AHZAB 6 |
النَّبِيُّ
أَوْلَى
بِالْمُؤْمِنِينَ
مِنْ
أَنفُسِهِمْ
وَأَزْوَاجُهُ
أُمَّهَاتُهُمْ وَأُوْلُو
الْأَرْحَامِ
بَعْضُهُمْ
أَوْلَى
بِبَعْضٍ
فِي كِتَابِ
اللَّهِ مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
وَالْمُهَاجِرِينَ
إِلَّا أَن
تَفْعَلُوا
إِلَى
أَوْلِيَائِكُم مَّعْرُوفاً
كَانَ
ذَلِكَ فِي
الْكِتَابِ مَسْطُوراً |
6. Peygamber mü'minler
için kendi öz canlarından önce gelir. Onun zevceleri de analarıdır. Akrabalar
Allah'ın Kitabı gereğince de diğer mü'minlerden ve muhacirlerden birbirlerine
daha yakındırlar. Dostlarınıza bir iyilik yapmanız müstesna. Bu, kitapta
yazılmıştır.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı da dokuz başlık halinde sunacağız:
1- Mü'minlere Göre Peygamberin Konumu:
2- Ölen Fakirlerin Borçlarının islam
Devleti Eliyle Ödenmesi:
3- Peygamberin Hanımları Mü'minlerin
Anneleridir:
4- Akrabalık Bağı ile Dini
Bağlılıkların Hükümleri:
5- Mü'minlerin Anneleri ile ilgili Bazı
Hükümler:
6- Peygamber (s.a.v.)'e
"Baba" Denilebilir mi?:
7- Peygamberin Kızları Müminlerin
Kardeşleridir, Denilemez:
8- isteğe Bağlı Yapılan iyilikler:
9- Kitapta Yazılan:
1- Mü'minlere Göre
Peygamberin Konumu:
"Peygamber
mü'minler için kendi öz canlarından önce gelir" ayeti ile Yüce Allah,
İslam'ın ilk dönemlerinde benimsenen birtakım hükümleri ortadan kaldırmıştır.
Bunlardan birisi şudur: Peygamber (s.a.v.) borcu olan bir kimsenin cenaze
namazını kılmazdı. Yüce Allah, fetihleri müyesser kıldıktan sonra şöyle
buyurdu: "Ben mü'minlere kendi öz canlarından daha yakınım. Her kim,
borçlu olarak vefat ederse, onu ödemek bana düşer ve kim geriye bir mal
bırakırsa, o da mirasçılarınındır." Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet
etmişlerdir.
Yine Buhari ile
Müslim'de yer alan rivayette: "Sizden kim bir borç yahut bakıma muhtaç
çoluk çocuk bırakırsa, ben onun mevlasıyım'' dediği de kaydedilmektedir.
İbnu'l-Arabi dedi ki: Şu
anda durum günahlar sebebiyle ters yüz olmuştur. Ölenler geriye bir mal
bıraktılar mı onun yakın akrabaları bu hususta sıkıştırılır, aleyhlerine
daraltılır. Şayet bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakacak olurlarsa, bu sefer
onlara göz kulak olmazlar. İşte Peygamber (s.a.v.)'ın açıklaması ve uyarması
ile ayet-i kerimede sözü geçen velayet (daha yakın oluş)ın açıklaması bu
şekildedirve esasen onun açıklaması varken başkasına da iltifat edilemez.
İbn Atiyye dedi ki: Arif
ilim adamlarından kimisi de şöyle demiştir: O kendilerine nefislerinden daha
yakındır, nefislerinden önceliklidir. Çünkü nefisleri kendilerini helake
çağırırken, o kendilerini kurtuluşa davet etmektedir. Yine İbn Atiyye şöyle
demektedir: Bunu da Peygamber (s.a.v.)'ın şu hadisi desteklemektedir: "Ben
sizleri kemerlerinizi (bellerinizden) yakalayarak ateşten korumaya çalışırken
sizler ise ateş böceklerinin atılması gibi oraya atılmaya çalışıyorsunuz. ''
Derim ki: Bu açıklama
ayetin anlamı ve tefsirine dair güzel bir açıklamadır. Sözü edilen hadis-i
şerifi de Müslim, Sahih'inde Ebu Hureyre'den diye rivayet etmiştir. Ebu Hureyre
dedi ki: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Benim ve ümmetimin durumu, ateş
yakmış bir adamın durumuna benzer. Böcekler ve ateş böcekleri o ateşe düşmeye
koyulurlar. Ben ise sizi (ateşe düşmeyesiniz diye) kemerlerinizden
(bellerinizden) yakalıyorum; siz ise zorla oraya kendinizi atmaya
çalışıyorsunuz. '' Hz. Cabir'den de bunun benzeri bir rivayet gelmiştir. Orada:
"Sizler ise elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz" buyurulmaktadır.
İlim adamları derler ki:
Bir kimse yere düşmesinden korktuğu kişiyi burada belirtilen yerden yakalar.
Bu ifade, Peygamberimiz
(s.a.v.)'ın kurtuluşumuz için ne kadar gayret gösterdiğine, önümüzdeki helak
edici tehlikelerden kurtulmamızı ne kadar çok istediğine dair bir misaldir.
Gerçekten o kendi öz nefislerimizden bize daha yakındır. Biz bunun değerini
bilemediğimiz, arzularımızın bize baskın gelmesi, lanetli düşmanın bize karşı
zafer kazanmış olması dolayısıyla ateş böceklerinden daha hakir, kelebeklerden
daha zelil olduk. La havle vela kuvvete illa billahi'l-aliyyi'l azım.
Şöyle de açıklanmıştır:
Kendi öz nefislerinden önce gelmesi şu demektir:
Bir hususa dair emir
verip nefis ondan başkasına çağıracak olursa, Peygamber (s.a.v.)'ın emrine
uymak önceliklidir.
Öz canlarından önce
olması, mü'minler hakkında hüküm verip hükmünün kendileri hakkında geçerli olması
bakımından onun önceliği vardır. Onun hükmüne muhalif olarak kendilerinin
lehine verdikleri hükümler hususunda, demektir. (Resulün hükmü ile bir çatışma
olursa, Resulün hükmü önceliklidir).
2- Ölen Fakirlerin
Borçlarının islam Devleti Eliyle Ödenmesi:
Bazı ilim adamları şöyle
demişlerdir: İmamın (İslam devlet başkanının) Peygamber (s.a.v.)'e uyarak
fakirlerin borçlarını Beytu'l-Mal'den ödemesi gerekir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.): "Onu ödemek bana aittir" diye buyurmakla bu işin vacib
olduğunu açıkça ifade etmiş bulunmaktadır. Hadis-i şerifte geçen (...): Bakıma
muhtaç çoluk çocuk" tabiri: "Kayboldu" fiilinin mastarıdır. Daha
sonra bu kaybolmaya müsait, ihtiyaçlarını karşılayacak kimseleri bulunmayan
çocuklar, hanımlar ve kayyumu bulunmayan mal hakkında bir isim olarak
kullanılmaya başlanmıştır.
Yere; (...) denilmesi
ise, onun da kaybolmaya maruz oluşundan dolayıdır. Çoğulu "dat" harfi
esreli olarak; (...) diye gelir.
3- Peygamberin
Hanımları Mü'minlerin Anneleridir:
"Onun zevceleri de
analarıdır" buyruğu ile Yüce Allah, Peygamberinin hanımlarını mü'minlerin
anneleri kılmakla şereflendirmiştir. Yani onları ta'zim etmek, onlara iyilikte
bulunmak, onlara saygı göstermek, erkekler tarafından nikahlanmalarının haram
olması bakımından annelere benzerler. Ayrıca Yüce Allah, annelerden farklı
olarak, onlar hakkında hicab hükmünü indirmiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Peygamberin hanımlarının mü'minlere karşı şefkati, tıpkı annelerin şefkati gibi
olduğundan dolayı onlar da annelerin konumuna getirilmişlerdir. Diğer taraftan
bu annelik bizzat evladın annesinde olduğu gibi, mirasçılığı da
gerektirmemektedir. Ayrıca onların kızlarıyla evlenmek caizdir, mü'minlerin
annelerinin kızları sair insanların kızkardeşleri olarak
değerlendirilmemişlerdir.
Peygamber (s.a.v.)'ın
hanımlarının sayısı ile ilgili açıklamalar Yüce Allah'ın izni ile muhayyerlik
ayeti (diye bilinen el-Ahzab, 28-29. ayetlerin tefsirinde) gelecektir.
İnsanlar (alimler),
peygamberin hanımları erkek ve kadın bütün mü'minlerin anneleri midirler? Yoksa
özel olarak erkeklerin anneleri midirler, hususunda iki görüşe sahiptirler.
eş-Şa'bi'nin,
Mesruk'tan, onun Aişe (r.anha)'dan rivayetine göre bir kadın ona: Anacığım
demiş, ona: Ben senin annen değilim, ben ancak sizin erkeklerinizin anasıyım,
diye cevab vermiştir. İbnu'l-Arabi: dedi ki: Sahih olan da budur.
Derim ki: Burada
anneliğin kadınları dışarda tutarak erkeklere münhasıran tahsis edilmesinin bir
faydası yoktur. Benim anladığıma göre kuvvetli olan görüş onların hem
erkeklerin, hem kadınların anneleri olduklarıdır. Böylece erkekler ve kadınlar
üzerindeki hakları ta'zim edilmiş olur. Buna da ayetin baş tarafındaki:
"Peygamber, mü'minler için kendi öz canlarından önce gelir" buyruğu
delil teşkil etmektedir. Çünkü bu ifade zorunlu olarak hem erkekleri, hem
kadınları kapsamına alır. Ayrıca Ebu Hureyre ile Cabir (r.anhuma) yoluyla gelen
hadis de buna delildir. Buna göre Yüce Allah'ın:
"Onun zevceleri de
analarıdır" buyruğu erkek kadın herkese ait olur.
Diğer taraftan Ubeyy b.
Ka'b'ın Mushaf'ında: "Onun zevceleri analarıdır, o da kendilerine bir
babadır" şeklindedir. İbn Abbas da şöyle okumuştur: "Öz canlarından
(daha yakındır) ve o, onlar için bir babadır, onun zevceleri de
analarıdır." Bütün bunlar Mesruk'un rivayet ettiği görüşün tercih bakımından
sahih kabul edilmesi halinde, o görüşü zayıflatmakta, şayet sahih olmuyorsa
tahsis noktasında onu delil göstermenin sözkonusu olamayacağını göstermektedir.
Böylelikle geriye hatıra ilk gelen ve analığın umumi olduğunu ortaya koyan asıl
ilke sağlam görüş olarak kalmaktadır.
4- Akrabalık Bağı ile
Dini Bağlılıkların Hükümleri:
"Akrabalar Allah'ın
Kitabı gereğince de diğer mü'minlerden ve muhacirlerden birbirlerine daha
yakındırlar" buyruğu ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Burada Yüce
Allah "mü'minler" ile Ensar'ı, "muhacirler" ile de Kureyşli
mü'minleri kastetmiştir.
Bu hususta iki görüş
vardır. Birincisine göre bu buyruk, hicret dolayısıyla sözkonusu olan miras
almayı neshetmektedir. Said'in naklettiğine göre Katade şöyle demiştir: el-Enfal
Süresi'nde: "iman edip de hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar
sizin onlarla hiçbir velayetiniz yoktur" (el-Enfal, 72) buyruğu nazil
olmuştur. Bundan dolayı müslümanlar hicret sebebiyle birbirlerine mirasçı
olmaya başladılar. Hicret etmemiş bedevi bir müslüman hicret etmedikçe muhacir
müslüman yakın akrabasından miras alamıyordu.
Daha sonra bu hüküm, bu
sürede yer alan: "Akrabalar Allah'ın Kitabı gereğince de ... birbirlerine
daha yakındırlar." buyruğu ile nesh oldu.
İkinci görüşe göre bu
buyruk, antlaşma, ahitleşme ve dinde kardeşlik sebebiyle mirasçı olmayı
neshetmiştir. Hişam b. Urve babasından, o ez-Zubeyr'den: "Akrabalar,
Allah'ın Kitabı gereğince de ... birbirlerine daha yakındırlar" ayeti
hakkında şunları söylediğini nakletmektedir: Bu şunu anlatmaktadır: Biz
Kureyşliler, Medine'ye hiçbir malımız olmadığı halde geldik. Ensar'ın çok iyi
kardeşler olduğunu gördük, onlarla kardeş olduk. Biz onlara mirasçı olduk,
onlar da bize mirasçı oldular. Ebu Bekir, Harice b. Zeyd ile kardeş oldu. Ben
de Ka'b b. Malik ile kardeş oldum. (Bir sefer) yanına geldiğimde silah
darbelerinin onu çok ağırlaştırmış olduğunu gördüm. Allah'a yemin ederim o
öldüğünde dünyada ona benden başka kimse mirasçı olmadı. Nihayet Yüce Allah bu
ayet-i kerimeyi indirince, Şer'i mirasçılığımıza geri döndük.
Urve'den sabit olduğuna
göre Resulullah (s.a.v.) ez-Zübeyir ile Ka'b b. Malik'i kardeş yapmıştı. Ka'b,
Uhud günü ağır bir yara almıştı. ez-Zübeyir bineğinin yularından tutmuş, onu
(bineği üzerinde) getirmişti. Şayet Ka'b o gün. vefat etmiş olsaydı, geriye
pekçok dünyalık bırakmış olur ve ez-Zübeyr ona mirasçı olurdu. Yüce Allah:
"Akrabalar, Allah'ın Kitabı gereğince de diğer mü'minlerden ...
birbirlerine daha yakındırlar" buyruğunu indirdi. Böylece Yüce Allah,
akrabalığın antlaşma yoluyla kurulan kardeşlik bağından daha öncelikli olduğunu
açıklamış oldu. Bunun sonucunda da antlaşma yoluyla mirasçılık terkedildi,
akrabalık sebebiyle birbirlerine mirasçı olmaya başladılar.
el-Enfal Süresi'nde
(72-75. ayetler, 7. başlıkta) Zevi'l-erham'ın miras alması ile ilgili
açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Yüce Allah'ın:
"Allah'ın Kitabı gereğince" buyruğu ile Kur'an-ı Kerim'in kastedilme
ihtimali olduğu gibi, Yüce Allah'ın yarattıklarının hallerini tesbit edip hükme
bağladığı Levh-i Mahfuz'u kastetme ihtimali de vardır.
"Mü'minlerden"
buyruğu; "Önce gelir" buyruğuna taalluk etmektedir.
"Akrabalar" buyruğuna taalluk etmez ve bu, icma' ile kabul
edilmiştir. Çünkü böyle olsaydı, bunun bazı müslümanlara tahsis edilmesi
gerekirdi. Oysa buyruğun umumi: olduğunda görüş ayrılığı yoktur. İşte
böylelikle ayetin müşkil tarafı çözülmüş olmaktadır. Bu açıklamayı
İbnu'l-Arabi: yapmıştır.
en-Nehhas dedi ki:
"Akrabalar Allah'ın Kitabı gereğince de diğer mü'minlerden ve
muhacirlerden birbirlerine daha yakındır" buyruğunda yer alan
"mü'minlerden" anlamındaki buyruk; "Sahibleri" (mealde:
"akrabalar" lafzındaki çoğula tekabül eder)ne taalluk etmesi
mümkündür. O takdirde ifadenin takdiri şöyle olur: Mü'min ve muhacirlerden
akrabalık sahipleri, akrabalar ... demek olur. Anlamın: Bu " ...
mü'minlerden daha yakındırlar" şeklinde olması da mümkündür.
el-Mehdevi: dedi ki:
Buyruğun anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Akrabalar Yüce Allah'ın Kitabı
gereğince birbirlerine daha yakındırlar. Ancak peygamberin hanımlarının;
mü'minlerin anneleri, diye çağırılmalarının caiz oluşu bundan müstesnadır.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
5- Mü'minlerin
Anneleri ile ilgili Bazı Hükümler:
Mü'minlerin annelerinin
mahremiyyet ve onlara bakmanın mubahlığı hususunda anneler gibi olup
olmadıkları hakkında iki görüş vardır.
Birincisine göre onlar
mahremdirler, onlara bakmak haram değildir. İkinci görüşe göre onlara bakmak
haram kılınmıştır, çünkü onların nikahlanmalarının haram kılınması ancak
Peygamber (s.a.v.)'ın onlardaki hakkını korumak içindir. Onun hakkının
korunmasının bir parçası da onlara bakmanın da haram kılınmasıdır. Diğer
taraftan Aişe (r.anha) bir adamın huzuruna girmesine müsaade etmek istediği
takdirde, kızkardeşi Esma'ya, -kızkardeşinin süt oğlu olması için- onu
emzirmesini emrederdi. Böylelikle bu kişi bakmanın mübah olduğu mahrem bir
kimse olurdu.
Resulullah (s.a.v.)'ın
hayatta iken boşamış olduğu hanımlara gelince, onlar hakkında böyle bir
haramlığın sabit olup olmadığı noktasında üç görüş vardır:
1. Resulullah
(s.a.v.)'ın saygınlığı ağır basarak onlar hakkında da böyle bir haramlık
sabittir.
2. Bunlar için böyle bir
haramlık sabit değildir, onlar da diğer kadınlar gibidirler. Çünkü Peygamber
(s.a.v.) nikahı altında bulunanlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Dünyada
bana eş olan kadınlar, ahirette de benim eşim olacaktır."
3. Boşadığı hanımlar
arasında Resulullah (s.a.v.)'in kendileriyle gerdeğe girdiği kadınlar hakkında
haramlık sabit olur ve onun nikahlanması -peygamber onu boşamış olsa dahi- peygamberin
saygınlığını ve onun o kadınla yalnız başına kalma hukukunun korunması
maksadıyla nikahlanması haram olur. Kendisi ile gerdeğe girmediği kadınlar
hakkında ise" böyle bir haramlık sabit olmaz. Ömer b. el-Hattab (r.a),
Rasulullah (s.a.v.)'ın ayrıldığı ve daha sonra evlenen bir kadını recmetmek
istemişti. Kadın ona: Böyle bir şeyi neden yapmak istiyorsun? Rasulullah
(s.a.v.) beni örtü arkasına almadığı gibi, bana mü'minlerin annesi adı da
verilmemiştir, diye itiraz edince, Ömer (r.a) ona ceza vermekten vazgeçmişti.
6- Peygamber
(s.a.v.)'e "Baba" Denilebilir mi?:
Yüce Allah'ın:
"Muhammed sizin adamlarınızdan kimsenin babası değildir"(el-Ahzab,
40) buyruğu dolayısıyla peygamber (s.a.v.) "baba" demek caiz
değildir. Şu kadar var ki; o mü'minler için baba gibidir, denilebilir. Nitekim
kendisi de şöyle buyurmuştur: "Benim size karşı durumum, bir baba
konumundadır. Size ... öğretiyorum'' Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.
Sahih olan ise; o
mü'minlerin babasıdır, demenin caiz olduğudur. Bu da hürmet itibariyle
böyledir, demektir. Yüce Allah'ın: ''Muhammed sizin adamlarınızdan birisinin
babası değildir" (el-Ahzab, 40) buyruğu ise, neseb babalığı hakkındadır.
Buna dair açıklamalar gelecektir.
İbn Abbas: "Öz
canlarından ... ve o onların babasıdır. Zevceleri de ... " diye okumuştur.
Ömer (r.a) bu kıraati işitince bunu kabullenmemiş ve: Ey genç! Sen bu fazlalığı
kazı, demiştir. Fakat İbn Abbas ona: Bu Ubeyy'in Mushafı'nda böyledir deyince,
Ubeyy'in yanına gidip ona sormuş, Ubeyy de kendisine: Kur'an beni meşgul
edendi, seni ise çarşı-pazarlarda alışveriş meşgul ediyordu, diye cevab vermiş
ve Ömer'e ağır sözler de söylemişti.
Diğer taraftan Lut (a.s)
hakkında da: "işte bunlar kızlarım" (el-Hicr, 71) diye söylemiş ve
bununla mü'min kızları kastetmiştir. Onlarla evlenebilirsiniz, demektir. Buna
dair açıklamalar daha önceden geçmişti.
7- Peygamberin Kızları
Müminlerin Kardeşleridir, Denilemez:
Peygamberin kızları,
mü'minlerin de kızkardeşleridir, denilemez. Onların dayıları mü'minlerin
dayıları, teyzeleri mü'minlerin teyzeleridir, de denilemez.
Şafii (r.a) şöyle
demiştir: ez-Zubeyr, Ebu Bekir es-Sıddik'in kızı Esma ile evlenmiştir ve Esma,
Aişe'nin kızkardeşidir. O mü'minlerin teyzesidir, denilmemiştir. Bazıları bu
ifadeleri mutlak olarak kullanmış ve: Muaviye mü'minlerin dayısıdır,
demişlerdir. Maksat hürmeti itibariyle böyle olduğudur, yoksa neseb itibariyle
de durumu böyledir, denilmek istenmemiştir.
8- isteğe Bağlı
Yapılan iyilikler:
"Dostlarınıza bir
iyilik yapmanız müstesna" buyruğu ile hayatta iken yapılan ihsanlar ile
ölüm esnasında vasiyyeti kastetmektedir, yani bunlar caizdir. Bu açıklamayı
Katade, el-Hasen ve Ata yapmıştır.
Muhammed b. el-Hanefiyye
dedi ki: Ayet-i kerime yahudi ve hristiyana vasiyet yapmanın caiz oluşu
hususunda inmiştir. Yani böyle bir iş kafir dahi olsa dost ve akrabaya
yapılabilir. Buna göre müşrik olan bir şahıs, din hususunda değil de neseb
bakımından veli olabilir, bu sefer ona bir vasiyette bulunabilir.
İlim adamları kafirin
vasi kılınıp kılınmayacağı hususunda farklı görüşlere sahibtirler. Kimisi bunu
caiz kabul ederken, kimisi kabul etmemektedir. Bazıları da bu hususta hüküm
vermeyi sultana (İslam devletinin yetkili kıldığı otoriteye) havale etmiştir
ki, bunlardan birisi de Malik -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun-dir.
Mücahid, İbn Zeyd ve
er-Rummani'nin kanaatine göre; mü'min olan dostlarınıza ... anlamındadır.
Ayetin lafzı da bu görüşü desteklemektedir. Bununla birlikte "veli:
dost" tabirinin umumi olarak kabul edilmesi de güzel bir şeydir. Neseb
yoluyla velayet ise kafiri kapsam dışına bırakmamaktadır. Kapsam dışında olan
ise müslüman veli (dost)a karşı duyulan sevgi gibi ona da sevgiyle
yaklaşmaktır.
9- Kitapta Yazılan:
"Bu Kitapta
yazılmıştır" buyruğunda geçen "Kitab"ın daha önce sözü edilen
"Allah'ın Kitabı" ile ilgili iki açıklama da ihtimal dahilindedir.
"Yazılmış"
buyruğu; "Kitabı" satırlar halinde tesbit ettim" ifadesinden
alınmadır.
Katade dedi ki: Aziz ve
celil olan Allah'ın nezdinde kafir bir kimseninmüslüman bir kimseye mirasçı
olmayacağı yazılmıştır. Katade de şöyle demektedir: Bazı kıraatlerde: "Bu,
Allah'ın nezdinde yazılmıştır" şeklindedir.
el-Kurazi dedi ki: Bu
hüküm Tevrat'ta mevcuttur.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN