SEBE 16 |
فَأَعْرَضُوا
فَأَرْسَلْنَا
عَلَيْهِمْ سَيْلَ
الْعَرِمِ
وَبَدَّلْنَاهُم
بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ
ذَوَاتَى
أُكُلٍ
خَمْطٍ وَأَثْلٍ
وَشَيْءٍ
مِّن سِدْرٍ
قَلِيلٍ |
16. Fakat onlar yüz
çevirdiler. Biz de onlara Arim selini gönderdik ve onların iki bahçelerinin
yerine buruk yemişli, acı ılgınlı ağaçları olan ve içinde sidr Arabistan
kirazından (sidr'den) da az bir şey bulunan iki bahçe verdik.
"Fakat onlar"
Allah'ın emrinden ve Rasullerine uymaktan -daha önceleri müslüman oldukları
halde- "yüz çevirdiler." es-Süddı ile Vehb (b. Münebbih) dediler ki:
Sebe'lilere onüç peygamber gönderildi, onlar da bu peygamberleri yalanladılar.
el-Kuşeyri dedi ki:
Bunların "Himar (eşek)" lakablı bir başkanları vardı.
Bunlar İsa ile Muhammed
(s.a.v.) arasındaki fetret döneminde idiler. Denildiğine göre bunun bir oğlu
vardı ve öldü. Bunun üzerine başını semaya doğru kaldırıp tükürdü ve kafir
oldu. İşte bundan dolayı "Himar'dan daha kafir" tabiri
kullanılmaktadır. el-Cevheri dedi ki: "Himar'dan daha kafir" deyimi
şuradan gelmektedir: Ad kavmine mensub bir adamın birkaç oğlu vardı. Bu da çok
büyük bir küfür ile kafir oldu. Onun topraklarından kim geçerse, mutlaka o
kişiyi küfre davet ederdi. çağrısını kabul ederse onu bırakır, değilse
öldürürdü.
Daha sonra Arim seli
onların bahçelerini alıp götürünce, -ileride açıklanacağı üzere- etraftaki
ülkelere dağıldılar. Bundan dolayı darbı meselde: "Sebe'liler gibi
darmadağın oldular" denilmektedir. Denildiğine göre Evs ve Hazrecliler
onlardandır.
"Biz de onlara Arim
selini gönderdik" buyruğunda geçen "Arim" İbn Abbas'tan gelen
rivayete göre seddin adıdır. Bu durumda ifade, Arim seddi selini gönderdik
takdirinde olur. Ata ise Arim vadinin adıdır. Katade Arim Sebe vadisidir
demiştir. Bütün vadilerin akan selleri orada toplanırdı. Hatta denizden ve
Yemen vadilerinden akan suların orada toplandığı dahi söylenmiştir. Bunlar iki
dağ arasında bir sed yaptılar ve bu sedden biri diğerinin üstünde üç kapı
bıraktılar. En üstteki kapıdan önce sulama yaparlar, sonra ikincisinden, sonra
da üçüncüsünden ihtiyaç duydukları kadarıyla sulama yaparlardı. Çok verim elde
ettiler ve malları çoğaldı. Resulleri yalanlamaları üzerine Yüce Allah onlara
fareleri musallat kıldı, onlar da o seddi deldiler.
Vehb dedi ki: Onlar
(geçmişlerinden gelen) ilim ve kehanet bilgileri arasında şunların da
bulunduğunu iddia ediyorlardı: Onların bu sedlerini bir fare tahrib edecektir.
Bundan dolayı iki kaya arasında buldukları herbir deliğin yanıbaşına mutlaka
bir kedi bağlamışlardı. Yüce Allah'ın onların başına getirmek istediği
musibetin vakti gelince, kırmızı bir fare bu kedilerden birisine doğru gitti.
Kediyi arkasından koşturdu. Nihayet kedi kayadan uzaklaşınca, fare kedinin
yanıbaşında bulunduğu delikten içeri atladı ve seddi oydu. Nihayet sel
tarafından alınıp götürülecek kadar seddi gevşetti. Onlar ise bu işin farkına
varmamışlardı. Sel gelince, açılan delikler arasından girdi ve nihayet sedde
kadar ulaştı. Su onların mallarını kapattı, evlerini örttü.
ez-Zeccac dedi ki: Arim
üzerlerinde kapatılmış bulunan seddi oyan farenin adıdır. Kendisine
"el-Huld" denilen de odur. Katade de böyle demiştir:
Selin olmasına kendisi sebeb
teşkil ettiğinden sel ona nisbet edilmiştir.
İbnu'l-Arabi de: Arim
fare isimlerinden bir isimdir, demiştir.
Mücahid ve İbn Ebi Necih
de şöyle demişlerdir: Arim Yüce Allah'ın seddi, içine göndermiş olduğu kırmızı
bir sudur. Bu su seddi çatlatmış ve yıkmıştır.
Yine İbn Abbas'tan gelen
rivayete göre Arim çok şiddetli yağmur demektir. "Re" harfi sakin
olarak "arm" de denilir.
ed-Dahhak'tan rivayete
göre; bunlar İsa ile Muhammed (ikisine de selam olsun) arasındaki fetret
döneminde yaşamışlardı.
Amr b. Şurahbil de şöyle
demektedir: Arim sed demektir. el-Cevherı de böyle demiştir. el-Cevherı'nin
dediğine göre bunun kendi lafzından tekili yoktur. Tekilinin "arime"
olduğu da söylenmektedir.
Muhammed b. Yezid dedi
ki: İki şeyarasında engel teşkil eden herbir şeye Arim denilir. Engel (sed)
diye adlandırılan şey de budur ve bu "Arime"nin çoğuludur.
en-Nehhas dedi ki: İki
dağ arasında toplanan yağmur suyunun önünde eğer bir engel varsa, buna arim
denilir. Mısırlıların "Hibs" adını verdikleri engel budur. Onlar
istedikleri vakit bu engeli kaldırırlar. Bahçeleri yeteri kadar su aldığı vakit
yine burayı tıkarlardı.
el-Herevı dedi ki: Engel
(el-müsennat) seli geri çevirmek için yapılan bir örgüdür. Buna bu ismin
veriliş sebebi suyun anahtarlarının bunda bulunmasından dolayıdır. Rivayet
olunduğuna göre Arim, Süleyman (a.s)'ın çağdaşı bulunan Belkıs'ın bina ettiği
seddin adıdır. Himyerlilerin dilinde buna "el-müsennat" adı verilir.
Belkıs bu seddi kaya ve zift ile inşa etmiş ve biri diğerinin üstünde üç kapı
yapmıştı. Bu kelimenin kökü şiddet ve sağlamlık demek olan: (...)'dan
türetilmiştir. "Güçlü, kuvvetli adam" tabiri buradan gelmektedir.
"Kemiğin üzerindeki eti sıyırdım, sıyırırım, sıyırmak" da buradan
gelmektedir.
Aynı şekilde:
"Develer ağaçtan yedi" ifadesi de böyledir. (...) ise "ağaç ya
da kemikten (üzerindekini) sıyırmak" demektir. "Kemiğin üzerindeki
eti sıyırdım" anlamındadır. "Aç gözlü çocuk" demektir. Fiil
olarak; (...) şeklinde gelir. "Arim" ise "Arim" ile aynı
şeydir, bu açıklamalar el-Cevherı'den nakledilmiştir.
"Onların iki.
bahçelerinin yerine buruk yemişli... iki bahçe verdik" buyruğundaki:
"Buruk yemişli" lafızlarını Ebu Amr tenvinsiz ve mudaf olarak; (...)
diye okumuştur. Tefsir alimleri ile el-Halil: "Erak ağacı" olduğunu
söylemişlerdir. el-Cevherı ise bu yenilen meyvesi bulunan bir çeşit erak
ağacıdır, demiştir. Ebu Ubeyde de şöyle demiştir: Dikenli ve acımtırak tadı
olan herbir ağaca denilir. ez-Zeccac da şöyle demektedir:
Yenilmesi mümkün
olmayacak şekilde acı olan herbir bitki demektir. el-Müberred ise canın
çekmeyeceği şekilde değişmiş olan herbir yiyecektir, demişlerdir. "Süt
ekşimiş" demektir. Ona göre kıraatte daha uygunu "Buruk yemişli"
diye, "yemiş" anlamındaki kelimenin sıfatı yahut 'onun bedeli olarak
tenvinli okunmasıdır. Çünkü ona göre yemiş aynı zamanda buruk olanın
kendisidir. İzafetin caiz oluşu ise, bunun ekşimiş yemişli yahut acı yemişli
iki bahçe takdirinde olmasına binaendir.
el-Ahfeş de şöyle
demektedir: Arapçada izafet daha uygundur. Tıpkı: "İpek kumaş"
demelerine benzer.
"Ekşimiş süt"
demektir. Ebu Ubeyd'in naklettiğine göre sütün o sağılma lezzeti gidip henüz
tadı değişmemişse ona: (...) denilir. Bir miktar kokmaya başlamışsa; (...) ile
(...) denilir. Tadı da değişmiş ise bu sefer: (...) adını alır. Tatlı bir tat
vermeye başlamış ise ona; (...) denilir, "Erkek deve böğürdü"
denilir. "Filan kişi gazablandı ve kibirlendi"; "Deniz
dalgalandı"; "Koyunun derisini yüzüp etini közde pişirdim" demek
olup muzari olarak; (...) diye gelir, mastarı da; (...) şeklindedir. Bu şekilde
pişmiş olan koyuna da: (...) denir. Şayet yünleri çıkartılıp közde pişirilirse
o takdirde: (...) adını alır. (...):
Henüz tam olmamış elma koku su gibi elma kokusu almış olan şaraba denilir. Ekşi
şaraba bu adın verildiği de söylenmiştir. Bu açıklamaları el-Cevheri yapmıştır.
el-Kutebi de "EdEbu'l-Katib" adlı eserinde şöyle demektedir: Ekşimiş
şaraba; (...) denilir. Bunun bir parça yabancı koku almaya başlamış şarabın adı
olduğu da söylenmiştir. Sonra da şu beyti zikretmektedir: "Yabancı koku sinmemiş,
çiğ su gibi bir şarab ki Alevi içenleri(n boğazını) yakan ekşimiş de
değildir."
"Acı, ılgın
ağaçlı" hakkında el-Ferra şöyle demektedir: Bu ılgın ağacına benzer, ancak
ondan daha uzun boylu olur. Peygamber (s.a.v.)'ın minberi bu ağaçtan yapılmıştır.
Bunun kapı yapımında kullanılan oldukça kalın gövdesi olur. Yaprakları da ılgın
ağacı yaprağına benzer. Tekili (...), çoğulu (...) diye gelir. el-Hasen ise bu,
ahşab ve kereste demektir, diye açıklamıştır. Katade de: Bu Feyd'de gördüğüm
ılgın ağacına benzeyen bir çeşit kerestedir, sakız ağacı olduğu da
söylenmiştir. Ebu Ubeyde ise bu en-Nuddar ağacı demektir. en-Nuddar ise hem
altın anlamına gelir, hem de kendisinden kabkacak yapılan bir kereste türüdür.
"Ve içinde Arabistan
kirazından da az bir şey bulunan ... " el-ferra dedi ki: "Sakız
ağacı" demektir. Bunu da en-Nehhas zikretmiştir. el-Ezherı: Sedir ağacı
iki türlüdür, demektedir. Bunlardan birisi kara türü olup bundan faydalanılmaz.
Yaprakları yıkanılacak suyu kokulandırmaya elverişli değildir. Yenilmeyen bir
meyvesi vardır. ed-Dal (kara sedir, ağacı) adı da verilir.
İkincisi ise su üzerinde
yetişen ve meyvesi nebik (göğer yemişi) diye bilinen, yaprağı yıkanılacak suyu
kokulandıran ve hünnab ağacı yaprağına benzeyen ağaçtır.
Katade dedi ki: Ağaçları
önceleri en güzel ağaçlar iken amelleri sebebiyle Yüce Allah ağaçlarını en kötü
ağaçlara dönüştürmüş, onların güzel meyveler veren ağaçlarını yok ettikten
sonra yerlerine erak (misvak ağacı), ılgın ve sedir ağaçları vermiştir.
el-Kuşeyrı dedi ki:
Çölde yetişen ağaçlara bahçe ve bostan adı verilmez.
Ancak ikinci tür
ağaçlar, birincilerinin zıddı olarak sözkonusu edilince onlar hakkında da bahçe
(cennet) lafzı kullanılmıştır. Bu da Yüce Allah'ın: ''Bir kötülüğün cezası
onungibi bir kötülüktür. "(eş-Şura, 40) buyruğundaki ifadelere benzer.
Bununla birlikte Yüce Allah'ın "az" buyruğu sözkonusu edilen buruk
yemişli, acı ılgınlı ve Arabistan kirazı ağaçları hakkında da kullanılmış
olabilir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN