SEBE 14 |
فَلَمَّا
قَضَيْنَا
عَلَيْهِ
الْمَوْتَ مَا
دَلَّهُمْ
عَلَى
مَوْتِهِ إِلَّا
دَابَّةُ
الْأَرْضِ
تَأْكُلُ
مِنسَأَتَهُ
فَلَمَّا
خَرَّ
تَبَيَّنَتِ
الْجِنُّ أَن
لَّوْ
كَانُوا
يَعْلَمُونَ
الْغَيْبَ مَا
لَبِثُوا
فِي
الْعَذَابِ
الْمُهِينِ |
14. Biz ölümüne
hükmedince, asasını yiyen ağaç kurdundan başkası onlara ölümünü göstermedi.
Nihayet yıkılıp yere düşünce açıkça ortaya çıktı ki, eğer cinler gaybı bilmiş
olsa idiler, bu horlayıcı azab içinde devam etmezlerdi.
"Biz ölümüne
hükmedince" yani Süleyman'ın hakkında adeta kestirilip atılmış ve fiilen
ölümü gerçekleşmişcesine ölüm hükmünü verince "asasını yiyen ağaç
kurdundan başkası onlara ölümünü göstermedi." Çünkü o asasına yaslanmış
bulunuyordu.
"el-Minsee:
Asa" Habeşçe'de -es-Süddi'nin dediğine göre- asa, sopa demektir.
el-Kuşeyri'nin naklettiğine göre bu Yemenlilerin şivesinde böyledir.
O bu şekilde vefat etti
ve ağaç kurdunun asayı yemesi dolayısı ile asanın kırılması üzerine ölmüş
haliyle düşünceye kadar durumu gizli kaldı. Yere düştükten sonra öldüğü
anlaşılmış oldu. Bu durumda ağaç kurdu onun ölümünü göstermiş oldu. Yani
ölümünün ortaya çıkmasına sebeb oldu. Yüce Allah'tan, üzerinden bir sene
geçmedikçe cinlerin ölmüş olduğunu bilmemelerini dilemişti.
Süleyman (a.s)'ın böyle
bir istekte bulunmasının sebebi hususunda ilim adamlarının farklı iki görüşü
vardır.
Bu görüşlerden birisi
Katade ve başkasına ait olup şöyle demişlerdir: Cinler gaybı bildiklerini iddia
ediyorlardı. Ancak Süleyman (a.s) vefat edip onun öldüğü bilgisi onlara saklı
kalınca, "ortaya çıktı ki eğer cinler gaybı bilmiş olsa idiler. Bu
horlayıcı azab içinde devam etmezlerdi."
İbn Mes'ud dedi ki: O
bir sene boyunca bu haliyle kaldı ve ağaç kurdu onun dayandığı sopasını yiyip
yere düşünceye kadar önünde çalışmayı sürdürdüler. Rivayet olunduğuna göre o
yere düştüğünde ne zamandan beri öldüğü bilinememişti. Bu sefer ağaç kurdu
sopanın üzerine bırakıldı, oradan bir gün, bir gece süre ile yedi. Daha sonra
bunu hesab ettiler ve bir yıldan beri ölmüş olduğunu tesbit ettiler.
Denildiğine göre,
cinlerin elebaşıları yedi kişi idi. Bunlar Süleyman (a.s)'ın emrine boyun
eğiyorlardı. Davud (a.s), Beytu'l-Makdis'in temellerini atmış idi. Vefat ettiği
sırada Beytu'l-Makdis Mescid'ini tamamlamak için Süleyman'a vasiyette
bulunmuştu. O da bu işi bitirmek üzere cinlere emir verdi. Vefatı yaklaştığı
sırada aile halkına: Mescidi tamamlayacakları vakte kadar benim öldüğümü onlara
haber vermeyiniz. Tamamlanmasına da bir sene kalmıştı. Haberde nakledildiğine
göre ölüm meleği Süleyman (a.s)'ın arkadaşı idi. Ona ölümüne dair alamet
sormuş, melek şöyle demişti: Senin secde ettiğin yerden keçiboynuzu diye
bilinen bir bitki çıkacak. Süleyman (a.s) her sabah Beytu'l-Makdis'de bir
bitkinin bittiğini görüyor ve ona: Adın ne? diye soruyordu. Bu yeni biten bitki
ya da ağaç: Adım şu şu diyordu. Bu sefer ona: Sen ne işe yararsın diye soruyor,
o da şuna şuna yararım diyordu. Bunun üzerine emir veriyor ve o ağaç kesiliyor,
bu iş için ayırdığı özel bir bahçeye diktiriyordu. Yine bunun fayda ve
zararlarının, adının, tıbta ne işe yaradığının bilgilerinin de bir yere
yazılmasını emrediyordu. Bir gün namaz kılmakta iken önünde bir ağacın bitmekte
olduğunu gördü. Ona: Senin adın ne? diye sordu, o: Keçiboynuzu diye cevab
verdi. Sen ne işe yararsın? diye sorunca, ağaç: Ben bu mescidi tahrib etmeye
yararım, dedi. Bunun üzerine Süleyman: Ben hayatta olduğum sürece Allah bu
mescidi tahrib etmeyecektir. Sen kendisi sebebiyle helak olacağım ve
Beytu'l-Makdis'in de helak olacağı ağaçsın dedi ve bu ağacı oradan söküp
bahçeSine diktikten sonra şöyle dedi: Allah'ım, cinlerin öldüğümü bilmelerine
imkan verme; ta ki insanlar cinlerin gaybı bilmediklerini bilmiş olsunlar.
Cinler, insanlara
gayb'tan bazı şeyleri ve yarın neler olacağını bildiklerini haber veriyorlardı.
Daha sonra Süleyman
(a.s.) kefenini giyindi ve tahnidini (kefenine koku sürmek) yaptı, mihraba
girip namaz kılmak üzere ayakta durdu. Tahtı üzerinde asasına dayandı ve öldü.
Cinler ise aradan bir sene geçtikten ve Mescidin yapımı tamamlandıktan sonra
ancak öldüğünü anladılar.
Ebu Ca'fer en-Nehhas
dedi ki: Bu, bu ayet-i kerime hakkında yapılmış en güzel açıklamadır. Bunun
doğruluğuna merfu olan hadis de delalet etmektedir. İbrahim b. Tahman, Ata b.
es-Saib'den, o Said b. Cübeyr'den, o İbn Abbas'tan rivayetine göre Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın peygamberi Davud oğlu Süleyman
(ikisine de selam olsun) Önünde bir ağacın (ya da bitkinin) bitmekte olduğunu
görürse, ona senin adın nedir? diye sorardı. Eğer bu ağaç dikilmek için ise
dikilirdi, ilaç içinse ne için olduğu yazılırdı. Bir gün yine namaz kılmakta
iken önünde bir bitkinin bitmekte olduğunu gördü, ona: Adın ne? diye sordu.
Bitki: Keçiboynuzu dedi. Bu sefer: Sen ne işe yararsın? diye sorunca, bitki: Bu
Beyt'in harab edilmesine dedi. Bunun uzerine Süleyman (a.s) şöyle devam etti:
Allah'ım öldüğümü cinlere fark ettirme! Ta ki insanlar cinlerin gaybı
bilmediklerini öğrenmiş olsunlar. Bunun. üzerine Süleyman (a.s) o ağacı bir asa
şeklinde yonttu ve bir sene boyunca ona dayandı. Onlar ise bunu bilmiyordu,
sonunda bu asa üzerinden düştü. Böylelikle insanlar cinlerin gaybı
bilmediklerini öğrenmiş oldular. Ne kadarlık bir süreden beri öldüğünü anlamaya
çalıştılar ve bir seneden beri ölmüş olduğunu tesbit ettiler. ''
" ... Açıkça ortaya
çıktıki eğer cinler gaybı bilmiş olsa idiler .." buyruğunu İbn Mes'ud ve
İbn Abbas: "İnsanlar açıkça anladılar ki, eğer cinler gaybı bilmiş
olsalardı. .. " diye okumuşlardır.
Ruveys'in rivayetine
göre de Ya'kub: "Açıkça ortaya çıkarıldı ki cinler... " şeklinde
meçhul bir fiil olarak okumuştur. Nafi' ve Ebu Amr: "Asasını yiyen"
buyruğunu "sin" ile "te" arasında hemzesiz bir elif ile
okumuşlardır, diğerleri ise ''elif'' yerine üstün bir hemze ile okumuşlardır
ki, bu da iki ayrı söyleyiştir. Şu kadar var ki, İbn Zekvan hemzeyi tahfif ile
sakin okumuştur.
'Şair hemzesiz olarak
şöyle demektedir: "Yaşlılıktan dolayı asa üzerinde yürüdün mü? Artık
senden eğlence ve gazel söylemek uzaklaşmış olur."
Bir başka şair de üstün
hemze ile şöylece kullanmaktadır: "Bir asa ile yüzüne vurduk onun, Bununla
o hakir ve zelil oldu."
Bir diğeri şöyle
demektedir: "Hay babasız kalasıca, bir halat için mi vurdun onu Sopa ile?
Senin o halatın böylece başka halatlar (musibetler) çekti, getirdi."
Bir başka şair hemzeyi
sakin telaffuz ederek şöyle demektedir: "Vedayandığı yerden kalkmış bir
kişi ki Yaşlı birisinin dayandığı asasına doğru kalkması gibi." Bunun
aslı: "Koyunları günüm" ifadesinden gelmektedir.
Asaya bu ismin veriliş
sebebi ise bir şeyin onunla sürülüp güdülmesinden ötürüdür. Şair Tarafe de
şöyle demektedir: "Burcud (diye bilinen) elbisenin örtüsü gibi, yol
üzerindeki Güdülmesi tıpkı bir tabutun tahtaları gibi güçlü ve sağlamdır."
Görüldüğü gibi şair
burada bu kelimenin hemzesini sakin okumuştur. en-Nehhas dedi ki: Bu kelimenin
türediği kök, onun asıl itibariyle hemzeli olduğunu göstermektedir. Çünkü bu
kelime: "Onu erteledim, geriye ittim" lafzından türetilmiştir. Asaya:
(...) denilmesinin sebebi, onun vasıtasıyla bir şeyin geri itilmesi ve geriye
bırakılmasından dolayıdır.
Mücahid ve İkrime şöyle
demişlerdir: Bundan kasıt asadır. Daha sonra bu kelimeyi (...) diye hemzenin
yerine "elif" ile okumuştur.
Şayet: Hemzenin yerine
"elif" okumak oldukça çirkin bir iştir ve bu ancak uzak bir ihtimal
ve istisna kabilinden şiirlerde caiz olabilir. (Yukarıda hemze yerine
"elif" ile okuduğu belirtilen) Ebu Amr b. el-Ala ise böyle bir şeyi
bilmeyen birisi değildir. Özellikle Medineliler de bu kıraati benimsemişlerdir;
denilecek olursa, buna şöylece cevap verilebilir: Araplar bu kelimede harfi
değiştirmişler ve başka kelimede değiştirme (ibdal) olduğu gibi, bu kelimeyi
böylece telaffuz etmişlerdir. Buna da kıyas yapılmaz, öyle ki Ebu Amr şöyle
demiştir: Ben bunun neden böyle olduğunu bilemiyorum. Şu kadar var ki, bu
hemzeli bir kelime değildir. Çünkü hemzeli olan bir kelimenin hemzesi
terkedilebilir. Fakat hemzeli olmayan bir kelimenin hiçbir şekilde hemzeli
kullanılması mümkün değildir.
el-Mehdevı şöyle
demektedir: Bunu sakin bir hemze ile okuyanların bu okuyuşu şaz ve uzak bir
ihtimaldir. Çünkü müenneslik "te"sinin önceki harfi ya müteharrik
(harekeli) olmalıdır yahutda "elif" olmalıdır. Şu kadar var ki,
hafifletmek kasdıyla fethalı olan bir harfin sakin okunması caizdir. Aynı
şekilde hemze kıyasa uygun olmayarak "elif" ile değiştirilince, bu
sefer "elif" de hemzeye değiştirilmiş olabilir. Nitekim Araplar:
"Alim ve mühür" dediklerinde de "elif"i hemzeye
dönüştürmeleri bu kabildendir.
Said b. Cübeyr'den bu
kelimeyi: " ... den, dan"ı ayrı olarak ve: (...)'ı da "te"
harfi esreli ve hemze ile okumuştur. Denildiğine göre bu, hemzeli söyleyenlerin
telaffuzuna göre: "Yayın ucundaki bükülü tarafı" anlamındaki lafzı
hemze'li söyleyenlerin söyleyişine göredir. Ru'be'nin de bu kelimeyi hemzeli
okuduğu rivayet edilmiştir. el-Cevherı dedi ki: Bu, yayın bükülen iki ucu
demektir, çoğulu; (...) diye gelir. Sonundaki "he (yuvarlak te)" "vav"ın
yerine gelmiştir. Buna yapılacak nisbet ismi: (...) diye gelir.
Ebu Ubeyde dedi ki:
Ru'be: "Yayın bükülü uçları" terkibini hemzeli olarak okur, ancak
sair Araplar bunu hemzesiz okurlar.
"Ağaç
kurdu"nun mahiyeti hakkında da iki görüş vardır.
1. Birinci görüşe göre
bu, bilinen ağaç kurdudur. Bu görüş İbn Abbas, Mücahid ve başkalarının
görüşüdür. Nitekim bu terkib "ra" harfi üstün olarak: (...) diye de
okunmuştur ki bu: "Ağaç kurdu"nun çoğuludur. Bunu el-Maverdi:
zikretmiştir.
2. Bu sopaları, asaları
yiyen bir kurtçuktur. el-Cevheri: der ki: (...) şeklinde harekeli söyleyiş
ahşabı yiyen bir kurtçuktur.
Mesela: "Ağaç
kurtlandı, kurtlanır, kurtlanmak" denilir. Kurtçuk onu yediği takdirde:
"Kurt tarafından yenilmiş" diye kullanılır.
"Nihayet yıkılıp
yere düşünce, açıkça ortaya çıktı ki cinler" ez-Zeccac dedi ki: Yani
cinler onun ölümünü açıkça öğrenmiş oldular. Başkaları ise: Cinlerin durumu
açıkça ortaya çıkmış oldu, demektir demişlerdir. Tıpkı: ''Kasabaya sor"
(Yusuf, 82 buyruğunda olduğu gibidir.
Tefsirlerde sahih
senedlerle İbn Abbas'tan şöyle dediği kaydedilmektedir: Davud oğlu Süleyman
-ikisine de selam olsun-'ın ölümü bir sene boyunca kimse tarafından bilinmedi.
Bu esnada o asasına yaslanmış bulunuyordu. Cinler de kendilerine vermiş olduğu
emirleri yapmakta idiler. Bir sene sonra yere düştü. "Yere düşünce
böylelikle insanlar açıkça şunu anlamış oldu: Eğer cinler gaybı bilmiş
olsalardı, bu horlayıcı azapta devam etmezlerdi." (Yukarıda geçtiği gibi)
İbn Abbas'ın bu kıraati tefsir maksadıyla yapılmış bir kıraattir.
Haberde belirtildiğine
göre: Cinler ağaç kurdunun bu yaptığına minnettar kalarak nerede olursa ona su
getiriyorlar.
es-Süddi: dedi ki:
(Suyun yanında ona) çamuru da (getiriyorlar.) Çünkü ahşabın iç taraflarında
görülen çamur işte bu şeytanların ağaç kurduna teşekkür kastıyla getirdikleri
çamurdur. Ayrıca cinler şöyle demişlerdir: Şayet sen yemek yiyip su içen
olsaydın, sana bunları da getirirdik.
(...) lafzı,
"Cinler"den bedel olmak üzere ref' mahallindedir. İfade:
"Cinlerin durumu açıkça ortaya çıktı" takdirindedir. Görüldüğü gibi
muzaf hazfedilmiştir. Yani cinlerin gaybı bilmediklerine dair bilgi insanlar
tarafından açıkça görülmüş ve ortaya çıkmış oldu. Bu bedelu'l iştimaldir.
"Lam" harfinin
hazfedildiği kabul edilerek nasb mahallinde olması da caizdir.
"Devam
ettiler" böyle kaldılar, demektir.
"Horlayıcı
azab" da onlara yaptırılan angarya işler, taşıyıcılık, inşaat yapmak ve
daha başka işlerdir.
Süleyman (a.s) elliüç
yıl yaşadı. Krallık süresi ise kırk yıldır. Onüç yaşında iken kral olmuştu.
Beytu'l-Makdis'in inşaatına kendisi onyedi yaşında iken başladı.
es-Süddi: ve başkaları
da şöyle demişlerdir: Süleyman altmışyedi yıl yaşadı. Onyedi yaşında iken kral
oldu. Beytu'l-Makdis'in inşaatına yirmi yaşında iken başladı. Krallık süresi de
elli yıl devam etti.
Nakledildiğine göre
Süleyman (a.s) krallığının dördüncü yılında Beytu'l-Makdis inşaatına başladı.
Onun yapımını bitirdikten sonra onikibin öküz ve yüzyirmibin koyun kurban etti.
İnşaatını bitirdiği günü bayram ilan etti. Kaya parçası üzerine kalkarak,
ellerini Yüce Allah'a dua maksadıyla uzatıp şöylece dua etti:
"Bu saltanatı bana
bağışlayan, bu mescidi bina etme gücünü bana veren Sensin Allah'ım. Allah'ım,
bana vermiş olduğun bu nimetler dolayısıyla sana şükretmek ilhamını ver. Benim
canımı dinin üzerine aL. Bana hidayet verdikten sonra kalbimi haktan çevirme.
Allah'ım, bu mescide girenler için senden beş özellik niyaz ediyorum: Buraya
tevbe etmek maksadıyla giren herbir günahkarın günahını bağışla, tevbesini
kabul et. Tehlike korkusuyla buraya girene güvenlik ver. Hasta olarak gelene
şifa ver. Fakir olarak geleni de ihtiyaçtan kurtar. Beşincisi ise buraya giren
kimseden, buradan çıkacağı vakte kadar gözünü çevirme. Ancak bir eğrilik yahut
bir zulüm peşinde olan müstesna. Eyalemlerin Rabbi. .. " Bu duayı
el-Maverdi zikretmiştir.
Derim ki: Bu rivayet
daha önce geçen, Beytu'l-Makdis inşaatının, vefatından bir sene sonra ancak
tamamlandığına dair rivayetlerden daha sahihtir. Bunun daha sahih oluşuna delil
de Nesai ve başkalarının sahih bir isnad ile kaydettikleri şu rivayettir:
Abdullah b. Amr, Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Davud oğlu Süleyman Beytu'l-Makdis'i bina edince, Yüce Allah'tan şu üç
hususiyeti istedi: "Vereceği hükümlerinin kendisinin hükmüne uygun
düşmelerini istedi, bu isteği ona verildi. Yine Yüce Allah'tan kendisinden
başka hiçbir kimseye verilmeyecek bir mülk verilmesini istedi, bu da ona
verildi. Mescidin inşasını bitirince de Yüce Allah'tan buraya yalnızca namaz
kılmak arzusu ile kim gelirse, mutlaka günahlarından -annesinin o kimseyi
doğurduğu gündeki gibi- kurtulmasını diledi, bu da kendisine verildi.''
Biz bu hadisi daha önce
Al-i İmran Suresi'nde (96-97. ayet, 1. başlıkta); Mescid-i Aksa'nın bina
edilmesini de el-İsra Suresi'nde (2. ayet, 5 ve 6. başlıklarda) zikretmiş idik.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN