ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

SAFFAT

1

/

5

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

 

وَالصَّافَّاتِ صَفّاً {1} فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراً {2}

 فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراً {3}  إِنَّ إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ {4}

 رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ {5}

 

1. Andolsun saf saf duranlara,

2. Haykırarak sürenlere,

3. Zikir okuyup duranlara;

4. Şüphesiz sizin ilahınız birdir.

5. Göklerle yerin ve aralarında olanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir.

 

"Andolsun saf saf duranlara, haykırarak sürenlere, zikir okuyup duranlara" (mealindeki) buyruklarını kıraat alimlerinin çoğunluğu bu şekilde (yani ilk kelimelerin sonlarındaki "te" harfi ile ondan sonra gelen harfler birbirine idgam edilmeden izhar ile) okumuşlardır. Hamza ise üçünde de ayetlerin ilk kelimelerinin sonlarındaki "te" harfini bir sonraki kelimenin ilk harfine) idgam ile okumuştur. Bu ise Ahmed b. Hanbel'in işittiği vakit hoşlanmadığı kıraattir.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu kıraatin Arapça bakımından doğru olma ihtimali üç yönden uzaktır.

 

1. "Te" harfi (birinci ayette yer alan ikinci kelimenin ilk harfi olan) "sad" harfi ile aynı mahrecten çıkmadığı gibi (ikinci ayetin, ikinci kelimesinin ilk harfi olan) "ze"nin mahrecinden de değildir. (üçüncü ayetteki ikinci kelimenin ilk harfi olan) "zel" harfinin mahrecinden de değildir. Mahrec itibariyle bunlara yakın da değildir. "Te" harfinin mahrec itibariyle yakınından çıkan harfler ise "tı" He "dal'' harfleridir. "Ze" harfinin "sad" ve "sin" harfleri, "zel" harfi'nin ise "zı" ve "(peltek) se" harfleridir.

 

2. "Te" bir kelime de ondan sonraki diğer harfler ise bir diğer kelime de bulunmaktadır.

3. Eğer bu harf sonrakilerden birisi ile idgam edilecek olursa, iki ayrı kelimede sakin iki harf, arka arkaya getirilmiş olur. Böyle bir durumda arka arkaya iki sakinin gelmesinin caiz olması, her ikisinin tek bir kelimede olması halinde kabul edilebilir. (...) kelimeleri gibi.

Hamza'nın kıraati de şöyle açıklanabilir: "Te" bu harflere mahrec itibariyle bir dereceye kadar yakınlık arzetmektedir.

 

"Andolsun saf saf duranlara" buyruğu bir kasemdir. Buradaki "vav" yemin için getirilen (be)'den bedeldir. Saf saf duranların Rabbine andolsun, demektir. "Haykırarak sürenlere" buyruğu da ona atfedilmiştir.

 

"Şüphesiz sizin ilahınız birdir" buyruğu yeminin cevabıdır. el-Kisai yemin halinde (...)'in hemzesinin üstün okunabileceğini de kabul etmiştir.

 

"Saf saf duranlara" buyruğu ile "zikir okuyup duranlara" buyruğuna kadarki ayetlerde kastedilenler İbn Abbas, İbn Mesud, İkrime, Said b. Cübeyr, Mücahid ve Katade'ye göre meleklerdir. Melekler semada dünyada mü'minlerin namaz için saf tutmaları gibi saf tutarlar.

 

Kanatlarını havada durarak saf olarak dizdiklerini ve Yüce Allah dilediği emri onlara verinceye kadar böylece durduklarını söyleyenler de vardır. Bu ise kulların hükümdarları önünde saf saf durmalarını andırır.

 

el-Hasen der ki: namazlarında Rabbleri huzurunda saf saf dizildikleri için "andolsun saf saf duranlara" diye buyurulmuştur.

 

Bir başka açıklamaya göre burada kastedilenler kuşlardır. Bunun delili de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "üzerlerinde safsaf(sıra sıra) dizilip kanatlarını açıp kapayan kuşları görmediler mi?'' (el-Mülk, 19)

 

Saf, topluluğun namazdaki saf gibi belli bir çizgi üzerinde düzene sokulması demektir.

"Saf saf duranlar" buyruğu cem'ul-cem' (çoğulun da çoğulu)dur. Mesela: "Saf halinde dizilmiş bir topluluk" denilir. Daha sonra da bunun: "Saf saf dizilenler" diye çoğulu yapılır.

"Saf saf duranlar"dan kastın, namazda yahutta cihadda saf halinde ayakta duran mü'minler topluluğu olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı el-Kuşeyri yapmıştır.

 

"Haykırarak sürenler", İbn Abbas, İbn Mesud, Mesruk ve daha Önce açıkladığımız şekilde diğerleriningörüşlerine göre meleklerdir. Onlara böyle denilmesinin sebebi ya bulutları -es-Süddi'nin görüşüne göre- haykırarak sürüklemeleri veya Öğütlerle, mev'ızelerle, masiyetlerden alıkoymalarıdır.

 

Katade: Burada kastedilenler Kur'an-ı Kerim'in zecredici (yasaklayıcı, alıkayucu) buyruklarıdır, demiştir.

 

"Zikir okuyup duranlara" buyruğu ile meleklerin Yüce Allah'ın Kitabını okumaları kastedilmektedir. Bu açıklamayı da İbn Mesud, İbn Abbas, el-Hasen, Mücahid, İbn Cübeyr ve es-Süddi yapmıştır.

 

Bu buyruk ile sadece Cebrail'in kastedildiği ve ondan çoğullafzı ile sözedildiği de söylenmiştir. Çünkü o. meleklerin büyüğüdür. Onun mutlaka orduları ve ona tabi olanIarı vardır.

 

Katade de şöyle demektedir: Maksat Yüce Allah'ın zikrini okuyan ve yazan herkesdir.

 

Bir diğer açıklamaya göre maksat, Kur'an-ı Kerim'in ayetleridir. Yüce Allah bu ayetleri okunmak ile nitelendirmiştir. Nitekim bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: ''Gerçekten bu Kur'an İsrailoğullarına hakkında anlaşmazlığa düştükleri" şeylerin çoğunu anlatır." (en-Neml, 76)

 

Kur'an'ın ayetlerinin, "taliyat (biri diğerinin ardından gelenler)" diye adlandırılması mümkündür. Çünkü harflerin biri diğerinin arkasından gelir. Bunu da el-Kuşeyri zikretmiştir.

 

el-Maverdi'nin naklettiğine göre de "taliyat"dan kasıt, ümmetlerine karşı Allah'ın zikrini okuyan peygamberlerdir.

 

Şayet, es-Saffat Süresi'nde (2 ve 3. ayetlerin başlarında) atf harfi alarak "fe" harfinin kullanılmasının hükmü nedir? diye sorulursa, buna şöyle cevap verilir: Bu harf ya var oluş itibariyle sözü edilen manaların var oluş sırasına delalet eder. Şu beyitte olduğu gibi:

"Keşke (babam) Zeyyabe şu sabahleyin baskın yapan, Sonra ganimet alan, sonra geri dönen el-Haris'i görüverseydi (yazık oldu bana, onu öldürüp intikam alamadığım için)."

 

Şaair burada: "Sabah baskın yapan, sonra ganimet alan, sonra da geri dönen ... " demiş gibidir.

 

Ya onların çeşitli açılardan farklılıklarına uygun bir sırayı anlatmaktadır.

 

Mesela, bir kimsenin: "Daha faziletli olanı, sonra daha kamil olanı al. Önce daha iyi olanı, sonra da daha güzel olanı yap" demeye benzer.

 

Yahutta o sıfatlara sahip varlıkların mertebelerini anlatmak için gelmiş olabilir. Bu da Hz. Peygamber'in: "Allah saçlarını traş edenlere ve kısaltanlara rahmet buyursun" ifadesine benzer.

 

İşte es-Saffat Süresi'ndeki atıf edatı olarak kullanılan fe harfi bu üç esasa göre açıklanabilir. Bu açıklamayı ez-Zemahşeri yapmıştır.

 

"Şüphesiz sizin ilahınız birdir" buyruğu yeminin cevabıdır.

 

Mukatil dedi ki: Çünkü Mekke'deki kafirler: O bunca ilahı bırakıp tek bir ilah olduğunu mu söylüyor? Bir tek ilah bütün bu mahlukatın işlerinin hakkından nasıl gelebilir? demişlerdi. Allah da bu varlıkların şan ve şereflerini yüceltmek üzere onlar adına yemin etti ve bu ayet-i kerime nazil oldu.

 

İbnu'l-Enbari dedi ki: Burada vakıf yapmak güzeldir. Sonra da: "O göklerin ... Rabbidir" anlamında "Göklerle yerin ve aralarında olanların Rabbidir" buyruğu ile okumaya devam eder.

 

en-Nehhas da şöyle demektedir: "Göklerle yerin ... Rabbidir" buyruğunun ikinci bir haber olması mümkün olduğu gibi, "birdir" buyruğundan bedel olması da mümkündür.

 

Derim ki: Bu iki açıklamaya göre: "Birdir" lafzı üzerinde vakıf yapılmaz.

 

el-Ahfeş: "(O ilah ki) göklerin Rabbidir... doğuların Rabbidir" şeklinde: "Şüphesiz" lafzının isminin sıfatı olarak nasb ile okunduğunu nakletmektedir. Şanı Yüce Allah vahdaniyetinin ve uluhiyetinin anlamını, kudretinin kemalini: "Göklerin ve yerin Rabbi" olduğunu belirterek açıklamaktadır. Onların yaratıcısı ve mutlak maliki, demektir.

 

"Ve aralarında olanların Rabbidir, doğuların da Rabbidir." Yani güneşin doğduğu yerlerin de mutlak malikidir.

 

İbn Abbas dedi ki: Güneşin her gün için bir doğuş yeri ve bir de batış yeri vardır. Şöyle ki, Yüce Allah güneşe ait doğuş yerlerinde üçyüzaltmışbeş yuva yaratmıştır. Batısında da bu kadar yuva halketmiştir. Bunlar güneş senesinin gün sayısı kadardır. Güneş hergün bu yuvalardan birisinde doğar, birisinde batar. Aynı yuvada ancak bir sonraki senenin aynı gününde doğar.

 

Ayrıca güneş her doğduğunda istemeye istemeye doğar. Der ki: Rabbim, kullarının üzerine beni doğdurma! Ben onların sana isyan ettiklerini görüyorum. Bunu Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) et-Temhidadlı eserinde zikretmiştir. İbnu'l-Enbari de: "er-Reddu (ala men Halefe Mushafe Osman)" adlı eserinde İkrime'den diye rivayet etmiştir. İkrime dedi ki: İbn Abbas'a şöyle sordum: Peygamber (s.a.v.)'dan Ümeyye b. Ebi's-Salt hakkında söylediği rivayet edilen:

 

"Onun şiiri iman etmiş, kalbi ise inkar etmişti" sözü hakkında ne dersin? Dedi ki: O haktır, bundan garibinize kaçan nedir? diye sordu. Ben de bundan garibinize kaçan onun şu beyitleridir dedim (ve şu beyitleri okudum): "Ve güneş her gece sonunda çıkar, kıpkızıl rengiyle; Onun her sabah rengi kırmızı bir gül gibidir. O kendi isteğiyle ağır ağır doğmaz üzerlerine Ancak azab edilerek ve ancak dövülerek (doğar)."

 

Peki, güneş ne diye dövülüyor ki? Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi:

Nefsim elinde olana yemin ederim ki, güneş yetmişbin melek tarafından dürtülmedikçe asla doğmaz. Bu melekler ona: Haydi doğ, haydi doğ derler. O da: Ben Allah'ı bırakıp bana ibadet eden bir kavmin üzerine doğmam, der. Bunun üzerine ona bir melek gelir ve Ademoğullarının aydınlanması için onu doğdurur. Bu sefer onu doğmaktan alıkoymak isteyen bir şeytan ona gelir. Güneş de o şeytanın iki boynuzu arasında doğar, Yüce Allah o şeytanı güneşin altında yakar. İşte Resulullah (s.a.v.)'ın: "Güneş ancak bir şeytanın iki boynuzu arasında doğar ve ancak bir şeytanın iki boynuzu arasında batar. Güneş battığı her seferinde mutlaka Yüce Allah'ın huzurunda secdeye kapanır. Bir şeytan gelip onu secde etmekten alıkoymak ister ve iki boynuzu arasında batar. Yüce Allah onu güneşin altında yakıverir."

 

"Zuhal (saturn) ve sevr (boğa) onun sağ ayağının altındadır. Nesr (yıldızı) öbürünün altında, leys (arslan) da bağlanmıştır. Güneş ise her gece sonunda doğar, kıpkızıl rengiyle,

Onun sabah vakti rengi birgül gibidir.

 

O, onlara isteyerek ağır ağır doğmaz üzerlerine, Ancak azab edilerek ve dövülerek doğar."

 

İkrime dedi ki: Ben İbn Abbas'a; Efendim güneş de dövülür mü? diye sordum, o da şöyle dedi: Onun düşünüp tereddüt etmesi, zorunlu olarak dövülmesini gerektirmiştir. Ancak güneş cezaya uğratılmaktan korkar.

 

Bu buyruklarda: "Doğuş yerleri"nin sözkonusu edilmesi batış yerlerine de delalet etmektedir. Bundan dolayı "batış yerleri"nden ayrıca söz edilmemiştir. Bu da Yüce Allah'ın:"Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler" (en-Nahl, 81) buyruğuna benzemektedir. Özellikle doğuş yerlerinin sözkonusu edilmesi doğuşun batıştan önce oluşundan dolayıdır.

 

er-Rahman Suresi'nde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O hem iki doğunun Rabbidir, hem de iki batının Rabbidir." (er-Rahman, 17) Bu buyrukta "iki doğu" He güneşin uzun günlerde doğduğu en uzak doğuş yeri ile en kısa günlerdeki doğuş yerini kastetmektedir. Daha önce Yasin Suresi'nin tefsirinde (38. ayetin tefsirinde) geçtiği gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Saffat 6-10

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR