SAFFAT 123 / 132 |
وَإِنَّ
إِلْيَاسَ
لَمِنْ
الْمُرْسَلِينَ
{123} إِذْ
قَالَ
لِقَوْمِهِ
أَلَا
تَتَّقُونَ {124} أَتَدْعُونَ
بَعْلاً
وَتَذَرُونَ
أَحْسَنَ الْخَالِقِينَ
{125} اللَّهَ
رَبَّكُمْ
وَرَبَّ
آبَائِكُمُ
الْأَوَّلِينَ
{126} فَكَذَّبُوهُ
فَإِنَّهُمْ
لَمُحْضَرُونَ
{127} إِلَّا
عِبَادَ
اللَّهِ
الْمُخْلَصِينَ
{128} وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِ
فِي
الْآخِرِينَ
{129} سَلَامٌ
عَلَى إِلْ
يَاسِينَ {130}
إِنَّا
كَذَلِكَ نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ
{131} إِنَّهُ
مِنْ عِبَادِنَا
الْمُؤْمِنِينَ
{132} |
123.
Muhakkak İlyas da gönderilmiş peygamberlerdendi.
124. O
kavmine: "Korkmaz mısınız?" demişti.
125,
126. "O en güzel yaratanı, sizin ve önceki atalarınızın Rabbi Allah'ı
bırakıp Ba'l'e mi dua edersiniz?"
127. Ama
onlar onu yalanladılar. Bu sebebten onlar elbette hazır edilirler.
128.
Ancak Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları müstesna.
129.
Sonra gelenler arasında üzerine (güzel övgü) bıraktık.
130.
İlyas'a selam olsun.
131.
İhsan edicilere muhakkak Biz, böyle mükafat veririz.
132.
Gerçekten o, iman eden kullarımızdandı.
"Muhakkak İlyas da
gönderilmiş peygamberlerdendi" buyruğu hakkında müfessirler şöyle
demişlerdir: İlyas, İsrailoğullarından bir peygamberdir. İbn Mesud'dan şöyle
dediği rivayet edilmiştir: İsrail Yakub'dur, İlyas da İdris'tir. Ayrıca o:
"Muhakkak İdris ... " diye okumuştur. İkrime de böyle demiştir. Yine
İkrime dedi ki: Bu Abdullah (b. Mesud)'ın Mushaf'ında: "Muhakkak İdris de
gönderilmiş peygamberlerdendi" şeklindedir. Ancak bu görüşü yalnızca o
(Abdullah b. Mesud) belirtmiştir.
İbn Abbas dedi ki:
İlyas, Elyesa'ın amcasıdır.
İbn İshak ve başkaları
şöyle demişlerdir: Yuşa'dan sonra İsrailoğullarının işlerinden sorumlu olan
kişi Kalib b. Yukanna idi. Sonra Hazkiyel geldi. Yüce Allah peygamber Hazkiyel'in
canını aldıktan sonra İsrailoğulları arasında çok büyük olaylar meydana geldi.
Allah'ın ahdini unuttular ve onu bırakıp putlara taptılar. Yüce Allah onlara
İlyas'ı peygamber olarak gönderdi. Elyesa' da ona uydu ve ona iman etti.
İsrailoğulları ona karşı serkeştlik edince, İsrailoğullarının sıkıntılarından
yana kendisini rahata kavuşturması için Rabbine dua etti. Ona: Şu, şu günü
filan yere çık. Senin karşına ne çıkarsa ona bin ve ondan çekinme. Elyesa' ile
birlikte çıktı. Elyesa' ona: Ey İlyas! Bana ne emredersin? dedi. Oldukça
yüksekten ona üzerindeki elbiseyi attı. Bu da onun Elyesa'ı İsrailoğullarına
yerine geçmek üzere halife tayin etmiş olduğunun alameti idi. İşte onun
(dünyada) son görünmesi bu olmuştu.
Yüce Allah İlyas'ın
yiyecek ve içecekten lezzet alma duyusunu kaldırdı.
Ona tüylerden elbise
giydirdi ve onu nura büründürdü. Meleklerle birlikte uçtu. Böylelikle o hem
insan melek, hem semavi ve arzi bir varlık oldu.
İbn Kuteybe dedi ki:
Çünkü Yüce Allah İlyas'a: Benden dile, Ben de sana vereyim, dedi. O da beni
kendine doğru yükselt, ölümü tatmamı ertele. Bunun üzerine meleklerle birlikte
uçar oldu.
Kimi ilim adamı da şöyle
demiştir: Hastalanmış ve ölümü hissetmişti. Bunun üzerine ağladı. Yüce Allah
ona: Niçin ağlıyorsun? Dünyay.a tutkun dolayısıyla mı? Ölümden çekindiğin için
mi? Ateşten korktuğun için mi? diye sordu. Hayır, dedi, izzetin hakkı için
bunlardan hiçbirisi dolayısıyla değiL. Benim ağlayıp sızlanmam benden sonra
sana hamdedecekler, seni övüp duracakları halde benim sana artık hamdetme
imkanını kaybetmiş olacağımdandır. Benden sonra zikredenler seni anacak, ben
seni anmayacağım. Oruç tutanlar oruç tutacak, ben tutamayacağım. Namaz kılanlar
namaz kılacak, ben kılamayacağım. Bunun üzerine ona şöyle denildi: Ey İlyas!
İzzetim hakkı için seni, Beni kendisinde hiçbir kimsenin anmayacağı bir vakit
gelinceye kadar erteleyeceğim. Bundan kasıt da kıyamet günüdür.
Abdu'l-Aziz b. Ebi
Revvad dedi ki: İlyas ile Hızır -ikisine de selam olsunher yıl ramazan ayı
orucunu Beytu'l-Makdis'de tutarlar ve her sene hac mevsiminde hacda bulunurlar.
İbn Ebi'd-Dünya'nın
naklettiğine göre de onlar hacdan sonra ayrılacakları vakit şöyle derler:
Maşaallah, maşaallah hayrı Allah'tan başka kimse getirmez. Maşaallah,
maşaallah, Allah'tan başka kimse kötülüğü bertaraf edemez. Maşaallah,
maşaallah, her ne nimet varsa, Allah'tandır. Maşaallah, maşaallah tevekkeltu
alallah hasbiyallahu ve ni'me'l-vekil. (Allah'a tevekkül ettim, Allah bize
yeter, O ne güzel vekildir.) Bu daha önce el-Kehf Suresi'nde (79-82. ayetler,
4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Mekhul yoluyla Enes'ten
de şöyle dediği nakledilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte gazaya
çıktık. Feccu'n-Nake denilen yerde iken şöyle diyen bir ses duyduk: Allah'ım,
beni rahmete nail olmuş, günahları bağışlanmış, tevbeleri kabul edilmiş,
duaları kabul edilmiş, Muhammed ümmetinden kıL. Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey Enes! Bak bu ses de nedir?" dedi. Ben de
dağın iç taraflarına doğru ilerlemeye başladım. Sakalı ve saçı beyaz bir adamla
karşılaştım. üzerindeki elbiseleri de beyazdı. üçyüz zira'dan daha uzun bir
boyu vardı. Beni görünce: Sen peygamberin elçisi misin? dedi. Ben, evet dedim.
Bana: Ona dön ve benden ona selam söyle ve de ki: İşte kardeşin İlyas seninle
görüşmek istiyor. Peygamber -ben de beraberinde olduğum halde- geldi. Nihayet
ona yaklaştığımız bir sırada Peygamber (s.a.v.) öne doğru ilerledi, ben geride
kaldım. Uzun süre beraberce konuştular. üzerlerine semadan sofraya benzer bir
şey indi. Beni de çağırdılar, ben de onlarla birlikte yedim. O sofrada yer
elması, nar ve kereviz vardı. Yemek yedim, sonra kalktım, bir kenara çekildim.
Bir bulut geldi ve onu yukarı doğru kaldırdı. Ben bulut onu yukarı doğru
kaldırıyorken beyaz elbiselerine bakıp durdum. Peygamber (s.a.v.)'a: Anam babam
sana feda olsun dedim. Bu yediğimiz yemek ona semadan mı indi? Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben de yemeği ona sordum, şöyle dedi: Cibril her
kırk günde bir bana bundan bir öğün getirir. Her yılda da Zemzemden bir içim su
getirir. Kimi zaman da onu kuyu başında kovaya su doldururken görürüm, o bu
sudan içer ve bana içirdiği de olur." (Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır).
Sa'leb dedi ki: Yüce
Allah'ın buradaki "Ba'l" buyruğu hakkında ilim adamlarının farklı
görüşleri vardır. Bir kesim: Burada Ba'lden kasıt bu adı taşıyan puttur derken,
bir kesim burada sözü edilen Ba'l bir melektir demiştir. İbn İshak ise şöyle
demiştir: Ba'l tapındıkları bir kadın idi. Birinci görüşü ileri sürenler daha
çoktur. el-Hakem b. Eban'ın İkrime'den rivayetine göre İbn Abbas: "Ba'l'e
mi dua edersiniz?" buyruğu hakkında: O bir put idi, demiştir.
Ata b. es-Saib,
İkrime'den o İbn Abbas'dan: "Ba'l'e mi dua edersiniz?" buyruğu
hakkında onu mu rab edinirsiniz? demiştir.
en-Nehhas dedi ki: İki açıklama
da doğrudur. Yani siz bir puta dua ediyor ve onu rab olarak mı yontuyorsunuz?
Mesela, bu evin ba'lidir yani evin sahibidir denilir. O halde mana: Sizler
kendi uydurduğunuz bir rabbe mi dua (ve ibadet) ediyorsunuz, demektir.
"Dua
edersiniz" burada, ad verirsiniz anlamındadır. Bunu Sibeveyh nakletmiştir.
Mücahid, İkrime, Katade
ve es-Süddı: Ba.'l, Yemen lehçesinde rab demektir, demişlerdir.
İbn Abbas da
Yemenlilerden birisinin Mina'da bir dişi deve pazarlığını yapmak isterken
-bunun sahibi kimdir anlamında-: Bunun ba'l'i kimdir? dediğini duymuştur.
Kocaya ba'l denilmesi de bundan dolayıdır. Nitekim Ebu Duad da şöyle demiştir:
"Savaşta ba'l'ini (kocanı) gördüm, Bir kılıç kuşanmıştı ve bir mızrak
(tutmuştu)"
Mukatil dedi ki: Ba'l,
İlyas'ın kırdığı ve bundan dolayı onları bırakıp kaçtığı bir puttur.
Denildiğine göre bu put,
altından idi ve boyu yirmi zira'dı, dört yüzü vardı. O put dolayısıyla fitneye
düşürüldüler, onu tazim ettiler. Nihayet ona dörtyüz hizmetçi görevlendirdiler
ve bu dörtyüz kişiyi o putun peygamberleri bellediler. Şeytan ba'l'in içine
girer ve sapıklık şeriatini onlara telkin ederdi. Hizmetçiler de bunları beller
ve insanlara öğretirlerdi. Bu kimseler Şam diyarındaki Ba'le-Bekke
ahalisidirler. Daha önce açıkladığımız gibi şehirlerine de Bale-Bekke adı
bundan dolayı verilmiştir.
"O en güzel
yaratanı ... bırakıp" yani kendisine yaratıcı denilenlerin en güzeli
demektir. Bunun sanatkarların en güzeli anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü
insanlar bir şeyi sanat yoluyla yaparlar, ancak yaratamazlar.
" ... Sizin ve
önceki atalarınızın Rabbi Allah'ı ... " Bu buyruktaki üç isim (Allah,
Rabbiniz, önceki atalarınızın Rabbi isimleri) nasb iledir. er-Rabi' b. Haysem,
el-Hasen, İbn Ebi İshak, İbn Vessab, el-A'meş, Hamza ve el-Kisai böyle okumuşlar;,
Ebu Ubeyde ile Ebu Hatim de bu kıraati benimsemişlerdir. Ebu Ubeyd bu isimlerin
sıfat olarak nasbedildiklerini nakletmektedir. en-Nehhas ise şöyle demektedir:
Sıfat olduklarını söylemek yanlışlıktır. Bunlar bedel olarak nasbedilmişlerdir.
Burada sıfat caiz değildir. Çünkü bu ifadeler mevsufu süslemek için zikredilmiş
değildir.
İbn Kesir, Ebu Amr"
Asım, Ebu Cafer, Şeybe ve Nan" ise ref ile okumuşlardır. Ebu Hatim dedi
ki: Bu da: "O Allah'tır, Rabbinizdir'' anlamında olur.
en-Nehhas dedi ki: Onun
bu açıklamasından daha da tercih olunanı ise şudur: Herhangi bir takdir ya da
hazf sözkonusu olmaksızın mübteda ve haberdir. Ayrıca Aİi b. Süleyman'ın ref
ile okumanın daha uygun ve daha güzel olduğu kanaatinde olduğunu da gördüm.
Çünkü ondan öncesi bir ayet sonudur" dolayısıyla yeni bir ifade başlangıcı
olmasr daha uygundur.
İbnu'I-Enbari dedi ki:
Nasb ile yada ref' ile okuyan bir kimse ifade tamam olmuştur diye: "O en
güzel yaratanı" buyruğu üzerinde vakıf yapmaz. Çünkü Yüce Allah burada her
iki okuyuşa göre "en güzel yaratan"a dair açıklamalarda
bulunmaktadır.
"Ama onlar onu
yalanladılar" buyruğu ile Yüce Allah, İlyas kavminin onu yalanladıklarını
haber vermektedir.
"Bu sebebten onlar
elbette" azapta "hazır edilirler."
"Ancak" kavmi
arasından "Allah'ın ihlasa erdirilmiş kulları müstesna. " Onlar
azaptan kurtulmuşlardır. Buradaki: "İhlasa erdirilmiş" buyruğu
"lam" harfi esreli olarak (ihlasa ermiş anlamında) diye de
okunmuştur. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
"Sonra gelenler
arasında üzerine (güzel övgü) bıraktık" buyruğu da daha önceden geçmiş
bulunmaktadır.
"İlyas'a selam
olsun" buyruğundaki "İlyas (anlamı verilen)" lafzını el-A'rec,
Şeybe ve Nafi': ''Ali Yasin" diye okumuşlardır. İkrime, Ebu Amr, İbn Kesir,
Hamza ve el-Kisai ise "İlyasin" diye okumuşlardır. el-Hasen de bunu:
"Ale'l-yasin (yasin'e)" şeklinde elifi vasl ile okumuştur, sanki
Yasin'in başına tarif için getirilen elif lam gelmiş gibidir. Maksat ise İlyas
(a.s)'dır, Selam da onadır, ancak bu a'cemi (Arapça olmayan) bir isimdir.
Araplar, Arapça olmayan bu isimleri değişik şekillerde telaffuz ederler ve bu
isimleri çokça değiştirirler.
İbn Cinnı dedi ki:
Arablar, arapça olmayan isimlerle çokça oynarlar. Yasin, İlyas ve İlyasın aynı
şeydir.
ez-Zemahşerı dedi ki:
Hamza vasl ile okuduğunda nasbederdi, vakıf yaptığı takdirde ise ref'ederdi. Bu
aynı zamanda: "(...): İlyasıne" ile okunduğu gibi İdris de:
"(...): İdrisiyn, İdrisin ve İdrasin" diye İlyas'ın ve İdris'in
farklı söyleyişleri halinde okunmuştur.
Süryanicedefazladan
getirilen (sondaki) "ye" ile "nun"un özel bir anlamı
olabilir.
en-Nehhas dedi ki:
"İlyas'a selam olsun" diye okuyan kimse -doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır ya- bu peygamberin adını hem İlyas, hem de Yasin olarak kullanmış,
sonra da onu "ali"ne yani din mensublarına ve onun yolundan gidenlere
selam etmiş olur. Böylece kendisi dolayısıyla aline selam verdiği takdirde onun
da selamın kapsamına girdiğini biliyor demektir. Nitekim Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Allah'ım Ebu Evfa'nın aline salat eyle." diye
buyurmuştur. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Fir'avun hanedanını
(alim) azabın en şiddetlisine sokun.'' (el-Mu'min, 46)
"İlyasın
(İlyas)" diye okuyanların kıraati ile ilgili olarak da ilim adamlarının
birden çok görüşü vardır. Harun, İbn Ebi İshak'dan şöyle dediğini rivayet eder:
İlyasın, İbrahim gibidir. O bu kanaatiyle onun adının bu olduğunu benimsemiş
gibidir. Ebu Ubeyde ise bunun kendisi ve ehl-i beyti ile birlikte cem-i
müzekker-i salim olarak çoğul yapıldığı ve onlara böylece selam edildiği
kanaatindedir. O şu mısraı da zikreder: "Hubeyblilere yardım ettiğim artık
bana yeter, artık yeter."
Denilir ki (mısrada
geçen): (...) ile (...) şekilleri "yeter" anlamında iki ayrı
söyleyiştir. Şair burada Ebu Hubeyb Abdullah b. ez-Zübeyr'i kastetmektedir.
Bunu çoğul olarak getirmesi onun izinden giden, onunla birlikte olanların da
onunla birlikte kabul edilmelerinden ötürüdür. Ebu Ubeyde'den başkası ise bu
ifadeyi: "İki Hubeyb'e" diye tesniye olarak rivayet etmektedir. Bununla
da Abdullah ve Mus'ab'ı kasteder. Ben, Ali b. Süleyman'ı bundan daha ileri
derecede açıklarken gördüm. O şöyle der: Araplar bir kişinin kavmine onlar
arasındaki üstün ve değerli kişinin adını verirler ve (mesela): el-Mehalibe
derler. Yani onlar arasındaki herbir adama adeta "Mühelleb" adını
vermiş gibi olurlar. İşte: "İlyasın'e (ilyas'a) selam olsun"
buyruğunda da onun alinin herbir kişisine İlyas adı verilmiş olmaktadır.
Sibeveyh de
"el-Kitab"ında bunun bir bölümünü zikretmiş bulunmaktadır. Ancak onun
belirttiğine göre Araplar bu uygulamayı nisbet Cism-i mensub) olmak üzere
kullanırlar ve "el-Eş'arun" derken (Eşarilere) nisbeti kastederler.
el-Mehdevi dedi ki: Bunu
"İlyasin" diye okuyanların okuyuşuna göre bu İlyas'ın da kapsamına
girdiği bir çoğuldur. Bu "ilyası"nin çoğulu olup nisbet
"ye"si hazfedilmiştir. Nitekim Mühellebi'nin çoğulu olan el-Mehalibe
gibi kırık çoğullarda nisbet "ye"si de hazfedildiği gibi salim
çoğuıda da bu nisbet "ye"si hazfedilerek "el-Muhellebin"
denilmiştir. Sibeveyh "el-Eş'arun, en-Numeyrun" diye nisbet çoğulları
da nakletmiştir ki bu kelimelerle el-Eşariyyun, en-Numeyriyyun demek isterler.
es-Süheyli der ki: Böyle
bir şey sahih değildir. Ancak bu okuyuş İlyas'ın bir söyleyişidir. Eğer onların
dediklerini Cenab-ı Allah murad etmiş olsaydı el-Mehalibe ve el-Eş'ariyyun'da
olduğu gibi başına "elif lam" getirirdi. O vakit: "el-İlyasın'e
selam olsun" derdi. Çünkü alem (özel isim) çoğul yapıldığı takdirde nekre
yapılır ki; "elif lam" ile marife (belirtili) olabilsin. O bakımdan:
"Zeydın'e selam olsun" demeyerek, "elif" ve
"lam"lı olarak: "ez-Zeydın'e ... " denilir. O halde
"İlyas" adının üç türlü söylenişi vardır.
en-Nehhas dedi ki: Ebu
Ubeyd: "İlyasın'e selam olsun" şeklindeki kıraatine delil getirmiş ve
onun adının İlyas olduğu gibi İlyasın'in de onun adı olduğunu söylemiştir.
Çünkü surede onun dışında sözkonusu edilen peygamberlerden başkası hakkında
"al" e selam getirilmiş değildir. O halde diğer peygamberler ismen
zikredildiği gibi, o da ismen zikredilmiştir. Bu şekildeki değerlendirme asıl
itibariyle Ebu Amr'a aittir. Ancak böyle bir şey zorunlu değildir. Çünkü bizler
önceden, eğer bir kişi dolayısıyla onun aline selam getirilecek olursa, o
kişiye de selam getirmek demek olduğu şeklindeki dilcilerin görüşünü açıklamış
bulunuyoruz.
Adının
"İlyasın" olduğu görüşünü kabul etmek için ise bir delile ve rivayete
gerek vardır. Çünkü bu mesele içinden kolay kolay çıkılamayacak bir hal
almıştır.
el-Maverdi dedi ki:
el-Hasen: "Yasin'e selam olsun" diye "elif" ve
"lam"ı düşürerek okumuştur. Bunun iki türlü açıklaması yapılabilir:
Birinci açıklamaya göre
bunlar Muhammed (s.a.v.)'ın ali dir, bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. (Buna
göre Yasin peygamber efendimizin adıdır.) İkinci görüşe göre ise bunlar
Yasin'in alidir. Bu görüşe göre de Yasin'e fazla harfin girmesinin iki
açıklaması yapılır: Birincisine göre ayetlerin sonları arasında bir eşitlik
(ye, nun ile bitmesi açısından) sağlanması için ilave edilmiştir. Yüce Allah'ın
bir yerde: "Turi Sina" (el-Mu'minun, 20) diye buyurduğu halde bir
başka yerde: "Turi Sinin" (et-Tin, 2) diye buyurulması gibi. Buna
göre selam onun dışında kalan, onun ahalisinedir. Ona yapılan izafet de onun
için bir teşriftir. İkinci açıklamaya göre ise burada "ye" çoğul
dolayısıyla gelmiştir. O takdirde o da onlar arasına katılmış olur. Bu durumda
selam hem ona, hem de alinedir.
es-Süheyli dedi ki:
Meani'l-Kur'an'a dair açıklamalarda bulunanların kimisi şöyle demiştir: Ali
Yasin'den kasıt Muhammed (a.s)'ın alidir. Bunlar bu hususta "Ya
Sin"in tefsirinin Ya Muhammed, olduğunu kabul edenlerin görüşlerinden
hareket ederek bu kanaati belirtirler.
Ancak bu göruş birçok
bakımdan çürütülür. Birincisi evvela ifadelerin akışı İlyas kıssası ile ilgilidir.
Dolayısıyla İbrahim, Nuh; Musa ve Harun kıssalarında olduğu gibi selamın da
onlar hakkında olması gerekir. Bir başka ayet-i kerime hakkında -ki bu da zayıf
olmakla birlikte- yapılmış bir açıklamadan hareketle sözün maksadının dışına
çıkmanın bir anlamı yoktur. Çünkü "Ya Sin", "Ha Mim" ve
"Elif, Lam, Mim" ve buna benzer buyruklar hakkındaki bütün
açıklamalar aynıdır. Bunlar Mukatta' harflerdir, ya İbn Abbas'ın dediği gibi
Yüce Allah'ın isimlerinden alınmıştır ya Kur'an'ın sıfatlarıdır ya da eş-Şa'bi'nin
dediği gibi: Yüce Allah'ın herbir kitabta bir sırrı vardır. Kur'anı kerim'deki
sırrı ise sürelerin başlangıçlarıdır. Aynı şekilde Rasulullah (s.a.v.):
"Benim beş tane
ismim vardır, diye buyurmuş, ancak bunlar arasında "Yasin" adını
zikretmemiştir.
Aynı şekilde
"Yasin"de tilavet şekli sükun ve vakıf ile gelmiştir. Eğer bu
Peygamber (s.a.v.)'ın adı olsaydı, ötreli olarak "Yasinu" demek
gerekirdi. Yüce Allah'ın: "Yusuf, ey doğru sözlü kişi') (Yusuf; 46) diye
buyurduğu gibi, (burada da böyle demesi gerekirdi).
Belirttiğimiz hususlar
dolayısıyla bu görüş çürütüldüğüne göre "İlyasin'' sözü edilen İlyas'tır
ve selam onun hakkında variddir.
Ebu Amr b. el-Ala da
dedi ki: Bu İdris ve İdrasin demeye benzer. İbn Mes'ud'un Mushaf'ında da bu
böyledir: "Şüphesiz ki İdris gönderilmiş peygamberlerdendi" dedikten
sonra; "İdrasin'e selam olsun" demektedir.
"İhsan edicilere
muhakkak ki Biz böyle mükafat veririz. Gerçekten o iman eden
kullarımızdandı" buyruğu daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN