AHZAB 4 / 5 |
مَّا جَعَلَ
اللَّهُ
لِرَجُلٍ
مِّن قَلْبَيْنِ
فِي
جَوْفِهِ
وَمَا
جَعَلَ
أَزْوَاجَكُمُ
اللَّائِي
تُظَاهِرُونَ
مِنْهُنَّ
أُمَّهَاتِكُمْ وَمَا
جَعَلَ
أَدْعِيَاءكُمْ
أَبْنَاءكُمْ
ذَلِكُمْ
قَوْلُكُم
بِأَفْوَاهِكُمْ
وَاللَّهُ يَقُولُ
الْحَقَّ
وَهُوَ
يَهْدِي
السَّبِيلَ {4} ادْعُوهُمْ
لِآبَائِهِمْ هُوَ
أَقْسَطُ
عِندَ
اللَّهِ
فَإِن لَّمْ
تَعْلَمُوا
آبَاءهُمْ
فَإِخْوَانُكُمْ فِي
الدِّينِ
وَمَوَالِيكُمْ
وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ
جُنَاحٌ
فِيمَا
أَخْطَأْتُم
بِهِ
وَلَكِن
مَّا
تَعَمَّدَتْ
قُلُوبُكُمْ
وَكَانَ اللَّهُ
غَفُوراً
رَّحِيماً {5} |
4. Allah
hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. "Zihar" yaptığınız
zevcelerinizi analarınız kılmamıştır. Evlat edindiğiniz kimseleri de öz
oğullarınız kılmamıştır. Bunlar ağızlarınızIa söylediğiniz sözlerinizden
ibarettir. Allah hak olanı söyler, doğru yola ileten de O'dur.
5.
Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu, Allah nezdinde daha adildir. Eğer
babalarını bilmiyor iseniz, dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdırlar. Hata
etmenizden dolayı size bir günah yoktur, ama kalblerinizin kastettiği
müstesnadır. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı (4. ayete dair) beş (beşinci ayete dair de altı) başlık (olmak
üzere toplam onbir başlık) halinde sunacağız:
1- Ayetin Nüzul Sebebi:
2- Kalb:
3- Kimsenin iki Kalbi Olamaz:
4- Zihar:
5- Evlatlıklar Öz Oğul Değildir:
6- Beşinci Ayetin Nüzul Sebebi ve
Evlatlıkların Babalarına Nisbet Edilmesi Gereği:
7- Evlatlıkları Bilerek Yada Bilmeyerek
Babalarından Başkalarına Nisbet Etmenin Hükmü:
8- Kasıt ve Hatanın Hükmü:
9- Evlatlık Edinmenin Gerçekle Bir
ilgisi Yoktur:
10- Evlatlıklar:
11- Bilerek Kendisini Babasından
Başkasına Nisbet Edenin Durumu:
1- Ayetin Nüzul Sebebi:
Mücahid dedi ki: Bu
ayet-i kerıme dehası dolayısıyla "iki kalbli" diye anılan Kureyş'ten
bir adam hakkında nazil olmuştur. Bu kişi de: Benim içimde iki kalbim vardır.
Bunların herbirisi ile Muhammed'in aklından daha üstün bir seviyede aklederim, diyordu.
(Mücahid) dedi ki: Bu adam Fihr'den idi.
el-Vahidi, el-Kuşeyri ve
başkaları da şöyle demişlerdir: Bu ayet-i kerime Fihrli Cemil b. Ma'mer
hakkında inmiştir. Duyduğunu ezberleyen bir adamdı. Kureyşliler: Bu adam bunca
şeyiancak iki kalb sahibi olduğu için ezberleyebilir, diyorlardı. Bu adam da
şöyle dermiş: Benim iki kalbim var. Bu iki kalb sayesinde Muhammed'in aklından
daha üstün bir akıl sahibiyim. Bedir günü müşrikler beraberlerinde Cemi! b.
Ma'mer de bulunduğu halde yenilgiye uğrayınca, Ebu Süfyan onu kervan arasında
ayakkabılarından birisini ayağına giyinmiş, öbürünü ise eline asmış (almış)
olduğu halde görünce, Ebu Süfyan kendisine: İnsanların hali nedir? diye sormuş,
o da: Bozguna uğradılar diye cevab vermişti. Bu sefer Ebu Süfyan ona: Peki ne
diye senin ayakkabılarından bir teki elinde, diğeri ayağında? diye sorunca,
adam: Ben her ikisinin de ayağımda olduğunu zannediyordum, diye cevab verdi.
İşte o Vakit eğer iki kalbi bulunmuş olsaydı, o ayakkabılarından bir tekini
elinde unutmazdı, diyerek gerçeği anlamış oldular.
es-Süheyli de dedi ki:
Cemil b. Ma'mer el-Cumahi'nin nesebi geriye doğru şöyledir: Cemil'in babası
Ma'mer, onun babası Hubeyb, onun babası Vehb, onun babası Huzafe, onun babası
da Cumah'tır. Cumah'ın asıl adı da Teym'dir. Bu kişi "iki kalb
sahibi" diye anılırdı. Ayet-i kerime onun hakkında nazil oldu. Şairin şu
beyiti de onun hakkındadır: "Benim Medine'de kalışım nasıl olur ki, Cemil
b. Ma'mer oradan maksadını elde etmiş iken."
Derim ki: Adının bu
şekilde Cemil b. Ma'mer olduğunu söylemişlerdir. ezZemahşeri ise adını Cemil b.
Esed el-Fihri diye vermektedir.
İbn Abbas da şöyle
demektedir: Ayetin nüzul sebebi şudur: Bazı münafıklar: Muhammed'in iki kalbi
vardır. Çünkü o herhangi bir husus ile meşgul iken bir başka işle uğraşıyor,
sonra tekrar önceki işine geri dönüyor, demişlerdi. Onlar Peygamber hakkında
bunu söylemişlerdi, Yüce Allah da onları bu buyruğu ile yalanladı.
Ayetin Abdullah b. Hatal
hakkında indiği de söylenmiştir. ez-Zühri ve İbn Hibban dediler ki: Bu buyruk,
Peygamber (s.a.v.)'ın Zeyd b. Harise'yi evlatlık edinmesi hakkında bir temsil
olmak üzere nazil olmuştur. Yani bir adamın iki kalbi olmayacağı gibi, aynı
şekilde tek bir evlat iki ayrı babanın oğlu olamaz.
en-Nehhas ise şöyle
demiştir: Bu, dil bakımından sahih olmayan zayıf bir görüştür. Aynı zamanda bu
ez-Zühri'den gelen munkati' rivayetlerdendir. Bunu ondan Ma'mer rivayet
etmiştir.
Bu buyruğun, zihar
yapan'kişiye verilmiş bir örnek olduğu da söylenmiştir. Yani bir adamın iki
kalbi olamayacağı gibi, aynı şekilde iki annesi de olmaz, zihar yapan kimsenin
hanımı o kimsenin annesi olamaz.
Bir diğer açıklama da
şöyledir: Münafıklardan bir kimse: Benim bana şunu emreden bir kalbim, şunu da
emreden başka bir kalbim var, derdi. Buna göre münafık iki kalp sahibi
olmaktadır. Maksat, münafıklığı reddetmektir.
Bir başka açıklamaya
göre: Aynı kalbte hem Allah'ı inkar ve küfür, hem de iman birarada bulunamaz.
Tıpkı bir adamın göğsünde iki kalbin birarada olamayacağı gibi. Buna göre ayet,
aynı kalpte birbirinden farklı iki inanç birarada bulunamaz, demektir.
Genel olarak ayet-i
kerimeden açıkça anlaşılan şudur: O dönemde Arapların inanmış olduğu birtakım
şeyler reddedilmekte ve bu hususta işlerin hakikati onlara. bildirilmektedir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
2- Kalb:
Kalb, koniye benzer,
küçük bir et parçasıdır. Yüce Allah bunu Ademoğlunun bünyesinde yaratmış ve onu
ilmin mahalli kılmıştır. Kul, bu kalbinde kitaplara 'sığmayacak bilgileri
kaydeder. Yüce Allah hatt-ı ilahi ile bu bilgileri kalpte yazar, Rabbani hıfz
ile onu tesbit eder. Öyle ki, onu etraflıca bellemiş olur ve ondan bir şey
unutmaz.
Kalb iki etki ve
düşünceye maruzdur. Bunlardan birisi melektendir, birisi de şeytandandır. Peygamber
(s.a.v.)'ın buyurduğu gibi. Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş olup (bu hususa
dair açıklamalar) daha önceden el-Bakara Suresi'nde (7. ayet, 3. başlık ve
devamında) geçmiş bulunmaktadır. Kalb hatıra gelen çeşitli düşüncelerin,
vesveselerin, küfür ve imanın mahalli olduğu gibi; (günah) üzere ısrarın da,
dönüşün de yeridir. Tedirginliğin, rahat ve sükunun cereyan ettiği yer de
orasıdır. Ayet-i kerimede anlam şöyledir: Küfür ve iman, hidayet ve dalalet,
Allah'a dönüş ve günaha ısrar aynı kalpte birarada bulunamaz. Bu ifade ile
herhangi bir kimsenin bu hususta vehim olarak kabul ettiği hakikat ya da mecaz
anlamı ile ilgili herbir anlayışı reddetmektedir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
3- Kimsenin iki Kalbi
Olamaz:
Yüce Allah bu ayet-i
kerime ile iki kalbli hiçbir kimsenin bulunmadığını haber vermektedir. Bu
ifadelerle böylelikle daha önce sözleri edilen münafıklar tenkid edilmektedir.
Herkesin sadece bir kalbi vardır ve bu kalp te ya iman ya da küfür bulunur.
Münafıklık ise ortada bir yerdedir. Yüce Allah, bunu reddetmekte ve aslın tek
kalb olduğunu beyan etmektedir. İşte kişi bu kabilden hususlara bu ayet-i
kerimeyi delil gösterebilir. Herhangi bir şey unutur yahut yanıldığı takdirde
özür beyan etmek üzere: Allah hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır,
diyebilir.
4- Zihar:
"Zihar yaptığınız
zevcelerinizi de analarınız kılmamıştır" buyruğu ile kişinin hanımına: Sen
benim için anamın sırtı gibisin demesini kastetmektedir. Bu da Yüce Allah'ın
izni ile ileride açıklaması geleceği üzere el-Mücadele Süresi'nde (3-4.
ayetlerin tefsirinde) sözkonusu edilecektir.
5- Evlatlıklar Öz Oğul
Değildir:
"Evlat edindiğiniz
kimseleri de öz oğullarınız kılmamıştır" buyruğu tefsir alimlerinin icmaı
ile Zeyd b. Harise hakkında inmiştir. İmamların rivayet ettiğine göre İbn Ömer
şöyle demiştir: Bizler Harise oğlu Zeyd'i hep "Muhammed'in oğlu Zeyd"
diye çağırırdık; ta ki: "Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu, Allah
nezdinde daha adildir" ayeti nazil oluncaya kadar.
Enes b. Malik ve
başkalarından rivayet edildiğine göre Zeyd, Şam taraflarından esir alınıp
getirilmişti. Onu Tihame'den bir grup atlı esir almış, Hakim b. Hizam b.
Huveylid onu satın almış, halası Hadice'ye hibe etmiş, Hadice de onu Peygamber
(s.a.v.)'e hibe etmişti. Peygamber de Zeyd'i hürriyetine kavuşturup evlatlık
edinmişti. Bir süre yanında kaldıktan sonra amcası ve babası onun fidyesini
verip kurtarmak arzusu ile geldiler. Peygamber (s.a.v.) kendilerine -ki bu
peygamber olarak gönderilmesinden önce olmuştur-: "Onu istediğini seçmekte
serbest bırakın dedi. Eğer sizi tercih edecek olursa, sizden hiçbir fidye
almaksızın sizin olsun." Ancak Zeyd Rasülullah (s.a.v.)'ın yanında köle
kalmayı hürriyetine ve kavminin yanına gitmeye tercih etti. Bunun üzerine
Rasülullah (s.a.v.) şöyle deçli: "Ey Kureyşliler, tanık olunuz ki bu benim
oğlumdur. O bana mirasçı olur ve ben ona mirasçı olurum." Peygamber
Kureyşlilerin meclislerini tek tek dolaşır ve onları bu hususa şahit tutardı.
Amcası ve babası bu işe razı olarak geri döndüler.
Zeyd, esir alındığı sırada
babası Şam'da dolaşır durur ve şu beyitleri okurdu: "Ağladım, Zeyd için
neler yaptığını bilmeyip Hayatta mı acaba, umulur mu gelmesi? Yoksa ecel gelip
onu buldu mu? Bilemiyorum, Allah'a andolsun ve işte ben soruyorum: Benden sonra
acaba kır mı seni yuttu, yoksa dağ mı seni aldı? Bilebilseydim keşke, bir gün
gelip, dönecek misin acaba? Evet, dünyada bana dönüşün yeter, başka şey
istemem. Hatırlatıyor güneş doğuşuyla bana onu, Batıda kaybolduğu vakit de onun
hatırası görünür bana. Rüzgarlar esti mi onun hatırası canlanır, Ah, ne kadar
da uzadı ona duyduğum üzüntü ve onun için duyduğum endişe! Bütün gayretimle
hızlıca süreceğim devemi, yerin dört bir yanında. Ben dolaşmaktan asla
usanmayacağım develer usansa da. Hayatım boyunca bu böyle gidecek yahut ölüm gelip
bulacak beni. Her kişi fanidir elbet, emel onu aldatsa da."
Ona Mekke'de olduğu
haberi verilince, onun bulunduğu yere geldi ve orada öldü.
Yine rivayet edildiğine
göre babası yanına gelince; Peygamber (s.a.v.) açıkladığımız şekilde onu
muhayyer bırakmış, babası geri dönüp gitmişti.
Zeyd'in fazileti ve
şerefine dair yeterli açıklamalar Yüce Allah'ın: ''Nihayet Zeyd'in o kadın ile
bir bağı kalmayınca ... "(el-Ahzab, 37) buyruğunu açıklarken -inşaallah-
gelecektir.
Zeyd, Mute'de hicretin
sekizinci yılında Şam topraklarında şehid düşmüştür. Peygamber (s.a.v.) sözü
geçen gazada onu kumandan olarak tayin etmiş ve şöyle buyurmuştu: "Zeyd
öldürülürse Ca'fer, Ca'fer öldürülürse Abdullah b. Revaha kumandan olsun,"
Her üçü de bu gazada şehit düştüler. Allah hepsinden razı olsun.
Resulullah (s.a.v.)'e
Zeyd ile Ca'fer'in şehid düştüğü haberi verilince ağlayıp: "İki kardeşim,
benim iki tesellicim ve benim kendileriyle konuşup sohbet ettiğim iki
kişi" diye buyurdu.
6- Beşinci Ayetin Nüzul
Sebebi ve Evlatlıkların Babalarına Nisbet Edilmesi Gereği:
"Onları babalarına
nisbet edip çağırın" buyruğu daha önce açıklandığı üzere Zeyd b. Harise
hakkında inmiştir. İbn Ömer'in: Biz Zeyd b. Harise'yi ancak "Zeyd b.
Muhammed" diye çağırırdık, sözü evlat edinmenin hem cahiliye döneminde,
hem İslam geldikten sonra uygulamada olduğuna delildir. Evlat edinmek
dolayısıyla karşılıklı miras almak ve yardımlaşmak sözkonusu idi. Bu Yüce Allah
tarafından: "Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu Allah nezdinde daha
adildir" buyruğu ile Allahtarafından nesh edilinceye kadar böylece devam
etti. Bu buyrukla Yüce Allah, evlat edinme hükmünü kaldırdı ve bunun gereği
olan sözleri kullanmayı yasaklayarak buyruğu ile daha uygun ve adaletli olanın
kişinin babasına nisbet edilmesi olduğunu gösterdi. Denildiğine göre cahiliye
döneminde bir kimse birisinin gayreti, yiğitliği ve görünüşü hoşuna gidecek
olursa, onu kendisine katar ve mirasından diğer erkek çocuklarının payı gibi
ona pay ayırırdı. Bu evlat da o kimseye nisbet edilir ve; "filan oğlu
filan" denilirdi.
en-Nehhas dedi ki: Bu
ayet-i kerıme Arapların uygulayageldikleri evlad edinmeyi neshetmektedir. Bu da
sünnetin Kur'an ile nesh edilmesine bir örnektir. Bu buyruğu ile çağırdıkları
kimseyi bilinen babasına nisbetle çağırmalarını emretmektedir. Eğer o kişinin
bilinen bir babası yok ise, bu sefer onun mevlasına (onu azad eden e) nisbet
ile çağırsınlar. Şayet bilinen bir velası yoksa o takdirde ona -dinde-
kardeşim, demek gerekir. Çünkü Yüce Allah: "Mü'minler ancak
kardeştider" (el-Hucurat, 10) diye buyurmaktadır.
7- Evlatlıkları
Bilerek Yada Bilmeyerek Babalarından Başkalarına Nisbet Etmenin Hükmü:
Bir kimse o evlatlığı
evlat edinen babasına nisbet edecek olursa ve bunu hata ile yanılarak yapmış
ise -ki bu da kasıt olmaksızın dilinden kaçırıvermesi ile olur- günah ya da
sorumluluk sözkonusu değildir. Çünkü; "hata etmenizden dolayı size bir
günah yoktur, ama kalblerinizin kastettiği müstesnadır" diye
buyurmaktadır. Aynı şekilde bir kimseyi babasının o olduğu zannı ile babasından
başkasına nisbet ederek çağıran bir kişi için de bir mahzur sözkonusu değildir.
Bunu Katade söylemiştir.
Ancak bu hüküm evlatlık
olarak evlat edinen babasına nisbeti daha yaygın olarak bilinen kimseler
hakkında cereyan etmez. el-Mikdad b. Amr'ın durumunda olduğu gibi. O çoğunlukla
evlatlık nesebi ile bilinirdi. Hatta el-Mikdad hemen hemen ancak el-Mikdad b.
el-Esved diye bilinir. el-Esved b. Abdi Yağus cahiliye döneminde onu evlatlık
edinmiş ve böylece meşhur olmuştur. Bu ayet-i kerime nazil olunca el-Mikdad:
Ben Amr'ın oğluyum, demişti. Bununla birlikte o "el-Esved'in oğlu"
diye anılmaya devam etti. Bununla birlikte geçmişte onu el-Mikdad b. el-Esved
diye çağıranların bunu kasten yapmış olsalar dahi günahkar olduklarını söyleyen
kimsenin olduğu bilinmemektedir.
Ebu Huzeyfe'nin azadlısı
Salim'in durumu da böyledir. O, Ebu Huzeyfe'ye nisbet edilerek çağrılıyordu.
Bunların dışında evlatlık edinilip babasından başkasına nisbet edilen, böylece
ünlenen ve çoğunlukla bilinen ismi bu olan daha başka kimseler de böyledir.
Ancak bu durum Zeyd b.
Harise hakkında farklıdır. Onun: "Zeyd b. Muhammed" diye anılması
caiz değildir. Bir kimse bunu kasten söyleyecek olursa, Yüce Allah'ın:
"Ama kalblerinizin kastettiği müstesnadır" buyruğu dolayısıyla günah
işlemiş olur. Yani içten içe, kasıtlı olarak böyle çağıracak olursanız sizin
için günah vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İşte bundan dolayı da
daha sonra "Allah" kasten "çok bağışlayandır"; hata yoluyla
yapılan çağırmaların günahını kaldırmak suretiyle de "çok merhamet
edendir" diye buyurmaktadır.
8- Kasıt ve Hatanın
Hükmü:
Şöyle denilmiştir: Şanı
Yüce Allah'ın: "Hata etmenizden dolayı size bir günah yoktur" buyruğu
mücmeldir. Hangi konuda hata ederseniz, sizin için vebal yoktur, demektir. Ata
ve birçok ilim adamının fetvası da bu doğrultuda idi. Buna göre bir kimse
borçlusundan hakkını tamamiyle almadıkça, onun yakasını bırakmayacağına
(yanından ayrılmayacağına) yemin edecek olur da kendi görüşüne göre kaliteli
dinarlarla borcunun ödendiğini kabul edip daha sonra bunların kalitesiz
(karışık) olduklarını tesbit ederse, bundan dolayı onun için bir vebal yoktur.
Aynı şekilde ona göre bir kimse filan kimseye selam vermeyeceğine dair yemin
edip de onu tanımaksızın o kişiye selam verecek olursa, yeminini bozmuş olmaz.
Çünkü o, bu işi kasten yapmış değildir.
"Ama kalblerinizin
kastettiği" buyruğundaki (...) daha önce geçen "hata etmenizden
dolayı" anlamındaki buyrukta yer alan (...)'a uyarak cer konumundadır.
Bununla birlikte bir mübteda takdiri ile ref' mahallinde olması da mümkündür.
İfadenin takdiri de şu anlamda olur: Ama kendisinden Katade ve başkaları şöyle
demişlerdir: Bir kimse bir kişiyi babası odur zannıyla, babasından başkasına
nisbet edecek olur da bunu hataen yaparsa, işte bu Yüce Allah'ın üzerinden
günahı kaldırdığı husustur. Hitab ettiği esnada evlad edinmek kastı olmaksızın
"oğulcuğum" demesidir, diye de açıklanmıştır.
9- Evlatlık Edinmenin
Gerçekle Bir ilgisi Yoktur:
Yüce Allah'ın:
"Bunlar ağızlarınızIa söylediğiniz sözlerinizden ibarettir"
buyruğunda yer alan "ağızlarınızIa" lafzı böyle bir sözün batıl
olduğunu pekiştirmektedir. Yani bu, vakıada gerçeği olmayan bir sözdür. Sadece
dil ile söylenen bir sözden ibarettir. Bu da bir kimsenin: Ben ayaklarım
üzerinde sana doğru yürüyerek geliyorum derken, bununla ona iyilik yapmayı
kaste tmesine benzer. Bu gibi ifadeler pek çoktur. Bu anlamda (sadece laftan
ibaret olup gerçeği olmayan sözlerin mahiyeti hakkında) açıklamalar daha
önceden birkaç yerde (Al-i İmran, 167. ayetin tefsiri; et-Tevbe, 30. ayet, 4.
başlık ... ) geçmiş bulunmaktadır.
"Allah hak olanı
söyler." Burada "hak olan" hazfedilmiş bir mastarın sıfatıdır.
Hak olan sözü söyler, demektir.
"Doğru yola ileten
de O'dur." Yani doğru yolu o açıklar. Buna göre; "İletir" harf-i
cerre gerek olmaksızın te addi eder (geçişli olur).
10- Evlatlıklar:
"Evlat edindiğiniz
kimseler" anlamı verilen; (...) lafzı, (...)in çoğuludur. Bu da babasından
başkasına nisbet ile çağırılan yahut ta kendisini babasından başkasına nisbet
eden kimse demektir. Bunun mastarı da; (...) diye "dal" harfi esreli
olarak kullanılır.
Şanı Yüce Allah,
başkalarına nisbet ile çağırılan evlatlıkların, sulben babalarına nisbet
edilmelerini emretmektedir. Bu hususta babası bilinmeyen ve nesebleri şöhret
kazanmamış olan kimseler ise, dinde kardeş ve mevla (dost)dır.
et-Taberi'nin
naklettiğine göre Ebu Bekre bu ayet-i kerimeyi okumuş ve:
Ben babası bilinmeyen
kimselerdenim. İşte ben sizin dindeki kardeşinizim ve sizin dostunuzum,
demiştir. Ondan bunu rivayet eden şöyle demiştir: Allah'a yemin ederim, eğer
babasının bir eşek olduğunu bilmiş olsaydı, kendisini ona nisbet edecekti.
Hadis alimleri ise Ebu
Bekre'nin adının: Nufey b. el-Haris olduğunu söylemişlerdir.
11- Bilerek Kendisini
Babasından Başkasına Nisbet Edenin Durumu:
Sahih'de hem Sa'd b. Ebi
Vakkas'tan, hem Ebu Bekre'den şöyle dedikleri rivayet edilmektedir: Şu sözü
kulaklarım işitti ve kalbim belledi ki; Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim babası olmadığını bile bile kendisinin babasından başkasının
evladı olduğunu iddia eder (ve kendisini ona nisbet eder) ise, cennet o kimseye
haram olur.''
Ebu Zerr'den gelen
hadiste de o, Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinlemiştir: "Bir
kimse öyle olmadığını bildiği halde kendisini babasından başkasına nisbet
ederek babasının o olduğunu iddia ederse, mutlaka nankörlük etmiş olur."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN