SAFFAT 102 / 113 |
فَلَمَّا
بَلَغَ
مَعَهُ
السَّعْيَ
قَالَ يَا
بُنَيَّ
إِنِّي
أَرَى فِي
الْمَنَامِ
أَنِّي
أَذْبَحُكَ
فَانظُرْ
مَاذَا تَرَى
قَالَ يَا
أَبَتِ
افْعَلْ مَا
تُؤْمَرُ
سَتَجِدُنِي
إِن شَاء
اللَّهُ
مِنَ
الصَّابِرِينَ
{102} فَلَمَّا
أَسْلَمَا
وَتَلَّهُ
لِلْجَبِينِ
{103}
وَنَادَيْنَاهُ
أَنْ يَا
إِبْرَاهِيمُ
{104} قَدْ صَدَّقْتَ
الرُّؤْيَا
إِنَّا
كَذَلِكَ نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ
{105} إِنَّ هَذَا
لَهُوَ الْبَلَاء
الْمُبِينُ {106}
وَفَدَيْنَاهُ
بِذِبْحٍ
عَظِيمٍ {107}
وَتَرَكْنَا
عَلَيْهِ
فِي الْآخِرِينَ
{108} سَلَامٌ
عَلَى
إِبْرَاهِيمَ
{109} كَذَلِكَ
نَجْزِي
الْمُحْسِنِينَ {110} إِنَّهُ
مِنْ
عِبَادِنَا
الْمُؤْمِنِينَ
{111} وَبَشَّرْنَاهُ
بِإِسْحَاقَ
نَبِيّاً
مِّنَ الصَّالِحِينَ
{112}
وَبَارَكْنَا
عَلَيْهِ وَعَلَى
إِسْحَاقَ
وَمِن
ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ
وَظَالِمٌ
لِّنَفْسِهِ
مُبِينٌ {113} |
102. Ne
zaman ki o, babasının yanısıra yürümeye başlayınca dedi ki:
"Oğulcağızım!
Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, artık sen ne
düşünürsün?" "Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni
sabredenlerden bulacaksın."
103.
Böylece ikisi de teslim olup onu alnı üzere yıkınca:
104. Biz
ona: "Ey İbrahim" diye seslendik.
105.
"Rüyanı gerçekleştirdin. Muhakkak Biz ihsan edicileri böyle
mükafatlandırırız. "
106.
Muhakkak bu apaçık bir imtihandı.
107. Biz
de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik.
108.
Sonra gelenler arasında ona (güzel bir övgü) bıraktık.
109.
İbrahim'e selam olsun.
110.
İhsan edicileri böyle mükafatlandırırız.
111.
Muhakkak o, iman eden kullarımızdandı.
112. Ve
ona salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik.
113. Onu
ve İshak'ı mübarek kıldık. O ikisinin soyundan da ihsan edici de vardır,
nefsine apaçık zulmedici de vardır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı onyedi başlık halinde sunacağız:
1- ibrahim (a.s)'in Boğazlamakla
Emrolunduğu Oğlu:
2- Peygamberlerin Rüyası:
3- Boğazlamanın Fiilen Gerçekleşmesı ve
Rüyanın Yerine Gelmesi:
4- Hz. İbrahim 'in Boğazlanması
Emrolunan Oğluna Görüşünü Sormasının Anlamı:
5- ibrahim 'in ve Oğlunun Allah'ın
Emrine Teslimiyetleri:
6- Apaçık imtihandan Başarı ile
Çıkanların Mükafatı:
7- Oğluna Karşılık Gönderilen Fidye:
8- Kurban Edilmesi Daha Faziletli
Olanlar:
9- Kurban Kesmek mi Faziletlidir,
Parasını Tasadduk Etmek mi.?:
10- Kurban Kesmenin Hükmü:
11- Kurban Hangi Tür Hayvanlardan
Kesilebilir:
12- Kurban Kesiminde Dikkat Edilecek
Hususlar:
13- Kurban Edilecek Hayvanda
Bulunmaması Gereken Kusurlar:
14- Oğlunu Kurban Etmeyi Adamanın
Hükmü:
15- İyilik Yapanların Mükafatı:
16- İbrahim (a.s) ve İshak (a.s)'ın
Mübarek Oluşları ve Boğazlanması Emredilenin ısmail Olduğu:
17- Kötü Olduktan Sonra Peygamber
Soyundan Gelmenin Faydası Yoktur:
1- ibrahim (a.s)'in
Boğazlamakla Emrolunduğu Oğlu:
"Ne zaman ki o,
babasının yanısıra yürümeye başlayınca" yani biz ona oğlunu bağışladık. Bu
oğul babası ile birlikte dünya işlerinde çalışıp çabalamaya, işlerinde ona
yardımcı olmaya başlayınca "dedi ki: Oğulcağızım! Gerçekten ben rüyamda
seni boğazladığımı görüyorum."
Mücahid dedi ki:
"Ne zaman ki o babasının yanı sıra yürümeye başlayınca" buyruğu genç
bir delikanlı olup yürümesi İbrahim'in yürümesine yetişince, demektir. el-Ferra
dedi ki: O gün onüç yaşında idi. İbn Abbas bundan kasıt buluğdur, Katade ise,
babası ile birlikte yürüyünce, diye açıklamıştır.
el-Hasen ve Mukatil: Bu
kendisi sebebiyle kişiye karşı delilin ortaya konulabildiği aklın çabası
demektir. İbn Zeyd: Bu ibadette çalışıp çabalamak anlamındadır. İbn Abbas da:
Namaz kılıp oruç tutmaya başlayınca demektir, diye açıklamıştır. Nitekim Yüce
Allah: "Ve bunun için gereğigibi çalışırsa" (el-İsra, 19) buyruğunu
görmüyor muyuz?
İlim adamları
boğazlanması emrolunan oğlun hangisi olduğu hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Çoğunluğu boğazlanması emrolunan İshak'tır demişlerdir. Bu kanaati
belirtenler arasında el-Abbas b. Abdu'l-Muttalib ile onun oğlu Abdullah da
vardır. Abdullah (b. Abbas)'dan gelen sahih rivayet de budur.
es-Sevri ve İbn Cüreyc,
İbn Abbas'ın sözü olarak: Boğazlanması emrolunan İshak'tır, dediğini rivayet
etmektedirler. Abdullah b. Mesud'dan sahih olarak gelen rivayet de böyledir.
Buna göre bir adam ona: Ey şerefli yaşlı, başlı adamların oğlu diye hitab
etmiş. Bunun üzerine Abdullah ona şöyle demiş: O dediğin şahıs Allah'ın dostu
İbrahim'in oğlu, Zebihullah (Allah'ın boğazlanmasını emrettiği) İshak'ın oğlu,
Yakub'un oğlu Yusuf'tur.
Hammad b. Zeyd de
Rasülullah (s.a.v.)'a ait söz olmak üzere şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Şüphesiz ki kerim oğlu, kerim oğlu, kerim şahıs, İbrahim (a.s)'ın oğlu,
İshak'ın oğlu, Yakub'un oğlu Yusuf'tur.''
Ebu'z-Zubeyr de
Cabir'den: Boğazlanması emrolunan kişi İshak'tır, dediğini rivayet etmektedir.
Aynı zamanda bu Ali b. Ebi Talib (r.a)'dan da rivayet edilmiştir. Abdullah b.
Ömer'den de boğazlanması emredilen kişi İshak'tır, dediği rivayet edilmiştir.
Ömer (r.a)'ın görüşü de budur. İşte ashab-ı kiramdan yedi kişinin bu kanaatte
olduğunu görüyoruz.
Tabiinden ve tabiin
olmayanlardan bu görüşü savunan kimseler arasında Alkame, eş-Şa'bi, Mücahid,
Said b. Cübeyr, Ka'b b. el-Ahbar, Katade, Mesruk, ikrime, Kasım b. Ebi Bezze,
Ata, Mukatil, Abdu'r-Rahman b. Sa'bat, ez-Zürri, es-Süddi, Abdullah b.
Ebi'l-Huzeyl: ve Malik b. Enes de vardır ve bunların hepsi de: Boğazlanması
emredilen kişi İshak'tır demişlerdir.
İki kitab ehli olan
yahudilerle hristiyanlar da bu kanaattedirler. Aralarında en-Nehhas, et-Taberi
ve başkalarının da bulunduğu pek çok kimse de bu görüşü tercih etmişnerdir ..
Said b. Cübeyr dedi ki:
İbrahim'e rüyasında İshak'ı boğazlaması gösterildi. Tek bir sabah vaktinde bir
aylık mesafeyi onunla birlikte katetti ve sonunda Mina'da kurban kesim yerine
kadar geldi. Yüce Allah onu boğazlanmaktan kurtarıp bunun yerine koçu kurban
etmesi emredilince ve koçu kurban ettikten sonra yine bir aylık mesafeyi onunla
birlikte geri döndü, dağlar ve vadiler onun önünde katlanıp dürüldü.
Bu görüş P'eygamber
(s.a.v.)'dan, ashab-ı kiramdan ve tabiinden gelen nakiller arasında kuvvetli
olan görüştür.
Başkaları da
boğazlanması emredilen kişinin İsmail olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte
olanlar arasında Ebu Hureyre, Ebu't-Tufeyl ve Amir b. Vasile de vardır. Yine bu
görüş İbn Ömer ve İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Tabiinden de Said b.
el-Müseyyeb, eş-Şa'bi, Yusuf b. Mihran, Mücahid, er-Rabi' b. Enes, Muhammed b.
Ka'b el-Kurazi, el-Kelbi ve Alkame'den de rivayet edilmiştir. Ebu Said
ed-Darir'e boğazlanması emredil-enin kim olduğuna dair soru sorulunca, o da şu
beyitleri okuyarak cevap vermişti:
"Hidayet elunasıca
bil ki: Boğazlanması istenen kişi İsmail'dir. Kitab ve indirilen vahiy bunu
böyle belirtmiştir. Bu, Yüce Rabbimizin peygamberimize özellikle verdiği bir
şereftir. Tefsir de te'vil. de bunu böyle göstermiştir. Eğer onun ümmeti isen
sen ona ait bir şerefi de inkar etme ve ona özellikle verilen bu üstünlüğü
de."
el-Esmai'den de şöyle
dediği nakledilmektedir: Ben Ebu Amr b. el-Ala'ya boğazlanması emredilen kişi
hakkında sordum da şöyle dedi: Ey Esmai! Aklın başında değil mi? İshak Mekke'ye
ne zaman geldi? Mekke'de olan İsmail'di. Babası ile birlikte Beyt'i inşa eden
de odur. Kurban kesim yeri de Mekke'dedir.
Peygamber (s.a.v.)'dan:
"boğazlanması emredilen kişinin İsmail olduğu" belirttiği de rivayet
edilmiştir.
Ancak birinci görüş Peygamber
(s.a.v.)'dan, ashab-ı kiramdan ve tabiinden daha çoğunlukla rivayet edilmiş bir
görüştür. Bu görüşün sahipleri Yüce Allah'ın İbrahim (a.s)'dan kavminden
ayrılıp hanımı Sara ile kardeşinin oğlu Lut ile birlikte Şam taraflarına hicret
ettiğini haber vermiş olmasını delil gösterirler. Yüce Allah bu husustan:
"Ben Rabbime gidiciyim, pek yakında beni doğru yola iletecektir" diye
söz etmekte; Rabbine: "Rabbim bana salihlerden bağışla" diye dua
ettikten sonra Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu görüyoruz: "ibrahim onları
ve onların Allah'tan başka taptıklarını terkedince, Biz ona ishak'ı ve Yakub'u
bağışladık. "(Meryem, 49) Ayrıca Yüce Allah: "Biz de ona büyük bir
kurbanlıkla fidye verdik" (es-Saffat, 107) diye buyurmakta ve İbrahim
(a.s)'a doğacağı müjdesi verilen "itaatkar bir oğlun" fidyesinin
verilmiş olduğunu sözkonusu etmektedir. O vakit ona müjdesi verilen oğlu ise
İshak idi. Çünkü Yüce Allah: "Ve ona ... ishakı müjdeledık"
(es-Saffat, 112) diye buyurmuş, burada da: "Biz de ona itaatkar bir oğul
müjdesini verdik" diye buyurmuştur. Bu müjdeleme ise Hacer ile
evlenmesinden ve ondan İsmail adındaki oğlunun doğmasından önce
gerçekleşmiştir. Kur'an-ı Kerim'de İshak'ın dışında bir oğlunun olacağı
müjdesinden sözedilmemektedir.
Boğazlanması emrolunanın
İsmail (a.s) olduğunu kabul edenler de şunu delil göstermişlerdir: Yüce Allah
şu buyruğunda İshak'ı değil de İsmail (a.s)'ı sabır ile nitelendirmiştir:
"ismaiL, idris ve Zülkif'l de (an). Onların herbiri sabredenlerdendi. '
'(el-Enbiya, 85) Onun sabrı ise boğazlanmaya karşı gösterdiği metanetti.
"Kitabta İsmili de an. O sözünde durandı. " (Meryem, 54) buyruğunda
da sözünde doğrulukla durmak ile nitelendirmektedir. Çünkü o babasına
boğazlanmaya karşı sabredip direneceğini söz vermiş ve bu sözünü yerine
getirmişti. Diğer taraftan Yüce Allah daha sonra: "Ve ona salihlerden bir
peygamber olmak üzere ishak'ı müjdeledik" (es-Saffat, 112) diye
buyurmaktadır. İbrahim'e oğlunun peygamber olacağını vaadetmiş olmakla
birlikte, oğlunu (İshak'ı) boğazlamasını nasıl emredebilir? Aynı şekilde Yüce
Allah: "Biz de ona ishakı ve ishakın ardından Yakub'u müjdeledik.'' (Hud,
71) diye buyurmaktadır. Peki Yakub'un doğacağına dair müjdeyi gerçekleştirmeden
önce ona İshak'ı boğazlaması emri nasıl verilebilir?
Aynı şekilde haberlerde
varid olduğu üzere koçun boynuzları Kabe'de asılı bulunuyordu. İşte bu da
boğazlanması emredilenin İsmail (a.s) olduğunun delilidir. Eğer boğazlanması
emredilen İshak (a.s) olsaydı, boğazlamanın Beyti'l-Makdis'te gerçekleşmesi
gerekirdi.
Ancak bütün bu delillendirmeler
kesin değildir. Bu görüşün sahiplerinin: "Babasına oğlunun peygamber
olacağını vaadetmekle birlikte, oğlunu kesmesini nasıl emredebilir?"
sorusunu şöyle cevablandırmak mümkündür: Burada anlam: Onun başından geçen
olaylar olup bittikten sonra ona peygamber olacağı müjdesini verdik, anlamında
olabilir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır, ileride de gelecektir.
İshak'ın oğlu Yakub
dünyaya geldikten sonra İbrahim (a.s)'a İshak'ı boğazlama emri verilmiş
olabilir. Şöyle de denilebilir: Kur'an-ı Kerım'de Yakub'un İshak'ın oğlu olarak
dünyaya geleceği varid olmamıştır. (Yalnızca onun soyundan geleceğine işaret
edilmiştir, demek isteniyor).
Eğer boğazlanması
emredilen İshak olsaydı, boğazlama işinin Beytu'l-Makdis'te olması gerekirdi,
şeklindeki görüşün cevabı da daha önceden geçtiği üzere Said b. Cübeyr'in
yaptığı açıklamadır.
ez-Zeccac da şöyle
demiştir: Hangisinin boğazlanmasının emredilmiş olduğunu en iyi bilen
Allah'tır. Bu da bu hususta ki üçüncü bir görüştür.
2- Peygamberlerin
Rüyası:
"Dedi ki:
Oğulcağızıml Gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, artık sen
ne düşünürsün" buyruğu ile ilgili olarak Mukatil şöyle demektedir: İbrahim
(a.s) bunu ardı arkasına üç gece gördü.
Muhammed b. Ka'b dedi
ki: Resullere Yüce Allah'tan vahiy uyanıkken de uykuda iken de gelirdi. Çünkü
peygamberlerin kalbleri uyumaz. Bu gerçek aynı zamanda Peygamber (s.a.v.)'e
kadar ulaştırılan merfu haberde de sabit olmuştur. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Biz peygamberler topluluğunun gözleri uyur, kalblerimiz
uyumaz.''
İbn Abbas da:
Peygamberlerin rüyası vahiydir demiş ve bu ayet-i kerimeyi delil göstermiştir.
es-Süddi dedi ki:
İbrahim (a.s)'a İshak doğmadan önce doğacağı müjdesi verilince, o da: O halde
ben onu Allah için kurban edeceğim demişti. Rüyasında ona: Sen bir adakta
bulunmuştun. Haydi adağını yerine getir, denildi.
Yine denildiğine göre;
İbrahim (a.s) terviye (zülhicce'nin sekizinci) gecesinde birisinin ona: Allah
sana oğlunu boğazlamanı emrediyor, dediğini görmüştü. Sabah olunca kendi
kendisine düşünmeye başladı. Acaba bu rüya Allah'tan mıdır? şeytandan mıdır?
diye. İşte bu şekildeki düşünmesi (terviyesi) dolayısı ile bugüne terviye günü
adı verilmiştir. Ertesi gece aynı şekilde rüya gördü ve ona: Verdiğin sözü
yerine getir, denildi. Sabah olunca bu gördüğü rüyanın Allah'tan olduğunu bildi
(arefe). O bakımdan bu güne "arefe günü" adı verildi. üçüncü gece
yine öyle bir rüya gördü, bu sefer artık onu boğazlama (nahr) kararını verdi.
Bundan dolayı bu güne "yevmu'nnahr" adı verildi.
Yine rivayet edildiğine
göre oğlunu boğazlamaya başlayınca, Cebrail (a.s): "Allahu ekber Allahu
ekber" dedi. Bu sefer boğazlanması istenen oğlu:
"La ilahe illallah
vallahu ekber" dedi. İbrahim (a.s) da bunun üzerine: "Allahu ekber
velhamduliHah" dedi. O bakımdan bu (şekilde tekbir getirmek) bir sünnet
olarak kaldı.
İnsanlar bu işin
gerçekleşmesi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bu da bir sonraki
başlığın konusudur.
3- Boğazlamanın Fiilen
Gerçekleşmesı ve Rüyanın Yerine Gelmesi:
Ehl-i sünnet der ki:
Boğazlamanın kendisi gerçekleşmiş değildir. Bizatihi boğazlama gerçekleşmeden
önce boğazlama emri verilmiştir, o kadar. Çünkü boğazlama gerçekleşmiş olsaydı,
bunun ortadan kaldırılması düşünülemezdi. O bakımdan bu, emri fiilen
uygulamadan önce verilen emrin neshedilmesi kabilinden bir işti. Çünkü
boğazlama emrinin yerine getirilmesi tamamlanmış olsaydı, o vakit fidye olarak
gönderilen kurbanlıkla fidye gerçekleşmezdi.
Yüce Allah'ın:
"Rüyanı gerçekleştirdin." buyruğu da bizim sana emrettiğimiz, dikkatini
çektiğimiz hususu gerçekleştirdin ve senin için mümkün olan işleri yaptın,
sonra da Biz seni bu işten alıkoyunca, sen de bu işi yapmadın, demektir. Bu
hususta yapılmış en doğru açıklama budur.
Bir kesim de şöyle
demiştir: Bu neshin herhangi bir şekilde sözkonusu olduğu bir iş değildir.
Çünkü bir şeyi zebhetmek (kesmek, boğazlamak) o şeyi koparmak demektir. Buna
Mücahid'in şu açıklamasını delil göstermişlerdir: İshak, İbrahim'e: Bana bakma,
o zaman bana acırsın. Bunun yerine beni yüzüstü yere yatır, dedi. Bunun üzerine
İbrahim bıçağı aldı ve onu boğazı üzerinden geçirirken bıçak ters döndü. Oğlu
babasına: Ne oluyorsun? deyince, babası: Bıçak ters döndü, dedi. Bu sefer oğlu:
Sen o bıçağı bana sapla, dedi.
Kimi ilim adamı da şöyle
demiştir: İbrahim bir parça kestikçe o kestiği yer hemen birbirine yapışıp
kaynıyordu. Bir başka kesim de şöyle demiştir: O boğazının bakır olduğunu veya
bakırla kaplanmış olduğunu gördü. Kesmek istedikçe bu işinin engellendiğini
görüyordu.
Bütün bunlar kudret-i
İlahiyye açısından mümkün olmakla birlikte bu hususta sahih nakle ihtiyaç
vardır. Çünkü bu gibi işler akIl düşünme yolu ile idrak edilemezler. Bunları
bilmenin yolu haberdir. Şayet bunlar olmuş olsaydı, elbette Yüce Allah, İbrahim
ve İsmail'in -Allah'ın salat ve selamı ikisine de olsun- rütbesini ta'zim için
mutlaka bize açıklardı. Bu gibi hususların açıklanması kurbanlık ile fidye
edilmiş olmasının açıklamasından da daha anlamlı olurdu.
Kimileri de şöyle
demiştir: İbrahim'e şahdamarlarının kesilmesi ve kanın akıtılması demek olan
gerçek anlamı ile boğazlama emri verilmemişti. O rüyasında onu boğazlamak üzere
yatırdığını görmüştü. Bunu gerçek anlamda boğazlamakla emrolunduğunu
zannetmişti. Yere yatırması emrini gerçekleştirince, ona: "Rüyanı
gerçekleştirdin" denildi.
Ancak bütün bunlar
buyruklardan anlaşılan anlamın dışındadır. Hiçbir zaman Halil'in ve
boğazlanması emrolunan oğlunun bu emirden gerçek maksadın ne olduğunu anlamayıp
bir takım zanlara kapılmaları düşünülemez. Aynı şekilde eğer bütün bunlar doğru
olsaydı, ayrıca kurbanlık ile fidyesinin verilmesine gerek olmazdı.
4- Hz. İbrahim 'in
Boğazlanması Emrolunan Oğluna Görüşünü Sormasının Anlamı:
"Bak, artık sen ne
düşünürsün?" buyruğundaki: "Sen ne görürsün (mealde: ne
düşünürsün)" lafzını Asım dışında diğer Kufeliler: (...) şeklinde sen bana
hangi yolu gösterirsin diye "te" harfini ötreli, "ra"
harfini de esreli olarak; "Gösterdi, gösterir"den gelen bir fiil
olarak okumuşlardır.
el-Ferra dedi ki: Yani
bir bak, görüşüne göre sabır mı edeceksin? Yoksa katlanamaz mısın? demektir.
ez-Zeccac dedi ki: Bunu
ondan başka kimse söylemiş değildir. İlim adamlarının söyledikleri: Sen bana ne
gösterirsin? (ne işaret edersin?) demektir. Nefsin sana nasıl bir görüş
gösterir, demek olur.
Ancak Ebu Ubeyd
"te" harfinin ötreli, "re" harfinin de esreli okunuşunu
kabul etmeyip şöyle demektedir: Bu, ancak gözle görmek hakkında kullanılır. Ebu
Hatim de böyle demiştir.
en-Nehhas şöyle
demektedir: Bu yanlıştır, çünkü bu hem gözle görmek, hem başka şekilde görmek
(görüş) hakkında kullanılır ve bu kullanım meşhurdur. Mesela: "Ben filana
doğruyu gösterdim, ona kendisi. için doğru olanı gösterdim" denilir. Bu
isegözle görmek türünden de'ğildir.
Diğerleri ise:
"Görürsün" diye: "Gördün" fiilinin müzarii olarak
okumuşlardır.
ed-Dahhak ve
el-A'meş'den meçhul olarak: "Sana gösterilir" diye okudukları rivayet
edilmiştir.
Babasi bu sözleri oğluna
Allah'ın emri hususunda onun kanaatini öğrenmek maksadı ile sormamıştı.
Allah'ın emrine karşısabrını öğrenmek maksadı ile yahut oğlunun Allah'ın emrine
itaat ettiğini görmek suretiyle mutluluğu tatmak için danışmış idi. O da
"Dedi ki: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap!" buyruğundaki:
"Emrolunduğun şey"; "Emrolunduğun şey ne ise" demek olup
harf-i cer ve zamir hazfedilmiştir. Şair'in şu mısra ında hazfedildiği gibi:
"Ben sana b. ayrı emrettim, artık sen de kendisiyle emrolunduğun işi
yap."
Burada şair fiile
bitişik olarak zamiri getirmiş, böylelikle bu: "Emrolunduğun o şeyi"
haline gelmiş, daha sonra da "he" zamiri hazfedilmiştir. Bu da Yüce
Allah'ın:"Seçtiği kullarına da selam olsun" (en-Neml, 59) buyruğu
gibidir ki; bu da önceden geçtiği gibi (bk. en-Neml, 59. ayetin tefsiri)
"Kendilerini seçtiği" takdirindedir.
(...) ise (...) ism-i
mevsulü anlamındadır.
"İnşaallah
benisabredenlerden bulacaksın" buyruğu hakkında işaret yoluyla tefsir
yapanların kimisi şöyle demiştir: O inşaallah dediği için Yüce Allah da ona
sabretme başarısını ihsan etti.
"Babacığım"
ile "oğulcağızım" tabirleri ile ilgili açıklamalar daha önceden Yusuf
Süresi'nde (4. ayetin tefsirinde) ve başka yerlerde (bk. el-Bakara, 132. ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
5- ibrahim 'in ve
Oğlunun Allah'ın Emrine Teslimiyetleri:
"Böylece ikisi de
teslim olup" Allah'ın emrine itaatle boyun eğip ... demektir. İbn Mesud,
İbn Abbas ve Ali -Allah onlardan razı olsun-: "İşlerini Allah'a havale
ettiklerinde" diye okumuşlardır. İbn Abbas, teslimiyetlerini
arzettiklerinde diye, açıklamıştır. Katade dedi ki: Birisi kendi canını Allah'a
teslim etti, diğeri ise oğlunu.
"Onu alnı üzere
yıkınca" Katade dedi ki: Onu yere yıktı ve yüzünü kıbleye doğru çevirdi.
(Ayetin başında yer
alan): " ... ınca" lafzının cevabı, Basralılara göre mahzuf olup
takdiri: "Böylece ikisi de teslim olup onu alnı üzere yıkınca" bir
koçu ona fidye olarak verdik, şeklindedir. Kufeliler ise cevabı:
"O'na ...
seslendik" anlamındaki buyruktur, derler.
"Ona
seslendik" anlamındaki buyruğun başına gelen "vav", fazladan
gelmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Nihayet onu alıp
götürdükleri ve kuyunun dibine bırakmayı kararlaştırdıklarında ve Biz kendisine
... vahyettik. "(Yusuf, 15) Burada "ve Biz vahyettik" buyruğu
("ve" olmaksızın): "vahyettik" demektir. "Her yüksekçe
tepeden hızlıca indiklerinde ve ... yaklaştzğında" (el-Enbiya, 96)
buyruğunda da "yaklaştığında" anlamındadır. "Nihayet oraya gelip
kapıları açılacağında ve ... diyecek ki" (ez-Zümer, 73) buyruğu da:
"Onlara diyecek ki ... " takdirindedir. Şair İmruu'l-Kays da şöyle
demektedir: "Biz o kabilenin bulunduğu yeri aşıp ve yöneldiğimizde ...
"
Burada
"yöneldik" takdirindedir "vav" fazladan gelmiştir. Yine
şair: "Nihayet karınlarınız gebe kalıp da, Oğullarınızın da gençleştiğini
gördüğünüzde, Ve çevirdiniz bize kalkanın arka yüzünü, Şüphesiz ki günahkar ve
bayağı kimse, aldatan, hilebaz olandır."
Burada da şair
("ve"siz) "çevirdiniz" demek istemiştir.
en-Nehhas ise dedi ki:
"Vav" meani harflerindendir. Onun fazladan ilave edilmesi caiz
değildir.
Haberde belirtildiği ne göre
boğazlanması emredilen çocuğu babası İbrahim (a.s)'a kendisini boğazlamak
istediği sırada şöyle demişti: Babacığım, beni sıkı sıkıya bağla ki
çırpınmayayım. Elbiselerini topla ki, kanım üzerine sıçramasın; annem de onu
görüp üzülmesin. Boğazım üzerinden bıçağı çabuk geçir ki ölümüm kolayolsun.
Beni yüzüstü yık ki yüzüme bakarak bana acımayasın. Ben de bıçağı görüp
korkmayayım. Annemin yanına gittiğinde de ona selamımı söyle.
İbrahim (a.s) bıçağı
boynu üzerinde gezdirince, Yüce Allah onun altına bir bakır parçası takdir
etti, bıçak hiçbir etki göstermedi. Sonra oğlunu alnı üzere yıktı, bıçağı
boynunun arka tarafından geçirdiği halde yine bıçak hiçbir şekilde kesmedi.
İşte Yüce Allah'ın: "Onu alnı üzere yıkınca" buyruğu bunu
anlatmaktadır.
İbn Abbas da böyle
demiştir: Yani oğlunu yüzüstü yıkınca kendisine: "Ey İbrahim! Rüyanı
gerçekleştirdin" diye seslenildi. Dönüp baktığında bir koç gördü ... bunu
el-Mehdevı zikretmiştir. Ancak daha önceden bunun sahih olmadığına işaret
edilmiş ve anlamın şu olduğu kaydedilmişti: O oğlunu kesmenin vücubuna inanıp
bu işi yapmak için hazırlanınca, baba kesmek için, öbürü de kesilen bir kişi
olarak yere yatınca, kesim yerine geçmek üzere onlara bir fidye verildi. Burada
bıçağın boğaz üzerinde gezdirilmesi diye bir şeyden söz edilmemektedir. Buna
göre -önceden de geçtiği gibi- emrin fiilen yerine getirilmesinden önce neshin
olabileceği düşünülebilmektedir.
el-Cevheri dedi ki:
"Onu alnı üzere yıkınca" buyruğu onu yıkınca, demektir. Nitekim
"Onu yüzüstü yıktı" demek de böyledir.
el-Herevi dedi ki:
"İtmek ve yıkmak" demektir. Ebu'd-Derda (r.a)'ın hadisindeki:
"Ve seni yıkıldığın yere terkettiler...'' tabiri seni yıktılar,
anlamındadır. Bir başka hadiste de: "Bize iri hörgüçlü bir deve getirdi ve
onu yıktı'' denilmektedir. Burada da, o deveyi çöktürdü, demektir.
Bir başka hadis-i
şerifte: "Ben uykuda iken yeryüzü hazinelerinin anahtarları bana getirildi
ve elime bırakıldı'' denilmektedir.
ibnu'l-Enbari dedi ki:
Bu da ellerime bırakıldılar, anlamındadır. Adamı yere yıkmayı anlatmak üzere:
"Adamı yıktım" denitir. İbnu'l-A'rabi dedi ki: (Bu hadisteki ifade);
''O anahtarlar elime boşaltıldı, demektir. Çünkü: "Boşaltmak, dökmek"
anlamındadır."Boşalttı boşaltır, döktü döker" denilir. "Düştü, düşer"
anlamındadır.
Derim ki: Müslim'in
Sahihinde Sehl b. Sa'd es-Saidi'den rivayete göre Resulullah (s.a.v.)'e bir
içecek getirildi, o da ondan içti. Sağ tarafında genç bir çocuk, sol tarafında
da yaşh kimseler vardı. Sağındaki çocuğa: "Bu adamlara içecek vermeme izin
verir misin?" dedi. Genç çocuk: Allah'a yemin ederim hayır, senden bana
düşen payımı başkasını kendime tercih. ederek veremem, dedi. (Sehl b. Sa'd)
dedi ki: Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) o içeceği dine: (...) boşalttı.
İşari açıklamalarda
bulunanlardan kimisi de şöyle demiştir: İbrahim, Allah'ı sevdiği iddiasında
bulundu. Sonra da oğluna sevgi ile baktı. Ancak İbrahim'in sevgilisi ortak
sevgiye razı olmadı. O bakımdan ona: Ey İbrahim! Benim rızam uğrunda oğlunu
boğazla, denildi. O da hemen emre uyarak bıçağı aldı, oğlunu yere yatırdı.
Sonra da: Allah'ım, senin rızan uğrunda bunu benden kabul buyur', dedi. Yüce
Allah kendisine: Ey İbrahim! Maksad oğlunu kesmen değildir, maksad senin
kalbini tekrar bize döndürmendir. Madem sen kalbini bütünüyle bize döndürdün,
biz de oğlunu sana geri çevirdik.
Ka'b ve başkaları
dediler ki: İbrahim rüyasında oğlunu boğazladığını görünce, şeytan şöyle dedi:
Allah'a yemin ederim, eğer ben bu olay sırasında İbrahim ve ailesini fitneye
düşürüp saptıramayacak olursam, artık ebediyyen onlardan herhangi birisini
fitneye düşüremeyeceğim. Bunun üzerine şeytan onlara bir adam suretinde
göründü. Önce çocuğun annesine giderek: İbrahim'in oğlunu nereye götürdüğünü
biliyor musun? dedi. Annesi: Hayır deyince, onu boğazlamak üzere götürüyor,
dedi. Bu sefer annesi şöyle dedi:
Asla, o oğluna bunu
yapmayacak kadar şefkatlidir. Bu sefer şeytan şöyle dedi: Rabbinin kendisine
bunu emrettiğini iddia ediyor. Annesi: Eğer bunu ona Rabbi emretmiş ise Rabbine
itaat etmesi güzel bir şeydir.
Arkasından oğluna
giderek: Babanın seni nereye götürdüğünü biliyor musun? dedi. 'Oğlu: Hayır
deyince, o seni boğazlamak üzere götürüyor, dedi. Oğlu peki niçin? diye sordu.
Şeytan: Rabbinin bunu kendisine emrettiğini söylüyor. Bunun üzerine oğlu: O
halde Allah'ın ona verdiği emri yerine getirsin. Allah'ın emrini ben de
dinliyor ve itaat ediyorum.
Sonra İbrahim'e gelerek:
Nereye gitmek istiyorsun? dedi. Allah'a yemin ederim ki, ben şeytanın rüyanda
sana görünerek oğlunu boğazlamanı emrettiğini zannediyorum. İbrahim onu tanıdı
ve: Ey Allah'ın düşmanı! Yanımdan defol, git. Hiç şüphesiz ben Rabbimin emrini
yerine getireceğim, dedi.
Böylelikle o lanet'li
şeytan onlar hakkında istediğini gerçekleştiremedi. İbn Abbas dedi ki: İbrahim'e
oğlunu boğazlama emri verilince, Akabecemresi yanında şeytan ona göründü. Ona
yedi küçük taş attı ve sonra şeytan onu bırakıp gitti. Arkasından Orta cemre
yakınında ona göründü. Yine ona yedi küçük taş attı, o da gitti. Daha sonra
sonuncu cemre yakınında ona göründü, yine ona yedi küçük taş attı, nihayet
bırakıp gitti. Sonra da İbrahim Yüce Allah'ın emrini yerine getirmeye koyuldu.
Oğlunu boğazlamak
istediği yerin neresi olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Mekke'de Makam-ı
İbrahim'de söylendiği gibi Mina'da lanetli İblisi taşladığı cemrelerin
yakınında kurban kesme yerinde bu emri yerine getirmeye çalıştığı da
söylenmiştir. Bu açıklamayı İbn Abbas, İbn Ömer, Muhammed b. Ka'b ve Said b.
el-Museyyeb yapmıştır. Said b. Cübeyr'den de şöyle dediği nakledilmiştir:
Oğlunu Mina'daki Sebir tepesinin dibindeki kaya üzerinde kesti.
İbn Cüreyc de dedi ki:
Onu Şam'da kesti. Orası ise Beytu'l-Makdis'ten iki mil uzaklıktadır.
Ancak birinci görüşü
kabul edenler çoğunluktur. Çünkü haberlerde koçun boynuzlarının Kabe'de
asıldığına dair rivayetler varid olmuştur. Bu ise onu Mekke'de kestiğine
delildir.
İbn Abbas dedi ki:
Nefsim elinde olan hakkı için yemin ederim ki, İslamın ilk dönemlerinde koçun
başı boynuzlarından Kabe'nin oluğuna asılı idi, kurumuştu.
Kesmenin Şam'da
gerçekleştiğini söyleyenler de buna şöyle cevab verirler: Başın Şam'dan
Mekke'ye getirilmiş olma ihtimali vardır.
6- Apaçık imtihandan
Başarı ile Çıkanların Mükafatı:
"Biz ihsan
edicileri böyle mükafatlandırırız." Dünya ve ahirette çeşitli zorluk ve
sıkıntılardan kurtulmakla onları mükafatlandırırız.
"Muhakkak bu,
apaçık bir imtihandır." Yani apaçık bir nimetti. Nitekim Yüce Allah
birisine nimet ihsan ettiği vakit: "Allah ona nimet ihsan etti, ihsan
etmek" denilir. Bununla birlikte -baştaki hemze olmaksızın (...) da
denilebilir. Şair Züheyr der ki: "O, her ikisine ihsan ettiği nimetlerin
en hayırlılarını verdi."
Bazılarının iddiasına
göre şair bu mısrada bu iki söyleyişi de kullanmıştır. Başkaları ise şöyle
demiştir: Hayır, ikincisi: "Onu sınadı, denedi" fiilinden gelmiştir.
Çünkü sınama anlamında ancak: (...) şekli kullanılır. İbtiladan gelerek: (...)
şekli kullanılmaz.
Ancak bütün bunların
asıl anlamı sınamanın hayır ve şer hususlarında olacağı ile ilgilidir. Yüce
Allah da: "Biz sizi şer ve hayırla imtihan olmak üzere deneriz.''
(el-Enbiya, 35) diye buyurmaktadır.
Ebu Zeyd dedi ki: İşte
onun başına gelen belalardan birisi de oğlunu boğazlamasına dair bu emridir. Bu
da hoşa gitmeyen bela türündendir.
7- Oğluna Karşılık
Gönderilen Fidye:
"Biz de ona büyük
bir kurbanlıkla fidye verdik." buyruğunda geçen:
"Kurbanlık"
kurban edilenin adıdır. Çoğulu da: (...) diye gelir. Tıpkı:
"Öğütülmüş" lafzının: "Öğütülen şey"in adı olması gibi.
(...) şeklinde "zel" harfi üstün olursa, mastar olur.
"Büyük" kadri,
kıymeti büyük demektir. Yoksa bedenen büyük olduğunu kastetmemiştir. Kadrinin
büyüklüğü, boğazlanması emrolunan oğlunun yerine fidye olmasından yahutta
kabule mazhar oluşundan ötürüdür.
en-Nehhas dedi ki:
Sözlükte "azim: büyük" hem bedenen büyük hakkında hem de soylu ve
şerefli hakkında kullanılır. Tefsir bilginleri bu lafzın burada şerefli ya da
kabule mazhar olan hakkında kullanıldığını kabul etmektedirler.
İbn Abbas dedi ki: Bu
koç Habil'in kurban olarak sunduğu koçtur. Bu koç cennette otluyordu. Nihayet
Allah onu İsmail'e fidye olmak üzere gönderdi. Yine ondan gelen rivayete göre
bu, Yüce Allah'ın cennetten gönderdiği bir koçtu. Cennette kırk yıl süreyle
otlamıştı.
el-Hasen dedi ki:
İsmail'in fidyesi ona Sebir'den gelen bir dağ keçisinden başkası olmamıştır.
İbrahim onu oğluna fidye olmak üzere kesti. Ali (r.a)'ın görüşü de budur.
İbrahim o dağ keçisini görünce, onu alıp kesti ve oğlunu azad etti ve şöyle
dedi: Oğulcağızım! Bugün sen bana bağışlanmış bulunuyorsun.
Ebu İshak ez-Zeccac dedi
ki: İbrahim'e fidye olarak bir dağ keçisi verildiği de söylenmiştir. Ancak
tefsir alimleri ona fidye olarak verilen hayvanın koç olduğunu kabul
etmektedirler.
8- Kurban Edilmesi
Daha Faziletli Olanlar:
Bu ayet-i kerimede koyun
türünün kurban edilmesinin, deve ve sığır türünden faziletli olduğuna delil
vardır. Malik ve mezhebine mensup olanların görüşü de budur. Onlar derler ki:
Kurbanlıkların en faziletlisi koyun türünün erkeğidir. Bu türün dişileri keçi
türünün erkeğinden faziletlidir. Keçi türünün erkeği ise dişilerinden iyidir.
Keçi türünün dişileri deve ve inek türünden iyidir. Bu husustaki delilleri ise
Yüce Allah'ın: "Biz de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik"
buyruğudur. Bu da iri yarı ve semiz demektir. Bu kurbanlık da koç idi, ne deve,
ne de inek türündendi.
Mücahid ve başkaları İbn
Abbas'dan bir adamın ona: Ben oğlumu boğazlamayı adadım, demesi üzerine ona:
Semiz bir koç kesmen yeterlidir, dedikten sonra: "Biz de ona büyük bir
kurbanlıkla fidye verdik" buyruğunu okuduğunu rivayet etmektedirler.
Kimisi de şöyle
demiştir: Eğer koçtan daha faziletli bir hayvan bulunduğunu Yüce Allah
bilseydi, onu İshak'a fidye olarak gönderirdi.
Resulullah (s.a.v.) de
beyaz iki koçu kurban etmiştir. Çoğunlukla kestiği kurbanlıklar hep koç idi.
İbn Ebi Şeybe, İbn
Umeyye'den, o el-Leys'den, o Mücahid'den şöyle dediğini zikretmektedir: Büyük
bir kurbanlıktan kasıt, koyundur.
9- Kurban Kesmek mi
Faziletlidir, Parasını Tasadduk Etmek mi.?:
İlim adamları kurban
kesmenin mi, yoksa bedelini tasadduk etmenin mi faziletli olduğu hususunda
farklı görüşlere sahibtirler. Malik ve arkadaşları der ki: Mina'da olması
müstesna, kurban kesmek, faziletlidir. Çünkü oralar (Mina dışındaki yerler)
kurban kesme yeri değildir. Bunu Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) nakletmiştir.
İbnu'l-Münzir de şöyle
demektedir: Biz Bilal'den şöyle dediğini rivayet ettik: Ancak bir horoz kurban
etmeye aldırmam. Bu uğurda toprağa bulanmış bir yetimin eline (parasını) vermem
-bu rivayeti nakleden böyle demiştir- onu kurban etmekten daha çok hoşuma
gider. eş-Şa'bi'nin görüşü de budur. Buna göre sadaka daha faziletlidir. Malik
ve Ebu Sevr de bu görüştedir.
Bu hususta ikinci bir
görüş daha vardır ki buna göre de kurban daha faziletlidir. Rabia ve
Ebu'z-Zinad'ın görüşü budur. Re'y ashabı da böyle demişlerdir:
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) ve Ahmed b. Hanbel ayrıca derler ki: Kurban kesmek sadakadan
faziletlidir. Çünkü kurban kesmek bayram namazı gibi müekked bir sünnettir.
Bilindiği gibi bayram namazı diğer nafile namazlardan faziletlidir. Aynı
şekilde sünnet namazlar da diğer bütün nafile namazlardan faziletlidir.
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) dedi ki: Kurbanların faziletlerine dair hasen derecesinde
rivayetler gelmiştir. Bunların kimisini Said b. Davüd b. Ebi Zenber, Malik'ten
o Sevr b. Zeyd'den, o İkrime'den, o İbn Abbas'tan diye rivayet etmiştir.
Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sıla-i rahim uğrunda yapılan harcamadan
sonra Yüce Allah nezdinde kan akıtmaktan daha faziletli hiçbir harcama
yoktur." Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Bu, Malik'in yoluyla garib bir
hadistir.
Aişe (r.anha)'dan dedi
ki: Ey insanlar! Gönül hoşluğu ile kurban kesiniz.
Çünkü ben Rasülullah
(s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Bir kul kurbanlığı ile kıbleye
yönelecek olursa, mutlaka onun kanı, boynuzu ve yünü de kıyamet gününde
mizanında hazır edilecek hasenat olur. Şüphesiz kan toprağa düştümü Yüce
Allah'ın himayesine düşer, ta ki kıyamet gününde onun sahibine (mükafatını)
eksiksiZ ödeyinceye kadar." Ebu Ömer bunu et-Temhıd adlı eserinde
zikretmiştir.
Ayrıca Tirmizı de bu
hadisi ondan (Aişe -r.anhadan) rivayet etmiştir. Buna göre Rasülullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Kurban günü hiçbir Ademoğlu Allah'ın kan akıtmaktan
daha çok sevdiği herhangi bir amel işleyemez. O kurbanlık kıyamet gününde
boynuzlarıyla, kıllarıyla, ayaklarıyla gelecektir. Kan daha yere düşmeden Allah
nezdindeki yerini alır. O bakımdan gönül hoşluğuyla kurbanlarınızı
kesiniz." (TirmizI) dedi ki: Bu hususta İmran b. Husayn ile Zeyd b. Erkam'dan
da gelmiş rivayetler vardır ve bu hasenbir hadistir.
10- Kurban Kesmenin
Hükmü:
Kurban kesmek vacib
(farz) değildir. Ancak bilinegelen bir sünnettir. İkrime dedi ki: İbn Abbas
kurban günü bana iki dirhem verir, ben de ona et alırdım. Bana derdi ki: Yolda
karşılaştığın kimselere: Bu İbn Abbas'ın kurbanlığıdır, de.
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) dedi ki: Bunun ve Ebu Bekir ve Ömer'den kurban kesmediklerine dair
gelen rivayetlerin ilim ehlince yorumu şudur: Onların bu şekildeki tutumları
kurban kesmeyi sürdürmenin farz ve vacib olduğuna inanılmamasıdır. Çünkü onlar
başkaları tarafından kendilerine uyulan ve insanların dinleri hususunda
kendilerini gözönünde bulundurdukları önder şahsiyetlerdi. Zira bunlar
Peygamber (s.a.v.) ile ümmeti arasındaki vasıta idiler. İşte bu hususta
günümüzde başkaları için sözkonusu olmayan türden içtihadlarda bulunmak, onlar
için uygun idi.
Tahavı
"Muhtasar"ında şunları söylemektedir: Ebu Hanife dedi ki: Kurban
kesmek Mısır diye tarif edilen yerlerde ikamet eden varlıklı kimseler için
vacibtir. Yolcuya vacib değildir. Büyük bir adamın kendisi adına kurban olarak
ne vacib ise küçük çocuğu için de aynı şey vacibtir. Ancak Ebu Yusuf ile
Muhammed ona muhalefet ederek şöyle demişlerdir: Kurban kesmek vacib değildir.
Ancak imkan bulan kimse için terki sözkonusu olmayan, terke ruhsat bulunmayan
bir sünnettir. (Tahavi) dedi ki: Bizim de kabul ettiğimiz görüş budur.
Ebu Ömer (b.
Abdi'l-Berr) dedi ki: İşte Malik'in görüşü de budur. O şöyle der: Hiçbir
kimsenin ister yolcu, ister mukim olsun kurbanı terketmemesi gerekir.
Terkedecek olursa -haklı bir mazeretinin bulunması müstesna- çok kötü bir iş
yapmış olur. Mina'da hacının kurban kesmesi ise müstesnadır.
İmam Şafii de şöyle
demiştir: Kurban kesmek bütün insanlara ve Mina'daki hacılara da bir sünnettir,
vacib değildir. Kurban kesmeyi vacib kabul edenler Peygamber (s.a.v.)'ın Ebu
Bürde b. Niyar'a bir başka kurbanı tekrar kesmesini emretmesini delil
göstermişlerdir. Çünkü farz olmayan bir işte tekrar yerine getirilmesini
emretmek sözkonusu değildir.
Diğerleri ise Um
Seleme'nin, Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet ettikleri şu hadisi delil
göstermişlerdir: "Zülhicce'nin on günü girip de sizden herhangi bir kimse
kurban kesmek isterse ... '' Bu görüşün sahipleri derler ki: Eğer kurban kesmek
vacib olsaydı, bunu kurban kesenin isteğine bırakmazdı. Ebu Bekir, Ömer, Ebu
Mes'ud el-Bedri ve Bilal'in görüşü de budur.
11- Kurban Hangi Tür
Hayvanlardan Kesilebilir:
Müslümanların icma ile
kabul ettiklerine göre kurban kesilebilen hayvanlar (Kur'an-ı Kerim'de
sözkonusu edilen) sekiz çifttir. Bunlar ise koyun, keçi, deve ve inek
türleridir. İbnu'l-Münzir dedi ki: el-Hasen b. Salih'den şöyle dediği
nakledilmiştir: Yaban öküzü yedi kişi adına, ceylan da bir kişi adına kurban
edilebilir.
İmam Şafii de der ki:
Şayet yabani öküz ehli bir ineği yahut ehli bir öküz yabani bir ineği gebe
bırakmış ise (bunların yavrularının) hiçbir şekilde kurban edilmeleri caiz
değildir. Rey sahibleri ise bunun caiz olacağını söylemişlerdir. Çünkü yavru
annesinin durumundadır.
Ebu Sevr ise şöyle
demiştir: Eğer en'ama (ehli davarlara) nisbeti sözkonusu ise kurban edilmesi
caizdir.
12- Kurban Kesiminde
Dikkat Edilecek Hususlar:
Hac Süresi'nde (28-29.
ayetler, 3. başlık ve devamında) kurban kesme zamanı ve kurban etinden yemeye
dair yeterli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Müslim'in, Sahih'inde
Enes'ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Peygamber (s.a.v.) beyaz ve
boynuzlu iki koçu kendi elleriyle keserek kurban etti. Bu arada
"bismillah" dedi, tekbir getirdi, ayağını da yanları üzerine
koydu." Bir başka rivayette de şöyle demektedir: "Ve bu arada
bismillahi vallahu ekber diyordu."
el-En'am Süresi'nin
sonlarında (161-163. ayetler, 4. başlıkta) da İmran b. Husayn yoluyla gelen
hadisi kaydetmiştik. el-Maide Süresi'nde (3. ayet, 7. başlık ve devamında) de
şer'i kesim, buna dair açıklamalar ve şer'i kesimin ne suretle yapılacağına
dair açıklamalar geçtiği gibi.
Ceninin kesiminin,
annesinin kesimi olduğuna dair açıklamalar da yeteri kadarıyla geçmiş
bulunmaktadır.
Yine Müslim'in
Sahih'inde Aişe'den rivayete göre Rasülullah (s.a.v.) boynuzlu, siyah ayaklı,
karnı siyah, gözleri(nin etrafı) siyah bir koç getirilmesini emretti. Kurban
etsin diye ona istediği gibi bir koç getirildi, ona: "Ey Aişe! Bana bıçağı
getir" dedi. Sonra da: "Onu bir taş üzerinde bile" dedi. Ben de
bıçağı biledim, sonra bıçağı aldım, o da koçu alıp yatırdı ve onu boğazlayıp
dedi ki: "Bismillahi, Allah'ım Muhammed'den, Muhammed'in aile halkından ve
Muhammed'in ümmetinden kabul buyur." Sonra da koçu kurban etti.
İlim adamları bu hususta
farklı görüşlere sahibtirler. Hasan-ı Basri kurban kesimi sırasında:
"Bismillahi vallahu ekber bu sendendir, senin içindir, filandan kabul
buyur" derdi.
Malik dedi ki: Böyle bir
şey yapacak olursa, bu güzel olur. Yapmayacak olupta sadece Allah adını anarsa,
bu da yeterlidir.
Şafii dedi ki: Kesilen
hayvan üzerinde Allah'ın adını anmak "bismillah" demekle gerçekleşir.
Bundan başka Allah'ın zikri türünden bir şeyekler ya da Peygamber Muhammed
(s.a.v.)'a salat ve selam getirecek olursa, bunu da mekruh görmem. Yahut
"Allah'ım benden kabul buyur ya da filandan kabul buyur" diyecek
olursa, bunun da bir sakıncası yoktur.
en-Numan (b. Sabit, Ebu
Hanife) de dedi ki: Allah'ın adı ile birlikte başkasının adını anmak mekruhtur.
Buna göre kesim esnasında: "Allah'ım filandan kabul buyur" demesi
mekruhtur. Yine Ebu Hanife der ki: Ancak hayvanı kesime yatırmadan önce ve
Allah'ın adını anmadan bunları söylemesinde bir sakınca yoktur.
Aişe (r.anha)'nın
rivayet ettiği hadis ise bu görüşü reddetmektedir. İbrahim (a.s)'ın da oğlunu
boğazlamak istediğinde: "Allahu ekber velhamdulillah" dediği ve bunun
böylece sünnet kaldığına dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
13- Kurban Edilecek
Hayvanda Bulunmaması Gereken Kusurlar:
el-Bera b. Azib'in
rivayetine göre Resulullah (s.a.v.)'a: Kurban edilecek hayvanda sakınılacak
hususlar nelerdir? diye sorulunca şöyle buyurmuştur: "Dört tanedir.
-el-Bera eliyle işaret eder ve: Benim elim Resulullah (s.a.v.)'ın elinden
kısadır derdi: Topallığı açıkça görülen topal hayvan, bir gözünün körlüğü
açıkça belli olan bir gözü kör, açıkça hasta olduğu belli olan hasta ve
üzerinde yağ namına bir şey bulunmayan oldukça zayıf hayvan."
Malik'in lafzı ile
rivayet bu şekildedir. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur.
Ancak bunların az bir
kısmının hükmü hususunda farklı görüşler vardır.
Tirmizi'de Ali (r.a)'dan
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) bizlere gözü, kulağı iyice
incelememizi ve mukabele, müdabere, şerka' ve harka' herhangi bir hayvanı
kurban olarak kesmememizi emretmiştir. Dedi ki: Mukabele kulağının bir tarafı
kesilmiş olan, müdabere kulağın yan tarafı kesilmiş olan, şerka' kulağı boydan
boya yarılmış olan, harka' kulağı delik olan demektir. (TirmizI) dedi ki: Bu
hasen, sahih bir hadistir.
Abdullah b. Ömer kurban
kesilecek hayvanlarda ve büyük baş hayvanlarda yaşını bulmamış olanlar ile
hilkatinden eksilmiş olanlardan sakınırdı.
Malik dedi ki: Bu hususta
dinlediklerim arasında en hoşuma giden budur.
el-Kutebi dedi ki: Yaşı
gelmemiş olandan maksat, sanki dişleri yokmuş gibi henüz dişleri çıkmamış olan
demektir. Bu da: Filanın sütü yoktur yani süt vermiyor, filanın yağı yoktur
yani yağ vermiyor, balı yoktur yani bal vermiyor demeye benzer. Bu da
kurbanlıklarda dişleri dökülmüş olan hayvanın kurban edilmesinin yasaklanmış
olmasını andırmaktadır.
Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr
dedi ki: Malik'e göre yaşlılığından ve ihtiyarlığından ötürü dişleri dökülmüş,
bununla birlikte semiz olan koyunu kurban etmekte bir mahzur yoktur. Şayet genç
olmakla birlikte dişleri dökülmüş ise, onu kurban etmesi caiz olmaz. Çünkü bu
basit olmayan bir kusurdur. Esasen noksanların tümü mekruhtur. Bunlara dair
geniş açıklamalar ise fıkıh kitaplarındadır.
Peygamber (s.a.v.)'ın da
şöyle buyurduğu kaydedilmiştir: "Kurbanlıklarınızın göz alıcı olmasına
dikkat ediniz. Çünkü onlar Sırat üzerinde binekleriniz olacaktır." Bunu da
ez-Zemahşeri zikretmiştir.
14- Oğlunu Kurban
Etmeyi Adamanın Hükmü:
Ayet-i kerime oğlunu
kurban etmeyi ya da kesmeyi adayan kimsenin İbrahim (a.s)'ın oğlunun yerine
fidyede bulunduğu gibi, bir koç keseceğine delildir. Bu İbn Abbas'ın görüşüdür.
Ondan gelen bir başka rivayete göre Abdu'l-Muttalib'in yaptığı şekilde oğlunun
yerine yüz deve keser. İbn Abbas'tan gelen bu iki rivayeti de eş-Şa'bi
nakletmiştir.
İbn Abbas'tan, el-Kasım
b. Muhammed'in rivayetine göre de bir yemin kefaretinde bulunması onun için
yeterlidir. Mesruk: Bir şey yapması gerekmez derken,
Şafii: Böyle bir şey bir
masiyettir, bundan dolayı Allah'tan mağfiret diler demektedir.
Ebu Hanife de şöyle
demektedir: Bu sözü söyleyen bir kimse kendi oğlu hakkında söylemişse, bir
koyun kesmelidir. Oğlu dışındakiler hakkında ise bir şey kesmesi gerekmez.
Muhammed ise şöyle demektedir: Kölesini keseceğine dair yemin eden kimse,
oğlunu kesmek üzere yemin edip yeminini bozan kimse gibidir, aynı şeylerle
mükelleftir.
İbn Abdi'l-Hakem de
Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: "Ben yemin olsun oğlumu Makam-ı
İbrahim'in yanında keseceğim" diye yemin edip sonra yeminini bozan
kimsenin bir hediye kurban göndermesi gerekir. Oğlunu boğazlamayı adamakla
birlikte "Makam-ı İbrahim'in yanında" dememiş ve herhangi bir şey de
kastetmemiş ise, bir şey yapması gerekmez. Oğlunu hediye kurbanı kılan kimsenin
de onun yerine bir hediye kurbanı kesmesi gerekir. Kadı İbnu'l-Arabi de -Ebu
Hanife'nin dediği gibi- şöyle der: Bir koyun kesmesi gerekir. Çünkü Yüce Allah
oğlu kesmeyi şer'an bir koyun kesmekten ibaret kılmıştır. Yüce Allah, İbrahim'i
oğlunu kesmekle yükümlü kılmakla birlikte bir koyun kesmesini sağlayarak bu
yükümlülükten kurtarmıştır. Aynı şekilde kul oğlunu kesmeyi adayacak olursa,
bir koyun kesmesi gerekir. Çünkü Yüce Allah: "Atanız ibrahim 'in dinine
(uyunuz)" (el-Hac, 78) diye buyurmuştur.
Yemin asli bir
yükümlülük, adak ise fer'i bir yükümlülüktür. O bakımdan adağın da yemine göre
açıklanması gerekir.
Şayet: İbrahim -masiyet
olmakla- ve masiyeti emretmek caiz olmamakla birlikte oğlunu kesmekle nasıl
emrolunabilir? denilecek olursa, şöyle cevap veririz: Bu, Allah'ın Kitabına
karşı bir itirazdır. İslam'a inanan bir kimsenin böyle bir itirazı olamaz.
Helal ve haram hakkında fetva verecek bir kimsenin böyle bir itirazı nasıl
düşünülebilir? Kaldı ki Yüce Allah (oğlunun babasına): "Emrolunduğun şeyi
yap" dediğini bize aktarmıştır. Bu hususta insanların kalblerindeki
karışıklığı giderecek olan şudur: Masiyetler ve itaatler muayyen şeylerin zarı
ve ayrılmaz vasıfları değildir. İtaat denilen şey yapılması emredilen fiillerle
alakalı olmaktan ibarettir. Masiyet denilen şey de fiiller ile ilgili
yasaklardan ibarettir.
Burada emir İbrahim'in
oğlu İsmail'i kesmesi ile alakalı olduğuna göre, bunu yerine getirmek bir itaat
ve bir imtihan olur. Bundan dolayı Yüce Allah: "Muhakkak bu, apaçık bir
imtihandır" diye buyurmaktadır. Yani çocuğun boğazlanması ve nefsin buna
katlanması hususunda açık bir imtihandır. Bizim için de çocuklarımızı kesmek
yasak olunca, böyle bir işi yapmak bizim için de masiyet olur.
Şayet: Bu iş masiyet olmakla
birlikte nasıl adak olabilir? denilecek olursa, şöyle deriz: Bunun masiyet
olması, adağı ile oğlunu kesmeyi kastedip onun yerine fidye vermeyi niyet
etmemesi halinde sözkonusudur.
Şayet: Bu iş meydana
gelir, masiyeti kasteder ve fidye vermeyi de niyet etmemişse ne olur? denilecek
olursa, şöyle deriz: Eğer böyle bir maksat güderse, onun bu maksadının zararı
olmaz, adağına da etki etmez. Çünkü çocuk ile ilgili adak şer'an artık bir
koyun kesmekten ibarettir.
15- İyilik Yapanların
Mükafatı:
"Sonra gelenler
arasında ona" yani İbrahim'e ondan sonra gelen ümmetler arasında güzel bir
övgü "bıraktık." Ona dua etmeyen, onu sevmeyen hiçbir ümmet yoktur.
Bu güzel övgünün İbrahim (a.s)'ın duasında şöylece dile getirildiği de
söylenmiştir: "Sonrakiler arasında bana bir lisan-ı sıdk (doğruluk lisanı)
güzel övgü) bağışlar (eş-Şuara, 84)
İkrime dedi ki: Bu
İbrahim (a.s.)'a selam getirmektir. Yani bizden ona getirilen selamlardır. Bir
diğer açıklamaya göre bu, onun her türlü afet ve kusurdan yana esenlikte olması
demektir. Daha önce geçtiği üzere "Alemler içinde Nuh)a selam olsun.''
(es-Saffat, 79) buyruğu gibidir.
"İhsan edicileri
böyle mükafatlandırırız. Muhakkak o, iman eden kullarımızdandı." Yani
kulluğun hakkını veren ve bundan dolayı da kulluğuyla Yüce Allah'a izafe
edilmeye hak kazanan kimselerdendi.
16- İbrahim (a.s) ve
İshak (a.s)'ın Mübarek Oluşları ve Boğazlanması Emredilenin ısmail Olduğu:
"Ve ona salihlerden
bir peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik" buyruğu hakkında İbn Abbas:
Ona İshak'ın peygamber olacağı müjdesi verildi, demiş ve bu müjdenin iki defa
gerçekleştiği kanaatini belirtmiştir. Bu açıklamaya göre boğazlanması emredilen
kişi İshak'tır. Sabırla Rabbinin emrine razı olup ona teslimiyetine mükafat
olmak üzere peygamber olacağı müjdesi ona verilmiştir.
"Onu ve İshak'ı
mübarek kıldık." Yani Biz onlara nimetimizi kat kat verdik. Onlara çokça
evlat verdik, diye de açıklanmıştır. Yani Biz İbrahim'e ve çocuklarına
bereketler ihsan ettik, İshak'a da. İsrailoğulları peygamberlerini onun sulbünden
getirmek suretiyle bereketler ihsan ettik.
"Onu"
lafzındaki zamirin İsmail'e raci olduğu ve boğazlanması emredilenin o olduğu da
söylenmiştir.
el-Mufaddal dedi ki:
Kur'an'ın delalet ettiği doğru görüş boğazlanması emredilenin İsmail olduğudur.
Çünkü önce boğazlanması emredilenin kıssası anlatıldı. Kıssanın sonunda:
"Biz de ona büyük bir kurbanlıkla fidye verdik" buyurduktan sonra:
"İbrahim'e selam olsun. İhsan edicileri böyle mükafatlandırırız"
buyurdu. Sonra da: "Ve ona salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak'ı
müjdeledik. Onu" yani İsmail'i "ve İshak'ı mübarek kıldık"
diyerek, İsmail'den zamir ile sözetmiştir. Çünkü daha önce ondan sözedilmiş,
sonra da: "O ikisinin soyundan da" diye buyurmaktadır. Bu da maksadın
İsmail ve İshak'ın soyundan gelenler olduğuna delildir. İsmail'in, İshak'tan
onüç yaş daha büyük olduğu hususunda ise gelen rivayetler arasında farklılık
yoktur.
Derim ki: Biz önceden
İshak'ın, İsmail'den daha büyük olduğuna delalet eden hususları ve doğacağı
müjdesi verilenin Kur'an'ın nassı ile İshak olduğunu zikretmiş bulunuyoruz.
İshak'ın doğum müjdesi Kur'an nassı ile sözkonusu olduğuna göre boğazlanması
emredilenin de İshak olduğunda şüphe kalmaz. İbrahim'e onun hakkında iki defa
müjde verilmiştir. Birincisi doğacağı müjdesi, ikincisi de peygamber olacağı
müjdesidir. İbn Abbas'ın dediği gibi. Peygamberlik de ancak yaşın büyümesi
halinde sözkonusudur. "Peygamber olmak üzere" buyruğu hal olarak
nasbedilmiştir. "Onu" lafzındaki zamir de İbrahim'e aittir. Ayet-i
kerimede İsmail'den söz edilmiyor ki, zamirin ona ait olduğu söylenebilsin.
Muaviye yoluyla gelen şu
rivayete gelince: Ben bir adamın Peygamber (s.a.v.)'a: Ey iki zebih'in
(boğazlanması adanıp kurtulan iki atanın) oğlu! dediğini duydum. Peygamber
(s.a.v.) da güldü. Sonra Muaviye dedi ki: Abdu'l-Muttalib Zemzem kuyusunu
kazıyınca, eğer bu işi kendisine kolaylaştıracak olursa, oğullarından birisini
Allah için keseceğini adadı. Yüce Allah da bu işi ona kolaylaştırdı. Kurban
edilme kurrası Abdullah'a çıktı. Dayıları Mahzum oğulları bunu engelledi ve:
Oğlunun yerine fidye ver, dediler. O da yüz deve fidye verdi. İşte sözü edilen
bir zebih odur, İsmail ise ikinci zebihtir.
Bu rivayetin delil
olacak bir tarafı yoktur. Çünkü ''el-A'lam fi Marifeti Mevlidi'l-Mustala
Aleyhissalatu Vesselam"adlı eserimizde belirttiğimiz gibi, bunun senedi
sağlam (sabit) değildir. Diğer taraftan Araplar amcaya da baba derler. Nitekim
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar: Senin ilahına ve ataların ibrahim,
ismail, ishak'ın ilahına ... ibadet edeceğiz, demişlerdi. "(el-Bakara,
133) Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Babasını ve annesini tahtın
üzerine çıkartıp oturttu. "(Yusuf, 100) Burada sözü edilen babası ve
annesi ise onun babası ve teyzesidir. Aynı şekilde şair Ferezdak'tan o Ebu
Hureyre (r.a)'dan, o Peygamber (s.a.v.)'dan gelen rivayet nasıl sened
itibariyle sahih olur? Ferezdak'ın bizzat kendisi hakkında tenkitler varken, bu
rivayetin sahihliği söylenebilir mi?
17- Kötü Olduktan
Sonra Peygamber Soyundan Gelmenin Faydası Yoktur:
Yüce Allah soylarından
geleceklere bereket ve çokluk ihsan edeceğini belirttikten sonra: "O
ikisinin soyundan da ihsan edici de vardır, nefsine apaçık zulmedici de
vardır" diye buyurarak soylarından gelecekler arasında ihsan edicilerin
de, kötülük yapanların da bulunacağını, kötülük yapan kimseye peygamber
soyundan gelmesinin faydasının olmayacağını açıklamaktadır. İşte yahudiler ve
hristiyanlar her ne kadar İshak (a.s)'ın soyundan gelseler de, Araplar her ne
kadar İsmail (a.s)'ın soyundan gelseler de iyilik yapan ile kötülük yapan
arasında, mü'min ile kafir arasında bir farkın olması kaçınılmaz bir şeydir.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "Yahudi ve hristiyanlar: Biz
Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz dediler ...'' (el-Maide, 18) Yani bizler Allah'ın
Rasüllerinin soyundan gelenleriz, diyerek kendilerinin üstün oldukları
kanaatine kapıldılar. Buna dair açıklamalar daha önceden (bk. el-Maide, 18.
ayetin tefsiri) geçmiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN