ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

SEBE

13

يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِن مَّحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ

وَقُدُورٍ رَّاسِيَاتٍ اعْمَلُوا آلَ دَاوُودَ شُكْراً وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ

 

13. Onlar kendisine köşklerden, heykellerden, büyük havuzları andıran çanaklardan ve yerlerinde sabit kazanlardan istediğini yaparlardı. "Ey Davüd hanedanı! Siz de şükrederek çalışın. Kullarımdan şükreden ise azdır. "

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

 

1- Mihrablar: Köşkler:

2- Timsaller: Heykeller

3- Suret Yapmanın Hükmü:

4- Timsal (Suret ve Heykel)lerin Kısımları.:

5- Bizim Şeriatimizde Suretlerin Hükmü:

6: Suretlerin Yasaklandığına Dair Rivayetler:

7: Resimlerin Bulundukları Yerlere Göre Hükümleri:

8- Oyuncakların Hükmü:

 

1- Mihrablar: Köşkler:

 

"Onlar kendisine köşklerden, heykellerden ..." buyruğunda geçen (ve "köşkler" anlamı verilen): "mihrab" sözlükte yüksekçe olan her yere denilir. Namaz kılınan yere mihrab denilmesinin sebebi ise, yüksekçe kılınması ve ta'zim edilmesi dolayısı iledir. ed-Dahhak dedi ki: Buradaki "mihrablar" mescidler demektir. Katade de böyle demiştir. Mücahid ise: Mihrablar, saraylardan daha küçük olur. Ebu Ubeyde de şöyle demiştir: Mihrab, evin odalarının en güzelleridir. Şair şöyle demiştir: "Kralların mihrablarında (köşklerinde) Reml ceylanlarını andıran, Birtakım tesellicileri hatırlamandan ona ne?"

 

Adiy b. Zeyd de şöyle demiştir: "Mihrablardaki (köşklerdeki) fildişi süslü suret (heykelHer gibi Yahut bahçelerde bulunan çiçeği taze açmış beyazlar gibidir."

 

Mihrabın güzel oda gibi basamakla kendisine çıkılan yer olduğu da söylenmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 'Yani onlar mıhrabı (duvarı) tırmanarak namaz kıldığı yere inmişlerdi. "(Sad, 21); 'Yabedden (mihrabdan) kavminin karşısına çıkıp onlara ... " (Meryem, 11) Yani onlara bulunduğu yüksek yerden bakıp ... demektir.

 

Rivayette kaydedildiği ne göre o (Süleyman -a.s-) kürsisinin (tahtının) etrafında bin tane mihrab yapılmasını, bunların içinde kıldan yapılmış elbiseler giyinmiş ve her zaman Yüce Allah'a feryadu figan edip yalvarıp yakaran bin adam bulunmasını emretmiştir. Kendisi ise tahtı üzerinde kafilesi ile birlikte ve bu mihrablar da etrafında bulunsun istemiş, bineğine bindiği vakit askerlerine de şöyle diyormuş: Şu bayrağın yanına varıncaya kadar Allah'ı tesbih ediniz. Oraya ulaştıklarında şu bayrağın yanına varıncaya kadar Allah'ı tehlil ediniz. Oraya vardıklarında, şu diğer bayrağa varıncaya kadar Allah'ı tekbir ediniz, diyordu. Böylelikle askerler tek bir ağızdan tesbih ve tehlil getiriyorlardı.

 

2- Timsaller: Heykeller

 

"Heykeller" anlamı verilen "temasil" kelimesi "timsal"in çoğuludur.

 

Hayvan (canlı) olsun olmasın hertürlü surete verilen addır. Denildiğine göre; bunlar cam, bakır ve mermerden olup canlı olmayan birtakım eşyaların timsalleri idi. Yine belirtildiğine göre, burada sözü geçen heykeller peygamberlere ve alimlere ait suretler idi. İnsanlar bunları görsün, daha çok ibadet etsinler ve bu hususta daha fazla gayret göstersinler diye bu suretler mescidlerde yapılırdı. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Onlar aralarından salih bir adam öldü mü kabri başında bir mescid bina ederler ve o mescidin içinde o suretleri yaparlardı." Yani böylelikle onların ibadetlerini hatırlayarak daha çok ibadete sarılsınlar, diye bu işi böyle yapıyorlardı.

 

İşte bu husus, suret yapmanın o dönemde mübah olduğunu göstermektedir. Muhammed (s.a.v.)'ın şeriatı ile ise bu neshedilmiştir. Bu hususa dair daha geniş açıklamalar Nuh Suresi'nde (23-24. ayetlerin tefsirinde) gelecektir.

 

Denildiğine göre, timsaller onun yaptığı tılsımlar idi. suret yapan herbir kimsenin bunları aşması haram olduğundan o da bunları aşmazdı. Mesela sinekler için yahut sivrisinekler için ya da timsahlar için belli bir yerde birtakım timsaller (heykeller) yapar ve onlara bu sınırı aşmamalarım emrederdi. Onlardan hiçbir kimse o timsal orada bulunduğu sürece bu sınırı aşmazdı. "et-Temasil"in tekili te harfi esreli olarak "timsal" şeklinde gelir. Şair şöyle demiştir: "Oyalandığım nice gece ve gündüzler vardır, Bir sevgili ile; sanki bir timsal çizgisini andıran."

 

Denildiğine göre bu timsaller bakırdan edinmiş olduğu adam suretleri idi. Rabbinden bunlara Allah yolunda çarpışıp onlara silahın işlememesi için kendilerine ruh üflemesini niyaz etmişti. Denildiğine göre İsfendiyar da bunlardan birisi imiş. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Yine rivayet edildiğine göre Süleyman (a.s)'a tahtının alt tarafında iki arslan, üst tarafında da iki kartal sureti yapmışlardır. Tahtına çıkmak istedi mi arslanlar önünde ön kollarını yere yayardı. Oturduğu vakit de kartallar kanatlarını açarlardı.

 

3- Suret Yapmanın Hükmü:

 

Mekki ''el-Hidaye'' adlı eserinde naklettiğine göre, suret yapmayı bir kesim caiz kabul etmekte ve bu ayeti delil göstermektedir. İbn Atiyye dedi ki:

 

Bu bir hatadır, ben ilim önderleri arasından herhangi bir kimsenin bunu caiz kıldığına dair bir şey bilmiyorum.

 

Derim ki: Mekkı'nin bu naklettiğini ondan önce en-Nehhas sözkonusu etmiştir. en-Nehhas şöyle demektedir: Bir kesim bu ayet-i kerıme dolayısıyla ve Yüce Allah'ın Mesih hakkında bildirdikleri dolayısıyla suret yapmanın caiz olduğunu söylemişlerdir. Bir başka kesim de şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.)'dan bunu yasakladığına ve suret yapan yahut edinen kimseleri tehdit ettiğine dair yasak da sahih olarak bize kadar gelmiştir. Yüce Allah böylelikle daha önce mübah olan bir işi neshetmiş olmaktadır. Bundaki hikmet ise, Peygamber (s.a.v.)'ın peygamber olarak gönderildiği sırada suretlere ibadet ediliyor olması idi. O bakımdan uygun olan bunları ortadan kaldırmaktı.

 

4- Timsal (Suret ve Heykel)lerin Kısımları.:

 

Timsal (suret ve heykel) canlı ve ölü olmak üzere iki kısma ayrılır. Ölüler de cansız ve gelişebilir olmak üzere iki kısımdır. Cinler Süleyman (a.s)'a Dütün bmıların hepsinden yapıyorlardı. Çünkü Yüce Allah'ın: "heykeller" buyruğu umumidir.

 

İsrailiyatta bildirildiğine göre; kuş heykelleri Süleyman (a.s.)'ın tahtı üzerinde bulunuyordu.

 

Şayet: "Heykeller" buyruğunun umumi olduğu söylenemez. Çünkü bu nekre ve ıspaıt (olumlu cümle) dir. Nekrede isbatın ise umumiliği yoktur. UmumHik ancak nekre ile nefyin birlikte olması halinde sözkonusudur, denilecek olursa, biz de şöyle deriz: Evet, bu böyledir. Şu kadar var ki, nekredeki bu olumsuzluk ile birlikte bunun umum ifade ettiğini yorumlamamızı gerektirecek karineler de vardır ki, bu da "istediğini" buyruğudur. Böylelikle istemenin bununla birlikte zikredilmiş olması bu ifadenin umumi olmasını gerektirmektedir .

 

Şayet: Yasak krlınmış suretleri nasıl caiz görmüş olabilir? diye sorulursa, şöyle deriz; Bu onun şeriatında caiz idi. Önceden de açıkladığımız gibi bizim şeriatimizde ise bu nesholunmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Ebu'l-Aliye'den nakledildiğine göre, o dönemde suretler edinmek haram kılınmış değildir.

 

5- Bizim Şeriatimizde Suretlerin Hükmü:

 

İlgili hadisle de ifadesi suretlerin yasak olmasına delalet etmektedir. Ancak: "Bir elbisede bulunan nakış ya da işaret müstesnadır.'' buyruğu genel suretlere bir tahsis getirmektedir. Daha sonra ise Peygamber (s.a.v.)'ın Aişe (r.anha)'ya söylediği sözler dolayısıyra elbise de de bunun mekruh olduğu sabit olmuştur: "Bunu benden uzak tut, çünkü ben onu gördükçe dünyayı hatırlarım." Ayrıca, Peygamber (s.a.v.)'in, Aişe üzerinde suretleri bulunan elbiseyi parçalayıp atması da bunu men ettiğini göstermektedir. Diğer taraftan Aişe- (r.anha) bunkın iki yastık şeklinde keserek suret değişip önceki halinden bir başka hale geçmiştir. Bunun caiz olması ise suretin elbisede (ya da kullanılan eşyada) şekli itibariyle bir bütün teşkil etmemesi halinde sözkonusudur.. Eğer süret şekil olarak birbirine bitişik ve bir bütün teşkil ediyorsa caiz olmaz. Çünkü Aişe (r.anha) Peygamber (s.a.v.)'e üzerinde suret bulunan yastık ile ilgili olarak şöyle demişti: Ben onu senin üzerine oturman ve ona yaslanman için satın almıştım. Ancak Peygamber bunu. yasaklamış ve bundan dolayı tehditte bulunmuş idi. 

 

Suretlere doğru namaz kılma ile ilgili hadis de önce elbisedeki işaret ve resim halinde olmasının caiz olup sonradan bunu yasaklamakla neshedilmiş olduğu, açıkça ortaya çıkmaktadır. İşte sonunda bu hususta iş, bu noktaya kadar varmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu açıklamaLarı İbnu'l-Arabi yapmıştır.

 

6: Suretlerin Yasaklandığına Dair Rivayetler:

 

Müslim'in rivayetine göre Aişe (r.anha) şöyle demiştir: üzerinde kuş resimleri bulunan bir perdemiz vardı. İçeri giren onu karşısında görürdü, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sen bunu buradan kaldır, çünkü girdiğim ve bunu gördüğüm her seferinde dünyayı hatırlarım.'' Aişe (r.anha) dedi ki:

 

Üzerinde ipekten işlemeler (resimler) bulunan kadife bir parçamız vardı, onu giyiniyorduk. Yine ondan rivayete göre: Rasulullah (s.a.v.) yanıma girdiği bir sırada ben üzerinde suret bulunan ince bir örtüyü perde yapmış idim. Rasulullah (s.a.v.)'ın benzi değişti. Sonra örtüyü alıp parçaladıktan sonra şöyle dedi: "Kıyamet gününde insanlar arasında azabı en çetin olacaklardan birisi de Yüce Allah'ın yaratmasına benzetenler (suret yapanlar)dır. ''

 

Yine ondan rivayet edildiğine göre Aişe (r.anha)'nın üzerinde suret (resim)ler bulunan ve odasındaki rafa doğru uzatılmış bir kumaşı vardı. Peygamber (s.a.v.) ona doğru namaz kılardı. (Bir seferinde): "Onu önümden al" diye buyurdu. Aişe dedi ki: Ben de onu oradan al'dım ve ondan iki tane yastık yaptım.

 

Kimi. İlim adamları şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'in o kumaşı parçalaması ve onun önünden alınmasını emretmiş olması bir vera' olabilir. Çünkü mübuvvet ve risalet kemal sahibi olmayı gerektirir, bunun üzerinde düşünmemiz gerekir.

 

7: Resimlerin Bulundukları Yerlere Göre Hükümleri:

 

Müzeni, Şafii'den şöyle dediğini nakletmektedir: Bir kimse düğüne davet edilip de canlı bir suretin yahut da canlı suretlerin bulunduğunu görüp de bu suretler dikine bulunuyor ise oraya girmez. Eğer ayak altında iseler bunda bir sakınca yoktur, isterse bu suretler ağaç resimleri olsun. Asılı perdelerde resimlerin haram olmayıp mekruh olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Aynı şekilde binada yontma yahut nakış halinde bulunanların da hükmü onlara göre böyledir. Kimisi de Sehl b. Huneyf yoluyla gelen hadis dolayısıyla "elbisede bulunan nakış şeklindeki sureti" istisna etmiştir.

 

Derim ki: Rasulullah (s.a.v.) genel olarak suret yapanlara lanet etmiş ve bundan bir istisnada bulunmamıştır. Peygamber Efendimiz'in: "Bu suret sahipleri (yapıcıları) kıyamet gününde azab olunurlar ve onlara: Yarattığınıza hayat veriniz denilir" diye buyurmuş ve herhangi bir istisnada bulunmamıştır.

 

Tirmizi'de Ebu Hureyre'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kıyamet gününde gören gözleri, işiten kulakları ve konuşan dili olan ateşten bir parça çıkar ve şöyle der: Ben üç kişiye azab etmekle görevlendirildim: İnatçı herbir zorba, Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet eden herbir kişi ile suret yapanlar." Ebu İsa (et-Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, garib, sahih bir hadistir. 

 

Buhari ve Müslim'de de, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kıyamet gününde insanlar arasında azabı en çetin olacak olanlar suret ya panlardır. ''

 

İşte bu, ne olursa olsun herhangi bir şeyin suretini yapmanın yasaklanmış olduğuna delil teşkil etmektedir. Nitekim Yüce Allah da önceden de geçtiği üzere şöyle buyurmaktadır: "Onların ağaçlarım bitirmek, sizin için mümkün olmaz. )7 (en-Neml, 60) Bunu bellemek gerekir.

 

8- Oyuncakların Hükmü:

 

Bu hususta bebek ve oyuncaklar istisna edilmiştir. çünkü Aişe (r.anha)'dan sabit olduğuna göre Peygamber (s.a.v.) onunla yedi yaşında iken evlenmiş, dokuz yaşında iken bebekleri beraberinde olduğu halde onunla gerdeğe girmiştir. Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde de Aişe (r.anha) onsekiz yaşında idi. 

 

Yine ondan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v.)'ın yanında bebeklerle oynardım. Benimle birlikte oynayan arkadaşlarım da vardı. Rasulullah (s.a.v.) girdi mi hemen önünden kaybolurlardı. O ise onları bana doğru önüne katıp gönderir, onlar da benimle oynarlardı. Bu iki rivayeti de Müslim kaydetmiştir. İlim adamları derler ki: Buna sebep böyle bir şeyin zaruret olması ve kızların çocuklarını eğitme alışkanlığını kazanmalarına ihtiyaç duyulmasıdır. Diğer taraftan bunların kalıcılığı yoktur. Aynı şekilde tatlı yahut hamurdan yapılanların da böyle kalıcılıkları yoktur, o bakımdan bunlara ruhsat vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Büyük havuzları andıran çanaklar" buyruğu hakkında İbn Arefe şöyle demiştir: "Büyük havuzlar" kelimesi (...)'in çoğuludur. Bu da havuzu andıran küçük çukur demektir. "Develerin (su içtikleri) havuzlar" gibi diye de açıklamıştır. İbnu'l-Kasım ise Malik'ten: Yerde yuvarlak şeklindeki çukur gibi, diye açıkladığını nakletmektedir ki, anlamlar birbirine yakındır. Bu çanaklardan birisinin üzerine (yemek için) bin kişi otururmuş.

 

en-Nehhas dedi ki: "Büyük havuzları andıran çanaklar" (lafzının sonunda) uygun olan, "ye" bulunmasıdır. "Ye "yi hazfedenler şöyle derler: "Elif" ile "lam" nekre olan kelimenin başına girer ve onun durumunda bir değişiklik yapmaz. çoğul olarak; (...) de de nil ip başına "elif" ve "lam" da girince, bu şekilde ye harfinin hazfi suretinde olduğu gibi bırakılmıştır. "Büyük havuzlar"ın tekili; (...) diye gelir ki, bundan kasıt çok büyük çanaktır ve içerisinde birtakım şeylerin toplandığı pek büyük havuz, demektir. "Haracı topladım" ve "Çekirgeleri topladım" tabirleri de buradan gelmektedir ki, bir torba yapıp onu içine koydum, demektir. Şu kadar var ki, Leys, Mücahid'de: şöyle dediğini rivayet etmektedir: (...)'in çoğuludur. Bu da; içinde yağmur suyu biriken dağdaki büyük çukur, anlamındadır.

 

el-Kisai der ki: "Suyu havuzda topladım" denilir. (...) ise "develer için içinde su toplanan havuz" demektir. Şair şöyle demektedir: "el-Muhallak hanedanına bir çömlek gider ki sabahleyin, Iraklı şeyhin dolup taşan havuzu gibi."

 

Bu beyit aynı şekilde şöylece de rivayet edilmektedir: "el-Muhallak hanedanından yerilmeyi önled'i, Yerin üzerinde akan ve su ille dolup taşan Iraklının havuzu gibi." Bunu da en-Nehhas zikretmiştir.

 

"Ve yerlerinde sabit kazanlar" hakkında Said b. Cübeyr şöyle demektedir: Bunlar Faris (İran) diyarında bulunan bakırdan büyük tencereler idi. ed-Dahhak dedi ki: Bunlar dağlardan yapılan büyük kazanlardı. Bir başkası da şöyle demiştir: Bunlar şeytanın kendisi için yaptığı ve sağlam taş kayalardan yontulmuş idi. Aynı şekilde bunların üzerlerine oturtuldukları ocakları da dağlardan yontulmuştu.

 

"Yerlerinde sabit"; büyüklükleri dolayısıyla taşınamayan ve kıpırdatılamayan demektir. İbnu'l-Arabı dedi ki: Abdullah b. Cüd'an'ın tencereleri de böyle idi. Cahiliye döneminde bunlara merdiven konularak çıkılırdı. Nitekim Tarafe b. el-Abd şu beyitiyle onlardan sözetmektedir: "Her zaman dopdolu, büyük kazanlar gibi, Hem misafirlere, hem orada ikamet edenlere ikram için."

 

İbnu'l-Arabı dedi ki: Ben Ebu Said Ribat'ında sufilerin kazanlarını da bu şekilde gördüm. Onlar hep birlikte yemek pişirirler, hep birlikte yemek yerler. Aralarından birisini de diğerine tercih etmezler.

 

"Ey Davud hanedanı, siz de şükrederek çalışın. Kullarımdan şükreden ise azdır" buyruğunda geçen "şükr"ün anlamına dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Suresi'nde (52. ayet, 3. başlıkta) ve başkalarında geçmiş bulunmaktadır.

 

Rivayete göre Peygamber (s.a.v.) minbere çıkmış ve bu ayeti okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: "üç şey vardır ki bunlar kime verilirlerse, o kişiye Davud hanedanının benzeri verilmiş olur." Biz: Bunlar hangileridir, diye sorduk, şöyle buyurdu: "Hoşnutluk ve kızgınlık hallerinde adalet, fakirlik ve zenginlik halinde iktisat, gizli ve açıklık hallerinde Allah'tan korkmak.'' Bunu et-Tirmizi el-Hakim Ebu Abdillah, Ata b. Yesar'dan, o Ebu Hureyre'den diye rivayet etmiştir.

 

Rivayet edildiğine göre Davud (a.s) şöyle demiştir: "Sana şükretmek için bana ilham verişin ve güç verişin, senin üzerimdeki başlı başına bir nimetin iken, senin nimetlerine karşı şükretmeye nasıl gücüm yetebilir?" Bunun üzerine Yüce Allah: "İşte ey Davud, şimdi beni hakkıyla tanıdın." diye buyurdu.

 

Bu hususa dair açıklamalar da daha önceden İbrahim Süresi'nde (6-7. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Şükrün hakikati, nimet ihsan edenin nimetini itiraf etmek ve o nimeti O'na itaat yolunda kullanmaktır. Küfran (nankörlük) ise, o nimetleri masiyet yolunda kullanmaktır. Şükrü gereği gibi yerine getiren ise pek azdır. Çünkü -bu konudaki ezeli takdir gereğince- hayır, şerden, itaat, masiyetten daha azdır.

 

Mücahid dedi ki: Yüce Allah: "Ey Davud hanedanı, sizde şükrederek çalışın" diye buyurunca, Davud Süleyman'a şöyle dedi: Yüce Allah şükrü sözkonusu etti. 'Sen benim yerime gündüzün namaz kıl, ben de gece namazını kılayım. Süleyman: Buna gücüm yetemez, deyince, bu sefer Davud; -el-Fariyabi dedi ki: Zannederim öğlen namazına kadar- namazı sen kıl, dedi. O da: Olur dedi, Davud da diğer vakitlerin namazını kıldı.

 

ez-Zühri dedi ki: "Ey Davud hanedanı, siz de şükrederek çalışın" buyruğu "elhamdulillah" deyin demektir.

 

"Şükrederek" ifadlesi mef'ul olarak nasbedilmiştir. Şükür olan bir amel işleyin, demektir.

Sanki namaz, oruç ve bütün ibadetler bizatihi şükür gibidir. Zira bu ibadetler şükrün yerini tutar. Buna Yüce Allan'ın şu buyruğu açıklık getirmektedir: ''İman edip salih amel işleyenler müstesna. Böyleleri ise ne de azdır'' (Sad, 24) İşte Yüce Allah'ın: "Kullarımdan. şükreden ise azdır'" buyruğu ile kastedilen de budur.

 

Süfyan b. Uyeyne de Yüce Allah'ın: "Bana ... şükret. "(Lokman, 14) buyruğunda geçen şükürden kasıt beş vakit namazdır, demiştir.

 

Müslim'in, Sahihinde belirtildiğine göre Aişe (r.anha)'dan gelen rivayete göre Resulullah (s.a.v.) geceleyin ayakları şişene kadar namaz kılardı. Aişe (r.anha) (Ona: Geçmiş ve gelecek günahlarını Allah sana bağışlamış olduğu halde, niye böyle yapıyorsun? diye sorunca Peygamber: "Şükreden bir kul olmayayım mı?" diye buyurdu. Bu hadisi tek başına Müslim rivayet etmiştir.

 

Kur'an ve sünnetin zahiri şunu göstermektedir ki, şükür sadece dil -ile yapılan amelle olmaz, aynı zamanda bedeni amellerle de yapılmalıdır. Yani fiillerle yapılan şükür azaların amelidir, söz ile yapılan şükür de dilin amelidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Kullarımdan şükreden ise azdır" buyruğunun Davud hanedanına bir hitab olma ihtimali olduğu gibi, Muhammed (s.a.v.)'e bir hitab olma ihtimali de vardır.

 

İbn Atiyye dedi ki: Durum ne olursa olsun, bu buyrukta uyarı ve teşvik sözkonusudur. Ömer b. el-Hattab (r.a) bir adamı: Allahım, sen beni azlardan kıl dediğini işitmiş. Ömer ona: Bu dua da ne oluyor? diye sormuş. Adam: Ben Yüce Allah'ın: "Kullarımdan şükreden ise azdır" buyruğunu kastettim, deyince, Ömer (r.a) şöyle demiş: Herkes senden daha bilgilidir ya Ömer!

 

Rivayete göre, Süleyman (a.s) kendisi arpa ekmeği yer, buna karşılık aile halkına kaba undan yapılmış ekmek yedirir, yoksullara ise has undan ekmek yedirirdi. Yine denildiğine göre o, kül yer ve yastık diye kül üzerinde yatardı. Ancak birincisi daha sahihtir, çünkü külün gıda olacak bir tarafı yoktur. Yine rivayete göre asla karnını doyurmuş değildir. Ona bu husus hatırlatılınca şöyle demiş: Karnımı doyurursam, açları unutmaktan korkarım. İşte bu da şükrün bir parçasıdır ve az yapılan işlerdendir. Bunu iyice düşünmek gerekir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Sebe 14

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR