ANKEBUT 20 / 25 |
قُلْ
سِيرُوا فِي
الْأَرْضِ فَانظُرُوا
كَيْفَ
بَدَأَ
الْخَلْقَ
ثُمَّ
اللَّهُ
يُنشِئُ
النَّشْأَةَ
الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ {20}
يُعَذِّبُُ
مَن يَشَاءُ
وَيَرْحَمُ مَن
يَشَاءُ
وَإِلَيْهِ
تُقْلَبُونَ
{21} وَمَا
أَنتُم
بِمُعْجِزِينَ
فِي
الْأَرْضِ
وَلَا فِي
السَّمَاء
وَمَا لَكُم
مِّن دُونِ
اللَّهِ مِن
وَلِيٍّ وَلَا
نَصِيرٍ {22}
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا
بِآيَاتِ
اللَّهِ
وَلِقَائِهِ أُوْلَئِكَ
يَئِسُوا
مِن
رَّحْمَتِي
وَأُوْلَئِكَ
لَهُمْ
عَذَابٌ
أَلِيمٌ {23} فَمَا
كَانَ
جَوَابَ
قَوْمِهِ
إِلَّا أَن قَالُوا
اقْتُلُوهُ
أَوْ
حَرِّقُوهُ فَأَنجَاهُ
اللَّهُ
مِنَ
النَّارِ
إِنَّ فِي
ذَلِكَ
لَآيَاتٍ
لِّقَوْمٍ
يُؤْمِنُونَ {24}
وَقَالَ
إِنَّمَا
اتَّخَذْتُم
مِّن دُونِ
اللَّهِ
أَوْثَاناً
مَّوَدَّةَ
بَيْنِكُمْ فِي
الْحَيَاةِ
الدُّنْيَا
ثُمَّ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ
يَكْفُرُ
بَعْضُكُم بِبَعْضٍ
وَيَلْعَنُ
بَعْضُكُم
بَعْضاً وَمَأْوَاكُمُ
النَّارُ وَمَا
لَكُم مِّن
نَّاصِرِينَ
{25} |
20. De
ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da yaratmaya nasıl başladığına bir bakın.
Bundan sonra Allah ahiret hayatını tekrar yaratacaktır. Çünkü Allah herşeye
kadirdir.
21.
Dilediğine azab eder, dilediğine de rahmet eder ve yalnız O'na çevrileceksiniz.
22.
Yerde de, gökte de siz aciz bırakabilecekler değilsiniz. Sizin için Allah'tan
başka bir veli ve bir yardımcı da yoktur.
23.
Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenler; onlar Benim rahmetimden
ümit kestiler ve onlar için çok acıklı bir azab da vardır.
24.
Bunun üzerine kavminin cevabı: "Onu öldürün yahut onu yakın"
demelerinden başka bir şey olmadı. Allah onu ateşten kurtardı. Muhakkak bunda
iman eden bir topluluk için ayetler vardır.
25. Dedi
ki: "Siz ancak dünya hayatında kendi aranızda bir dostluk için Allah'tan
başka bir takım putlar edindiniz. Sonra Kıyamet gününde kiminiz, kiminizi red
ve inkar edecek ve bazınız bazınıza lanet edecektir. Yeriniz de cehennemdir,
yardımcılarınız da yoktur."
Ya Muhammed, onlara
"de ki: Yeryüzünde gezip dolaş ın da yaratmaya" yaratıkların
çokluklarına, şekillerinin farklılıklarına, dillerinin, renk ve tabiatlarının
ayrı ayrı oluşuna rağmen "nasıl başladığına bir bakın!" Önceki
nesillerin yaşadıkları yerlere, onların ülkelerine, geriye bıraktıkları
eserlerine ve onları nasıl helak ettiğine bir bakın! Böylelikle Yüce Allah'ın
kudretinin kemalini bilmiş olacaksınız.
"Bundan sonra Allah
ahiret hayatını tekrar yaratacaktır." Ebu Amr ve İbn Kesir
("hayat" anlamını verdiğimiz): (...) kelimesini "şın" harfini
üstün
olmak üzere (...) diye
okumuşlardır ki; bunlar iki ayrı söyleyiştir. Şefkat anlamına gelen
"re'fet"in; (...) ile (...) diye okunması ve benzeri diğer
kelimelerde olduğu gibi.
el-Cevheri dedi ki:
"Allah onu yarattı" demektir. İsmi de; (...) ile (...) şeklinde medle
gelir. Bu da Ebu Amr b. el-Ala'dan nakledilmiştir.
"Çünkü Allah
herşeye kadirdir, dilediğine" adaletinin tecellisi olarak "azab eder,
dilediğine de" lütfu ile "rahmet eder ve yalnız O'na
çevrileceksiniz" döndürüleceksiniz.
"Yerde de, gökte de
siz aciz bırakabilecekler değilsiniz." el-Ferra dedi ki: Bu buyruk;
"Gökte olan kimseler de Allah'ı aciz bırakamazlar" şeklindedir.
Arapçada bu söyleyiş üstü kapalı bir ifadedir. Buna sebeb ise ikincisinde
ortaya çıkmayan (ve el-Ferra'nın; "kimse" anlamını verdiğimiz
"men" diye takdir ettiği) ikinci (matuf) cümledeki zamirdir. Bu da
Hassan'ın şu sözüne benzer:
"Aranızdan Allah
Resulünü hicveden kimse de, Onu öven ve ona yardım eden de birdir."
Şair burada "onu
öven ve ona yardım eden kimse birdir" demek istemiş ve burada;
"Kimse" lafzını takdir etmiştir. Abdurrahman b. Zeyd de böyle
demiştir. Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın: "Bizden bilinen bir makamı
olmayan yoktur." (es-Saffat, 164) buyruğudur ki; "Herbirimiz için ...
" demektir. Ayet-i kerimenin anlamı şudur: Yeryüzünde yeryüzündekiler ve
semadakiler -O'na isyan edecek olurlarsa- şüphesiz Allah'ı aciz bırakamazlar.
Kutrub dedi ki: Eğer
orada olsaydınız semada da (aciz bırakamazdınız) demektir. Bu da bir kimsenin:
Filan kişi Basra'da da elimden kurtulamaz, burada da elimden kurtulamaz, demeye
benzer ki; Basra'ya gidecek olsa dahi elimden kurtulamaz demektir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Yerde olsun, gökte olsun O'ndan kaçamazlar anlamındadır. el-Müberred dedi ki:
Buyruk; "Gökte bulunanlar da (aciz bırakabilecek değilsiniz)"
anlamında olabilir. Bu durumda; "... anlar" mevsul bir isim olmayıp
nekredir ve "gökte" de onun sıfatı olur. Sıfat da mevsufun yerine
geçirilmiş olur.
Ancak Ali b. Süleyman
bunu kabul etmeyerek, bu caiz değildir der. Zira; (...) nekre olduğu takdirde
onun sıfat alması kaçınılmazdır. Sıfatı da sıla gibidir. Mevsul'un hazfedilmesi
ve sılanın bırakılması da caiz değildir. (Ali b. Süleyman) dedi ki: İnsanlarla
aklen kavrayabilecekleri ifadelerle hitab edilmiştir. Yani sizler semada
olsaydınız dahi Allah'ı aciz bırakamazdınız, demektir. Yüce Allah'ın:
"Yüksek kaleler içinde olsanız bile'' (en-Nisa, 78) buyruğunda olduğu
gibi.
"Sizin için
Allah'tan başka bir veli ve bir yardımcı da yoktur." Bu buyrukta; "Ve
bir yardımcı da" buyruğunun; (...) şeklinde mahalline atf ile merfu olması
da mümkündür. Bu durumda; (...) zaid (fazladan) gelmiş olur.
"Allah'ın
ayetlerini" yani Kur'an-ı Kerim'i ya da ortada mevcut bulunan delillerle
pek büyük belge ve alametleri "ve O'na kavuşmayı inkar edenler, onlar
Benim rahmetimden" yani cennetten "ümit kestiler." Burada ye'si
(ümit kesmeyi) onlara nisbet etmiş olmakla birlikte, onlar cennetten yana
ümitsiz bırakılmışlardır, ümitleri kesilmiştir anlamındadır. Bu ayet-i kerimeler
Yüce Allah tarafından bir itiraz (kıssa arasına yerleştirilmiş ara cümleler)
olup bunlardan maksat, Mekkelilere hatırlatıp öğüt vermek ve onları
sakındırmaktır. Daha sonra hitab tekrar İbrahim (a.s)'ın kıssasına dönmekte ve
şöyle buyurmaktadır:
İbrahim (a.s) kavmini Yüce
Allah'a davet ettiğinde "kavminin cevabı: Onu öldürün yahut onu yakın
demelerinden başka bir şeyolmadı." Sonra da onu yakmak noktasında görüş
birliğine vardılar. "Allah onu ateşten" yani ateşin ona eziyet
vermesinden "kurtardı. Muhakkak bunda" onun bu muazzam ateşe
atılmasından sonra dahi onu yakmayarak, bu ateşten kurtarmasında "iman
eden bir topluluk için ayetler vardır."
''Cevabı"
anlamındaki lafız genel olarak; "İdi"nin haberi olmak üzere
"be" harfini nasb (üstün) ile okunmuştur. "Demeleri" lafzı
da: (...)'nin ismi olarak ref' mahallindedir.
Salim el-Af tas ile Amr
b. Dinar ise "cevabı" anlamındaki lafzı; (...) şeklinde ref ile
okuyarak (...)nin ismi kabul etmişler (...)'i ise haber yerinde nasb mahallinde
diye değerlendirmişlerdir.
İbrahim "dedi ki:
Siz ancak dünya hayatında kendi aranızda bir dostluk için Allah'tan başka bir
takım putları edindiniz." Hafs ile Hamza "Kendi aranızda dostluk
için" diye okumuşlardır. İbn Kesir, Ebu Amr ve el-Kisai ise (...) diye
okumuşlar, el-A'şa, Ebu Bekir'den, o da Asım, İbn Vessab ve el-Nmeş'den; (...)
diye, diğerleri ise; (...) şeklinde okumuşlardır.
İbn Kesir'in kıraati üç
türlü açıklanabilir. ez-Zeccac bunlardan ikisini zikretmiştir.
1. "Dostluk"
kelimesi, (...)'in haberi olarak merfu gelmiş olup (...) da, (...) anlamında
ism-i mevsuldür. İfadenin takdiri de şöyle olur: Sizin Allah'tan başka put
edindikleriniz aranızdaki sevgidir.
2. Bir mübteda takdir
edilmiş olur, o da; "İşte o ... bir dostluktur" yahutta; (...): İşte
bu aranızdaki dostluktur," şeklinde olur. Buyruğun anlamı da: Sizin
ilahlarınız yahutta sizin topluluğunuz kendi aranızdaki bir dostluk(dan
ibaret)dir.
İbnu'l-Enbari dedi ki:
"İşte bu aranızdaki sevgidir, dostluktur" takdiri ile
"dostluk" anlamındaki lafzı merfu okuyanlar için "Putları"
anlamındaki lafız üzerinde güzel bir vakıftır. "Dostluk" anlamındaki
lafzı (...)'in haberi olarak merfu okuyanlar ise vakıf yapmazlar.
3. ez-Zeccac'ın sözünü
etmediği üçüncü şekle gelince, "dostluk" anlamındaki lafız mübteda
olarak merfu' "dünya hayatında" lafzı da onun haberi olur.
"Dostluk" anlamındaki lafzın "aranızdaki" lafza izafe
yapılmasına gelince, o takdirde "aranızda" lafzı zarf değil, isim
kabul edilmiş olur. Nahivciler ise bu gibi haller hakkında tevsi'an
(genişleterek) bunu mef'ul kabul etmiştir, derler.
Sibeveyh de; "Ey bu
gece evahalisinden hırsızlık yapan kişi!" ifadesinin kullanıldığını
nakletmiştir. Zarf olarak ona muzaf yapılması ise caiz değildir. Bunun sebebini
zikretmenin yeri ise burası değildir.
"Dostluk"
lafzını merfu ve tenvinli olarak okuyanlara gelince, az önce belirtilen anlamda
kullanmış olur. "Aranızda" anlamındaki lafzı da nasb ile zarf olarak
okumuş olur.
"Dostluk"
lafzını tenvinsiz olarak nasb edenlerin kıraatine göre ise; bunu
"edinme" fiilinin mef'ulü olarak nasb etmiş ve "Ancak"
edatını tek bir edat olarak kabul edip bunu; (...) anlamında ism-i mevsul kabul
etmemiştir. Bununla birlikte "dostluk" anlamındaki lafzın mef'ulün
leh olmak üzere nasb edilmesi de mümkündür. (Mealde olduğu gibi.) Bu da bir
kimsenin; "Hayır aramak için yanına geldim" ve; "Filana olana
olan sevgim dolayısıyla gittim" demeye benzer. "Aranızda" lafzı
da cer ile okunur.
"Dostluk"u
tenvin ile ve nasb ile okuyanlara gelince, az önce belirtilen sebep dolayısıyla
böyle okumuşlardır. "Aranızda" lafzını ise izafetsiz olarak nasb ile
okurlar. İbnu'l-Enbarı dedi ki: "Aranızda bir dostluk için" diye
okuyanlar ile; "Bir dost-
luk için" diye
okuyanlar "putları" anlamındaki lafız üzerinde vakıf yapmaz
"dünya hayatında" lafızları üzerinde vakıf yapar. Ayetin anlamı da
şöyle olur:
Sizler putları onlar
dolayısıyla dünya hayatında birbirinize sevgi beslemek ve onlara ibadet etmek
için ortaya koymuşsunuz, edinmişsiniz.
"Sonra kıyamet
gününde kiminiz, kiminizi red ve inkar edecek ve bazınız bazınıza lanet edecektir."
Putlar kendilerine ibadet edenlerden uzaklıklarını bildirecekler. İleri
gelenler diğerleriyle ilişkilerinin bulunmadığını söyleyeceklerdir. Yüce
Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "O günde dostlar bir birlerine
düşmandır. Takva sahipleri müstesna. "(ez-Zuhruf, 67)
"Yeriniz de
cehennemdir." Bu, ileri gelenleriyle, onlara uyanlarıyla, bütün puta
tapıcılara yönelik bir hitabtır. Putların da bunun kapsamına girdiği de
söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Gerçekten siz de, Allah'tan başka
taptıklarınız da cehennemin odunusunuz" (el-Enbiya, 98) buyruğunda olduğu
gibi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN