ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

SAFFAT

11

/

17

 

فَاسْتَفْتِهِمْ أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقاً أَم مَّنْ خَلَقْنَا إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ {11} بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ {12} وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ {13} وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ {14} وَقَالُوا إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّبِينٌ {15} أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ {16} أَوَآبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ {17}

 

11. Şimdi sor onlara: Yaratılış itibari ile kendileri mi daha güçlüdür, yoksa yarattıklarımız mı? Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.

12. Evet, sen şaşıyorsun, onlar ise alay ediyorlar.

13. Onlara öğüt verilse, öğüt almazlar.

14. Bir ayet görseler aralarında alay ederler.

15. Ve: "Bu ancak apaçık bir büyüdür" derler.

16. "Biz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra gerçekten biz tekrar diriltilecek miyiz?

17. "Ya önceki atalarımız da mı (diriltilecek)?"

 

"Şimdi sor onlara" yani Mekkelilere. Buradaki: "Sor onlara" ifadesi, "Müftüye fetva sormak" tabirinden alınmıştır.

 

"Yaratılış itibarı ile kendileri mi daha güçlüdür, yoksa yarattıklarımız?"

 

Mücahid'e göre; yarattığımız gökler, yer, dağlar ve denizler "mi?" daha güçlüdür, demektir.

Bir görüşe göre bunun kapsamı içerisine melekler ve daha önce geçmiş ümmetler de girmektedir. Buna da, onlar hakkında: "(';'): kimseler" diye haber vermiş olması delalet etmektedir. Said b. Cübeyr dedi ki: Maksad meleklerdir. Başkası ise buradaki: "(;): Kimseler"den kasıt geçmiş ümmetlerdir. Bu geçmiş ümmetler Mekkelilerden yaratılış itibarı ile daha güçlü oldukları halde, helak edilmişlerdir.

 

Bu ayet-i kerime Ebu'l-Eşed b. Kelede hakkında inmiştir. Ona Ebu'lEşed denilmesi, şiddetle yakalayışı ve güçlü oluşundan ötürüdür. İleride bundan, Beled Suresi'nde (5. ayetin tefsirinde) sözedilecektir.

 

Bu ayet-i kerimenin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır: "Göklerle yerin yaratılması -andolsun ki insanların yaratılışından daha büyüktür. "(el-Mu'min, 57); "Siziyaratmak mı daha zordur, yoksagöğü mür (en-Naziat, 27)

 

"Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık." İbn Abbas buradaki: (...) lafzını, yapışkan, yapışıcı diye açıklamıştır. Ali (r.a)'ın şu beyitinde de bu anlamdadır: "Şunu öğren ki; Yüce Allah seni geniş imkanlara sahip kılmıştır, Ve hayırlı bir ahlaka; hepsi sana yapışıktır."

 

Katade ve İbn Zeyd de bunu: "Yapışıcı" diye açıklamışlardır. el-Maverdi de şöyle demektedir: ("Yapışkan" anlamı verilen kelimenin açıklaması olarak belirtilen) lasık ile lazık arasındaki fark şudur: Lasık birbirine yapıştırılmış olan demektir. Lazık ise, kendisine değen şeye yapışan demektir.

 

İkrime: "lazib: yapışkan" kelimesi birbirini tutan, birbirine yapışan demektir, demiştir. Said b. Cübeyr de güzel, sıcak, ele yapışan demektir, der. Mücahid de lazım (yapışan) diye açıklamıştır. Araplar "lazib bir çamur ve lazım bir çamur" diyerek be yerine "mim"i kullanırlar. Nitekim "be"yi, "mim"e değiştirmek esası üzere latib ve lazim de derler. Lazim, sabit olan şey demektir. Mesela; "Filan şey sabit ve değişmezin bir vuruşu gibi oldu" denilir. Bu da "lazım"dan daha fasihtir.

 

Şair en-Nabiğa şöyle demiştir: "Sakın hayırdan sonra şer gelmeyecek sanmayın, Kötülüğü de ayrılmayan, yakayı bırakmayan bir vuruş saymayın."

 

el-Ferra, Arapların "tinun latıb" tabirini "lazım" anlamında kullandıklarını nakletmektedir. Latıb ise sabit demektir. Buradan hareketle Araplar: "Sabit oldu, olur, sabit olmak" derler. "Yapıştı, yapışır -müzarisinin ikinci harfi olan "ze" ötrelidir- yapışmak" gibidir. Ebu'l-Cerrah "latıb"in kullanılışına örnek olmak üzere şu beyitleri zikretmektedir: "Eğer bu içmiş olduğum bir nebizden dolayı ise, Artık şüphesiz ben tevbe ediyorum nebiz içmekten. Bir başağrısı, kemiklerde bir halsizlik ve bir durgunluk. Ayrılıp gitmeyen (latib) içteki bir hıçkırıkla beraber, bir de keder."

 

Latib aynı zamanda tıpkı lazib gibi lasık (yapışan) anlamında da kullanılır. el-Cevheri bunu el-Esmai'den nakledilmiş olarak zikreder. es-Süddi ve elKelbi de (ayet-i kerimede yapışkan anlamı verilen) lazibin katıksız ve halis anlamına geldiğini söylemişlerdir. Mücahid ile ed-Dahhak ise kokuşmuş demek olduğunu söylemişlerdir.

 

"Evet sen şaşıyorsun, onlar ise alayediyorlar" buyruğundaki: "Sen şaşıyorsun" lafzını Medineliler, Ebu Amr ve Asım Peygamber (s.a.v.)'a hitab olmak üzere "te" harfini üstün olarak okumuşlardır. Yani sen, sana indirilen Kur'an-ı Kerim'den ötürü şaşıyorken, onlar ise onunla alay etmektedir. Şureyh'in kıraati de böyledir. O (te harfinin) ötreli okunuşunu (Ben şaşıyorum, demek olur) kabul etmeyerek şöyle der: Allah herhangi bir şeye şaşmaz, bilgisi olmayan kimse ancak şaşar.

 

Anlamın: Halbuki sen onların öldükten sonra dirilişi inkar etmelerine şaşıyorsun, şeklinde olduğu da söylenmiştir.

 

Asım dışında Kufeliler ise "te" harfini ötreli okumuşlardır. Ebu Ubeyd ve el-Ferra bu kıraati tercih etmişlerdir. Bu Ali ve İbn Mes'ud'dan da rivayet edilmiştir. Ayrıca Şu'be bunu el-A'meş'ten, o Ebu Vail'den, o Abdullah b. Mesud'dan diye rivayet etmiş ve onun: "Ben ise şaşıyorum" diye "te" harfini ötreli olarak okuduğunu belirtmiştir. Bu kıraat İbn Abbas'tan da rivayet edilmektedir.

 

el-Ferra Yüce Allah'ın: "Evet, sen şaşıyorsun. Onlar ise alayediyorlar" buyruğu hakkında şunları söylemektedir: İnsanlar bunu "te" harfi hem üstün, hem de ötreli olarak okumuşlardır. Ben ötreli okuyuşu daha çok tercih ederim, çünkü bu okuyuş Ali, Abdullah ve İbn Mesud'dan rivayet edilmiştir. Ebu Zekeriya el-Ferra dedi ki: Şaşmak (aceb) eğer Yüce Allah'a isnad edilirse, bu kulların şaşması gibi Allah'ın şaşması anlamında değildir. Nitekim Yüce Allah'ın: ''Allah onlarla alay eder" (el-Bakara, 15) buyruğunda da böyledir. Yüce Allah'ın alayı elbette ki kulların alayı gibi değildir.

 

Bu açıklama böyle bir kıraati kabul etmeyen Şureyh'in görüşünün de yersiz olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Cerir ile el-A'meş, Ebu Vail Şakik b. Seleme'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Abdullah b. Mesud: "Evet, ben şaşıyorum, onlar ise alayediyorlar" (anlamında te harfi ötreli olarak) okumuştur. Şureyh dedi ki: Muhakkak Allah herhangi bir şeye şaşmaz, bilmeyen kimse ancak şaşar. el-A'meş dedi ki:

 

Ben bunu İbrahim'e naklettim de o da şöyle dedi: Şureyh kendi görüşünü beğenen bir kimse idi. Şüphesiz Abdullah (b. Mesud) Şureyh'ten daha alim idi. Bununla birlikte Abdullah bunu: "Evet, ben şaşıyorum" diye okumuştur.

 

el-Herevi der ki: İleri gelen ilim adamlarından birisi Yüce Allah'ın: "Evet, Ben şaşıyorum" buyruğunun Ben onların şaşmalarının cezasını verdim, anlamında olduğunu söylemiştir. Çünkü Yüce Allah başka yerlerde onların hakkı şaşkınlıkla karşıladıklarını haber vermekte ve şöyle buyurmaktadır: ''Kendilerinden bir korkutucu geldi diye şaştılar" (Sad, 4) diye buyurduğu gibi: ''Muhakkak bu çok şaşılacak bir şeydir" (Sad, 5) dediler; ''içlerinden bir adama ... diye vahiy göndermemiz insanlar için şaşılacak bir şey mi ki ... " (Yunus, 2) Burada da Yüce Allah: "Evet, ben şaşıyorum" diye buyurmaktadır. Onların şaşmalarının cezasını verdim, demektir.

 

Derim ki: İşte bu, el-Ferra'nın yaptığı açıklamaların anlamını daha bir tamamlamaktadır. el-Beyhaki de bunu tercih etmiştir. Ali b. Süleyman da şöyle demiştir: Her iki kıraatin de anlamı birdir. İfadenin takdiri de şöyledir: Ya Muhammed deki: Evet ben şaştım. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Kur'an'ın muhatabıdır. en-Nehhas der ki: Bu güzel bir açıklamadır ve "de ki" anlamındaki ifadelerin takdiri çokça görülen bir husustur. el-Beyhaki ise birincisi daha sahihtir, demektedir.

 

el-Mehdevi de şöyle der: Bu Yüce Allah'ın kendi zatı ile ilgili olarak bir şaşkınlığı haber vermek anlamında olabilir. O takdirde şöyle yorumlanır: Kendisini inkar eden kimselere karşılık olarak verdiği emirleri ve onlara gazablanışı, yaratılmışların şaşkınlıkları konumuna benzer. Nitekim Yüce Allah'ın Peygamber (s.a.v.)'dan gelen rivayetlerde belirtildiği üzere razı olduğu kimselerin durumunu anlatmak üzere kendi zatı hakkında "gülme" tabiri de şuna yorumlanır: O böyle bir kimseye yaratılmışların gülüşlerinin konumunda olacak şekilde, ondan razı olduğunu ortaya koymuş olacaktır. Bu anlatım da bir mecazi anlatımdır ve ifadeleri bir genişletmedir.

 

el-Herevi der ki: Denildiğine göre "Rabbiniz şaştı, hayret etti" ifadesi razı oldu ve mükafat verdi, anlamındadır. Gerçek anlamında bir şaşmak (bir anlamı da beğenmektir) olmamakla birlikte, ona bu adı vermiş bulunmaktadır. Nitekim Yüce Allah: ''Allah da tuzak kurar. "(el-Enfal, 30) diye buyurmaktadır ki bu onların tuzak kurmalarının cezasını verir anlamındadır. Nitekim hadisteki şu ifade de bunun gibidir: "Rabbiniz feryad edip yakınmanıza ve ümit kesmenize şaşar. ''

 

Acep, bazan yapılan bir amelin Allah nezdinde çok büyük bir değer taşıması anlamında da kullanılır. Buna göre: "Evet, ben şaşarım" buyruğu onların yaptıkları bu iş nezdimde çok büyüktür, anlamında olur.

 

el-Beyhaki der ki: Ukbe b. Amir'in rivayet ettiği şu hadisin de anlamının böyle olma ihtimali vardır: Ben Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Rabbin hevasına meyli olmayan bir gence şaşar (beğenir).''

 

Buhari'nin, Ebu Hureyre'den yaptığı rivayet de böyledir. Buna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Rabbin cennete Zincirlerle bağlı oldukları halde girecek bir topluluğa şaşar.''

 

Beyhaki der ki: Bu hadis ve buna benzer varid olan diğer hadislerin Yüce Allah'ın meleklerini kullarına merhamet ve keremi dolayısı ile hayrete düşürmüş olduğu anlamına da gelebilir. Çünkü o kendisine iman etmek için savaşla ve zincirlere vurulan esirlik ile de olsa, mecbur etme yoluna gitmiştir. Nihayet ona iman edince cennete sokacak hale getirmiştir.

 

"Evet, sen şaşıyorsun" buyruğunun sen böyle bir şeyi kabul etmiyorsun, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı en-Nekkaş nakletmiştir. elHuseyn b. el-Fadl dedi ki: Allah'ın bir şeye şaşması (taaccub etmesi), o şeyi reddetmesi ve o işin çok büyük bir şeyolduğunu ortaya koyması demektir. Arapların anlatım uslubu böyledir. Rivayette de: "Rabbiniz sizin feryad edip sızlanmanıza ve ümit kesmenize şaşar." buyruğu gelmiş bulunmaktadır.

 

"Onlar ise alayediyorlar" buyruğundaki "vav"ın hal "vav"ı olduğu söylenmiştir. Onların alayetmeleri hali sırasında sen de onlara şaştın, demektir.

 

"Sen şaşıyorsun" ile ifadenin tamam olduğu, sonra da yeni bir cümle olarak "onlar alayediyorlar" diye yeni bir cümlenin başladığı da söylenmiştir. Bu da getirdiğin Kur'an'ı onlara okumandan ötürü alayediyorlar demekolur. Kendilerini davet ettiğin vakit seninle alayediyorlar, diye de açıklanmıştır.

 

"Onlara öğüt verilse" Katade'nin açıklamasına göre Kur'an ile onlara öğüt verildiği takdirde "öğüt almazlar." Ondan yararlanmazlar. Said b. Cübeyr dedi ki: Onlara kendilerinden önceki yalanlayıcıların başına gelenler hatırlatıldığı vakit bu hatırlatmadan yüz çevirirler ve üzerinde düşünmezler.

 

"Bir ayet" yani mucize "görseler, aralarında alay ederler." Katade'nin açıklamasına göre alayederler ve bu bir büyüdür, derler. (Ayet-i kerimedeki kullanımı ile): "Aralarında alay ederler" ile (...) aynı anlamdadır. Tıpkı (...) ile (...)'nin "karar kıldı" anlamında olması ile; (...) ile (...)'nin de aynı anlamda olmak üzere "hayret etti, şaştı" anlamına gelmesi gibi.

 

Ayet -i kerimedeki şekliyle: "Aralarında alay ederler" lafzının başkalarının alayetmesini isterler, anlamında olduğu da söylenmiştir. Mücahid: Alay ederler diye açıklamıştır. Bunun, bu ayet (mucize) bir alaydır diye zannederler, anlamında olduğu da söylenmiştir.

 

"Ve: Bu, ancak apaçık bir büyüdür, derler." Yani mucizelere herhangi birşeyle karşı koymaktan aciz olduklarında: Bu bir büyüdür, bu bize gösterilen hayallerdir ve bir aldatmadır, derler. "Biz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra gerçekten biz tekrar diriltilecek miyiz?" Yani öldükten sonra diriltilir miyiz? Bu, onların böyle bir şeyi kabul etmedikleri anlamını veren bir inkar! istifham ve alay yollu söyledikleri sözlerdir.

 

"Ya önceki atalarımız da mı?" Yani onlar da mı diriltilecek? Bu buyrukta istifham (soru) edatı atıf edatının başına gelmiştir. Nafi' ise: (...) şeklinde "vav" harfini sakin olarak okumuştur. (Yahut atalarımız da mı, anlamındadır). Bu anlamdaki açıklamalar daha önce Yüce Allah'ın: (Yoksa o ülkelerin halkı ... emin mi oldular?" (el-A'raf, 98) buyruğunu açıklarken geçmiş bulunmaktadır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Saffat 18-21

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR