RUM 30 |
فَأَقِمْ
وَجْهَكَ
لِلدِّينِ
حَنِيفاً
فِطْرَةَ
اللَّهِ
الَّتِي
فَطَرَ
النَّاسَ
عَلَيْهَا
لَا
تَبْدِيلَ
لِخَلْقِ اللَّهِ
ذَلِكَ
الدِّينُ
الْقَيِّمُ
وَلَكِنَّ
أَكْثَرَ
النَّاسِ لَا
يَعْلَمُونَ |
30. Sen yüzünü hanif
olarak dine, insanların üzerine yaratıldığı Allah'ın fıtratına dosdoğru çevir.
Allah'ın yaratışını değiştirmek söz konusu değildir. Dosdoğru din işte budur.
Fakat insanların çoğu bilmezler.
"Sen yüzünü hanif
olarak dine, insanların üzerine yaratıldığı Allah'ın fıtratına dosdoğru
çevir" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:
1- Fıtrat:
2- İslam Fıtratı:
3- Kitab ve Sünnette Geçen "Fıtrat''ın
Anlamı ile ilgili ilim Adamlarının Görüşleri:
1- Fıtrat:
ez-Zeccac dedi ki:
"Allah'ın fıtratına" buyruğundaki "Fıtrat" lafzı Allah'ın
fıtratına tabi ol, anlamında nasb ile gelmiştir. Çünkü; "sen yüzünü hanif
olarak dine ... dosdoğru çevir" buyruğu, sen hanif dine tabi ol ve
Allah'ın fıtratına da tabi ol!" anlamındadır.
et-Taberı dedi ki:
"Allah'ın fıtratına" buyruğu "sen yüzünü ... dosdoğru
çevir" buyruğunun taşıdığı anlam dolayısı ile masdar (mef'ul-i
mutlak)'dır. Çünkü bu; "Allah insanları bir fıtrat ile bu şekilde
yaratmıştır" takdirindedir. Bunun; siz Allah'ın insanları kendisi için
yaratmış olduğu Allah'ın dinine tabi olun, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu
görüşe göre; "Hanif olarak" buyruğu üzerinde vakıf tam bir vakıf olur.
İlk iki görüşe göre ise
ifade muttasıl (sonraki buyruklarla da ilişkili) olup "hanif olarak"
buyruğu üzerinde vakıf yapılmaz. (Mealde olduğu gibi).
"Fıtrat"a din
adının veriliş sebebi, insanların bunun için yaratılmış olmalarıdır. Nitekim
Yüce Allah: "Ben cinleri de insanları da ancak Bana ibadet etsinler diye
yarattım'' (ez-Zariyat, 56) diye buyurmaktadır.
"üzerine"nin
"Onun için, kendisi için" anlamında olduğu söylenmiştir.
Yüce Allah'ın:
"Kötülük ederseniz kendinize'' (İsra, 7) buyruğunda olduğu (leha'nın
aleyha anlamında kullanıldığı) gibi.
"Sen yüzünü ...
dosdoğru çevir" buyruğunda hitab Peygamber (s.a.v.)'edır.
Ona, yüzünü dosdoğru
dine, dosdoğru bir şekilde çevirmesini emretmektedir. Nitekim Yüce Allah:
''....Yüzünü o dosdoğru dine çevir.'' (er-Rum, 43) diye buyurmaktadır ki;
buradaki din, İslam dinidir.
Yüzün dosdoğru
çevrilmesinden maksat, doğrultulması ve din amellerinde ciddiyetle çalışma güç
ve gayreti demektir. Özellikle "yüz"ün anılmasının sebebi ise,
insanın duyu organlarının orada bulunması ve insanın bedeninin en şerefli
yerinin o olmasından dolayıdır. Bu hitabın kapsamına te'vil alimlerinin
ittifakıyla peygamberin ümmeti de dahildir.
"Hanif olarak"
tabiri ise; tahrif edilmiş, nesh olmuş bütün dinlerden uzaklaşmış olarak, tam
bir itidal ve denge ile yönel, demektir.
2- İslam Fıtratı:
Sahih'te, Ebu
Hureyre'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Doğan herbir kişi mutlaka fıtrat üzere doğar -bir rivayette de: Bu din
üzere doğar şeklindedir- Anne-babası onu yahudi, hristiyan yahut ta mecusi
yapar. Tıpkı bir hayvanın eksiksiz ve azaları yerli yerinde bir yavru doğurması
gibi. Siz böyle bir yavrunun kulaklarının kesik olduğunu ve onda bir kusur
bulunduğunu görebilir misiniz?" Daha sonra Ebu Hureyre dedi ki:
Dilerseniz: "İnsanları üzerine yarattığı Allah'ın fıtratına dosdoğru
çevir. Allah'ın yaratışını değiştirmek söz konusu değildir" buyruğunu
okuyunuz. Bir başka rivayette şöyle
denilmektedir: "Siz onun kulaklarını kesinceye kadar... (onda bir kusur
görür müsünüz?) denilmektedir. Onlar: Ey Allah'ın Rasülü, dediler. Peki
küçükken ölen kimse hakkındaki görüşünüz nedir? Şöyle buyurdu:
"Yaşadıkları taktirde ne şekilde amel edeceklerini en iyi Allah
bilir." Hadis Müslim'in lafzıyla bu şekildedir.
3- Kitab ve Sünnette
Geçen "Fıtrat''ın Anlamı ile ilgili ilim Adamlarının Görüşleri:
İlim adamları Kitab ve
sünnette geçen fıtratın anlamı ile ilgili çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir.
Bunlardan birisi İslam'dır. Bunu Ebu Hureyre, İbn Şihab ve başkaları ileri sürmüştür.
Bu görüşün sahipleri derler ki: Selef arasında te'vil ehli olan kimselerin
genel olarak kabul ettikleri görüş budur. Bu görüşün sahipleri ayeti ve Ebu
Hureyre'nin hadisini delil gösterirler. Bunu ayrıca Mücaşili, İyad b. Himar'ın
rivayet ettiği şu hadisle de desteklemişlerdir: Resulullah (s.a.v.) bir gün
insanlara dedi ki: "Yüce Allah'ın Kitabı'nda bana anlattığını ben de size
anlatayım mı? Allah, Adem'i ve oğullarını hanif ve müslümanlar olarak yarattı.
Onlara arasında hiçbir haram bulunmaksızın malı helal olarak verdi. Onlar ise
Allah'ın kendilerine verdiklerinden bir bölümünü helal, bir bölümünü haram
kıldılar..
Bu görüşü savunanlar
Peygamber efendimizin şu hadisini de delil göstermişlerdir: "Beş şey
fıtrattandır... '' Peygamber (s.a.v.) bunlar arasında İslam'ın sünnetlerinden
olduğu halde, bıyıkları kesmeyi de söz konusu etmiştir. Bu yoruma göre (az
önceki) hadisin anlamı şöyle olur: Yüce Allah Ademoğullarını sülbünden
çıkarttıkları sırada çocuklar da onlardan almış olduğu ahde uygun olarak küfürden
uzak bir şekilde yaratılmıştır. Çocuklar eğer büluğa ermeden önce ölecek
olurlarsa, ister müslüman çocukları olsunlar, ister kafir çocukları olsunlar
cennetliktirler.
Diğerleri ise şöyle
demektedir: Fıtrat Yüce Allah'ın insanlığı ilk olarak üzerinde yarattığı
haldir. Yani Yüce Allah'ın yarattıklarını üzerinde yaratmış olduğu haldir.
Şöyle ki: O onları ilk olarak hayat, ölüm, mutluluk, bedbahtlık için ve büluğ
halinde ulaşacakları, varacakları hal için yaratmıştır. Bunlar derler ki:
Fıtrat Arapçada başlangıç ve başlayış anlamındadır. Fatır ise başlatan ve
başlatıcı demektir. Bu görüşü savunanlar İbn Abbas'tan gelen şöyle dediğine
dair rivayeti delil gösterirler: Ben bir kuyu hakkında davalaşan iki bedevi
Arap ile karşılaşıncaya kadar göklerin ve yerin Fatırı'nın ne anlama geldiğini
bilmiyordum. Bu iki Bedeviden birisi: Bu kuyuyu fıtrat eden benim, yani ilk
olarak açan ben oldum, demişti. el-Mervezı dedi ki: Ahmed b. Hambel önceleri bu
kanaati benimsiyordu. Sonra bu görüşü terketti.
Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr)
de et-Temhid adlı eserinde şunları söylemektedir: Malik'in, Muvatta'ında
kaydedib de "Kader" bahsinde söz konusu ettiği bölümde birtakım
rivayetler vardır ki, onun bu husustaki görüşünün buna yakın olduğunu ortaya
koymaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Bu görüşün sahiplerinin
gösterdikleri delillerden birisi de Ka'b el-Kurazi'den gelen, Yüce Allah'ın:
"O bir kısmına hidayet verdi; bir kısmına da sapıklık hak oldu"
(el-A'raf, 30) buyruğu hakkında söylediği şu sözler de vardır: Yüce Allah'ın ta
başından beri sapmak üzere yarattığı kimseyi sapıklığa götürür. İsterse hidayet
gereği amelleri işlemiş olsun. Yüce Allah ta baştan beri hidayet üzere
yarattığını da sonunda hidayete iletir, isterse sapıklığın amellerini işlemiş
olsun. Allah iblisi ta baştan beri dalalet üzere yarattı, o ise meleklerle
birlikte bahtiyar kimselerin amelleri ile amel etti. Daha sonra Yüce Allah onu
ilkin yarattığı noktaya geri döndürdü ve onun hakkında: "Ve o
kafirlerdendi" diye buyurdu.
Derim ki: Ka'b'ın bu
sözü daha önce el-A'raf Süresi'nde (30. ayetin tefsirinde) geçmiş
bulunmaktadır. Bu manayı ihtiva eden bir hadis de merfu olarak Aişe
(r.anha)'nın rivayetiyle gelmiş bulunmaktadır. Aişe (r.anha) dedi ki:
Rasülullah (s.a.v.)
ensar çocuklarından bir küçük çocuğun cenazesine çağırıldı. Ben: Ne mutlu ona,
ey Allah'ın Rasülü, dedim. Cennetin kuşlarından bir kuş olacak. O hiçbir
kötülük yapmadığı gibi, kötülük işleme çağına da erişmedi. Şöyle buyurdu:
"Bundan başkası da olamaz mı ey Aişe? Çünkü Allah cennete girecek
kimseleri yarattı. Onları, onlar daha babalarının sülblerinde iken cennet için
yarattı. Cehenneme girecek kimseleri de yarattı. Onları cehennem için onlar
daha babalarının sülblerinde iken yarattı." Bu hadisi İbn Mace, Sünenınde
rivayet etmiştir.
Ebu İsa et-Tirmizi de,
Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.)
elinde yazılı iki belge olduğu halde yanımıza çıktı: "Bu yazılı iki
belgede ne olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Biz: Hayır, bize sen
bildirmedikçe biz bilemeyiz; ey Allah'ın Rasülü, dedik. Sağ elinde bulunan
belge için dedi ki: "Bu alemlerin Rabbinden gelen bir belgedir. üzerinde
cennetliklerin, onların atalarının ve kabilelerinin ismi yazılıdır. Sonra da
onların sonuncularının üzerine bir çizgi çekildi. Artık ebediyyen onlara ne bir
kimse ilave edilebilir, ne de onlardan bir kimse çıkartılabilir." -Sonra
da sol elinde bulunan için dedi ki-: "Bu da alemlerin Rabbinden gelmiş bir
belgedir. İçinde cehennemliklerin babalarının ve kabilelerinin ismi yazılıdır. En
son kişileri üzerinde de bir çizgi çekilmiş, artık ebediyyen onlara ne bir kişi
ilave edilecek, ne de bir kişi eksiltilecektir..." deyip, hadisin geri
kalan bölümünü zikretti. Bu hadis hakkında (Tirmizi): Hasen bir hadistir,
demiştir.
Bir başka kesim şöyle
der: Ne Yüce Allah'ın: "İnsanları üzerine yarattığı Allah'ın
fıtratına" buyruğu ile ne de Peygamber (s.a.v.)'ın: "Her doğan fıtrat
üzere doğar" buyruğu ile kastedilen umum (yani herkes) değildir. Bundan
maksat, mü'min insanlardır. Zira bütün insanlar İslam fıtratı üzere yaratılmış
olsaydı, hiç kimse kafir olmazdı. Halbuki onun birtakım kimseleri cehennem
ateşi için yaratmış olduğu sabittir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
".Andolsun ki Biz cehennem için ... çok kimseler yaratmışızdır.
"(el-A'raf, 179) Ayrıca Yüce Allah, Adem'in sulbünden zürriyetini siyah ve
beyaz olarak çıkartmıştır. Hızır'ın öldürdüğü kişi hakkında da (Peygamber)
"O yaratıldığı günden beri kafir tabiatı ile yaratılmıştır" diye
buyurmuştur.
Ebu Said el-Hudri'nin de
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) güneşin yükseklerde
olduğu bir sırada bize ikindi namazını kıldırdı. Bu hadiste şu ifadeler yer
almaktadır: O gün ondan bellediklerimiz arasında söylediği şu sözler de vardır:
"Şunu bilin ki, Ademoğulları çeşitli tabakalar halinde yaratılmışlardır.
Onlardan kimisi mü'min olarak doğar, mü'min olarak yaşar, mü'min olarak ölür.
Kimisi kafir olarak doğar, kafir olarak yaşar, kafir olarak ölür. Kimisi mü'min
olarak doğar, mü'min olarak yaşar, ama kafir olarak ölür. Kimisi de kafir
olarak doğar, kafir olarak yaşar ama mü'min olarak ölür. Onlardan kimisi
ödemesini de güzel yapar, hakkını da güzel ister..." Bu hadisi Hammad b.
Zeyd b. Seleme yoluyla et-Tayalisi'nin Müsned'inde zikretmekte ve şöyle
demektedir: Bize Ali b. Zeyd anlattı, o Ebu Nadra'dan, o Ebu Salih'ten ..
Bu görüşün sahipleri
derler ki: (Bu tabirde olduğu gibi) umumi ifadenin hususi anlamda kullanılması
Arab dilinde çokça görülen bir husustur. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu
gibi: "Rabbinin emri ile herşeyi helak eder" (el-Ahkaf, 55) diye
buyurduğu halde, gökleri ve yeri helak edip, tahrib etmemiştir. Yine Yüce
Allah'ın: "Biz de üzerlerine herşeyin kapılarını açtık"(elEn'am, 44)
diye buyurduğu halde, üzerlerine cennet kapıları açılmamıştır.
İshak b. Rahaveyh el-Hanzali
dedi ki: Yüce Allah'ın: "Sen yüzünü hanif olarak dine ... çevir"
buyruğunda ifade tamam olmaktadır. Daha sonra da: "Allah'ın fıtratına ...
" diye buyurmaktadır ki; bu, Yüce Allah, insanları bir fıtrat üzere
yaratmıştır ki bu ya cennet fıtratıdır, ya cehennem fıtratıdır, demektir. İşte
Peygamber (s.a.v.) da: "Her doğan İslam fıtratı üzere doğar." buyruğu
ile buna işaret etmiştir. Bundan dolayı Yüce Allah: "Allah'ın yaratışını
değiştirmek söz konusu değildir" diye buyurmaktadır.
Hocamız Ebu'l-Abbas dedi
ki: Bundan kasıt ezelde takdir edilmiş saadet ve bedbahtlıktır, diyen
kimselerin bu açıklaması Kur'an-ı kerımde sözü geçen fıtrata uygun düşmektedir.
Çünkü Yüce Allah: "Allah'ın yaratışını değiştirmek söz konusu
değildir" diye buyurmuştur. Hadiste söz konusu edilen ise bu değildir.
Çünkü hadisin geri kalan bölümünde, bunun değiştirilip değişikliğe uğradığını
haber vermektedir.
Fıkıh ve nazar ehli bir
kesim de şöyle demektedir: Fıtrat doğan evladın Rabbini bilmek noktasında
yaratılışında bulunan hususiyettir. Şöyle buyurmuş gibidir: Doğan herbir yavru
bilmek noktasına ulaştığı takdirde, Rabbini kendisi ile bilip tanıyacağı bir
hilkatte yaratılmıştır. O bununla yaratılışı ile Rabbini tanımak noktasına
ulaşamayan hayvanların hilkatinden farklı bir yaratışla yaratıldıklarını
anlatmak istemektedir. Bu kanaatin sahipleri fıtratın hilkat demek olduğuna,
fatırın da halik (yaratıcı) demek olduğuna, Yüce Allah'ın şu buyruklarını delil
göstermişlerdir: ''Hamd göklerle yerin fatiri olan Allah'a mahsustur. "(Fatır,
1) Kasıt onları yaratandır. Yüce Allah'ın: "Ben, benim fatırıma ne diye
ibadet etmeyecek mişim?" (Yasin, 22) buyruğunda da beni yaratana ...
demektir. "Ve onları yoktan var eden ifatarahunne)" (el- Enbiya, 56)
Onları yaratan demektir. Bu görüşün sahibleri derler ki: O halde fıtrat;
hilkat, yaratmak demektir. Fatır da yaratıcı anlamındadır. Bununla birlikte
doğan herbir evladın küfür yahut iman ya da tanıma ve inkar üzere yaratılmış
olmasını kabul etmezler ve şöyle derler: Doğan evlat çoğunlukla yaratılışı, tabiatı
ve bünyesi itibariyle kusurlardan uzaktır. O beraberinde iman, küfür, inkar ve
marifet diye birşey getirmez. Daha sonra temyiz edebildikleri takdirde büluğdan
sonra küfür ya da imanı itikad olarak benimserler. Bunlar hadiste geçen:
"Nitekim bir hayvan da kusursuz bir yavru doğurur. Siz bunda herhangi bir
kusur farkedebiliyor musunuz?" Burada "kusur"dan kasıt da kulağı
kesik olmaktır. İşte burada Peygamber Ademoğullarının kalplerini hayvanlara
benzetmiştir. Çünkü bu hayvanlar herhangi bir eksiklik olmaksızın yaratılışları
tam olarak doğarlar. Daha sonra bu hayvanların kulakları ve burunları kesilir
ve bunlar bahıre ya da saibedir denilir. İşte doğumları esnasında çocukların
kalbleri de bu şekildedir. Onlar için ne küfür, ne iman söz konusudur. Marifet
ya da inkarları da yoktur. Tıpkı salma hayvanlar gibi. İnsanlar büluğa
erdiklerinde şeytanlar onların hevalarına tabi olmaları için çalışırlar,
onların büyük çoğunluğu da küfre sapar. Yüce Allah da onların az bir bölümünü
himaye edip, korumuştur. Yine bu görüşün sahibleri derler ki:
Şayet çocuklar ta
işlerinin başında iman ya da küfür fıtratı ile yaratılmış olsalardı, ebediyyen
onu bırakıp başka bir yolu seçemezlerdi. Halbuki bizler onların bazan iman
ettikten sonra küfre saptıklarını dahi görebiliyoruz. Diğer taraftan küçük
çocuğun doğumu esnasında küfre ya da imana akıl erdirmesini kabul etmek aklen
imkansızdır. Çünkü Yüce Allah o insanları hiçbir şey anlayamayacakları bir
halde yaratmıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah sizi analarınızın
karınlarından kendiniz hiçbir şey bilmediğinız bir halde çıkardı.
"(en-Nahl, 78) Hiçbir şey bilmeyen kimsenin küfür ya da iman, marifet ya
da inkara sahip olması imkansız bir hadisedir.
Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr
dedi ki: İnsanların üzerinde yaratılmış oldukları fıtratın anlamı ile ilgili
yapılmış açıklamaların en doğru olanı budur. Bu hususta ileri sürülebilecek
delillerden bazısı da Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır:
"Siz ancak
işlediğinızin karşılığını alacaksınız. ''(et-Tur, 16); "Herbir nefis
kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır. "(el-Müddessir, 38) Amel
edecek çağa ulaşmayan bir kimse ise, hiçbir şey karşılığında rehin alınmaz.
Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz bir resul göndermedikçe de azab
ediciler değiliz. "(el-İsra, 15) İlim adamları yara ve öldürmelerde
kısasın, hadlerin ve günahların dünya hayatında büluğ çağına varmamış
olanlardan defedileceğini, onlara uygulanmayacağını icma ile kabul ettiklerine
göre; ahirette böyle bir şeyin olması öncelikle söz konusudur. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
Sözü edilen fıtratın
-İbn Şihab'ın dediği gibi- İslam olması imkansızdır. Çünkü İslam ile iman, dil
ile söylemek, kalb ile inanmak, azalarla amel etmektir. Küçük çocuk hakkında
ise bu söz konusu değildir. Akıl sahibi olan herkes bunu bilir.
el-Evzai'nin şu sözüne
gelince: Ben ez-Zühri'ye bir köle azad etmekle mükellef olan bir kimse eğer süt
emmekte olan bir yavruyu azad edecek olursa, bu yeterli olur mu? diye sordum. O
da: Evet dedi, çünkü o da fıtrat üzere -yani İslam üzere- doğmuştur dedi. Böyle
bir köleyi azad etmenin yeterli olacağını kabul edenlerin bunu kabul
edişlerinin tek sebebi, küçük çocuğun hükmünün anne ve babasının hükmüne tabi
oluşundan dolayıdır. Bu hususta başka ilim adamları onlara muhalefet etmiş ve
şöyle demişlerdir: Köle azad etmek icab ettiği takdirde ancak namaz kılmak ve
oruç tutmak durumunda olanların azad edilmesi geçerlidir. Yüce Allah'ın:
"Sizi ilkinyarat tığı gibi yine döneceksiniz" (el-A'raf, 29)
buyruğunda da "Allah kul hakkında hüküm verip onun aleyhine takdir ettiği
ile sona erdirilir" ifadesinde de küçük çocuğun mü'min ya da kafir olarak
dünyaya geldiğine delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü akıllar şuna tanıklık
etmektedir: O vakitte çocuk iman ya da küfrü akledebilecek yaşta değildir.
Halbuki: " İnsanlar tabakalar halinde yaratılmışlardır." ifadesinin
yer aldığı hadise gelince, bu hakkında herhangi bir tenkidin bulunmadığı
hadislerden değildir. Zira bu hadisi tek başına Ali b. Zeyd b. Cüd'an rivayet
etmiş olup, Şu'be onun hakkında tenkitlerde bulunurdu. üstelik "mü 'min
doğar..." buyruğu Yüce Allah'ın onun hakkındaki ezeli ilmine binaen o
mü'min olmak üzere doğar, yahut kafir olmak üzere doğar anlamına gelme ihtimali
vardır. Hadis-i şerifte geçen; "Ben bunları cennet için yarattım, bunları
da cehennem için yarattım." ifadesinde ise bunların nihai olarak ne
şekilde vefat edeceklerine bakılacağına ve bunun gözönünde bulundurulacağına
dikkat çekilmesinden fazla bir şey yoktur. Çocuklukları esnasında bile bunlar
cennet ya da cehennemi hakeden yahut ta küfür ve imanı akleden kimseler
oldukları kastedilmek istenmemektedir.
Derim ki: Ebu Ömer b.
Abdi'l-Berr'in seçip beğendiği ve lehine delil getirdiği görüşe; aralarında
Tefsir'inde fıtratın anlamına dair açıklamalarda bulunan muhakkiklerden İbn
Atiyye ve hocamız Ebu'l-Abbas da vardır. İbn Atiyye dedi ki: Bu lafzın tefsiri
hususunda dayanılacak nokta, bunun önceden hazır hale getirilmiş, çocuğun
nefsinde (ruhunda) bulunan hilkat ve hey'et olduğudur. Çünkü çocuk bununla Yüce
Allah'ın yarattıklarını temyiz eder, birbirinden ayırt eder ve bunları Rabbinin
varlığına delil görür, bu fıtrat ile de Allah'ın şer'ı hükümlerini bilip O'na
iman eder. Buna göre Yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: Sen yüzünü hanif olan
dine dosdoğru çevir. Bu din ise Yüce Allah'ın insanların fıtratını ona karşı
istidadlı olarak yaratmış olduğu Allah'ın fıtratıdır. Ancak onlar birtakım
etkenlere maruz kalırlar. İşte Peygamber (s.a.v.)'ın: "Her doğan fıtrat
üzere doğar. Sonra onun anne-babası onu yahudi ya da hristiyan yapar."
buyruğunda da bu kabilden anlam kastedilmiştir. Burada anne-babanın söz konusu
edilmesi, pekçok olan çeşitli arızi durumlara bir örnektir.
Hocamız da bu hususa
dair açıklamalarda şöyle demektedir: Yüce Allah, Ademoğullarının kalblerini
hakkı kabule elverişli bir şekilde yaratmıştır. Tıpkı gözlerini ve kulaklarını
görülecek şeyleri görmeye, işitilecek şeyleri işitmeye elverişli yarattığı
gibi. Bu kalbler böyle bir şeyi kabul edebilecek halde ve bu yetkinlik üzere
devam ettiği sürece, hakkı ve İslam dinini idrak eder. Hak olan dinin o
olduğunu anlar. Bu anlayışın sıhhatli olduğuna delil de Peygamber Efendimizin:
"Tıpkı bir hayvanın hilkati tam ve eksiksiz bir yavru doğurması gibi, siz
onun kulağının hiç kesik olduğunu görüyor musunuz" buyruğudur. Yani hayvan
yavrusunu yaratılışı mükemmel ve çeşitli afetlerden uzak halde dünyaya getirir.
Eğer o hilkati asli hali üzere bırakılacak olursa, kusurlardan uzak ve kamil
şekliyle kalmaya devam eder. Ancak bu hayvan üzerinde tasarruflarda bulunularak
kulağı kesilir, yüzü damgalanır. Böylelikle çeşitli afetler ve eksikliklerle
karşı karşıya kalır ve asıl yaratılışının dışına çıkmış olur. İnsan da
böyledir. O halde bu, vakiada görülene bir benzetmedir, bunun benzetme yönü de
gayet açıktır.
Derim ki: Bu görüş ile
birinci görüş mana itibariyle birbirine uygundur.
Bu durum da, insanların
dünya hallerini akıllarıyla kavrayıp, idrak etmelerinden ve gözle görülen
apaçık belgelerin ortaya koydukları deliller ile onlara karşı Yüce Allah'ın
kudreti kesinlik kazandıktan sonra ortaya çıkar. Yerin ve göklerin yaratılması,
güneş, ay, kara, deniz, gece ile gündüzün değişip durması, bu belgelerdendir.
Onların hevaları bu insanlar üzerinde etkilerini gösterince, bu sefer şeytanlar
onlara gelir, yahudiliğe ve hristiyanlığa onları davet eder. Hevaları ile
birlikte onları sağa, sola götürür. Bununla birlikte bunlar küçük yaşta
ölürlerse cennettedirler. Yani bütün küçük çocuklar cennetliktir. Çünkü Yüce
Allah Adem (a.s)'ın zürriyetini soyundan zerrecikler halinde ortaya
çıkardığında hepsi rububiyetini ikrar edip, itiraf etmişlerdir. Bu da Yüce
Allah'ın şu buyruğunda dile getirilmektedir: "Rabbin, Ademoğullarının
sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahid tutup: Ben sizin
Rabbiniz değil miyim? (diye buyurmuştu). Onlar da:
Evet, şahid olduk
demişlerdi. "(el-A'raf, 172) O'nun rububiyetini kabul ettiklerinden, O'nun
kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah olduğunu itiraf ettikten sonra
tekrar onları Adem (a.s)'ın sulbüne geri iade etmiştir. Daha sonra kul,
annesinin karnında iken bedbaht mı, yoksa bahtiyar mı olacak diye ilk yazılmış
kitaba uygun olarak yazılır. İlk yazılı kitabta bedbaht olduğu kaydedilmiş
kimseye sorumluluk çağına gelinceye kadar ömür verilir. Adem'in sulbünde iken
kendisinden alınmış olan sözü şirk koşmakla naks eder. İlk yazılı kitabta
bahtiyar kimselerden olduğu yazılmış olanlara da sorumluluk çağına gelinceye
kadar ömür verilir ve bu da bahtiyarlardan olur. Sorumluluk çağına gelmeden
önce ölen müslümanların küçük çocuklarına gelince; bunlar da cennette babaları
ile birlikte olacaklardır. Sorumluluk çağına gelmeden önce ölen müşriklerin
çocukları ise, babalarıyla birlikte olmayacaklardır. Çünkü bunlar Adem'in
sulbünde iken kendilerinden alınmış bulunan ilk sözleri üzere ve bu sözlerini
bozmadan ölmüş oluyorlar. Te'vil ehlinden bir grub bu kanaati benimsemiştir. Bu
görüş hadislerin arasını te'lif etmekte ve böylelikle müşriklerin çocukları
hakkında kendisine soru sorulduğunda cevab olarak verdiği: "Onların
(büyümüş olsalardı) ne şekilde amel edeceklerini en iyi Allah bilir"
buyruğunda "baliğ oldukları takdirde ... " demek istemiş olduğu
anlaşılmış olmaktadır.
Bu yoruma Buhari'nin
rivayet ettiği şu hadis de delil teşkil etmektedir: Semura b. Cundub'dan
rivayete göre Peygamber (s.a.v.) -uzunca rivayet edilmiş rüya hadisi nde- şöyle
buyurulmuştur: "Bahçede gördüğüm uzun boylu adam ise İbrahim (a.s)'dır.
Etrafında bulunan küçük çocuklara gelince, bunlar da fıtrat üzere doğmuş herbir
çocuktur." Ey Allah'ın Rasülü, peki ya müşriklerin çocukları? diye sorulunca,
Rasülullah (s.a.v.): "Müşriklerin çocukları da dahil" diye buyurdu.
İşte bu da görüş
ayrılıklarını ortadan kaldıran bir nasstır. Bu hususta gelmiş rivayetlerin en
sahihi de budur. Bunun dışındaki diğer hadislerde ise fukahanın imamlarının
kabul ettikleri hadisler arasında yer almayan ve bazı illetleri bulunan
hadislerdir. Bu açıklamayı da Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr yapmıştır.
Enes yoluyla rivayet
edilen hadiste de şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v.)'e müşriklerin çocukları
ile ilgili soru soruldu, o da şöyle buyurdu: "Onların haseneleri yoktur
ki, onlara karşılıkları verilerek cennetin maliklerinden olsunlar. Günahları
yoktur ki, onlara karşılık cezalandırılarak cehennemliklerden olsunlar. İşte bu
sebepten onlar cennetliklerin hizmetçileri olacaklardır." Bu hadisi Yahya
b. Sellam "Telsir'ınde zikretmiştir.
Biz de bu hususa dair
"et-Tezkire" adlı eserimizde daha geniş açıklamalarda bulunduğumuz
gibi "el-Muktebes fi Şerhi Muvatta-i Malik ibn-i En es " adlı
eserimizde de Ebu Ömer'in bu husustaki açıklamalarını kaydetmiş bulunuyoruz.
Cenab-ı Allah'a hamdolsun.
İshak b. Rahaveyh dedi
ki: Bize Yahya b. Adem anlattı, dedi ki: Bize Cerir b. Hazim haber verdi.
Cerir, Ebu Reca el-Utaridl'den şöyle dediğini nakletti: Ben İbn Abbas'ı şöyle
derken dinledim: Çocuklar ve kader hakkında söz söyleyinceye ya da bunlar
üzerinde düşününceye kadar bu ümmetin işi, birbirine uygun ya da birbirine
yakın -yahutta bu ikisine benzer bir söz kullandı- kalmaya devam edecektir.
Yahya b. Adem dedi ki: Ben bunu İbnu'l-Mubarek'e zikrettim, şöyle dedi: Peki,
insan cahilliğe karşı suskun kalabilir mi? Ben: Konuşmayı mı emrediyorsun?
dedim, fakat sustu.
Ebu Bekir el-Verrak dedi
ki: "İnsanları üzerine yarattığı Allah'ın fıtratına" buyruğundan
kasıt, fakirlik ve ihtiyaçtır. Bu güzel bir açıklamadır. Çünkü insan doğduğu
andan, ölünceye kadar fakir ve muhtaçtır, doğru. Hatta ahirette de böyle
olacaktır.
"Allah'ın
yaratışını değiştirmek sözkonusu değildir." Bu fıtratın yaratıcı
tarafından değiştirilmesi sözkonusu değildir. Hiçbir şekilde emir buna muhalif
olarak gelmez. Yani Yüce Allah'ın mutlu ve bahtiyar olarak yarattığı kimse,
bedbaht olmaz. Bedbaht olarak yarattığı hiçbir kimse de bahtiyar olmaz.
Mücahid de dedi ki: Yani
Allah'ın dininin değiştirilmesi sözkonusu değildir. Katade, İbn Cübeyr, ed-Dahhak,
İbn Zeyd ve en-Nehai de bu görüştedir. Onlar derler ki: Bu buyruğun anlamı,
itikadi konular hakkında böyledir.
İkrime de dedi ki: İbn
Abbas ve Ömer b. el-Hattab'dan rivayet edildiğine göre anlam şudur: Yüce
Allah'ın yaratmış olduğu davarların erkeklerinin burulması suretiyle Allah'ın
hilkati değiştirilmemelidir. Buna göre buyruk, hayvanların erkeklerinin
burulmasının yasaklanışı anlamındadır. Buna dair açıklamalar daha önceden
en-Nisa Süresi'nde (119. ayet, 2. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.
"Dosdoğru din işte
budur." Yani dosdoğru hüküm, kaza (takdir) budur.
Bu açıklamayı İbn Abbas
yapmıştır. Mukatil de: Apaçık hesap budur, diye açıklamıştır. "Dosdoğru
din işte budur." İslam dini dosdoğru dindir, diye de açıklanmıştır.
"Fakat insanların
çoğu bilmezler." Yani düşünmezler ki; kendilerinin ibadete layık bir
yaratıcılarının ve ezelden beri hüküm vermiş ve hükmü yerine gelip gerçekleşen
bir ilahlarının bulunduğunu bilsinler.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN