YASİN 6 / 8 |
لِتُنذِرَ
قَوْماً
مَّا
أُنذِرَ
آبَاؤُهُمْ
فَهُمْ
غَافِلُونَ {6} لَقَدْ
حَقَّ
الْقَوْلُ
عَلَى أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ
لَا
يُؤْمِنُونَ
{7} إِنَّا
جَعَلْنَا
فِي
أَعْنَاقِهِمْ
أَغْلاَلاً
فَهِيَ
إِلَى الأَذْقَانِ
فَهُم
مُّقْمَحُونَ
{8} |
6.
Ataları azab ile korkutulmadığı için kendileri gafiller olan bir kavmi
korkutasın diye.
7.
Andolsun ki, onların çoğunun üzerine o söz hak olmuştur. Artık onlar imana
gelmezler.
8. Şüphe
yok ki Biz, onların boyunlarına çenelerine varan demir halkalar koyduk. O
bakımdan başlarını kaldırmış haldedirler.
"Ataları azab ile
korkutulmadık ... bir kavmi korkutasın diye" buyruğundaki: (...) lafzının,
aralarında Katade'nin de bulunduğu tefsir alimlerinin çoğunluğuna göre, i'rabta
yeri yoktur. Çünkü bu bir nefy (olumsuzluk) edatıdır. Anlamı da: Senden önce
atalarına korkutup uyaran bir kimsenin gelmediği bir kavmi uyarıp korkutasın
diye ... demektir.
Bunun: (...) ism-i
mevsulu anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna göre buyruk, ataları uyarılıp
korkutulduğu gibi sen de kendilerini uyarıp korkutasın diye ... demek olur. Bu
açıklamayı da İbn Abbas, İkrime ve yine Katade yapmıştır.
(...) ile fiilin bir
arada mastar anlamını verdiği de söylenmiştir. Atalarının uyarılıp
korkutulmasına benzer bir şekilde bir kavmi uyarıp korkutasın diye ... demek
olur. Çünkü Araplara tevatür yoluyla peygamberlerin haberlerinin ulaşmış olması
mümkündür. O halde anlam, bizzat kendilerinden gelmiş bir peygamber vasıtasıyla
uyarılıp korkutulmamış ... demek olur. Bu hususta haber kendilerine ulaşmış
olmakla birlikte (zamanla) gaflete düşmüş, yüz çevirmiş ve bunu unutmuş da
olabilirler.
Ayrıca bu, herhangi bir
peygamberin haberi kendilerine ulaşmamış kavme yönelik bir hitab da olabilir.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Halbuki Biz)
onlara okuyacakları kitablar göndermemiştik Senden önce onlara bir nezir
(uyarıp korkutucu bir peygamber) de göndermemiştik.'' (Sebe', 44); "O
senden önce kendilerine bir korkutucu gelmemiş olan bir kavmi kendisi ile
uyarasın diye Rabbinden gelen haktır. Olur ki hidayet bulurlar. '' (es-Secde,
3) Kendilerine herhangi bir peygamberin gelmemiş olduğu bir kavim ...
Peygamberlerin
haberlerinin kendilerine ulaştığı kimselerin sözkonusu edildiğini kabul
edenlerin görüşlerine göre anlam şöyle olur: Bunlar şu anda bu uyarmadan yüz
çevirmekte ve gaflet içinde bulunmaktadırlar. Nitekim bir şeyden yüz çeviren
kimse hakkında: "o bundan gafildir" denilir.
Bir başka açıklamaya
göre onlar Allah'ın vereceği cezadan yana gaflet içindedirler" demektir.
"Andolsun ki
onların çoğunun üzerine o söz hak olmuştur." Yani azab onların çoğuna
vacib olmuştur. "Artık onlar" senin uyarmam ile "imana
gelmezler. "
Bu, Yüce Allah'ın
ilminde küfür üzere öleceği bilinen kimseler hakkındadır. Daha sonra Yüce
Allah, onların imanı terkediş sebeblerini açıklayarak şöyle buyurmaktadır:
"Şüphe yok ki Biz,
onların boyunlarına ... demir halkalar koyduk." Denildiğine göre bu buyruk
Ebu Cehil b. Hişam ile Mahzumoğullarına mensub iki arkadaşı hakkında inmiştir.
Şöyle ki Ebu Cehil eğer
Muhammed'i namaz kılarken görecek olursa, mutlaka başını taş ile yaracağına
dair yemin etmişti. Onu görünce ona atmak üzere bir taş kaldırmaya eğildi.
Ancak bu işi yapmak üzere davranınca eli boynuna doğru gitti ve taş da eline
yapıştı. Bu açıklamayı İbn Abbas, İkrime ve başkaları yapmıştır. Buna göre bu
ifade bir temsildir, yani o eli boynuna zincir ile bağlanmış bir kimse
durumundadır. Ebu Cehil daha sonra arkadaşlarının yanına geri dönünce
gördüklerini onlara haber verdi. İkinci adam olan el-Velid b. el-Muğire: Başını
ben yaracağım dedi. O da peygamber namaz kılarken ona taş atmak üzere gitti,
Yüce Allah gözlerini kör etti. Peygamberin sesini işittiği halde onu görmez
oldu. Arkadaşlarının yanına geri döndü, ancak onları göremiyordu. Nihayet ona
seslendiklerinde şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, ben onu görmedim, sadece
onun sesini duydum. üçüncüleri de: Allah'a yemin ederim ki, onun başını ben
yaracağım dedi. Sonra da eline taş alıp gitti. Bu sefer gerisin geri dönmeye
başladı ve nihayet sırtüstü baygın olarak yere yıkıldı. Ne oluyorsun? diye
sorulunca, başıma çok büyük bir iş geldi, dedi. Ben adamı gördüm fakat ona
yaklaşınca kendisinden daha büyüğünü asla görmediğim bir devenin benimle onun
arasında durup kuyruğunu salladığını gördüm. Lat ve Uzza adına yemin ederim ki,
eğer ona yaklaşacak olsaydım, bu erkek deve beni yiyecekti.
İşte bunun üzerine Yüce
Allah: "Şüphe yok ki Biz, onların boyunlarına çenelerine varan demir
halkalar koyduk. O bakımdan başlarını kaldırmış haldedirler" buyruğunu
indirdi.
İbn Abbas: "Şüphe
yok ki Biz, onların sağ ellerine ... koyduk" diye okumuştur. ez-Zeccac
dedi. ki: Bu ifadeler "Biz onların ellerine ... koyduk" diye de
okunmuştur. en-Nehhas der ki: Bu okuyuş(lar) bir tefsirdir. Mushafa muhalif
olan şekilde kıraat olmaz.
Cemaatin benimsediği
kıraate göre ifadede hazfedilmiş lafızlar vardır. İfadenin takdiri şöyledir:
Biz, onların boyunlarına ve ellerine zincirler koyduk. Bunlar onların
çenelerine kadar ulaşmaktadır. O halde burada kasıt boyunlar değil ellerdir.
Araplar bu gibi anlatımlarda (bu tür lafızları) hazfederler. Bunun bir benzeri
de: "Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler" (Nahl, 81) buyruğudur. Bu:
... ve bir de soğuktan koruyacak elbiseler takdirinde ki, bu hazfedilmiştir.
Çünkü sıcağa karşı koruyan, soğuğa karşı da koruyucudur. Diğer taraftan
zincirYer eğer boyuna vurulacak olursa, ellerin de zincire vurulmuş olması
kaçınılmaz bir şeydir. Özellikle burada Yüce Allah: "çenelerine varan"
diye buyurmaktadır ki, bununla ellerin de zincire vurulmasının kastedildiği
anlaşılmış olmaktadır.
"O bakımdan
başlarını kaldırmış haldedirler." Yani onlar başlarını eğemeyecek şekilde
kaldırmış bulunuyorlar. Çünkü elleri çenesinin altında zincire vurulmuş bir kimsenin
başı yukarı doğru kalkar.
Abdullah b. Yahya'nın
rivayetine göre Ali b. Ebi Talib (ra) onlara "başları kaldırma"
şeklini; ellerini çenesinin altına getirip onları birbirine yapıştırarak başını
yukarı doğru kaldırarak göstermiştir.
en-Nehhas der ki: Bu, bu
hususta gelmiş rivayetlerin en değerlileridir. Bu el-Esmai'nin anlattıklarından
alınmıştır. O şöyle demektedir: Atın başını kaldırmak maksadıyla dizginlerini
çekmeyi anlatmak üzere; "Atın dizgınlerini çektim'' denilir.
en-Nehhas der ki: Burada
"kaf" harfi mahreç itibariyle yakınlığından ötürü "kef"den
bedel getirilmiştir. Nitekim (kaf ve kef harfleriyle): "Onu
kahrettim" denilir. el-Esmai der ki: Başı yukarı doğru dikilsin diye atın
boynunu çekmeyi anlatmak için; "Atın boynunu (dizginlerini) çektim"
denilir. Şairin şu sözleri de bu türdendir: "Ve baş(ı) ise yukarı
kalkıktır."
"Dizginlerini
çekerek başını yukarı doğru kaldırdım" denilir ve bu kullanımların sadece
sonuncusu elifsizdir. Bu açıklamalar el-Esmai'den nakledilmiştir,
(...) tabiri "devenin
havuzun yakınında iken başını kaldırıp su içmemesi" ni anlatmak için
kullanılır. Bunu yapan deveye: "Başını sudan çeken deve" denilir.
Yine; (...) ifadeleri "susamadığı için içmeyerek başını kaldıran
deve" hakkında kullanılır. "Develerin suya gitti fakat su içmeyip
-herhangi bir rahatsızlık ya da soğuk dolayısıyla- başını yukarı doğru
kaldırdı" denilir. Bu şekilde davranan develer için; (...) denilir. Böyle
olan tekil erkek deve için; (...); dişi deve hakkında da; (...) denilir. Çoğulu
için kıyasa uygun olmayarak; "Su içmeyip başını kaldıran develer"
denilir. Bişr bir gemiyi nitelendirirken şöyle der: "Ve biz o geminin
kenarlarında oturuyor, Başlarını yukarı doğru kaldırmış develer gibi
gözlerimizi kapatıyorduk."
"Gözleri kapatıp
başı kaldırmak" demektir. "Demir halka (tasma) dar olduğundan dolayı
başını yukarıda tuttu" denilir. (...); son derece soğuk iki ay,
anlamındadır. Bu soğuk iki ay ise iki kanun (kanun-i evvel ve kanun-i san!)
ayları olup onlara bu isim verilmiştir. Çünkü develer suyun soğukluğu
dolayısıyla rahatsız olduklarında başlarını yukarı doğru kaldırırlar.
"Seviki avuçlayarak ağzıma attım" tabiri de buradan gelmektedir.
Bir başka açıklamaya
göre; bu Yüce Allah'ın onların hidayetten yüz çevirişlerini anlatmak üzere
verdiği bir misaldir. Onların bu yüz çevirişleri tıpkı zincire vurulmuşun yüz
çevirişi gibidir. Bu açıklamayı Yahya b. Sellam ile Ebu Ubeyde yapmıştır.
Nitekim: "filan kişi bir eşektir" denilince, o hidayeti görmez
denilmek istenir. Şair de şöyle demiştir:
"Onların doğruya
gelmelerini engelleyen bukağıları ve zincirleri vardır."
Nakledildiğine göre Ebu
Züeyb, cahiliye döneminde bir kadını seviyordu. İslama girdikten sonra bu kadın
kendisini yanına davet edince, bunu kabul etmeyerek şu beyitleriyle ona cevab
vermişti: "Ey Malik'in annesi, artık durum eskisi gibi değil, Ama
boyunlarımızın etrafını zincirler kuşatmıştır.
Artık genç delikanlı
yaşını başını almış gibidir ve o asla söylemez, adil olmayan bir sözü Bundan
dolayı; genç ve güzel kadınlar, ondan yana rahata kavuşmuştur."
o bu sözleriyle;
İslam'ın getirmiş olduğu yasaklar dolayısıyla biz zina etmekten ve fasıklıktan
alıkonulduk, demek istemektedir.
el-Ferra da şöyle
demektedir: Bu bir misaldir. Yani Biz onları Allah yolunda infak etmekten
alıkoyduk. Bu da Yüce Allah'ın: "Elini (zincire vurulmuş gibı) boynuna
bağlanmış kılma'' (el- İsra, 29) buyruğuna benzemektedir. ed-Dahhak da böyle
açıklamıştır.
Yine denildiğine göre
bunlar, hakka karşı büyüklenmeleri itibariyle eli zincire vurulmuş ve boynuna
bağlanmış kimse gibidirler. Bu kişi böylece başını yukarıya doğru kaldırmış ve
aşağıya indiremez olur. Gözünü de açmaksızın yummuş olur. Büyüklük taslayan
kimse de boynunu yukarı doğru kaldırmak ile nitelendirilir.
el-Ezheri: der ki:
Elleri boyunlarına 'bağlanınca zincirler çenelerini ve başlarını -tıpkı
başlarını yukarıya kaldıran develer gibi- yukarı doğru kaldırmalarına sebep
olur.
Bu engelleme, kafirlerin
kalblerinde küfrü yaratmak suretiyle olur. Bazılarına göre ise küfürlerine bir
ceza olmak üzere iman etme başarısının onlardan alıkonulması ile olur.
Bir başka açıklamaya
göre; bu ayet-i kerime, yarın cehennem ateşinde birtakım kimselere verilecek
ceza, boyunlarına takılacak tasmalar ve zincirlere işarettir. Nitekim Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "O zaman boyunlarında tasmalar ve zincirler
bulunacak.'' (el-Mu'min, 71) Yüce Allah, onların bu halleri hakkında (kesin
olarak gerçekleşeceğinden) mazi kipiyle haber vermiştir.
"O bakımdan
başlarını kaldırmış haldedirler" buyruğuna dair açıklamalar daha önceden
geçmiş bulunmaktadır. Mücahid der ki: "Başlarını kaldırmış
haldedirler" buyruğu, onlar her türlü hayrı işlemekten yana zincire
vurulmuşçasına alıkonulurlar, demektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN