da:
"Muhakkak siz ve ibadet ettikleriniz, siz O'nun aleyhine (insanları)
fitneye sürukleyemezsiniz" buyruklarını okudu. Yani Yüce Allah'ın
cehennemi boylamasını aleyhine hüküm olarak yazdığı kimseler dışındakileri
saptıramazsınız, demektir. Ayrıca o dedi ki: İşte bu ayet-i kerime insanlar
arasında anlaşmazlıkları hususunda ayırdedici bir buyruk oldu.
Bu ayet-i kerimedeki
anlamlardan birisi de şudur: Şeytanlar Yüce Allah'ın hidayet bulmayacağını
yazıp takdir etmiş olduğu kimseler dışında, hiçbir kimseyi saptıramazlar. Eğer
Yüce Allah, bu kimsenin hidayet bulacak bir kimse olacağını bilmiş olsaydı,
elbetteki şeytanların onu saptırmalarının önüne geçer, engellerdi. Buna göre
Yüce Allah'ın: "Onlara karşı atlılarınla, piyadelerinle gürültü çıkararak
baskın düzenle" (el-İsra, 64) buyruğu şu demek olur: Sen benim onlar
hakkındaki ilmime aykırı hiçbir sonuca ulaşamazsın. Lebid b. Rabia'nın kaderin
sabit olduğunu dile getirmek hususunda söylediği şu beyitler oldukça güzeldir:
"Şüphesiz Rabbimizden korkmak en hayırlı bir bağıştır, Allah'ın izniyledir
benim ağır hareket etmem ve acele edişim. Allah'a ham de derim, hiçbir eşi,
dengi yoktur O'nun,
O'nun elindedir hayır, O
dilediğini yapar. Kimi hayır yollarına iletirse, hidayet bulur, Gönlü rahat olduğu
halde; dilediğini de saptırır."
el-Ferra dedi ki:
Hicazlılar: "Adamı fitneye düşürdüm, saptırdım" derken, Necidliler
aynı fiili: "Onu fitneye düşürdüm, saptırdım" şeklinde (başına elif
ziyadesiyle) kullanırlar.
3- Kıraate Dair Bir
Açıklama:
el-Hasen'den rivayete
göre: "Kendisi cehenneme girecek olan müstesna" anlamındaki buyruğu:
(...) şeklinde "lam" harfi ötreli olarak okumuştur.
en-Nehhas dedi ki:
Tefsir ehlinden bir topluluk bunun bir lahn (yanlış okuma) olduğunu
söylemektedirler. Çünkü: "Bu şehrin kadısıdır" demek caiz değildir.
Bu hususta yapıldığını duyduğum en güzel açıklama Ali b. Süleyman'ın yaptığı şu
açıklamalardır: Bu okuyuş, ifadedeki anlam esas alınarak yorumlanabilir. Çünkü:
"Kendisi" topluluk anlamını ifade eder. Buna göre; (...)
takdirindedir. İzafet dolayısıyla "nun" hazfedilmiştir,
"vav" da iki sakinin arka arkaya gelişinden dolayı hazfedilmiştir.
Bir diğer görüşe göre
bunun aslı (...) veznindedir. Ancak bu (...)'den (...)'a kalbedilmiş ve
"ye" harfi hazfedilmiştir. Sonunda da "lam" ötreli
kalmıştır. Bu da: "Yıkılmayayüz tutmuş bir yar'ın kenarı " (et-Tevbe,
109) buyruğuna benzemektedir.
Üçüncü bir açıklama
şekli de şudur: "Girecek olan" lafzındaki "lam"ı tahfif
maksadıyla hazfedilir ve i'rab onun aynu'l-fiili (ikinci harfi) üzerinde
cereyan eder. Arapların kullandıkları: "Ona hiçbir şekilde aldırış
etmedim" ifadelerinde hazfedildiği gibi. Bunun aslı: (...) şeklinde olup
(...)'den gelmektedir. Tıpkı (...)'nin, (...)'den geldiği gibi. "Her iki
cennetin de (meyvelerinin) toplanışı yakındır.'' (er-Rahman, 54) ile
"denizde ... yükseltilmiş, akıp giden gemiler O'nundur'' (er-Rahman, 24)
diye okuyanların kıraati de bu kıraate benzemektedir. Burada görüldüğü gibi
i'rab ayn(u'l-fiil yani kelimenin aslının ikinci harfi) üzerinde uygulanmıştır.
Ancak cemaatin kıraatinde ayet-i kerimedeki bu kelimenin aslı "ye"
ile; (...) şeklinde olup lafızdan düştüğü nden ötürü, hatta da hazfedilmiştir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN