YASİN 45 / 50 |
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ
اتَّقُوا
مَا بَيْنَ
أَيْدِيكُمْ
وَمَا
خَلْفَكُمْ
لَعَلَّكُمْ
تُرْحَمُونَ
{45} وَمَا
تَأْتِيهِم
مِّنْ آيَةٍ
مِّنْ آيَاتِ
رَبِّهِمْ
إِلَّا
كَانُوا
عَنْهَا
مُعْرِضِينَ {46}
وَإِذَا
قِيلَ
لَهُمْ
أَنفِقُوا
مِمَّا رَزَقَكُمْ
اللَّهُ
قَالَ
الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ
آمَنُوا
أَنُطْعِمُ
مَن لَّوْ يَشَاءُ
اللَّهُ
أَطْعَمَهُ
إِنْ
أَنتُمْ إِلَّا
فِي
ضَلَالٍ
مُّبِينٍ {47}
وَيَقُولُونَ
مَتَى هَذَا
الْوَعْدُ
إِن كُنتُمْ
صَادِقِينَ {48}
مَا
يَنظُرُونَ
إِلَّا
صَيْحَةً
وَاحِدَةً
تَأْخُذُهُمْ
وَهُمْ
يَخِصِّمُونَ {49}
فَلَا
يَسْتَطِيعُونَ
تَوْصِيَةً
وَلَا إِلَى
أَهْلِهِمْ
يَرْجِعُونَ
{50} |
45.
Onlara: "Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun. Olur ki rahmet
olunursunuz" denildiğinde (yüz çevirirler).
46.
(Çünkü) Rabblerinin ayetlerinden onlara bir ayet her geldiğinde, mutlaka ondan
yüz çevirenler oldular.
47.
Onlara: "Allah'ın size verdiği rızıktan infak edin" denilse, kafırler
iman edenlere derler ki: "Allah dilese idi, kendilerini yedirebileceği
kimseleri mi yedirelim! Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz. "
48. Ve
derler ki: "Eğer doğru söyleyenler iseniz; bu vaad ettiğiniz (diriliş) ne
zaman olacaktır?"
49.
Onlar birbirleri ile çekişirlerken kendilerini alacak bir tek çığlıktan
başkasını gözlemiyorlar.
50. (O
zaman) onlar ne bir tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine geri
dönebilirler.
"Onlara:
Önünüzdekinden ve arkanızdakindenkorkun ... denildiğinde" buyruğu hakkında
Katade şöyle demektedir: "Onlara: Önünüzdekinden" sizden önce geçmiş
ümmetlerin başına gelmiş olan olaylardan; "arkanızdakinden" ahiretten
"korkun denildiğinde" demektir.
İbn Abbas, İbn Cübeyr ve
Mücahid de: "Önünüzdekinden" geçmiş günahlardan
"arkanızdakinden" de gelecek günahlardan, .. anlamındadır, demiştir.
el-Hasen: "Önünüzdekinden" ömrünüzün geçmiş bölümlerinden,
"arkanızdakinden" ömrünüzün geri kalan bölümlerinden ... demektir,
demiştir.
Bir açıklamaya göre de;
"önünüzdekinden" dünyadan, "arkanızdakinden" de ahiret
azabından ... anlamındadır. Bu açıklamayı da Süfyan yapmıştır. Bu görüşün
aksini es-Sa'lebi, İbn Abbas'tan nakletmiş bulunmaktadır. O şöyle demiştir: "Önünüzdekinden"
ahiretten ve ahiret için yaptıklarından "arkanızdakinden" de dünyadan
sakınınız ve ona aldanmayınız, demektir.
Bir diğer açıklamaya
göre; "önünüzdekinden" sizin için zahir olan şeylerden
"arkanızdakinden"
ise size gizli kalan şeylerden korkun anlamındadır.
Buna verdikleri cevabın
ne olduğu hazfedilmiştir. ifadenin takdiri de şöyledir: Onlara bunlar
söylendiği takdirde, onlar yüz çevirirler. Buna delil de bundan sonra gelen
Yüce Allah'ın:
"Rabblerinin
ayetlerinden onlara bir ayet her geldiğinde mutlaka yüz çevirenler
oldular" buyruğudur. Bu buyruk ile sözü geçen cevaba gerek görülmemiştir.
"Onlara: Allah'ın
size verdiği rızıktan infak edin" yani fakirlere tasadduk edin
"denildiğinde ... " buyruğu ile ilgili olarak el-Hasen şöyle
demektedir: Bununla yahudiler kastedilmektedir. Onlara fakirlere yemek
yedirmeleri emredilmişti. Maksadın müşrikler olduğu da söylenmiştir. Peygamber
(s.a.v.)'ın fakir olan ashabı onlara: Bize sizin Allah'a ait olduğunu iddia
ettiğiniz mallarınızdan bize veriniz, dediler. Onlar bu sözleriyle Yüce
Allah'ın: "Onlar Allah'a yarattığı ekin ve davarlardan bir payayırdılar
... " (el-En'am, 136) buyruğuna işaret etmiş oluyorlardı. Ancak müşrikler
bu isteklerini karşılamayıp onları mahrum bıraktılar ve alay ederek: Allah dileseydi
size yemek yedirirdi. Bizim dinimize geri dönmediğiniz sürece size yiyecek bir
şeyler vermeyeceğiz, dediler.
"Kafirler iman
edenlere derler ki: Allah dilese idi, kendilerini yedirebileceği kimseleri mi
yedirelim?" Biz bunlara mı rızık verelim? Çünkü onlara müslümanların:
Rızık veren Yüce Allah'tır, dedikleri ulaşmıştı. Onlar da alay olmak üzere:
Allah dilediği takdirde muhtaç bırakmayacağı kimselere mi rızık verelim,
demişlerdi.
İbn Abbas der ki:
Mekke'de zındıklık yapan kimseler vardı. Bunlara yoksullara sadaka vermeleri
emredilince: Allah'a yemin ederiz ki olmaz, dediler. Allah o kimseleri fakir
bırakmışken biz nasıl yemek yediririz? Çünkü bunlar mü'minlerin Allah'ın bütün
fiillerini, onun meşietine bağlı gördüklerini ve:
Allah dilese filanı zengin
kılardı, Allah dilese elbette aziz kılar, Allah dilese elbette şöyle olur,
dediklerini duyuyorlardı. İşte onlar bu şekildeki bir cevabı mü'minlere alay
yollu ve onların işleri Allah'ın meşietine bağlı kabul eden ifadeleri ile
alayalsun diye söylemişlerdi.
Bir başka açıklamaya
göre de onlar bu sözlerini mü'minlerin kendilerine söyledikleri: "Allah'ın
size verdiği rızıktan infak edin" sözlerine sarılarak söylemişlerdi. Yani
bize rızkı veren Allah ise, o sizi de rızıklandırmaya kadirdir. Ne diye bizden
rızık bulmaya çalışıyorsunuz, demişlerdi.
Böyle bir karşı delil,
elbetteki batıldı, çünkü Yüce Allah bir kula bir malı mülk olarak verip de
sonra da o malda kendisine birtakım hakları vacib kılacak olursa, onun elinden
o miktarını almış gibi olur. Dolayısıyla böyle bir itiraz anlamsızdır. Onların:
Allah dileseydi onları da yedirirdi, sözleri elbetteki doğrudur, fakat bunu
delil göstermeleri bir yalandır. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruklarına benzer:
"Müşrikler: Allah dileseydi ... şirk koşmazdık. .. diyeceklerdir.
"(el-En'am, 148); ''Münafıklar: Şehadet ederiz ki, muhakkak sen Allah'ın
Resulüsün, dediler. Allah da biliyor ki sen hiç şüphesiz O'nun Rasulüsün ve
Allah şahitlik eder ki muhakkak münafıklar yalancıdırlar. " (el-Münafikun,
1)
"Siz ancak apaçık bir
sapıklık içindesiniz" buyruğu, denildiğine göre kafirlerin mü'minlere
söyledikleri sözlerin bir parçasıdır. Yani sizler bizden mal istemek ve
Muhammed'e uymakla apaçık bir sapıklık içindesiniz ... Bu anlamdaki açıklamayı
Mukatil ve başkaları yapmıştır.
Bir diğer görüşe göre
ise bu, Peygamber (s.a.v.)'ın ashabının onlara söyledikleri bir sözdür.
üçüncü bir görüşe göre
ise bu, böyle bir cevab vermeleri üzerine Yüce Allah'ın kafirlere söylediği bir
sözdür.
Denildiğine göre; Ebu
Bekr es-Sıddik (r.a) müslümanlardan yoksul olanlara yemek yediriyordu. Ebu
Cehil onunla karşılaşmış ve: Ey Ebu Bekir, sen Allah'ın bunlara yemek yedirmeye
kadir olduğunu iddia ediyor musun? deyince, Ebu Bekir: Evet, diye cevab vermiş.
Ebu Cehil bu sefer: Peki niye bunlara yemek yedirmiyor? deyince, o da: Bir
takım kimseleri fakirlikle, bir takım kimseleri zenginlikle imtihan etmiştir.
Fakirlere sabretmeyi, zenginlere de vermeyi emretmiştir. Ebu Cehil şöyle demiş:
Allah'a yemin ederim ey Ebu Bekir şüphesiz ki sen bir sapıklık içindesin.
Allah'ın bunlara yemek yedireceğine kadir olduğunu iddia ediyorsun, bununla
birlikte O, bunlara yemek yedirmiyor, kalkmış sen onlara yemek yediriyorsun.
Bunun üzerine bu ayeti kerime ile Yüce Allah'ın: ''Artık kim (infak edip) verir
ve sakınırsa, o el-hüsna'yı (cenneti) de doğrularsa ..." (el-Leyl, 5-6)
buyrukları nazil oldu.
Ayet-i kerimenin bir
grub zındık hakkında indiği de söylenmiştir. Bunlar arasında zındıklığa
saparak, yaratıcıya iman etmeyen ve bu sözleriyle de müslümanlarla alayeden
kimseler de vardı. Bunu da el-Kuşeyri ve el-Maverdi zikretmiştir.
"Ve derler ki: Eğer
doğru söyleyenler iseniz, bu vaadettiğiniz ne zaman olacaktır" buyruğuna
gelince, bunlara: "önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun ... "
denildiğinde, onlar: "Bu vaad ettiğiniz ne zaman olacaktır?" diye
cevap verdiler. Bu da onların alayolsun diye söyledikleri sözleri idi, yoksa bu
tehdide gerçekten inandıklarından dolayı sormuyorlardı.
Yüce Allah: "Onlar
birbirleri ile çekişirlerken kendilerini alacak bir tek çığlıktan" bu da
İsrafil'in Sura üflemesidir; "başkasını gözlemiyorlar" beklemiyorlar.
Onlar dünya işleri hakkında birbirleriyle çekişirlerken oldukları yerde
ölüverecekler. Bu herkesin baygın düşeceği üfürüştür.
"Birbirleriyle
çekişirlerken" lafzı beş türlü okunmuştur. Ebu Amr ile İbn Kesir
"ye" ile "hı" harflerini üstün, "sad" harfini
şeddeli okurlar. Verş'in, Nafi'den rivayeti de böyledir. Diğer kıraat sahipleri
ile Verş'in dışındaki Nafi'in öğrencileri ondan "hı" harfini sakin ve
"sad" harfini de -iki sakini arka arkaya getirmek suretiyle- şeddeli
okuduğunu rivayet etmişlerdir.
Yahya b. Vessab,
el-A'meş ve Hamza ise "hı" harfini sakin ve "sad" harfini
de şeddesiz olarak; "Onunla davalaştı" kökünden gelen bir fiil gibi
okumuşlardır. Asım ve el-Kisai ise "hı" harfini esreli,
"sad" harfini de şeddeli okumuşlardır ki; "birbirleriyle
davalaştıkları zaman, çekiştikleri zaman" anlamındadır. Denildiğine göre
onlar, kendi kanaatlerine göre öldükten sonra diriltilmeyeceklerine dair
karşılıklı delillerle çekişirlerken, bu üfürüş onları gelip yakalayacaktır.
İbn Cübeyr, Ebu
Bekir'den, o Asım'dan ayrıca Hammad da Asım'dan "ye" ile
"hı" harflerini esreli ile (sad harfini) şeddeli okuduğunu rivayet
etmişlerdir.
en-Nehhas der ki:
Birinci kıraat en açık olanlarıdır. Bu kıraatte asıl şekil; (...) şeklidir.
Burada "te" harfi "sad" harfine idgam edildikten sonra,
onun harekesi de "hı" harfine nakledilmiştir. Ubeyy'in kıraatinde de;
(...): şeklindedir. Ancak (Nafi'den rivayet edilen şekliyle) "hı"
harfinin (sonra gelen "sad" şeddeli okunmakla birlikte) sakin
okunması caiz değildir. Çünkü bu arka arkaya iki sakinin getirilmesidir.
Bunlardan herhangi birisi ise med ve lin harfi değildir. Aslına uygun olarak
"hı" harfinin sakin olarak okunduğu da söylenmiştir. "Birbirleriyle
tartışırken" demektir. Burada muzaf hazfedilmiştir. Anlamın; kendileri ile
tartışan kimse ile kendilerince tartışırlarken ... şeklinde olması ve böylece
mefulün hazfedilmiş olması da mümkündür. es-Sa'lebi, bu Ubeyy b. Ka'b'in
kıraatidir, demiştir.
en-Nehhas der ki:
"Hı" harfi esreli, "sad"ın şeddeli okunuşuna gelince, bunda
da asıl şekil; (...) dir. Burada "te" harfi "sad"a idgam
edildikten sonra arka arkaya iki sakinin gelişi dolayısıyla "hı"
harfi esreli okunmuştur. elFerra ise bu kıraatin daha güzel ve daha çokça
okunan şekil olduğunu iddia etmiş ve daha uygun olan "te"nin
harekesini "hı", harekesine vermeyi bırakıp "hı" harfi için
bir başka hareke getirmiş ve böylelikle "ye" harfi ile esreyi arka
arkaya getirmiş, üstelik bunun daha güzel ve daha çok okunan kıra at olduğunu
söylemiştir. Bu nasıl daha güzel olabilir ki? Mekkeliler, Basralılar ve
Medinelilerin tümü böyle okumuşlardır. Asım'dan gelen "ye" harfi ile
"hı" harfinin esreli okuduğuna dair rivayete gelince, bu itba'
dolayısıyla (arka arkaya gelen harekeleri aynen okuma)dır. Buna dair
açıklamalar daha önceden: "O şimşek neredeyse gözlerini kapıp alıverecek.
"(el-Bakara, 20) buyruğu ile ''... yoksa hidayet verilmedikçe ...''
(Yunus, 35) buyruğu açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.
İkrime Yüce Allah'ın:
"Bir tek çığlıktan başkası" buyruğu hakkında şöyle demektedir: Bu
Sur'a yapılacak ilk üfürüştür. Ebu Hureyre de şöyle demiştir: İnsanlar
çarşı-pazarlarında bulunuyorlarken, kimisi devesini sağarken, kimisi kumaşı
ölçerken, kimisi işini görmek için giderken Sur'a üfürülecektir.
Nuaym, Ebu Hureyre'den
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İki kişi kumaşlarını satış yapmak üzere açmış iken kıyamet
kopuverecektir.. Onlar onu daha katlayamadan kıyamet kopacaktır. Adam
davarlarını sulamak maksadı ile havuzunu çamurla sıvarken daha onları
sulayamadan kıyamet kopacaktır. Kişi terazisinde tartmak isterken (bir kefesine
ağırlık koyduğunda) alçalmışken (diğerine de koyacağını koyup) daha
yükseltemeden kıyamet kopacaktır. Adam yemek üzere lokmasını ağzına götürmüşken
onu yutamadan kıyamet kopacaktır.''
Abdullah b. Amr'ın
rivayetinde de şöyle denilmektedir: "Onu (üfürmeyi) işitecek ilk kişi
develeri için havuzunu sıvayan bir kimse olacaktır. O da baygın düşecek, diğer
insanlar da baygın düşecektir. ''
"Onlar ne bir
tavsiyede bulunabilirler" yani biri diğerine kendisinde bulunan haklara
dair bir vasiyette bulunamayacaktır. Bir diğer açıklamaya göre, biri diğerine
tevbe etmesini, günahından vazgeçmesini tavsiye edemeyecektir. Aksine çarşı-pazarlarında
bulundukları yerde ölüp düşeceklerdir. Öldükleri takdirde de "ne de
ailelerine geri dönebilirler."
Şöyle de açıklanmıştır:
"Ne de ailelerine geri dönebilirler" yani onlara herhangi bir cevap
veremezler. Katade de şöyle demiştir: "Ne de ailelerine" yani
evLerine "geri dönebilirler." Çünkü daha oraya gidemeden ölüm onları
çabucak yakalayıvermiş olacaktır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN