SEBE 13 |
يَعْمَلُونَ
لَهُ مَا
يَشَاءُ مِن
مَّحَارِيبَ
وَتَمَاثِيلَ
وَجِفَانٍ
كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ
رَّاسِيَاتٍ
اعْمَلُوا
آلَ دَاوُودَ
شُكْراً
وَقَلِيلٌ
مِّنْ
عِبَادِيَ الشَّكُورُ |
13. Onlar kendisine
köşklerden, heykellerden, büyük havuzları andıran çanaklardan ve yerlerinde
sabit kazanlardan istediğini yaparlardı. "Ey Davüd hanedanı! Siz de
şükrederek çalışın. Kullarımdan şükreden ise azdır. "
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:
1- Mihrablar: Köşkler:
2- Timsaller: Heykeller
3- Suret Yapmanın Hükmü:
4- Timsal (Suret ve Heykel)lerin
Kısımları.:
5- Bizim Şeriatimizde Suretlerin Hükmü:
6: Suretlerin Yasaklandığına Dair
Rivayetler:
7: Resimlerin Bulundukları Yerlere Göre
Hükümleri:
8- Oyuncakların Hükmü:
1- Mihrablar: Köşkler:
"Onlar kendisine
köşklerden, heykellerden ..." buyruğunda geçen (ve "köşkler"
anlamı verilen): "mihrab" sözlükte yüksekçe olan her yere denilir.
Namaz kılınan yere mihrab denilmesinin sebebi ise, yüksekçe kılınması ve ta'zim
edilmesi dolayısı iledir. ed-Dahhak dedi ki: Buradaki "mihrablar"
mescidler demektir. Katade de böyle demiştir. Mücahid ise: Mihrablar,
saraylardan daha küçük olur. Ebu Ubeyde de şöyle demiştir: Mihrab, evin
odalarının en güzelleridir. Şair şöyle demiştir: "Kralların mihrablarında
(köşklerinde) Reml ceylanlarını andıran, Birtakım tesellicileri hatırlamandan
ona ne?"
Adiy b. Zeyd de şöyle
demiştir: "Mihrablardaki (köşklerdeki) fildişi süslü suret (heykelHer gibi
Yahut bahçelerde bulunan çiçeği taze açmış beyazlar gibidir."
Mihrabın güzel oda gibi
basamakla kendisine çıkılan yer olduğu da söylenmiştir. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: 'Yani onlar mıhrabı (duvarı) tırmanarak namaz kıldığı yere
inmişlerdi. "(Sad, 21); 'Yabedden (mihrabdan) kavminin karşısına çıkıp
onlara ... " (Meryem, 11) Yani onlara bulunduğu yüksek yerden bakıp ...
demektir.
Rivayette kaydedildiği
ne göre o (Süleyman -a.s-) kürsisinin (tahtının) etrafında bin tane mihrab
yapılmasını, bunların içinde kıldan yapılmış elbiseler giyinmiş ve her zaman
Yüce Allah'a feryadu figan edip yalvarıp yakaran bin adam bulunmasını
emretmiştir. Kendisi ise tahtı üzerinde kafilesi ile birlikte ve bu mihrablar
da etrafında bulunsun istemiş, bineğine bindiği vakit askerlerine de şöyle
diyormuş: Şu bayrağın yanına varıncaya kadar Allah'ı tesbih ediniz. Oraya
ulaştıklarında şu bayrağın yanına varıncaya kadar Allah'ı tehlil ediniz. Oraya
vardıklarında, şu diğer bayrağa varıncaya kadar Allah'ı tekbir ediniz, diyordu.
Böylelikle askerler tek bir ağızdan tesbih ve tehlil getiriyorlardı.
2- Timsaller:
Heykeller
"Heykeller"
anlamı verilen "temasil" kelimesi "timsal"in çoğuludur.
Hayvan (canlı) olsun
olmasın hertürlü surete verilen addır. Denildiğine göre; bunlar cam, bakır ve
mermerden olup canlı olmayan birtakım eşyaların timsalleri idi. Yine
belirtildiğine göre, burada sözü geçen heykeller peygamberlere ve alimlere ait
suretler idi. İnsanlar bunları görsün, daha çok ibadet etsinler ve bu hususta
daha fazla gayret göstersinler diye bu suretler mescidlerde yapılırdı.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Onlar aralarından salih bir adam
öldü mü kabri başında bir mescid bina ederler ve o mescidin içinde o suretleri
yaparlardı." Yani böylelikle onların ibadetlerini hatırlayarak daha çok
ibadete sarılsınlar, diye bu işi böyle yapıyorlardı.
İşte bu husus, suret
yapmanın o dönemde mübah olduğunu göstermektedir. Muhammed (s.a.v.)'ın şeriatı
ile ise bu neshedilmiştir. Bu hususa dair daha geniş açıklamalar Nuh Suresi'nde
(23-24. ayetlerin tefsirinde) gelecektir.
Denildiğine göre,
timsaller onun yaptığı tılsımlar idi. suret yapan herbir kimsenin bunları
aşması haram olduğundan o da bunları aşmazdı. Mesela sinekler için yahut
sivrisinekler için ya da timsahlar için belli bir yerde birtakım timsaller
(heykeller) yapar ve onlara bu sınırı aşmamalarım emrederdi. Onlardan hiçbir
kimse o timsal orada bulunduğu sürece bu sınırı aşmazdı.
"et-Temasil"in tekili te harfi esreli olarak "timsal"
şeklinde gelir. Şair şöyle demiştir: "Oyalandığım nice gece ve gündüzler
vardır, Bir sevgili ile; sanki bir timsal çizgisini andıran."
Denildiğine göre bu
timsaller bakırdan edinmiş olduğu adam suretleri idi. Rabbinden bunlara Allah
yolunda çarpışıp onlara silahın işlememesi için kendilerine ruh üflemesini
niyaz etmişti. Denildiğine göre İsfendiyar da bunlardan birisi imiş. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
Yine rivayet edildiğine
göre Süleyman (a.s)'a tahtının alt tarafında iki arslan, üst tarafında da iki
kartal sureti yapmışlardır. Tahtına çıkmak istedi mi arslanlar önünde ön
kollarını yere yayardı. Oturduğu vakit de kartallar kanatlarını açarlardı.
3- Suret Yapmanın
Hükmü:
Mekki ''el-Hidaye'' adlı
eserinde naklettiğine göre, suret yapmayı bir kesim caiz kabul etmekte ve bu
ayeti delil göstermektedir. İbn Atiyye dedi ki:
Bu bir hatadır, ben ilim
önderleri arasından herhangi bir kimsenin bunu caiz kıldığına dair bir şey
bilmiyorum.
Derim ki: Mekkı'nin bu
naklettiğini ondan önce en-Nehhas sözkonusu etmiştir. en-Nehhas şöyle
demektedir: Bir kesim bu ayet-i kerıme dolayısıyla ve Yüce Allah'ın Mesih
hakkında bildirdikleri dolayısıyla suret yapmanın caiz olduğunu söylemişlerdir.
Bir başka kesim de şöyle demektedir: Peygamber (s.a.v.)'dan bunu yasakladığına
ve suret yapan yahut edinen kimseleri tehdit ettiğine dair yasak da sahih
olarak bize kadar gelmiştir. Yüce Allah böylelikle daha önce mübah olan bir işi
neshetmiş olmaktadır. Bundaki hikmet ise, Peygamber (s.a.v.)'ın peygamber
olarak gönderildiği sırada suretlere ibadet ediliyor olması idi. O bakımdan
uygun olan bunları ortadan kaldırmaktı.
4- Timsal (Suret ve
Heykel)lerin Kısımları.:
Timsal (suret ve heykel)
canlı ve ölü olmak üzere iki kısma ayrılır. Ölüler de cansız ve gelişebilir
olmak üzere iki kısımdır. Cinler Süleyman (a.s)'a Dütün bmıların hepsinden
yapıyorlardı. Çünkü Yüce Allah'ın: "heykeller" buyruğu umumidir.
İsrailiyatta
bildirildiğine göre; kuş heykelleri Süleyman (a.s.)'ın tahtı üzerinde
bulunuyordu.
Şayet:
"Heykeller" buyruğunun umumi olduğu söylenemez. Çünkü bu nekre ve
ıspaıt (olumlu cümle) dir. Nekrede isbatın ise umumiliği yoktur. UmumHik ancak
nekre ile nefyin birlikte olması halinde sözkonusudur, denilecek olursa, biz de
şöyle deriz: Evet, bu böyledir. Şu kadar var ki, nekredeki bu olumsuzluk ile
birlikte bunun umum ifade ettiğini yorumlamamızı gerektirecek karineler de
vardır ki, bu da "istediğini" buyruğudur. Böylelikle istemenin
bununla birlikte zikredilmiş olması bu ifadenin umumi olmasını gerektirmektedir
.
Şayet: Yasak krlınmış
suretleri nasıl caiz görmüş olabilir? diye sorulursa, şöyle deriz; Bu onun
şeriatında caiz idi. Önceden de açıkladığımız gibi bizim şeriatimizde ise bu
nesholunmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Ebu'l-Aliye'den
nakledildiğine göre, o dönemde suretler edinmek haram kılınmış değildir.
5- Bizim Şeriatimizde
Suretlerin Hükmü:
İlgili hadisle de
ifadesi suretlerin yasak olmasına delalet etmektedir. Ancak: "Bir elbisede
bulunan nakış ya da işaret müstesnadır.'' buyruğu genel suretlere bir tahsis
getirmektedir. Daha sonra ise Peygamber (s.a.v.)'ın Aişe (r.anha)'ya söylediği
sözler dolayısıyra elbise de de bunun mekruh olduğu sabit olmuştur: "Bunu
benden uzak tut, çünkü ben onu gördükçe dünyayı hatırlarım." Ayrıca,
Peygamber (s.a.v.)'in, Aişe üzerinde suretleri bulunan elbiseyi parçalayıp
atması da bunu men ettiğini göstermektedir. Diğer taraftan Aişe- (r.anha)
bunkın iki yastık şeklinde keserek suret değişip önceki halinden bir başka hale
geçmiştir. Bunun caiz olması ise suretin elbisede (ya da kullanılan eşyada)
şekli itibariyle bir bütün teşkil etmemesi halinde sözkonusudur.. Eğer süret
şekil olarak birbirine bitişik ve bir bütün teşkil ediyorsa caiz olmaz. Çünkü
Aişe (r.anha) Peygamber (s.a.v.)'e üzerinde suret bulunan yastık ile ilgili
olarak şöyle demişti: Ben onu senin üzerine oturman ve ona yaslanman için satın
almıştım. Ancak Peygamber bunu. yasaklamış ve bundan dolayı tehditte bulunmuş
idi.
Suretlere doğru namaz
kılma ile ilgili hadis de önce elbisedeki işaret ve resim halinde olmasının
caiz olup sonradan bunu yasaklamakla neshedilmiş olduğu, açıkça ortaya
çıkmaktadır. İşte sonunda bu hususta iş, bu noktaya kadar varmıştır. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır. Bu açıklamaLarı İbnu'l-Arabi yapmıştır.
6: Suretlerin
Yasaklandığına Dair Rivayetler:
Müslim'in rivayetine
göre Aişe (r.anha) şöyle demiştir: üzerinde kuş resimleri bulunan bir perdemiz
vardı. İçeri giren onu karşısında görürdü, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Sen bunu buradan kaldır, çünkü girdiğim ve bunu gördüğüm her seferinde
dünyayı hatırlarım.'' Aişe (r.anha) dedi ki:
Üzerinde ipekten
işlemeler (resimler) bulunan kadife bir parçamız vardı, onu giyiniyorduk. Yine
ondan rivayete göre: Rasulullah (s.a.v.) yanıma girdiği bir sırada ben üzerinde
suret bulunan ince bir örtüyü perde yapmış idim. Rasulullah (s.a.v.)'ın benzi
değişti. Sonra örtüyü alıp parçaladıktan sonra şöyle dedi: "Kıyamet
gününde insanlar arasında azabı en çetin olacaklardan birisi de Yüce Allah'ın
yaratmasına benzetenler (suret yapanlar)dır. ''
Yine ondan rivayet
edildiğine göre Aişe (r.anha)'nın üzerinde suret (resim)ler bulunan ve
odasındaki rafa doğru uzatılmış bir kumaşı vardı. Peygamber (s.a.v.) ona doğru
namaz kılardı. (Bir seferinde): "Onu önümden al" diye buyurdu. Aişe
dedi ki: Ben de onu oradan al'dım ve ondan iki tane yastık yaptım.
Kimi. İlim adamları
şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'in o kumaşı parçalaması ve onun önünden alınmasını
emretmiş olması bir vera' olabilir. Çünkü mübuvvet ve risalet kemal sahibi
olmayı gerektirir, bunun üzerinde düşünmemiz gerekir.
7: Resimlerin
Bulundukları Yerlere Göre Hükümleri:
Müzeni, Şafii'den şöyle
dediğini nakletmektedir: Bir kimse düğüne davet edilip de canlı bir suretin
yahut da canlı suretlerin bulunduğunu görüp de bu suretler dikine bulunuyor ise
oraya girmez. Eğer ayak altında iseler bunda bir sakınca yoktur, isterse bu
suretler ağaç resimleri olsun. Asılı perdelerde resimlerin haram olmayıp mekruh
olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Aynı şekilde
binada yontma yahut nakış halinde bulunanların da hükmü onlara göre böyledir.
Kimisi de Sehl b. Huneyf yoluyla gelen hadis dolayısıyla "elbisede bulunan
nakış şeklindeki sureti" istisna etmiştir.
Derim ki: Rasulullah
(s.a.v.) genel olarak suret yapanlara lanet etmiş ve bundan bir istisnada
bulunmamıştır. Peygamber Efendimiz'in: "Bu suret sahipleri (yapıcıları)
kıyamet gününde azab olunurlar ve onlara: Yarattığınıza hayat veriniz
denilir" diye buyurmuş ve herhangi bir istisnada bulunmamıştır.
Tirmizi'de Ebu
Hureyre'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Kıyamet gününde gören gözleri, işiten kulakları ve konuşan dili olan
ateşten bir parça çıkar ve şöyle der: Ben üç kişiye azab etmekle
görevlendirildim: İnatçı herbir zorba, Allah ile birlikte başka bir ilaha
ibadet eden herbir kişi ile suret yapanlar." Ebu İsa (et-Tirmizi) dedi ki:
Bu hasen, garib, sahih bir hadistir.
Buhari ve Müslim'de de,
Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Kıyamet gününde insanlar arasında azabı en çetin olacak
olanlar suret ya panlardır. ''
İşte bu, ne olursa olsun
herhangi bir şeyin suretini yapmanın yasaklanmış olduğuna delil teşkil
etmektedir. Nitekim Yüce Allah da önceden de geçtiği üzere şöyle buyurmaktadır:
"Onların ağaçlarım bitirmek, sizin için mümkün olmaz. )7 (en-Neml, 60)
Bunu bellemek gerekir.
8- Oyuncakların Hükmü:
Bu hususta bebek ve
oyuncaklar istisna edilmiştir. çünkü Aişe (r.anha)'dan sabit olduğuna göre
Peygamber (s.a.v.) onunla yedi yaşında iken evlenmiş, dokuz yaşında iken
bebekleri beraberinde olduğu halde onunla gerdeğe girmiştir. Peygamber
Efendimiz vefat ettiğinde de Aişe (r.anha) onsekiz yaşında idi.
Yine ondan şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v.)'ın yanında bebeklerle oynardım. Benimle
birlikte oynayan arkadaşlarım da vardı. Rasulullah (s.a.v.) girdi mi hemen
önünden kaybolurlardı. O ise onları bana doğru önüne katıp gönderir, onlar da
benimle oynarlardı. Bu iki rivayeti de Müslim kaydetmiştir. İlim adamları
derler ki: Buna sebep böyle bir şeyin zaruret olması ve kızların çocuklarını
eğitme alışkanlığını kazanmalarına ihtiyaç duyulmasıdır. Diğer taraftan
bunların kalıcılığı yoktur. Aynı şekilde tatlı yahut hamurdan yapılanların da
böyle kalıcılıkları yoktur, o bakımdan bunlara ruhsat vardır. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
"Büyük havuzları
andıran çanaklar" buyruğu hakkında İbn Arefe şöyle demiştir: "Büyük
havuzlar" kelimesi (...)'in çoğuludur. Bu da havuzu andıran küçük çukur
demektir. "Develerin (su içtikleri) havuzlar" gibi diye de
açıklamıştır. İbnu'l-Kasım ise Malik'ten: Yerde yuvarlak şeklindeki çukur gibi,
diye açıkladığını nakletmektedir ki, anlamlar birbirine yakındır. Bu
çanaklardan birisinin üzerine (yemek için) bin kişi otururmuş.
en-Nehhas dedi ki:
"Büyük havuzları andıran çanaklar" (lafzının sonunda) uygun olan,
"ye" bulunmasıdır. "Ye "yi hazfedenler şöyle derler:
"Elif" ile "lam" nekre olan kelimenin başına girer ve onun
durumunda bir değişiklik yapmaz. çoğul olarak; (...) de de nil ip başına
"elif" ve "lam" da girince, bu şekilde ye harfinin hazfi
suretinde olduğu gibi bırakılmıştır. "Büyük havuzlar"ın tekili; (...)
diye gelir ki, bundan kasıt çok büyük çanaktır ve içerisinde birtakım şeylerin
toplandığı pek büyük havuz, demektir. "Haracı topladım" ve
"Çekirgeleri topladım" tabirleri de buradan gelmektedir ki, bir torba
yapıp onu içine koydum, demektir. Şu kadar var ki, Leys, Mücahid'de: şöyle
dediğini rivayet etmektedir: (...)'in çoğuludur. Bu da; içinde yağmur suyu
biriken dağdaki büyük çukur, anlamındadır.
el-Kisai der ki:
"Suyu havuzda topladım" denilir. (...) ise "develer için içinde
su toplanan havuz" demektir. Şair şöyle demektedir: "el-Muhallak
hanedanına bir çömlek gider ki sabahleyin, Iraklı şeyhin dolup taşan havuzu
gibi."
Bu beyit aynı şekilde
şöylece de rivayet edilmektedir: "el-Muhallak hanedanından yerilmeyi
önled'i, Yerin üzerinde akan ve su ille dolup taşan Iraklının havuzu
gibi." Bunu da en-Nehhas zikretmiştir.
"Ve yerlerinde
sabit kazanlar" hakkında Said b. Cübeyr şöyle demektedir: Bunlar Faris
(İran) diyarında bulunan bakırdan büyük tencereler idi. ed-Dahhak dedi ki: Bunlar
dağlardan yapılan büyük kazanlardı. Bir başkası da şöyle demiştir: Bunlar
şeytanın kendisi için yaptığı ve sağlam taş kayalardan yontulmuş idi. Aynı
şekilde bunların üzerlerine oturtuldukları ocakları da dağlardan yontulmuştu.
"Yerlerinde
sabit"; büyüklükleri dolayısıyla taşınamayan ve kıpırdatılamayan demektir.
İbnu'l-Arabı dedi ki: Abdullah b. Cüd'an'ın tencereleri de böyle idi. Cahiliye
döneminde bunlara merdiven konularak çıkılırdı. Nitekim Tarafe b. el-Abd şu
beyitiyle onlardan sözetmektedir: "Her zaman dopdolu, büyük kazanlar gibi,
Hem misafirlere, hem orada ikamet edenlere ikram için."
İbnu'l-Arabı dedi ki:
Ben Ebu Said Ribat'ında sufilerin kazanlarını da bu şekilde gördüm. Onlar hep
birlikte yemek pişirirler, hep birlikte yemek yerler. Aralarından birisini de
diğerine tercih etmezler.
"Ey Davud hanedanı,
siz de şükrederek çalışın. Kullarımdan şükreden ise azdır" buyruğunda
geçen "şükr"ün anlamına dair açıklamalar daha önceden el-Bakara
Suresi'nde (52. ayet, 3. başlıkta) ve başkalarında geçmiş bulunmaktadır.
Rivayete göre Peygamber
(s.a.v.) minbere çıkmış ve bu ayeti okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: "üç
şey vardır ki bunlar kime verilirlerse, o kişiye Davud hanedanının benzeri
verilmiş olur." Biz: Bunlar hangileridir, diye sorduk, şöyle buyurdu:
"Hoşnutluk ve kızgınlık hallerinde adalet, fakirlik ve zenginlik halinde
iktisat, gizli ve açıklık hallerinde Allah'tan korkmak.'' Bunu et-Tirmizi
el-Hakim Ebu Abdillah, Ata b. Yesar'dan, o Ebu Hureyre'den diye rivayet
etmiştir.
Rivayet edildiğine göre
Davud (a.s) şöyle demiştir: "Sana şükretmek için bana ilham verişin ve güç
verişin, senin üzerimdeki başlı başına bir nimetin iken, senin nimetlerine
karşı şükretmeye nasıl gücüm yetebilir?" Bunun üzerine Yüce Allah:
"İşte ey Davud, şimdi beni hakkıyla tanıdın." diye buyurdu.
Bu hususa dair
açıklamalar da daha önceden İbrahim Süresi'nde (6-7. ayetlerin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
Şükrün hakikati, nimet
ihsan edenin nimetini itiraf etmek ve o nimeti O'na itaat yolunda kullanmaktır.
Küfran (nankörlük) ise, o nimetleri masiyet yolunda kullanmaktır. Şükrü gereği
gibi yerine getiren ise pek azdır. Çünkü -bu konudaki ezeli takdir gereğince-
hayır, şerden, itaat, masiyetten daha azdır.
Mücahid dedi ki: Yüce
Allah: "Ey Davud hanedanı, sizde şükrederek çalışın" diye buyurunca,
Davud Süleyman'a şöyle dedi: Yüce Allah şükrü sözkonusu etti. 'Sen benim yerime
gündüzün namaz kıl, ben de gece namazını kılayım. Süleyman: Buna gücüm yetemez,
deyince, bu sefer Davud; -el-Fariyabi dedi ki: Zannederim öğlen namazına kadar-
namazı sen kıl, dedi. O da: Olur dedi, Davud da diğer vakitlerin namazını
kıldı.
ez-Zühri dedi ki:
"Ey Davud hanedanı, siz de şükrederek çalışın" buyruğu
"elhamdulillah" deyin demektir.
"Şükrederek"
ifadlesi mef'ul olarak nasbedilmiştir. Şükür olan bir amel işleyin, demektir.
Sanki namaz, oruç ve
bütün ibadetler bizatihi şükür gibidir. Zira bu ibadetler şükrün yerini tutar.
Buna Yüce Allan'ın şu buyruğu açıklık getirmektedir: ''İman edip salih amel
işleyenler müstesna. Böyleleri ise ne de azdır'' (Sad, 24) İşte Yüce Allah'ın:
"Kullarımdan. şükreden ise azdır'" buyruğu ile kastedilen de budur.
Süfyan b. Uyeyne de Yüce
Allah'ın: "Bana ... şükret. "(Lokman, 14) buyruğunda geçen şükürden
kasıt beş vakit namazdır, demiştir.
Müslim'in, Sahihinde
belirtildiğine göre Aişe (r.anha)'dan gelen rivayete göre Resulullah (s.a.v.)
geceleyin ayakları şişene kadar namaz kılardı. Aişe (r.anha) (Ona: Geçmiş ve
gelecek günahlarını Allah sana bağışlamış olduğu halde, niye böyle yapıyorsun?
diye sorunca Peygamber: "Şükreden bir kul olmayayım mı?" diye
buyurdu. Bu hadisi tek başına Müslim rivayet etmiştir.
Kur'an ve sünnetin
zahiri şunu göstermektedir ki, şükür sadece dil -ile yapılan amelle olmaz, aynı
zamanda bedeni amellerle de yapılmalıdır. Yani fiillerle yapılan şükür azaların
amelidir, söz ile yapılan şükür de dilin amelidir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
"Kullarımdan
şükreden ise azdır" buyruğunun Davud hanedanına bir hitab olma ihtimali olduğu
gibi, Muhammed (s.a.v.)'e bir hitab olma ihtimali de vardır.
İbn Atiyye dedi ki:
Durum ne olursa olsun, bu buyrukta uyarı ve teşvik sözkonusudur. Ömer b.
el-Hattab (r.a) bir adamı: Allahım, sen beni azlardan kıl dediğini işitmiş.
Ömer ona: Bu dua da ne oluyor? diye sormuş. Adam: Ben Yüce Allah'ın:
"Kullarımdan şükreden ise azdır" buyruğunu kastettim, deyince, Ömer
(r.a) şöyle demiş: Herkes senden daha bilgilidir ya Ömer!
Rivayete göre, Süleyman
(a.s) kendisi arpa ekmeği yer, buna karşılık aile halkına kaba undan yapılmış
ekmek yedirir, yoksullara ise has undan ekmek yedirirdi. Yine denildiğine göre
o, kül yer ve yastık diye kül üzerinde yatardı. Ancak birincisi daha sahihtir,
çünkü külün gıda olacak bir tarafı yoktur. Yine rivayete göre asla karnını
doyurmuş değildir. Ona bu husus hatırlatılınca şöyle demiş: Karnımı doyurursam,
açları unutmaktan korkarım. İşte bu da şükrün bir parçasıdır ve az yapılan
işlerdendir. Bunu iyice düşünmek gerekir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN