YASİN 41 / 44 |
وَآيَةٌ
لَّهُمْ
أَنَّا
حَمَلْنَا
ذُرِّيَّتَهُمْ
فِي الْفُلْكِ
الْمَشْحُونِ
{41} وَخَلَقْنَا لَهُم
مِّن
مِّثْلِهِ
مَا
يَرْكَبُونَ
{42} وَإِن
نَّشَأْ
نُغْرِقْهُمْ
فَلَا صَرِيخَ
لَهُمْ وَلَا
هُمْ
يُنقَذُونَ {43} إِلَّا
رَحْمَةً
مِّنَّا
وَمَتَاعاً
إِلَى حِينٍ {44} |
41.
Onlar için bir diğer delil de Bizim zürriyetlerini dopdolu gemide taşımış
olmamız;
42. Ve
kendileri için bunun gibi binecekleri şeyleri de yaratmış bulunmamızdır.
43. Eğer
dilersek onları suda boğarız ve ne kimse onların imdadına yetişir, ne de
kurtarılırlar.
44.
Ancak tarafımızdan bir rahmet olarak ve bir vakte kadar geçinmeleri için
(boğmayız).
"Onlar için bir
diğer delil de" buyruğunun ("delil" diye meali verilen lafzın)
üç anlama gelme ihtimali vardır: Birincisi, onlar için bir ibret anlamında
olmasıdır. Çünkü ayetlerde (belge ve delillerde) ibret alınacak hususlar
vardır. İkincisi onların üzerinde bir nimet anlamında olmasıdır. Çünkü
ayetlerde ihsan edilen nimetlerin varlığı da sözkonusudur. üçüncüsü ise onlar
için bir uyarı bulunması demektir. Çünkü ayetlerde uyarı manası da vardır.
"Bizim
zürriyetlerini dopdolu gemide taşımış olmamız" buyruğu bu surede
açıklaması en zor yerlerdendir. Çünkü taşınanlar kendileridir.
Denildiğine göre anlam
şudur: Mekkelilere delillerden birisi de bizim geçmiş nesillerin
"zürriyetlerini dopdolu gemide taşımış olmamız" dır. Buna göre her
iki zamir birbirinden farklı yerlere aittir. Bunu el-Mehdevi zikretmiştir.
en-Nehhas da, bu açıklamayı Ali b. Süleyman'dan bunu söylerken dinlediğini
nakletmektedir.
Her iki zamirin
Mekkelilere ait olduğu da söylenmiştir. Yani onların zürriyetlerinden kasıt,
onların 'Çocukları ve onların aralarındaki zayıf kimselerdir.
Birinci görüşe göre gemiden
kasıt, Nuh'un gemisidir. İkinci görüşe göre ise gemi bircins isimdir. Şanı Yüce
Allah, bu buyruk He lütuf ve minnetini haber vererek yaratmış olduğu gemilerde
yürümesi ve bimnesi zor olan zürriyeti ve zayıf kimseleri gemilerde taşıdığını
bildirmektedir. Bu açıklamaya göre her iki zamir aynı yere raci olur.
Bir başka açıklamaya
göre, "zürriyet"ten kasıt, babalar ve dedelerdir. Yüce Allah bunları
Nuh (a.s.)'ın gemisinde taşımıştır. Buna göre hem atalara, hem de çocuklara
zürriyet denHebilir. Böyle denilebileceğine bu ayet-i kerimedelil teşkil
etmektedir. Bu açıklamayı Ebu Osman yapmıştır.
Atalara
"zürriyet" denilmesinin sebebi, çocukların onlardan zer'i (türemiş
olması)dir.
Dördüncü bir görüşe göre
de açıklama şöyledir: Zürriyet'ten kası! nutfelerdir. Yüce Allah bu nutfeleri
kadınların karnında taşıtmiştır. Bu da dopdolu gemiye benzetmedir. Bu
açıklamayı da Ali b. Ebi Talib (r.a) yapmıştır. el-Maverdi de bunu
zikretmiştir.
Daha önce Bakara
Suresi'nde (124. ayet, 19. başlıkta) zürriyet lafzının türeyişi ve buna dair
açıklamalar yeteri kadar geçmiş bulunmaktadır.
"Dopdolu"
Iafzı dolup taşmış anlamındadır. "Fulk (gemi)" ise tekil de
kullanılır, çoğul da kullanılabilir. Buna dair açıklamalar da daha önceden
Yunus Suresi'nde (22. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"Ve kendileri için
bunun gibi binecekleri şeyleri de yaratmış bulunmamızdır" buyruğundaki
"Binecekleri" buyruğunun aslı; (...) şeklindedir. İsmin uzunluğu ve
ayet sonu olması dolayısıyla "he" harfi hazfedilmiştir.
Buyruğun anlamı ile
ilgili olarak üç görüş vardır: Mücahid, Katade ve bir grup tefsir aliminin
görüşü olup ayrıca İbn Abbas'tan da rivayet edilmiş olan görüşe göre
"bunun gibi" buyruğu develer hakkındadır. Yüce Allah onları tıpkı
denizde üzerlerine binilen gemiler gibi karada binmek için yaratmıştır. Araplar
da develeri gemilere benzetirler. Şair Tarafe şöyle demektedir: "Malikı
(Malik b. Sa'd'e nisbet edilen) kadınların sabahleyin o binekleri sanki, Ded
vadisinin geniş bir yerini andıran büyük bir gemi gibidir."
İkinci görüşe göre
kasıt, develer, atlar ve sırtına binilen bütün bineklerdir.
Üçüncü görüşe göre de
maksat gemilerdir.
en-Nehhas der ki: En
sahih olan görüş budur. Çünkü bu İbn Abbas'tan muttasıl senet ile gelen bir
açıklamadır. O "ve kendileri için bunun gibi binecekleri şeyleri de
yaratmış bulunmamızdır" buyruğu hakkında şöyle demiştir: O kendilerine ona
benzeyen binecekleri, gemileri yaratmıştır.
Ebu Malik der ki:
Bunlardan kasıt küçük gemilerdir. Bunları da büyük gemiler gibi yaratmıştır. Bu
açıklama İbn Abbas ve el-Hasen'den de rivayet edilmiştir.
ed-Dahhak ve başkaları
da derler ki: Maksat Nuh gemisinden sonra yapılan gemilerdir.
el-Maverdi der ki:
Dopdolu gemideki zürriyetten kasıt kadınların karınlarındaki nutfelerdir,
şeklindeki Ali (r.a)'ın te'vilinin bir gereği olarak da Yüce Allah'ın: "Ve
kendileri için bunun gibi binecekleri şeyleri de yaratmış bulunmamızdır"
buyruğu hakkında beşinci görüş olarak da şöyle söylenebilir: Bunun te'vili,
kadınların, eşlerinin üzerlerine çıkması için yaratılmış olmaları da sözkonusu
olabilir. Fakat ben bunu herhangi bir kimseden nakledilmiş bir görüş olarak
görmedim.
"Eğer dilersek
onları suda" denizde "boğarız." Bu durumda zamir ya o zürriyet
sahiplerine yahut herkese döner. Bu da İbn Abbas'ın açıklamasının ve "bunun
gibi" ile kastedilenin develer değil de gemiler olduğunu söyleyenlerin
görüşlerinin doğruluğuna delildir.
"Ve ne kimse
onların imdadına yetişir." Yani Said'in Katade'den rivayetine göre kimse onların
yardımına koşmaz, onları kurtaramaz. Şeyban'ın da ondan rivayetine göre onları
kimse koruyamaz, demektir. Her ikisinin de anlamı birbirine yakındır.
"İmdada
yetişen" anlam itibariyle; (...) ile aynıdır. Yani burada: (...) kipi
(...) kipi anlamındadır.
"Ne kimse onların
imdadına yetişir" anlamındaki buyruğun; (...) şeklinde (hı harfi üstün
değil de iki ötreli) okunması da caizdir. Çünkü ondan sonraki ifadede sadece
merfu oluş mümkün olabilir, çünkü bu bir marifedir. O da "Ne de kurtarılırlar"
buyruğudur. Nahivciler de; "Evde hiçbir adam yoktur, Zeyd dahi
yoktur" söyleyişini tercih ederler.
"Ne de
kurtarılırlar" boğulmaktan kurtarılmazlar demektir. Azab'tan
kurtarılmazlar anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Ancak tarafımızdan
bir rahmet olarak" buyruğunda (rahmet kelimesinin nasb ile gelmesi
hakkında) el-Kisai der ki: Bu istisna dolayısıyla nasb edilmiştir. ez-Zeccac
ise mef'ulün leh olarak nasbedilmiştir yani tarafımızdan bir rahmet için ...
demek olur.
"Ve bir vakte kadar
geçinmeleri için" buyruğu da ona atfedilmiştir. Buradaki vakitten kasıt da
Katade'nin açıklamasına göre ölümdür. Yahya b. Sellam ise kıyamete kadar diye
açıklamıştır. Yani bizim onları ecellerine kadar onlara merhamet edip
geçinmeleri için onları faydalandırmamız müstesnadır ve Allah geçmiş ümmetlerin
azabını acilen (dünyada) verdiği halde Muhammed (s.a.v.)'in ümmet(i davet)inin
azabını -onu yalanlamış olsalar dahi- kıyamete kadar ertelemiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN