SAFFAT 145 / 148 |
فَنَبَذْنَاهُ
بِالْعَرَاء
وَهُوَ
سَقِيمٌ {145} وَأَنبَتْنَا
عَلَيْهِ
شَجَرَةً مِّن
يَقْطِينٍ {146} وَأَرْسَلْنَاهُ
إِلَى
مِئَةِ
أَلْفٍ أَوْ
يَزِيدُونَ {147} فَآمَنُوا
فَمَتَّعْنَاهُمْ
إِلَى حِينٍ {148} |
145.
Biz, onu hasta olduğu halde apaçık bir yere bıraktık.
146.
Üzerine kabak türünden bir ağaç bitirdik.
147.
Biz, onu yüzbin veya daha fazlasına gönderdik.
148.
Onlar imana geldiler. Biz de onları bir zamana kadar geçindirdik.
"Biz, onu hasta
olduğu halde apaçık bir yere bıraktık. üzerine kabak türünden bir ağaç
bitirdik" buyruğu ile ilgili olarak rivayet edildiğine göre balık onu
Musul yakınlarındaki bir kasabanın kıyısına bıraktı. İbn Kusayt, Ebu
Hureyre'den naklen dedi ki: Yunus etrafı açık bir yere atıldı. Allah da onun
üzerine yaktin (kabak türü) bir bitki bitirdi. Biz ona: Ey Ebu Hureyre yaktın
nedir? diye sorduk, dedi ki: Bu kabak bitkisidir. Yüce Allah ona yabani bir
dişi dağ keçisi müsahhar kıldı. Bu da yerin bitirdiklerinden yemeye koyuldu,
Sabah-akşam bu keçi ona gelir ve bacaklarını açarak sütünden içirirdi.
Kendisine gelinceye kadar bu böyle devam etti,
Said b, Cübeyr de İbn Abbas'tan
dedi ki: Balık onu deniz kıyısında bir yere bıraktı. Onu hilkatinde hiçbir
eksik olmayan, yeni doğmuş bir bebek gibi bıraktı.
Yine denildiğine göre
balık. Yunus'u deniz kıyısına bırakınca Yüce Allah onun üzerine yaktin denilen
bir ağaç yetiştirdi. Bu nakledildiğine göre kabaktır. Onun üzerine öz suyunu
damlatıyordu, ta ki eski gücüne kavuşuncaya kadar. Daha sonra bir gün bu ağacın
bulunduğu yere döndüğünde kurumuş olduğunu gördü, üzüldü ve onun için ağladı.
Bu hali dolayısıyla ona sitemle şöyle denildi: Bir ağaç için üzülüp ağladın da.
Dostun İbrahim'in çocuklarından İsrailoğullarından yüzbin kişi düşmanın elinde
esir oldukları halde, onlar için üzülmedin ve hepsinin helak edilmesini
istedin,
Bu ağacın incir ağacı
olduğu da söylenmiştir. Muz ağacı olduğu da söylenmiştir. Bu ağacın
yapraklarıyla örtünmüş, dallarıyla gölgelenmiş ve onun meyvesinden yemişti.
Ancak çoğunluk bunun -ileride geleceği üzere- yaktiin (kabak) olduğu
görüşündedir.
Daha sonra Yüce Allah
onu seçti, salihlerden kıldı. Kavmine gidip Yüce Allah'ın onların tevbelerini
kabul ettiğini söylemesini emretti. Kavmine gitmek üzere yola koyuldu, bir
çoban ile karşılaştı. O çobana Yunus'un kavmini, durumlarını, nasıl olduklarını
sordu. Durumlarının iyi olduğunu söyledi, Resullerinin kendilerine dönmesini
ümit ettiklerini bildirdi. Bu sefer ona:
Git, Yunus ile
karşılaştım diye onlara haber ver, dedi, Bu sefer çoban: Bir şahit olmadıkça
ben bunu yapamam dedi. Bunun üzerine koyunlarından birisini tayin ederek: Bu
senin Yunus ile karşılaşmış olduğuna şahitlik edecektir, dedi. Çoban: Bu da
nasıl olur deyince, Yunus: Şu üzerinde bulunduğun yer de senin Yunus ile
karşılaştığına şahitlik edecektir. Yine: Bu nasıl olur? deyince, Yunus: Şu ağaç
da senin Yunus ile karşılaştığına şahitlik edecektir, dedi. Çoban kavmine döndü
ve Yunus ile karşılaştığını onlara bildirince, onu yalanladılar, hatta ona
kötülük yapmak istediler. Onlara: Bana ceza vermekte acele etmeyin, sabahı
bekleyin. Sabah olunca onları alıp Yunus ile karşılaştığı yere gitti. Yerden konuşmasını
istedi, yer onlara Yunus ile karşılaştığını bildirdi. Koyuna, ağaca
konuşmalarını söyledi. Her ikisi de çobanın Yunus ile karşılaşmış olduğunu
bildirdi. Bundan sonra da Yunus yanlarına geldi.
Bu haberi ve ondan
öncekini Taberi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- zikretmiş bulunmaktadır.
"Biz onu ...
bıraktık." Onu at(tır)dık, demektir. Onu bıraktık, terkettik, diye de
açıklanmıştır.
"Apaçık bir
yere" sahraya demektir. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabi yapmıştır. el-Ahfeş
düzlük bir yere, Ebu Ubeyde genişçe bir yere, diye açıklamıştır. el-Ferra dedi
ki: Bu boş yer demektir. (devamla) dedi ki: Ebu Ubeyde dedi ki: Boş yer
anlamındadır. Daha sonra da Huzaalılardan bir adama ait şu beyiti
Zikretmektedir: "Ve ben tökezleyeceğinden korkmaksızın bir ayağımı kaldırdım,
Açık, düzlük yere de elbiselerimi bıraktım."
el-Ahfeş Yüce Allah'ın:
"Hasta olduğu halde" buyruğu hakkında dedi ki: "Hasta"
kelimesinin çoğulu (...) şekillerinde gelir.
Yüce Allah bu sürede:
"Biz onu ... apaçık bir yere bıraktık" diye buyurduğu halde, Nun
ve'l-Kalem Süresi'nde: "Eğer ona Rabbinden bir nimet erişmemiş olsa idi,
bomboş bir çöle kınanmış halde atılacaktı. '' (el-Kalem, 49) diye
buyurmaktadır. (Bu nasıl izah edilir?)
Buna cevab şudur: Burada
Yüce Allah bize onu kınanmış olmaksızın boş bir yere atmış olduğunu haber
vermektedir. Eğer Allah'ın rahmeti olmasaydı; kınanmış olduğu halde boş yere
atılmış olacaktı. Bu açıklamayı en-Nehhas yapmıştır.
Yüce Allah'ın: Uzerine
kabak türünden bir ağaç bitirdik." buyruğuna gelince, buradaki "üzerine"
yanında demektir. Allah'ın: ''Onların bana isnad ettikleri bir suç da
vardır" (eş-Şuara, 14) buyruğu gibidir ki; burada da "benim
yanımda" anlamındadır.
Buradaki bu lafzın:
"Onun için" anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Kabak türünden bir
ağaç" buyruğunda geçen: "el-yaktin" kabak bitkisi demektir.
Başkası olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı İbnu'l-A'rabı zikretmiştir.
Haberde: "Kabak ve kavun cennettendir" denilmektedir. Biz bunu
"et-Tezkire"adlı eserimizde de zikretmiş bulunuyoruz.
el-Muberred dedi ki:
Gövdesi olmayıp yaprağı yerin üzerinde yayılan herbir bitkiye
"yaktine" denilir. Kabak, kavun ve Ebu cehil karpuzu gibi. Eğer
bitkinin kendisini ayakta tutan gövdesi (ve sapı) var ise buna sadece
"şecere (ağaç)" denilir. Eğer kökleri bulunup etrafa yayılıyor ise
buna da "necme" denilir, çoğulu ise "necm" diye gelir.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Gövdesiz bitkiler de, ağaçlar da
(Allah'a) secde ederler. "(er-Rahman, 6) Buna yakın bir açıklama İbn
Abbas, el-Hasen ve Mukatil'den de rivayet edilmiştir. Onlar derler ki: Uzayıp
giden ve yer üzerinde yayılarak dik duramayan, sapı da bulunmayan acur, kavun,
kabak, Ebu cehil karpuzu gibi herbir bitkiye "yaktin" denilir.
Said b. Cübeyr dedi ki:
Biten, sonra da aynı senede ölen herşeye denilir.
Muz da bunun kapsamına
girer.
Derim ki: Yaktin sapı
olmayan bitkilerdendir. el-Cevherı dedi ki: Yaktın kabak ve buna benzer
bitkiler gibi sapı olmayan bitkilerdir. ez-Zeccac dedi ki: Yaktınin türediği
kök "bir yerde ikamet etti" anlamındaki: (...) ifadesidir. Buna göre
yaktin "yef'il" veznindedir.
Bunun Arapça olmayan bir
isim olduğu da söylenmiştir. Özellikle "yaktin"in anılmasının
sebebinin ona sinek konmayışı olduğu söylendiği gibi, şöyle de denilmiştir:
Orada yaktin yoktu. Yüce Allah onu anında bitiriverdi.
el-Kuşeyrı dedi ki:
Ayet-i kerimede bu ağacın, gölgesinin olduğuna delil teşkil edecek bir ifade
şekli vardır.
es-Sa'lebi dedi ki: Bu
bitki onu gölgelendiriyordu. Onun yeşilliğini görünce onu beğendi. Bu sefer
kuruyuverdi, onun için üzülmeye koyuldu. Ona şöyle denildi: Ey Yunus! Yaratan
da sen değilsin, sulayan da sen değilsin, bitiren de sen değilsin. Niye bir
ağaç için üzülüyorsun? Yüzbin insanı veya daha fazlasını yaratan Ben olduğum
halde, Benden bir anda onları toptan imha etmemi istiyorsun. Halbuki onlar
tevbe etmiş, Ben de onların tevbelerini kabul etmiş bulunuyorum. Benim rahmetim
nerede kaldı ey Yunus? Ben erhamu'r-rahiminim.
Peygamber (s.a.v.)'dan
da rivayet edildiğine göre o etli tiridi ve kabağı yer, kabağı sever ve:
"Bu, kardeşim Yunus'un bitkisidir" dermiş.
Enes de dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)'a kabak parçalarının bulunduğu sulu bir yemek ile kurutulmuş
et sunuldu. O da kabın etrafındaki kabakları topluyor (ve yiyordu). Enes dedi
ki: İşte o günden itibaren ben kabağı seviyorum. Bu hadisi hadis imamları
rivayet etmişlerdir.
"Biz onu yüzbin
veya daha fazlasına gönderdik" buyruğu ile ilgili olarak daha önceden de
geçtiği üzere, İbn Abbas'tan rivayete göre Yunus (a.s)'a peygamberlik, balığın
onu kıyıya bırakmasından sonra, verilmiştir. Bu rivayetin geldiği tek yol, Şehr
b. Havşeb yoludur.
en-Nehhas dedi ki: İsnad
bakımından bundan daha iyi ve daha sahih olanı ise bizim Ali b. el-Huseyn'den
yaptığımız rivayettir. O dedi ki: Bize el-Hasen b. Muhammed anlattı, dedi ki:
Bize Amr b. el-Ankazi anlattı, dedi ki: Bize İsrail anlattı, o Ebu İshak'tan, o
Amr b. Meymun'dan dedi ki: Bize Abdullah b. Mesud Beytu'l-Mal'de Yunus
peygamber (a.s)'dan sözederek dedi ki:
Yunus kavmine azabın
geleceğini söyledi ve bu azabın üç güne kadar gelip onları bulacağını bildirdi.
Onlar da her anne ile yavrusunu birbirinden ayırarak yurtlarından feryad ile
dışarı çıktılar. Yüce Allah'a niyaz edip mağfiret dilediler. Yüce Allah onlara
azabı göndermedi. Yunus (a.s) da azabı bekleyip durduğu halde bir şey görmedi.
-Yalan söyleyip de lehine bir delil bulunmayan bir kimse öldürülürdü.- Bundan
dolayı Yunus öfkelenerek (ya da öfkelendirerek) çıkıp gitti. Bir gemiye bindi
bir topluluğun yanına geldi, onlar da onu gemiye aldılar ve onun kim olduğunu
öğrendiler. Gemiye girdikten sonra gemi yürümez oldu. Halbuki başka gemiler
sağa sola gidip geliyordu. Bu geminize ne oldu? dediler. Gemidekiler bilmiyoruz
dediler. Yunus (a.s) dedi ki: Bu gemide aziz ve celil olan Rabbinden kaçmış bir
köle vardır. Onu suya atmadıkça o gemi yürümeyecektir. Onlar: Ey Allah'ın
Peygamberi! Eğer seni atmamızı istiyorsan, asla biz seni atamayız. Bu sefer
Yunus (a.s): O halde kura çekiniz. Kura kime çıkarsa, o denize atılsın, dedi.
Kura çektiler, kura Yunus'a çıktı, onu bırakmak istemediler. Yine: üç defa kura
çekiniz, kura kime çıkarsa, o denize atılsın. üç defa daha kura çekildi, üçünde
de kura Yunus'a çıktı. Bunun üzerine denize atıldı. Yüce Allah da onun için bir
balık görevlendirdi. Balık onu yuttu ve onu denizin dibine doğru götürdü. Yunus
(a.s) çakıl taşlarının tesbihini duyunca: ''Karanlıklar içinde: Senden başka
ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum, diye
seslendi. "(el-Enbiya, 87)
Bu karanlıklar gece
karanlığı, denizin karanlığı ve balığın karnının karanlığıdır.
Yüce Allah: "Biz
onu hasta olduğu halde apaçık bir yere bıraktık." diye buyurmaktadır. Yani
üzerinde tüyü bulunmayan bir kuş yavrusu gibi bıraktık. Yüce Allah onun için
kabak türünden bir bitki bitirdi. Onunla gölgeleniyor ve ondan yiyordu. Bu ağaç
kuruyunca, onun için ağladı. Yüce Allah ona şunu vahyetti: Kuruyan bir ağaç
için ağlıyorsun da kendilerini helak etmemi istediğin yüzbin kişi veya daha
fazlası için ağlamıyorsun öyle mi?
Derken Allah'ın Rasulü
Yunus çıkıp gitti. Hayvanlarını otlatan bir çoban gördü. Ey genç kimlerdensin?
diye sordu, o: Yunus'un kavmindenim dedi. Ona: Kavminin yanına gidersen, Yunus
ile karşılaştığını onlara bildir, dedi. Genç şöyle dedi: Sen gerçekten Yunus
isen delili bulunmaksızın yalan söylediği ortaya çıkan bir kimsenin
öldürüldüğünü biliyorsun. Benim doğru söylediğime kim şahitlik edecek, dedi.
Bunun üzerine Yunus: Şu ağaç ve şu yer sana şahitlik edecektir, dedi. Genç ona:
O halde onlara (şahitlik etmeleri için) emir ver, dedi. Yunus onlara: Bu genç size
gelecek olursa, siz ona şahitlik ediniz, dedi. Onlar da: Olur dediler. Genç
kavmine geri döndü. Kavmi arasında kendisine zarar verilemeyecek bir konumda
idi, kardeşleri vardı. Hükümdara gidip: Ben Yunus ile karşılaştım, onun sana
selamı var dedi. Hükümdar: Öldürülmesini emredince, etrafındakiler: Bunun bir
delili var. O bakımdan onunla beraber şahitlik edecek kimseleri gönderdiler. O
ağaca ve o yere gidip: Allah adına size and veriyorum. Benim Yunus ile
karşılaştığıma şahitlik eder misiniz? dedi. Her ikisi de: Evet dediler. Onunla
birlikte olanlar dehşet içinde geri döndüler ve: Ağaç ve yer buna şahitlik
etti, diyerek, hükümdarın yanına vardılar ve gördüklerini hükümdara anlattılar.
Abdullah (b. Mesud) dedi
ki: Hükümdar gencin elinden tutup onu kendi yerine oturttu ve: Buraya sen
benden daha layıksın, dedi. Abdullah dedi ki: Bu genç kırk yıl boyunca onların
işlerini güzel bir şekilde idare etti.
Ebu Cafer en-Nehhas dedi
ki: Bu rivayetten açıkça anlaşıldığına göre Yunus'a balık kendisini yutmadan
önce risalet verilmiş idi. Bu ise kıyas ile öğrenebilecek bir şey değildir,
isnad ile öğrenilir.
Yine bu rivayetteki
hususlardan birisi de şudur: Yunus'un kavmi iman etmişler ve azabı görmeden
önce pişman olmuşlardı. Çünkü burada belirtildiğine göre onlara üç güne kadar
azabın geleceğini haber vermişti. Onlar ise herbir anneyi yavrusundan ayırıp
tek kişiymişcesine Yüce Allah'a feryad ederek yöneldiler. Bu hususta doğru olan
budur. Diğer taraftan Yüce Allah'ın onlar hakkındaki hükmü (bundan dolayı)
başkaları hakkındaki şu buyruklarında sözü edilen hükmü gibi olmamıştır: ''Ama
Bizim azabımızı gördüklerinde imanları onlara fayda vermedi." (el-Mu'min,
85): "Yoksa (makbul) tevbe kötülükleri işleyip durup da nihayet onlardan
birine ölüm gelip çattığında ... (yaptığı tevbe) değildir." (en-Nisa, 18)
Kimi ilim adamı da şöyle
demiştir: Onlar azabın gölgesini gördüler de tevbe ettiler. Bu ise (tevbenin
kabul edilmesine) engel değildir. İlim adamlarının bu husustaki görüşleri daha
önce Yunus Suresi'nde (98. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Oraya
bakılabilir.
"Veya daha
fazlasına" buyruğundaki "veya" lafzının anlamları ve
yorumlanması ile ilgili açıklamalar daha önceden el-Bakara Suresi'nde Yüce
Allah'ın:
"Yahut (belki,
hatta) taştan da katı" (el-Bakara, 74) buyruğu açıklanırken geçmiş
bulunmaktadır.
el-Ferra dedi ki:
Burada: "Veya" buyruğu: "Hatta" anlamındadır. Başkası ise
bunun "vav: ve" anlamında olduğunu söylemişlerdir. Şairin şu
beyitinde de bu türdedir: "Aramızda savaş şiddetlenince, Riyahı veya
Rizamı aradı gözlerimiz."
Burada: "ve Rizaml.
.. " anlamındadır. İşte Yüce Allah'ın: "Saat (kıyamet) hadisesi ise
ancak bir göz kırpma gibidir. Yahut o daha da yakındır." (en-Nahl, 77)
buyruğu gibidir.
Muhammed b. Cafer ise bu
buyruğu hemzesiz olarak: "Yüzbine ve daha fazlasına" diye okumuştur.
Buna göre: "Daha fazlasına" buyruğu hazfedilmiş bir mübtedanın haberi
olarak ref mahallindedir ki "ve onlar daha fazla idiler"
takdirindedir.
en-Nehhas dedi ki:
Basralılara göre bu iki görüş sahih olamaz. Onlar "ev: veya,
yahut"un: "Hatta" ile "vav: ve" anlamında olduğunu
kabul etmezler. Çünkü: "Hatta, belki" birinci ifadenin sözkonusu
olmadığını ancak ondan sonrasının da olumlu olarak ifade edildiğini anlatmak
(idrab) içindir. Yüce Allah ise böyle bir anlatımdan münezzehtir. Yahutta bir
şeyden çıkıp (ilgili açıklamaları bitirip) başka bir şeye geçiş içindir. Bu ise
böyle bir açıklamanın yapılacağı bir yer değildir. Diğer taraftan
"vav"ın anlamı: "Veya, yahut"un anlamından farklıdır. Eğer
bunlardan birisi diğerinin anlamına kullanılabilseydi, lafızların anlamları
(meani) ortadan kalkardı. Eğer böyle bir şey mümkün olsaydı, o takdirde:
"Biz onu ikiyüzbin kişiye peygamber olarak gönderdik" ifadesi daha
muhtasar olurdu.
el-Muberred de dedi ki:
Bunun anlamı şudur: Biz onu öyle bir topluluğa gönderdik ki, sizler onları
görecek olsaydınız, bunlar yüzbin kişi veya daha fazladır, diyeceksiniz.
Kullara bilip tanıdıkları bir üslubla hitab edilmiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Bu şuna benzer: Bana Zeyd ya da Amr geldi. Halbuki sen bu ikisinden kimin
geldiğini biliyorsun, ancak kimin geldiğini muhatab anlamasın diye müphem bir
ifade kullanırsın.
el-Ahfeş ve ez-Zeccac
derler ki: Veya sizin değerlendirmenize göre daha fazla idiler, demektir.
İbn Abbas dedi ki: Bunlar
yüzbinden yirmibin kişi fazla idiler. Bunu Ubeyy b. Ka'b (peygambere) merfu
olarak da rivayet etmiştir. Yine İbn Abbas'tan: Otuzbin kişi fazla idiler,
dediği rivayeti de gelmiştir. el-Hasen ve erRabi ise: Otuzbin küsur kişi fazla
idiler, demişlerdir. Mukatil b. Hayyan da: Yetmişbin kişi demiştir.
"Onlar imana
geldiler, Biz de onları bir zamana kadar" yani onlar için belirlenen
ecellerinin son vaktine kadar "geçindirdik."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN