YASİN 65 / 68 |
الْيَوْمَ
نَخْتِمُ عَلَى
أَفْوَاهِهِمْ
وَتُكَلِّمُنَا
أَيْدِيهِمْ
وَتَشْهَدُ
أَرْجُلُهُمْ
بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
{65} وَلَوْ
نَشَاء
لَطَمَسْنَا
عَلَى أَعْيُنِهِمْ
فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ
فَأَنَّى
يُبْصِرُونَ
{66} وَلَوْ
نَشَاء
لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَى
مَكَانَتِهِمْ
فَمَا
اسْتَطَاعُوا
مُضِيّاً
وَلَا
يَرْجِعُونَ {67}
وَمَنْ
نُعَمِّرْهُ
نُنَكِّسْهُ
فِي الْخَلْقِ
أَفَلَا
يَعْقِلُونَ
{68} |
65.
Bugün, Biz ağızlarına mühür vururuz ve neler kazandıklarını elleri bize söyler
ve ayakları şahitlik eder.
66. Eğer
dileseydik, gözlerini silme kör ederdik de yolda didişip dururlardı. Artık
nasıl görebileceklerdi?
67. Ve
eğer dileseydik, oldukları yerde suratlarını değiştirirdik. Devam etmeye de,
geri gelmeye de güçleri yetmezdi.
68. Kime
uzun ömür verirsek yaratılışta onu başaşağı çeviririz.
Akıl erdirmiyorlar mı?
"Bugün, Biz
ağızlarına mühür vururuz ve neler kazandıklarını elleri bize söyler ve ayakları
şahitlik eder" buyruğunu Müslim'in Sahih'inde yer alan Enes b. Malik'ten
gelen şu rivayet açıklamaktadır: Enes b. Malik dedi ki: Resulullah (s.a.v.)'ın
huzurunda idik, güldü. Sonra: "Niye güldüğümü biliyor musunuz?" diye
sordu. Biz: Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedik. Şöyle buyurdu: "Kulun
Rabbine hitabından dolayı (güldüm). o: Ey Rabbim! Sen beni zulümden alıkoymadın
mı? der. Yüce Rab: Evet, der. Bu sefer kul şöyle der: Ben kendime karşı ancak
kendimden olan şahidi kabul ederim. Bunun üzerine Yüce Allah: Bugün sana karşı
şahid olarak kendin yetersin. Şahidler olarak da kiramen katibin yeter.
(Peygamber devamla) buyurdu ki: Allah ağzına mühür vurur ve bu sefer azalarına
konuş denilir. Azaları yaptıkları işleri söyler. Sonra onu konuşmak üzere
serbest bırakır. Kul der ki: Benden uzak olun, benden uzak olun. Ben sizin için
mücadele edip duruyordum."
Müslim bunu Ebu
Hureyre'den gelen rivayetiyle de kaydetmiştir. Orada da şöyle denilmektedir:
"Sonra ona şöyle denir: Şimdi Biz sana karşı şahidimizi göndereceğiz. O
kendi kendisine benim aleyhime kim şahitlik edecek diye düşünürken, ağzına
mühür vurulur ve baldırına, etine, kemiklerine: Konuş denilir. Baldırı, eti,
kemikleri yaptıklarını söylerler. Bunun böyle olmasının sebebi ise kendi
nefsinden şahidler dolayısıyla ileri sürebileceği bir mazeretinin
bırakılmamasıdır. Bu ise münafık kişidir, Allah'ın kendisine gazab ettiği kişi
budur. ''
Tirmizi'nin rivayetine
göre de Muaviye b. Hayde, Peygamber (s.a.v.)'den naklettiği bir hadisinde şöyle
demektedir: Eliyle Şam (Suriye) tarafına işaret ederek şöyle buyurdu:
"Sizler ta şuradan buraya kadar (olan alanüzerinde) binekli, piyade olarak
haşredileceksiniz. Kıyamet gününde yüzünüz üzere çekileceksiniz, ağızlarınız da
konuşamayacak şekilde mühürlenecektir. Sizler Allah nezdinde en hayırlıları ve
en şereflilerini teşkil ettiğiniz yetmiş ümmetin tamamlayıcısı olacaksınız.
Sizden herhangi biriniz hakkında ilk konuşacak uzvunuz baldırı olacaktır."
Bir diğer rivayette ise "baldırı ve elleri olacaktır"
denilmektedir.
Hadisteki
("mühür" diye tercüme edilen): "el-fidan" testi ve ibrikin
üzerindeki süzgeç demektir. Bu açıklamayı el-Leys yapmıştır. Ebu Ubeyd der ki:
Baldırları konuşsun diye
kendileri konuşturulmayacaklardır. İşte bu ibrikin ağzına konulan fidam
(süzgeç)e benzetilmiştir.
Diğer taraftan ağızların
mühürlenmesinin sebebi ile ilgili dört türlü açıklama yapılmıştır:
1. Çünkü onlar:
"Rabbimiz olan Allah hakkı için biz müşriklerden olmadık'' (el-En'am, 23)
diyecekler. Bundan dolayı Yüce Allah da onların ağızlarını mühürleyecektir ve
sonra azaları konuşacaktır. Bu açıklamayı Ebu Musa el-Eş ari yapmıştır.
2. Hesab için: Mevkıfte
bekleyenler onları tanıyıp onlardan ayrılsınlar diye böyle yapılacaktır. Bu
açıklamayı İbn Ziyad yapmıştır.
3. Konuşmayan kimsenin
ifadesi delil olarak konuşanın ikrarından daha beliğdir, etkileyicidir. Çünkü
bu icaz seviyesindedir. İcaza ihtiyaç duyulmayacak bir günde dahi olsa bu
böyledir.
4. Böylelikle nefsi
hususunda kendisine yardımcı olan azalarının artık Rabbine karşı kendi aleyhine
şahitler olduklarını bilmesi için böyle olacaktır.
Şayet: Yüce Allah:
"Neler kazandıklarını elleri bize söyler ve ayakları şahitlik eder"
buyruğunda elin yapacağını "söylemek" diye nitelendirirken, ayağın
yaptığını "şahitlik" olarak nitelendirmesinin sebebi nedir? denilecek
olursa, şöyle cevap verilir: El o işini doğrudan yapan, ayak ise orada bulunan
bir organdır. Hazır bulunanın başkası hakkında söyleyeceği söz de şahidliktir;
işi yapanınkendi aleyhinde söylediği söz ise, söylediği ya da yaptığına dair
bir ikrardır. İşte bundan dolayı Yüce Allah, ellerin yaptıklarını "söz
söylemek" diye ifadelendirirken, ayakların yaptıkları işi de
"şahidlik" olarak ifadelendirmiştir.
Ukbe b. Amir'den şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Ağızlara mühür vurulacağı gün insandan ilk konuşacak olan kemik sol
bacağının baldırı olacaktır." Bunu el-Maverdi ile el-Mehdevi zikretmiştir.
Ebu Musa el-Eşari dedi
ki: Zannederim insanın ilk konuşacak azası sağ baldırıdır. Bunu da el-Mehdevi
zikretmiştir.
el-Maverdi der ki: Diğer
azalardan önce baldırın konuşacak olma ihtimali vardır. Çünkü işlediği
masiyetlerin lezzeti bedeninin alt tarafının bir bölümünü teşkil eden organlardan
birisi olan baldırındaki duyu organları ile idrak eder, hisseder. İşte onlara
yakınlığı dolayısıyla diğerlerinden öncelikli olarak şahitlikte bulunma
ihtimali olabilir. Öncelikle solun sözkonusu edilmesine gelince, sağ
organlardaki arzunun sol taraftaki organlara göre daha güçlü oluşundandır.
Arzusunun azlığı dolayısıyla solun sağın önüne geçirilmiş olma ihtimali vardır.
Derim ki: Arzunun daha
ileri olması dolayısıyla aksi de sözkonusu olabilir. Her ikisi ile birlikte el
de bulunabilir. Kısacası bütün bunların toplamı ile arzu ve lezzet tamam
olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"Eğer dileseydik
gözlerini silme kör ederdik de yolda didişip dururlardı. Artık nasıl
görebileceklerdi?" buyruğunda yer alan: "Silme kör ederdik"
buyruğunun mazi ve müzari şekilleri el-Kisai'nin naklettiğine göre; (...) dir.
Dilcilere göre; "Göz yarığı bulunmayan kör" demektir.
İbn Abbas der ki: Onları
hidayete karşı kör ederdik. Böylelikle ebediyyen hakka giden yolu bulamazlardı,
demektir. el-Hasen ve es-Süddı derler ki: Yani biz onları kararsızlık
içerisinde kör olarak bırakırdık. Bunun da anlamı şudur: Biz onları kör eder ve
böylelikle onlar ne evlerinde ne de başka yerlerde hiçbir iş görme imkanını
bulamayacak şekilde basiretleri olmaz, göremezlerdi. Taberi'nin tercih ettiği
açıklama budur.
"Yolda didişip
dururlardı." Yani yolu aşıp geçmek için birbirleriyle yarışırlardı. ..
Artık nasıl görebileceklerdi?" Görme imkanını nereden bulacaklardı?
Ata, Mukatil ile Katade
-ayrıca İbn Abbas'tan da bir rivayet olarak- dediler ki: Eğer Biz dileseydik,
onların sapıklık gözlerini çıkartır ve sapıklık yolunda onları kör eder,
onların sapıklıktaki basiretlerini hidayete yönlendirir, böylelikle onlar
hidayet bulur ve doğru yolu görürler, ahirete giden yola hızlıca koşarlardı.
Daha sonra da: "Artık nasıl görebileceklerdi" diye buyurmuştur ki,
Biz onlara bunu yapmadık demektir. Yani onların hidayet gözleri silme kör iken
ve sapıklıkta devam ediyorken nasıl doğru yola hidayet bulabilecekler?
Abdullah b. Selam'dan bu
ayet-i kerimenin te'vili ile ilgili geçen açıklamalardan farklıbir rivayet
gelmiş ve o bu ayetin te'vilinin kıyamet gününde gerçekleşeceğini söylemiş ve
şöyle açıklamıştır: Kıyamet gününde Sırat köprüsü kurulacağında bir münadi
şöyle seslenecektir: Muhammed (s.a.v.) ile onun ümmeti ayağa kalksını
İyileriyle, kötüleriyle ayağa kalkacaklar ve Sırat'ın üzerinden geçmek üzere
onun peşinden gideceklerdir. Sırat'ın üzerine geldiklerinde Allah aralarından
facir olanların gözlerini silme kör edecek, onlar da o Sırat üzerinde
koşuşacaklardır. O Sırat'ı aşıp geçebilmek için onu nereden görebilecekler ki.
Daha sonra bir münadi: Haydi İsa (a.s) ile onun ümmeti ayağa kalksın.
Ümmeti ayağa kalkar,
iyileriyle, kötüleriyle onun peşinden giderler. Onların da durumu aynı olur ve
diğer peygamberler de aynı durumla karşılaşırlar.
Bunu en-Nehhas zikretmiş
olup biz de bu anlamıyla İbnu'l-Mübarek'in "erRekaik"adlı eserinde
belirttiği gibi; et-Tezkire adlı eserimizde de kaydetmiş bulunuyoruz. Bunu
el-Kuşeyrı de zikretmiştir.
İbn Abbas (r.a) dedi ki:
el-Esved b. el-Esved bir taş aldı. Beraberinde Mahzumoğullarından da bir
topluluk vardı. Bunu Peygamber (s.a.v.)'ın üzerine atmak istedi, Allah
gözlerini silme kör yaptı, taşı da eline yapıştırdı. Ne peygamberi görebildi,
ne de gideceği yolu. Ayet-i kerime onun hakkında inmiştir.
"Silme kör"
göz kapakları arasında göz yarığı bulunmayan kişiye denilir. Bu ifade;
"Rüzgar izi sildi" tabirinden alınmıştır. Bu açıklamayı el-Ahfeş ve
el-Kutebi yapmıştır.
"Ve eğer
dileseydik, oldukları yerde suratlarını değiştirirdik. Devam etmeye de, geri
gelmeye de güçleri yetmezdi" buyruğundaki: "Suratları
değiştirmek": Hilkati değişikliğe uğratmak onu taş, cansız veya hayvana
dönüştürmek demektir. el-Hasen der ki: Biz onları oldukları yerde oturtur, öne
de gidemez, arkalarına da dönemez hale düşürürdük. İşte cansız bir varlık da bu
şekildedir. Ne öne gidebilir, ne arkaya. Mesh (suratların değiştirilmesi) bazan
insan suretinin hayvana dönüştürülmesi ile de olur. Sonra bu hayvan nereye
gidebileceğini de düşünemez, şaşırır kalır. Ne ileri gider, ne de geri.
İbn Abbas (r.a) dedi ki:
Bu Biz, dileseydik onları evlerinin içinde dahi helak ederdik, demektir.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: Eğer Biz, dileseydik masiyet işleme cesaretini gösterdikleri yerde
suretlerini değiştirirdik.
Abdullah b. Selam dedi
ki: Bütün bunlar kıyamet gününde olacaktır.
Yüce Allah Sırat'ın
üzerinde onların gözlerini silme kör edecektir.
el-Hasen, es-Sülemi,
Zirr b. Hubeyş ve Asım Ebu Bekr'in rivayetine göre: "Oldukları yerde"
anlamındaki buyruğu çoğul olarak; "Yerlerinde" diye okumuşlar,
diğerleri ise tekil okumuşlardır.
Ebu Hayve
"gitmeye" anlamındaki kelimeyi mim harfini (ötre yerine) üstün
olarak; (...) diye okumuştur. "Mim" harfi ötreli olarak gitmek
anlamında olup (...) in mastarıdır.
"Kime uzun ömür
verirsek yaratılışta onu başaşağı çeviririz" buyruğundaki "onu
başaşağı çeviririz" anlamındaki lafzı Asım ile Hamza: (...) şeklinde
birinci "nun" ötreli ve "kef" harfi de şeddeli olmak üzere;
"Başaşağı çevirmek"ten gelen bir fili olarak okumuşlardır. Diğerleri
ise; (...) şeklinde birinci "nun"u üstün, "kef"ı da ötreli
olarak "O şeyi baş üstü çevirdim" (...): O da çevrildi"
kullanımından gelen bir fiil olarak okumuşlardır.
Katade dedi ki: Yani o
çocukluk halini andıran yaşlılık haline döner. Süfyan da Yüce Allah'ın:
"Kime uzun ömür verirsek, yaratılış ta onu başaşağı çeviririz."
buyruğu hakkında şöyle demiştir: Kişi seksen yaşına ulaştı mı, artık bedeni
değişir ve gücü zayıflar. Şair de şöyle demektedir: "Kim uzunca yaşarsa,
günler eskitir onun yeniliğini, Onun en güvendiği iki şeyolan işitmesi ve
görmesi ona ihanet eder."
Uzun ömür gençliğin
yerine yaşlılığı, gücün yerine zayıflığı, fazlalığın yerine eksikliği getirir.
Çoğunlukla görülen budur. Peygamber (s.a.v.) da erzeli ömre (ömrün en kötü
haline) döndürülmekten Allah'a sığınmıştır. Buna dair açıklamalar daha önceden
Nahl Suresi'nde (70. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Artık size bütün bunları
yapanın ölümden sonra sizi diriltmeye kadir olduğu hususunda; "akıl
erdirmiyorlar mı?" Nafi' ve İbn Zekvan; "Akıl erdirmiyor
musunuz?" şeklinde "te" ile diğerleri ise (erdirmiyorlar mı?
anlamında) "ye" ile okumuşlardır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN