ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KASAS

23

/

28

وَلَمَّا وَرَدَ مَاء مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ أُمَّةً مِّنَ النَّاسِ يَسْقُونَ وَوَجَدَ مِن دُونِهِمُ امْرَأتَيْنِ تَذُودَانِ قَالَ مَا خَطْبُكُمَا قَالَتَا لَا نَسْقِي حَتَّى يُصْدِرَ الرِّعَاء وَأَبُونَا

شَيْخٌ كَبِيرٌ {23} فَسَقَى لَهُمَا ثُمَّ تَوَلَّى إِلَى الظِّلِّ فَقَالَ رَبِّ إِنِّي لِمَا أَنزَلْتَ إِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ {24} فَجَاءتْهُ إِحْدَاهُمَا تَمْشِي عَلَى اسْتِحْيَاء قَالَتْ إِنَّ أَبِي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ أَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَا فَلَمَّا جَاءهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَ قَالَ

لَا تَخَفْ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ {25} قَالَتْ إِحْدَاهُمَا يَا أَبَتِ اسْتَأْجِرْهُ إِنَّ خَيْرَ مَنِ اسْتَأْجَرْتَ الْقَوِيُّ الْأَمِينُ {26} قَالَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ أُنكِحَكَ إِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلَى أَن تَأْجُرَنِي ثَمَانِيَ حِجَجٍ فَإِنْ أَتْمَمْتَ عَشْراً فَمِنْ عِندِكَ

وَمَا أُرِيدُ أَنْ أَشُقَّ عَلَيْكَ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ {27} قَالَ ذَلِكَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ أَيَّمَا الْأَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّ وَاللَّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ {28}

 

23. Medyen suyuna varınca üst tarafında (davarlarını) sulayan bir grub insan buldu. Onların gerisinde ise karışmasın diye (koyunlarını) kollayan iki hanım buldu. "Haliniz nedir?" dedi. "Çobanlar gidinceye kadar biz sulamayız. Babamız ise çok yaşlı bir ihtiyardır" dediler.

24. Nihayet onların yerine davarlarını suladıktan sonra bir gölgeye varıp: "Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" dedi.

25. Sonra onlardan birisi utana utana yürüyerek ona gelip: "Bize suladığının ücretini sana vermek üzere babam seni çağırıyor" dedi. Onun yanına gelip kıssayı ona anlatınca: "Korkma! O zalimler topluluğundan kurtuldun" dedi.

26. İkisinden biri dedi ki: "Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü senin ücretle tuttuklarının en iyisi, kudretli ve emin bir kişidir."

27. Dedi ki: "Sekiz yıl bana hizmet etmen üzere bu iki kızımdan birini sana nikah edeyim istiyorum. Eğer ona tamamlarsan o senin bir lütfun olur. Bununla beraber sana zorluk çektirmek de istemem. İnşaallah beni iyilerden bulacaksın."

28. Dedi ki: "Bu seninle benim aramdadır. İki vadeden hangisini bitirirsem aleyhime bir düşmanlık olmasın. Allah da bu söylediğimize vekildir."

 

Bu buyruklara dair açıklamalarımızı yirmidört (23) başlık halinde sunacağız:

 

1- Medyen Suyunun Başında:

2- Bir Peygamber Kızlarının Koyun Sulamasına Nasıl izin Verebilir?

3- Allah'a Muhtaç Oluş:

4- Hayalı Kadın ve Emin Erkek:

5- icare Akdi Toplumsal Hayatın Bir Zorunluluğudur:

6- Velinin, Kızı ile Evlenilmesini Teklif Etmesi:

7- Velayet Altındaki Kızı Evlendirme Hakkı Velisine Aittir:

8- Babanın Bakire Kızını Evlendirme Yetkisi:

9- Nikah Akdinde Kullanılabilecek Lafızlar:

10- Şuayb (a.s.)'ın Yaptığı Teklif miydi? Yoksa Akit miydi?:

11- Nikah ile ilgili Dört Husus:

12- icare ve Nikah Akitleri Bir Arada Yapılabilir mi?:

13- Akitlerde Zikredilmesi Gereken Hususlar ile Zikredilmesi Zorunlu Olmayan Hususlar:

14- Çobanlık için icare Akdinde Belirtilmesi Gereken Hususlar:

15- Sürüden Telef Olursa, Çoban Tazminat Öder mi?:

16- Çoban Sürüdeki Koyunlara Koç Katarsa:

17- Musa (a.s)'ın Aldığı ücret:

18- Bilinmeyen Bedel Karşılığında icare:

19- Nikahta Kefaet (Denklik).'

20- Veli Mehirden Ayrı Olarak Kendisi Adına Mali Bir Ödeme isteyebilir mi?:

21- Akitte İttifakla Kabul Edilen Şartlarla isteğe Bağlı Şartlar:

22- Hz. Musa'nın Şartları Kabulü ve Yüce Allah'ın Şahit Tutulması:

23- Nikahta Şahit Tutmanın Hükmü:

 

1- Medyen Suyunun Başında:

 

"Medyen suyuna varınca" yani Müsa (a.s) Medyen suyuna varıncaya kadar yürüdü. Onun suya varışı, oraya ulaşması demektir, içine girdiği anlamını taşımaz. (...): Ulaşmak: Bazen gidilen varılan yere girmek anlamını da ifade eder. Bazan içine girilmese dahi oraya muttali olmak ve oraya ulaşmak anlamına da gelir. Müsa'nın bu suya ulaşması ona varmasından ibaretti. Şair Züheyr'in şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Derin yerleri mavimtırak olan o suya vardıklarında, Çadırını kurmuş ikamet eden kimse gibi bastonlarını bıraktılar,"

 

Yine bu anlamdaki açıklamalar daha önce Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur.'' (Meryem, 71) buyruğu açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.

 

"Medyen" munsarıf değildir, çünkü o bilinen bir şehirdir. Şair de şöyle demektedir: "Medyen rahipleri görseler seni, inerler, Genç ve yaşlı ceylanlar dahi dağların tepelerinden."

 

Medyen'in, İbrahim oğlu Medyen'in soyundan gelen bir kabile olduğu da söylenmiştir. Buna dair açıklamalar da daha önceden el-A'raf Süresi'nde (85. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

ümmet (mealde: bir grup insan); büyük topluluk demektir. O, davarlarını "Sulayan" bir topluluk görmüştü.

 

"Onların gerisinde ise" onun geldiği tarafta ... anlamındadır. Yani o topluluğun yanına varmadan önce bu iki hanımın yanına varmış ve bunların davarlarını alıkoymakta olduklarını görmüştü. Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğunda da bu kökten gelen lafız şöylece kullanılmıştır: "Gerçekten bir takım insanlar benim Havzımdan uzaklaştırılacaklardır...''

 

Bazı Mushaflarda "Kollayan ve alıkoyan iki hanım" şeklindedir. "Alıkoydu, alıkoyar" demektir, (...) Bir şeyi engelledim, alıkoydum demektir. Şair de şöyle demektedir: "Kafiyeler kapısında geceyi geçiririm sanki ben, Onlarla yabani ve yabancı bir sürüyü alıkoyar (engeller) gibiyim."

 

"Alıkoyan, kollayan"ın kovan, uzaklaştıran anlamında olduğu da söylenmiştir. Şair şöyle demektedir: "Temimoğulları senin asanı almış bulunuyor, Sen hangi asa ile kovacağını bilemiyorsun."  Yani kovacağını, engelleyeceğini, alıkoyacağını.

 

İbn Selam dedi ki: Başkalarının koyunlarıyla karışmasın diye koyunlarını engelleyen, alıkoyan demektir. Burada ya muhataba durumu hissettirmek için ya da bildiği için gerek görülmediğinden meful hazfedilmiştir.

 

İbn Abbas dedi ki: Güçlü, kuvvetli sulayıcılardan korktukları için da varlarını suya gitmekten alıkoymaya çalışıyorlardı. Katade dedi ki: Bu onlar sair insanları koyunlarına karışmaktan alıkoyuyorlardı demektir. en-Nehhas dedi ki: Ancak birinci anlam daha uygundur, çünkü bundan sonra: gidinceye kadar biz sulamayız" buyruğu gelmektedir. Eğer onlar insanların koyunlarına karışmalarını engellemeye çalışıyor olsalardı, sulamalarını geciktirme sebebini çobanların gitmesine bağlamazlardı. Musa (a.s) onların bu hallerini görünce, onlara: "Haliniz nedir?" yani bu durumunuz niye diye sormuştu. Şair Ru'be (hal anlamındaki hatb kelimesini kullanarak) şöyle demektedir: "Onun hali ile benim halime şaşılır doğrusu"

 

İbn Atiyye dedi ki: "Hatb; hal" kullanılarak soru sorulması, musibete uğrayan yahut bir zulme maruz kalan, yahut kendisine şefkat duyulan ya da uygun olmayan bir iş yapan kimseler hakkında söz konusu idi. Kısacası bu kelime genelde kötü haller ile ilgili sorularda kullanılırdı. İki hanım da ona durumlarını bildirdiler. Babalarının yaşlı bir adam olduğunu söylediler. Yani zayıf ve güçsüz olduğundan dolayı koyunlarını bizzat sulayamıyordu, kendileri ise zayıf olduklarından güçleri de yetmediğinden güçlü, kuvvetli çobanlar ile bir arada bulunamıyorlardı. Diğer taraftan onların adeti, insanlar sulamalarını bitirip, gidinceye kadar davarlarını sulamayı geciktirmek idi. Herkes gittikten sonra o vakit kendileri davarlarını sulamaya koyulurlardı.

 

İbn Amir ve Ebu Amr; "Gidinceye" diye (...)'den gelen muzari bir fiil olarak okumuşlardır. Bu da; "(suya) geldi" lafzının zıttıdır. Çobanlar dönünceye kadar... demektir. Diğerleri ise "ya" harfini ötreli olarak; (...)'ın muzari fiili olarak okumuşlardır. Bu da, onlar su içirmeye getirdikleri davarlarını geri götürünceye kadar... demek olur. "Çobanlar" da (...)'in çoğuludur, tıpkı "Tacir"in çoğulunun; "Tacirler" diye; "Sahip" kelimesinin çoğulunun da; "Sahipler" diye gelmesi gibi.

 

Bir kesim dedi ki: Kuyular o zaman üstü açık idi. İnsanların kuyuların başında kalabalık yapmaları da onların yaklaşmalarına engel oluyordu. Müsa onlara koyunlarını sulamak isteyince, diğer insanlar arasına girdi ve onlardan önce sulama işini gerçekleştirdi. İşte onun diğerlerine baskın çıkması dolayısı ile hanımlardan birisi onu güçlü, kuvvetli olmakla nitelendirdi.

 

Bir kesim de şöyle demektedir: Bu hanımlar sarnıçlarda artan sularla koyunlarını sularlardı. Eğer havuzlarda bir şeyler kalmışsa bu suyu koyunlarına içirirlerdi, bir şey kalmamış ise koyunları susuz kalırdı. Müsa onların hallerine acıdı, üstü kapalı bir kuyuya gitti. Diğer insanlar ise başka kuyulardan koyunlarını sulamaktaydı. Bu kuyunun üzerindeki taşı İbn Zeyd'e göre ancak yedi, İbn Cüreyc'e göre on, İbn Abbas'a göre otuz ve ez-Zeccac'a göre ancak kırk kişi kaldırabiliyordu. Bu taşı kendisi tek başına kaldırdı ve hanımların davarlarını suladı. İşte bu koca kaya parçasını kaldırdığından dolayı o hanımlardan birisi onu güçlü kuvvetli olmakla nitelendirdi.

 

Bir başka görüşe göre hepsinin kuyuları bir idi. O diğer sulayıcıların ayrılmasından sonra kuyunun ağzındaki taşı kaldırdı. Çünkü o iki hanımın adeti artan sularla davarlarını sulamaktı. Amr b. Meymun, Ömer b. el-Hattab' dan şöyle dediğini rivayet eder: Çobanlar sularını aldıktan sonra kuyuyu on adamın kaldırabileceği bir kaya parçası ile örttüler. Müsa (a.s) gelip o taşı kaldırdı ve tek bir kova su çekti. İkinci bir kova su çekmeye de ihtiyaç duymadı. Bu suyla da koyunlarını suladı.

 

2- Bir Peygamber Kızlarının Koyun Sulamasına Nasıl izin Verebilir?

 

Şayet: Şuayb (a.s.) gibi bir peygamber kızlarının davarları sulamalarını nasıl uygun buldu, diye sorulacak olursa, şöyle cevap verilir: Böyle bir şey haram değildir, din de böyle bir şeyi reddetmez. Mertlik duygularına gelince, insanlar bu hususta farklı farklıdırlar. Bu konuda adetler arasında da farklılık vardır. Bu hususta Arapların durumu ile Arap olmayanların durumu arasında değişiklik vardır. Çölde yaşayanların bu hususta tutturdukları yol ile şehirde yaşayanların yolu ayrıdır. Özellikle durum bir zaruret hali olursa.

 

3- Allah'a Muhtaç Oluş:

 

Yüce Allah'ın: "Sonra bir gölgeye varıp" İbn Mes'ud'a göre bir Arabistan kirazı ağacı gölgesine varıp, Yüce Allah'tan umduğu şeyleri dilemeye koyularak: "Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayıra muhtacım, dedi." Yedi gündür hiçbir yemeğin tadına bakmamıştı, karnı sırtına yapışmıştı. Duaya kalkışmakla birlikte açıkça bir talepte bulunmadı. Bütün müfessirlerin bu şekilde rivayet ettiklerine göre o bu sözleriyle Allah'tan yiyecek bir şeyler istemişti. Çünkü "hayır" şu ayet-i kerimede olduğu gibi yemek manasına da gelir. Yüce Allah'ın: "Eğer bir hayır bırakacak olursa" (el-Bakara, 180) buyruğu ile: "Ve gerçekten o hayır (mal) sevgisinde pek katıdır" (el-Adiyat, 8) buyruklarında olduğu gibi mal anlamında: "Bunlar mı hayırlıdır, yoksa rubba' kavmi mi?" (ed-Duhan, 37) buyruğunda olduğu gibi güç manasına: "Ve Biz, onlara hayırlar işlemelerini vahyettik" (el-Enbiya, 73) buyruğunda olduğu gibi ibadet manasına gelebilir.

 

İbn Abbas dedi ki: Oldukça acıkmıştı, hep yeşillikler, sebzeler yediği için adeta rengi yeşile çalmaya başlamıştı. Halbuki o Yüce Allah nezdinde insanların en değerlisi idi. Rivayet edildiğine göre ayaklarının alt tarafı soyulmadan Medyen'e ulaşamamıştı. İşte bu hususlar dünyanın Yüce Allah nezdinde çok önemsiz olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Ebu Bekr b. Tahir Yüce Allah'ın: "Rabbim, doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım" buyruğu hakkında dedi ki: Yani Senin dışında kalan varlıklara muhtaç etmeyecek şekilde Senin lütfuna ve Senin zengin kılmana ihtiyacım var.

 

Derim ki: Tefsir alimlerinin sözünü ettikleri açıklamalar daha uygundur.

Yüce Allah onu Şuayb vasıtası ile ihtiyaçtan kurtarmıştı.

 

4- Hayalı Kadın ve Emin Erkek:

 

Yüce Allah'ın: "Sonra onlardan birisi utana utana yürüyerek ona gelip ... " buyruğunda, bu açık ifadelerin delalet ettiği bir ihtisar vardır. İbn Abbas bunu şöylece takdir etmiştir: Bu iki kız babalarına hızlıca gittiler. Halbuki sulamadan geç gelmek adetleri idi. Babalarına kendileri için davarlarını sulayan adamın yaptıklarını anlattılar. O da kızlarından büyük olanına -küçük olanına da söylenmiştir- gidip kendisini yanına çağırmasını emretti. Bu ayet-i kerimede belirtildiği üzere ona geldi ...

 

Amr b. Meymun dedi ki: Bu kız erkeklere karşı gelişi güzel davranan, çokça heryere girip çıkan birisi değildi. Yüzünü gömleğinin yeni ile örterek geldi, diye de söylenmiştir ki, bunu da Ömer b. el-Hattab söylemiştir.

 

Rivayete göre bu kızlardan birisinin adı Leyya, diğerinin adı Safuriya olup, babalarının adı da Yesrun idi. Yesrun ise Şuayb (a.s)'ın kendisidir. Şuayb'ın kardeşinin oğlunun adı olduğu ve Şuayb'ın da daha önceden ölmüş olduğu da söylenmiştir. Ancak çoğunluk bunların Şuayb (a.s)'ın kızları olduğunu kabul etmektedir. Kur'an'ın zahirinden anlaşılan da odur. Çünkü Yüce Allah: "Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (peygamber gönderdik)" (el-A'raf, 5) diye buyurmaktadır. el-A'raf Suresi'nde böyle buyurulduğu gibi, eş-Şuara Suresi'nde de şöyle buyurulmaktadır: "A.shabu'l-Eyke peygamberleri yalanladılar. Hani Şuayb onlara ... demişti." (eş-Şuara, 176-177) Katade dedi ki: Yüce Allah Şuayb'ı Ashabu'l-Eyke ile Medyenlilere peygamber olarak gönderdi. Babasının adı ile ilgili görüş ayrılıkları el-A'raf Suresi'nde (belirtilen yerde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Rivayete göre Musa (a.s)'a, Şuayb (a.s)'ın kızı haberi getirince, kalkıp onun arkasından yürüdü. Musa (a.s)'ın bulunduğu yer ile babasının bulunduğu yer arasında üç millik bir mesafe vardı. Esen bir rüzgar üzerindeki elbiseyi vücuduna yapıştırdı ve vücudunun hatlarını gösterdi. Musa ona bakmaktan çekinerek: Sen arkama geç ve sesinle bana yolu göster, dedi. Bir diğer görüşe göre Musa (a.s) baştan beri: Benim arkamdan gel, çünkü ben İbrani bir adamım, hanımlara arkadan bakmam ve yolun sağına mı soluna mı gidileceğini sen bana söyle, dedi. İşte kızın Musa (a.s) hakkında emin olduğunu söylemesine sebeb budur. Bu açıklama İbn Abbas'a aittir.

 

Nihayet Musa kendisini davet edenin yanına ulaştı. Ona durumunu başından sonuna kadar anlattı. Bu şahıs: "Korkma! O zalimler topluluğundan kurtuldun" diyerek onu teselli etti. Medyen, Firavun krallığının sınırları dışında idi. Önüne yemek getirdi, Musa: Yemem dedi. Çünkü biz dinimizi yeryüzü dolu altın karşılığında dahi olsa satmayız. Şuayb: Bu senin bize davarları sulamanın bedeli değildir. Fakat misafirlerime ikram etmek, onlara yemek yedirmek benim ve benim atalarımın adetidir, deyince Musa yemek yedi.

 

5- icare Akdi Toplumsal Hayatın Bir Zorunluluğudur:

 

"İkisinden biri dedi ki: Babacığım onu ücretle tut" buyruğu icare akdinin onlar arasında meşru ve bilinen bir akit olduğuna delildir. İcare aynı şekilde her dinde böyledir. İnsanlar için bir zorunluluktur, insanların birlikte bir arada yaşama maslahatının bir gereğidir. Bu akdi işitmekten yana sağır gibi duran el-Asam'ın muhalefetine rağmen bu böyledir.

 

6- Velinin, Kızı ile Evlenilmesini Teklif Etmesi:

 

" ... Bu iki kızımdan birini sana nikah edeyim, istiyorum" ayeti şunu göstermektedir: Veli erkeğe kızı ile evlenmesi teklifinde bulunabilir. Bu uygulanagelmiş bir sünnettir, işte Medyen'in o salih zatı kızını İsrailoğullarının salih zatına teklif etti. Ömer b. el-Hattab kızı Hafsa'yı Ebu Bekir ve Osman'a teklif etti. Kendisini Peygamber (s.a.v.)'e adamış olan hanım aynı şekilde peygamberin kendisiyle evlenmesi teklifinde bulundu. Buna göre adamın velisi olduğu kızı teklif etmesi, hanımın kendisini salih bir erkeğe teklif etmesi, selef-i salihe uymak suretiyle bunu yapması güzel bir şeydir.

 

İbn Ömer dedi ki: Hafsa dul kalınca, Ömer, Osman'a: Eğer istiyorsan sana Ömer'in kızı Hafsa'yı nikahlayabilirim ... demişti. Bu hadisi Buhari tek başına rivayet etmiştir.

 

7- Velayet Altındaki Kızı Evlendirme Hakkı Velisine Aittir:

 

Bu ayet-i kerimede nikah yetkisinin veliye ait olduğuna, kadının bu konuda herhangi bir hak sahibi bulunmadığına delil vardır. Çünkü Medyen'deki o salih zat bu işi üstlenmiştir. Çeşitli bölgelerin fukahası da bu görüştedir. Ancak bu hususta Ebu Hanife muhalefet etmiştir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

8- Babanın Bakire Kızını Evlendirme Yetkisi:

 

Bu ayet-i kerime babanın buluğa ermiş bakire kızını onun görüşünü almadan evlendirebileceğine delil teşkil etmektedir. Malik bu görüşü benimsemiş ve bu ayeti delil göstermiştir. Bu, bu hususta güçlü bir delildir. Onun bu ayeti delil göstermesi İsrailoğullarına dair (bizim nasslarda yer alan) haberleri (Şer'u men kablena: Bizden öncekilerin şeriatini) dayanak almış olduğunun delilidir. Daha önceden geçtiği gibi.

 

Bu meselede Şafii ve pek çok ilim adamı da Malik'in görüşündedirler. Ebu Hanife ise şöyle demektedir: Küçük kız buluğa erdi mi artık hiçbir kimse onun rızası olmadan onu evlendiremez. Çünkü artık o mükellefiyet sınırına ulaşmış bulunmaktadır. Eğer buluğa ermemiş küçük ise, o takdirde onun rızasını almadan onu evlendirebilir. Zira küçüğün izin ve rızasının olmadığı hususunda görüş ayrılığı yoktur.

 

9- Nikah Akdinde Kullanılabilecek Lafızlar:

 

Şafii mezhebine mensub ilim adamları " ... sana nikah edeyim istiyorum" buyruğunu nikah akdinin tezvic (evlendirme) ve inkah (nikahlama) lafızları ile yapılabileceğine delil göstermişlerdir. Rabia, Ebu Sevr, Ebu Ubeyd, Davud ve -bu hususta ondan gelen farklı rivayetler olmakla birlikte- Malik de bu görüşü benimsemişlerdir.

 

Maliki mezhebine mensub ilim adamlarının meşhur görüşü ise, nikah akdinin her türlü lafız ile gerçekleşeceği şeklindedir.

 

Ebu Hanife dedi ki: nikah akdi eb edi olarak temliki gerektiren herbir lafız ile gerçekleşir.

 

Bu ayet-i kerimede Şafiilerin lehine delil teşkil edecek bir taraf yoktur, Çünkü bu bizden öncekilerin şeriatidir (şer'u men kablena) Onlar ise -mezheblerinde meşhur olan görüşe göre- hiçbir hususta bunu delil kabul etmezler.

 

Ebu Hanife, onun mezhebine mensub ilim adamları, es-Sevri ve el-Hasen b, Hayy de şöyle demişlerdir: Nikah eğer akde şahit tutulmuş ise hibe ve daha başka lafızlarla akd olur, Çünkü boşama da sarih ve kinaye lafızlarla gerçekleşir. İşte nikah da böyledir demişlerdir. Yine onlar derler ki: Peygamber (s.a.v.)'ın "hibe" lafzı ile özellikle kastettiği nikah değil, bud'un (kadının erkeğe helal olmasının) herhangi bir menfaatten uzak olmasıdır. Bu hususta İbnu'l-Kasım da onlara uyarak şöyle demiştir: Şayet baba kızını nikahlamak maksadı ile hibe edecek olursa, Malik'ten bu hususta herhangi bir şey bellemiş değilim -ama, kanaatime göre bu alış-veriş gibi caizdir.

 

Ebu Ömer b, Abdi'l-Berr de şöyle demektedir: Sahih olan görüş şudur: Nikah lafzı ile herhangi bir malın hibesi akdi gerçekleşmeyeceği gibi, hibe lafzı ile de hiçbir nikah akdi gerçekleşmez, Aynı şekilde nikah akdinin sarih ifadelerle yapılması lazımdır ki hakkında şahitlik söz konusu olabilsin, üstelik nikah talakın zıddıdır, nasıl ona kıyas edilebilir? Fukaha nikahın (babanın):

 

Sana mübah kıldım, sana helal kıldım, gibi sözlerle akd olmayacağını ittifakla kabul etmişlerdir, hibe de böyledir. Peygamber (s.a.v.) da: "Siz onların iffetlerini Allah'ın kelimesi ile kendinize helal kılmış oldunuz," diye buyurmuştur, Burada kastettiği Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim'de ise hibe lafzıyla nikah akdinin yapılacağına dair bir işaret yoktur. Kur'an-ı Kerım'de bulunan evlendirmek ve nikahtır. Nikahın hibe lafzıyla olabileceğini kabul etmek de Peygamber (s.a.v.)'ın hususiyetini kısmen de olsa iptal etmek söz konusudur.

 

10- Şuayb (a.s.)'ın Yaptığı Teklif miydi? Yoksa Akit miydi?:

 

"Bu iki kızımdan birini" buyruğu onun bu sözlerinin akit olmayıp, bir arz (teklif) olduğuna delildir. Çünkü bu bir akit olsaydı, üzerinde akit yapılanın tayin edilmesi gerekirdi. Çünkü ilim adamları her ne kadar: Ben sana şu iki kölemden birisini şu fiyata satıyorum demesi halinde satışın caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmiş iseler de; nikahta böyle bir şeyin caiz olmayacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Çünkü böyle bir şey muhayyerliktir, nikahta ise herhangi bir muhayyerlik söz konusu olmaz.

 

11- Nikah ile ilgili Dört Husus:

 

Mekki dedi ki: Bu ayet-i kerimede nikaha dair bir takım hususlar söz konusudur. Zevcenin tayin edilmemesi, sürenin başının tahdid edilmemesi, icarenin mehir olması, mehir olarak herhangi bir nakit ödemeden gerdeğe girmesi bunlardandır.

 

Derim ki: işte bunlar onbirinci başlığın kapsamına giren dört husustur:

 

Birinci Husus: Zevcenin Tayin Edilmesi: Bu meselelerin ilki zevcenin tayin edilmesi meselesidir. ilim adamlarımız derler ki: Tayin göründüğü kadarıyla bu husustaki görüşmelerin ikinci aşamasında söz konusu olmuştur. Önce genel olarak ona durumu arzetmiş, bundan sonra tayine geçilmiştir. Şöyle denilmiştir: O (Şuayb) Musa'ya küçük kızı Safuriya'yı evlendirdi. Ebu Zerr'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir:

 

Rasulullah (s.a.v.) bana dedi ki: "Sana Musa iki süreden hangisini tamamladı diye sorulacak olursa, sen de onların en hayırlısını ve en tam olanını, diye cevap ver. (Eğer iki kızdan hangisi ile evlendiği sorulacak olursa, küçüğü ile de. Onun arkasından gelen ve: "Babacığım onu ücretle tut. Çünkü senin ücretle tuttuklarının en iyisi, kudretli ve emin bir kişidir" diyen de odur."

 

Denildi ki: Büyük kızdan önce küçük kız ile onu evlendirmesindeki hikmet -büyük kızın evliliğe ihtiyacı daha fazla olmakla birlikte- Musa'nın küçük kıza meyledeceğini beklediğinden dolayıdır. Çünkü haberci olarak ona gönderdiğinde, o kızı görmüş idi. Babasına gelince, onunla beraber yolda yürümüştü. Eğer ona büyük kızını teklif etmiş olsaydı, belki o da bu tercihi kabul eder görünürdü ama içinde de başka bir kanaat gizliyor olabilirdi. Daha başka açıklamalar da yapılmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

el-Kuşeyrı'nin naklettiğine göre bazı haberlerde büyük kız ile evlendiği de bildirilmiştir.

 

ikinci Husus: Sürenin Başlangıcının Belirtilmesi: Sürenin başlangıcının belirtilmesine gelince, ayet-i kerimede bunun ortadan kaldırılmasını gerektiren bir husus yoktur. Aksine burada kendisinden sözedilmemiştir. Ya bu süreyi tesbit etmişlerdir, ya etmemişlerdir. Etmemişlerse, akdin başlangıcından itibaren süre de başlamış demektir.

 

Üçüncü Husus: icare Karşılığında Nikah: İcare karşılığında nikaha gelince, bu ayet-i kerimeden açıkça anlaşılmaktadır. Bu bizim şeriatın da kabul ettiği bir husustur. Hadis imamlarının rivayet ettiği ve ezberlemiş olduğu Kur'an-ı Kerim'den başka hiçbir şeyi bulunmayan hadiste meydana gelen olay da budur. Bu hadisin rivayet yollarından birisinde şöyle denilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) ona (erkeğe) "Kur'an'dan neleri ezbere biliyorsun?" diye sorunca, o da: Ben Bakara Süresi ile ondan sonraki sureyi biliyorum, demişti. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sen buna yirmi ayet-i kerime öğret. Bu senin hanımın olmuştur."

 

İlim adamlarının bu mesele hakkında üç farklı görüşü vardır: Malik böyle bir akdi mekruh görmüş, İbmı'l-Kasım kabul etmemiş, İbn Habib ise caiz görmüştür. Aynı zamanda bu Şafii'nin ve mezhebine mensub ilim adamlarının görüşüdür. Bunlar derler ki: Hür bir kimsenin sağlayacağı menfaatin mehir olması caizdir. Elbise dikmek, bina ve Kur'an öğretmek gibi.

 

Ebu Hanife dedi ki: Böyle bir şey sahih olmaz. Bununla birlikte kölesinin hanımına bir sene süreyle hizmet etmesi yahutta kendi evinde bir sene onu yerleştirmesi karşılığında o hanım ile evlenmesi caizdir. Çünkü köle ile ev birer maldır. Ancak kendisinin bizzat hanımına hizmet etmesi ise mal değildir.

 

Ebu'l-Hasen el-Kerhi dedi ki: İcare lafzı ile nikah akdi caizdir. Çünkü Yüce Allah: "Onlara ecirlerini (mehirlerini) veriniz" (en-Nisa, 24) diye buyurmaktadır.

 

Ebu Bekr er-Razi dedi ki: Böyle bir akit sahih olmaz, çünkü icare geçici bir akittir. nikah ise ebedi bir akittir, dolayısıyla bu iki akit birbirine aykırıdır.

 

İbnu'l-Kasım dedi ki: Bu şekilde yapılan bir akit gerdeğe girilmeden önce fesh olur, fakat gerdeğe girildikten sonra da sabit kabul edilir.

 

Esbağ dedi ki: Eğer bununla birlikte nakit bir şeyler verecek olursa, bunda görüş ayrılığı vardır. Şayet hiçbir nakit vermezse bu daha da ağırdır, eğer tamamen terkedecek olursa Şuayb (a.s) kıssasının delil olarak kabul edilmesi ile her durumda akit geçerli olur. Bunu Malik, İbnu'l-Mevvaz ve Eşheb söylemiştir.

 

Böyle bir olayda müteahhir ve mütekaddim alimlerinden bir topluluk bu ayet-i kerimeyi dayanak kabul etmektedir. İbn Huveyzimendad dedi ki: Bu ayet-i kerime icare akdi üzere nikahı ve bu akdin sahih olduğunu, bununla birlikte icarenin mehir kabul edilmesinin mekruh olduğunu, mehrin de Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi bir mal olması gerektiği hükümlerini ihtiva etmektedir: ''İffetinizi koruyup, zinaya sapmaksızın mallarınızIa (nikahlanma yolunu) aramanız size helal kılındı.'' (Nisa, 24) Bizim mezhebimize mensub bütün ilim adamlarının kabul ettikleri görüş budur.

 

Dördüncü Husus: Mehir Olarak Nakit Verilmeden Gerdeğe Girilirse: (Mekki'nin): "(Mehir olarak) nakit vermeksizin gerdeğe girmesi" sözüne gelince, bu hususta insanlar arasında görüş ayrılığı vardır. Acaba o akit yaptığı zaman mı gerdeğe girdi, yoksa yolculuğa çıktığı zaman mı? Şayet akdi yaptığı sırada nakit (mehir) vermiş ise nakit olarak ne verdi? Kaldı ki bizim ilim adamlarımız çeyrek dinar dahi olsa, nakit olarak bir şeyler vermeden gerdeğe girmeyi kabul etmemişlerdir. Bu İbnu'l-Kasım'ın görüşüdür. Eğer nakit bir şeyler ödemeden gerdeğe girerse geçerli olur. Çünkü mezhebimize mensub müteahhir ilim adamları şöyle demişlerdir: Mehrin kısmen veya tamamen peşin verilmesi müstehabtır. Bu da şu hususa binaendir: Eğer mehir koyunları otlatmak ise, işe başlamak onun için nakit ödeme gibi olur. Şayet yolculuğa çıktığı vakit gerdeğe girmiş ise, o zaman nikahta uzun süre beklemek caizdir. İsterse -şart koşmaksızın- ömür boyu olsun, eğer şart koşulacak olursa maksadın sahih olması hali dışında caiz olmaz. Gerdeğe girmek için hazırlanmak yahut eğer zevce küçük ise gerdeğe girişe elverişli olmasını beklemek gibi. İlim adamlarımız bunu böylece ifade etmişlerdir.

 

12- icare ve Nikah Akitleri Bir Arada Yapılabilir mi?:

 

Bu ayet-i kerimede icare ve nikah akitlerinden bir arada söz edilmektedir. Bu hususta ilim adamlarımızın üç farklı görüşü vardır. Birinci görüş Ebu Zeyd'in ''semaniye'' sinde şöyle denilmektedir: Baştan beri bu şekilde bir akit yapmak mekruhtur, şayet yapılırsa geçerli olur.

 

İkinci görüş; Malik ve meşhur rivayete göre İbnu'I-Kasım dediler ki: Böyle bir akit caiz olmaz, duhulden önce de sonra da fesh olur. Çünkü birbirinden farklı diğer akitlerde olduğu gibi bu iki aktin maksatları da farklıdır.

 

Üçüncü görüş Eşheb ve Esbağ bunu caiz kabul etmişlerdir. İbnu'l-Arabi dedi ki: Sahih olan budur, ayet-i kerime de buna delalet etmektedir. Malik de şöyle demiştir: Alış-verişlere en çok benzeyen şey nikahtır. Peki icare ile satış ya da satış ile nikah arasında ne gibi bir fark vardır?

 

Şayet hanımına mehir olarak mübah olan bir şiir öğretmeyi tesbit edecek olursa, bu sahih olur. el-Müzeni dedi ki: Şairin şu beyiti buna örnektir: "Kul benim menfaatim, benim malım der, Halbuki Allah korkusu elde ettiği menfaatlerin en üstünüdür."

 

Şayet hiciv ya da çirkin sözler ihtiva eden bir şiir öğretmeyi mehir olarak verecek olursa, bu ona şarab ya da domuzu mehir olarak vermeye benzer.

 

13- Akitlerde Zikredilmesi Gereken Hususlar ile Zikredilmesi Zorunlu Olmayan Hususlar:

 

Yüce Allah'ın: "Sekiz yıl bana hizmet etmen üzere" buyruğunda "hizmet"den mutlak olarak sözedilmiştir. Malik dedi ki: Böyle bir ifade ile akit caizdir. Mutlak, örfe göre yorumlanır, ayrıca hizmet sırasında yapılacak işleri ismen zikretmeye gerek yoktur. Musa (a.s)'ın kıssasının zahirinden anlaşılan budur. O burada mutlak olarak icareden sözetmektedir.

 

Ebu Hanife ve Şafii derler ki: "İsmen zikredilmedikçe caiz olmaz, çünkü bu meçhuldür." Buhari ise: Yüce Allah'ın: 'Sekiz yıl bana hizmet etmen üzere' buyruğu dolayısı ile bir işçiyi ücretle tutup da ona süreyi açıklamakla birlikte yapacağı işi açıklamayacak olursa (hükmün ne olacağına dair) bir bab" diye bir başlık açmıştır.

 

el-Mühelleb dedi ki: Ancak durum Buhari'nin açtığı başlıkta belirttiği şekilde değildi. Çünkü onlara göre yapılacak iş sulamak, tarlayı sürmek, davarları otlatmak ve buna benzer o çölde yaşayan ahalinin yaptıkları işler türünden olup kendilerince bilinen işlerdi. Böyle şeyler örf ile bilinir. Yapılacak işler ismen sayılmasa ve miktarları belirtilmese dahi örf yoluyla bunların neler oldukları bellidir. Mesela ona: Sen senenin şu kadar zamanında araziyi süreceksin, senenin şu kadarında koyun otlatacaksın, demesine gerek yoktur. Çünkü bu, bu gibi yerlerdeki hizmetlerde alışılagelmiş bir şekildir. Herkesin ittifakla caiz kabul etmediği, akit süresinin belli olmaması, yapılacak işin de alışılmadık ve meçhul olması halidir. Bu husus(lar) bilinmedikçe böyle bir (icare) akdi caiz olmaz.

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Tefsir bilginlerinin zikrettiklerine göre o Musa (a.s)'a koyun otlatmayı açıkça tayin etmiştir. Ancak bu sahih bir yolla rivayet edilmiş değildir. Fakat şöyle demişlerdir: Medyenli salih zatın koyun otlatmanın dışında yapılacak bir işi yoktu. Dolayısıyla onun halinin bu yönünün bilinmesi, bu hususta yapılacak hizmetin tayin edilmesi gibidir.

 

14- Çobanlık için icare Akdinde Belirtilmesi Gereken Hususlar:

 

ilim adamları ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Bir kimsenin belli aylar, belli bir ücret ve sayıları belli koyunları otlatmak üzere bir çobanı ücretle tutması caizdir. Eğer bu koyunların sayıları belli ve muayyen ise mezhebimize (Maliki mezhebine) mensup ilim adamlarımızın konu ile ilgili etraflı görüşleri vardır. ibnu'l-Kasım dedi ki: Şayet koyunlardan ölen olursa, onun yerine o sayıda koyun eklemeyi şart koşmadıkça caiz olmaz. Ancak bu oldukça zayıf bir rivayettir. Medyenli salih zat, Musa'yı koyunlarını otlatmak üzere ücretle tutmuş, o da koyunların miktarını görmüş olmakla birlikte, ölenlerin yerine başkalarının katılması şartı koşulmamıştır. Şayet koyunların sayısı belirli olmayıp mutlak bırakılmış ve tayin de edilmemişse, böyle bir akit mezhebimiz ilim adamlarına göre caizdir.

 

Ebu Hanife ve Şafii'ye göre ise; bu hususta bilgisizlik dolayısıyla caiz olmaz, demişlerdir. Mezhebimize mensup ilim adamları az önce belirttiğimiz üzere bu hususta örfü dayanak kabul etmişlerdir ve ona gücünün kaldırabileceği kadar (koyun) verilir. ilim adamlarımızdan kimisi şunu da ilave etmiştir: ücretle çoban tutan kimse, çobanın gücünün miktarını bilmedikçe caiz olmaz. Bu sahih bir görüştür, çünkü Medyen'li salih zat, taşı kaldırması suretiyle Musa (a.s)'ın kuvvetinin miktarını bilmiş idi.

 

15- Sürüden Telef Olursa, Çoban Tazminat Öder mi?:

 

Malik dedi ki: Çobanın tazminat ödeme yükümlülüğü yoktur. Telef olan yahut çalınanlar hususunda onun sözü doğru kabul edilir. Çünkü çoban da vekil gibi emin bir kimsedir. Buhari: "Çoban yahut vekil ölmekte olan bir koyunu yahut telef olacak bir şeyi görüp de bozulacağından korkulan şeyi düzeltirse" diye bir başlık açtıktan sonra; Ka'b b. Malik'in babasından nakletmiş olduğu şu hadisi kaydeder: "Kendilerinin Sel' dağında otlayan koyunları vardı. Bizim (çobanlık yapan) cariyemiz koyunlarımız arasından birisinin ölmek üzere olduğunu gördü. Bir taş kırıp o taşla onu kesti. (Babam) onlara: Peygamber (s.a.v.)'e soruncaya -ya da Peygamber (s.a.v.)'e soracak kimse gönderinceye- kadar yemeyin, dedi. O da Peygamber (s.a.v.)'e sordu -ya da ona birisini gönderdi-o Peygamber ona o koyundan yemeyi emretti. Abdullah dedi ki: Bunun hem bir cariye olması, hem de koyunu kesmiş olması benim hayret ettiğim bir husustur.

 

el-Mühelleb dedi ki: Bu hadisteki fıkhi inceliklerden birisi de şudur: Çoban ve vekil kendilerine emanet olarak verilmiş hususlarda -hainlik ettiklerine ya da yalan söylediklerine dair aleyhlerinde bir delil ortaya konulmadıkça- sözleri doğru kabul edilir. Malik'in ve bir fukaha topluluğunun görüşü budur.

 

İbnu'l-Kasım dedi ki: Bir koyunun öleceğinden korkar da onu boğazlayacak olursa, koyunu kesilmiş olarak getirmiş olması halinde tazminat ödemez ve söylediği tasdik edilir. Başkası ise: Söylediğini beyyine ile açıklamadığı sürece tazminat öder, demişlerdir.

 

16- Çoban Sürüdeki Koyunlara Koç Katarsa:

 

Çoban eğer sürüdeki koyunlara sahiplerinin izni olmaksızın koç katıp da bu koyunlar telef olursa, İbnu'l-Kasım ve Eşheb'in bu hususta farklı kanaatleri vardır. İbnu'l-Kasım bu durumda çobanın tazminat ödemesi gerekmez, der. Çünkü koyunlara koç katmak, malı ıslah etmek ve onu arttırmak kabilindendir. Eşheb ise tazminat ödemesi gerekir, demiştir. Ka'b'ın hadisi delil olarak İbnu'l-Kasım'ın görüşüne daha uygundur ve bu durumda -eğer salih kimselerden ve malı koruduğu bilinenlerden ise- içtihadı ile telef olanlar dolayısıyla tazminat ödemesi gerekmez. Şayet fasık ve fesad ehli kimselerden olup mal sahibi onun tazminat ödemesini isteyecek olursa, bunu da yapabilir. Çünkü onun fasık olduğu bilindiğinden dolayı, bir koyunun ölmekte olduğunu gördüğüne dair söylediği sözleri doğru kabul edilmez.

 

17- Musa (a.s)'ın Aldığı ücret:

 

Müsa (a.s)'ın aldığı ücretin ne olduğu nakledilmemiştir. Fakat Yahya b. Sellam'ın rivayetine göre Medyenli salih zat, annesinden farklı bir renkte doğan herbir keçiyi Müsa'ya verecekti. Yüce Allah da Müsa'ya sen asanı onların arasına bırak o koyunların hepsi kendilerine benzemeyen farklı renklerde yavru yapacaklardır, diye vahyetti.

 

Yahya'dan başkaları da şöyle demiştir: Siyah ve beyaz renkli doğacak her yavruyu ona vereceğini söyledi. Hepsi de siyah beyaz yavrular doğurdu.

 

el-Kuşeyrı'nin naklettiğine göre Şuayb (a.s), Müsa (a.s)'ı ücretle işçi tutunca ona şöyle dedi: Filan odaya gir ve o odada bulunan asalardan birisini aL. Müsa bir asa çıkardı, bu asayı Adem cennetten çıkartmıştı. peygamberler biribirlerinden miras olarak bu asayı devralmışlar ve nihayet Şuayb'ın eline geçmişti. Şu ayb o asayı odaya bırakıp bir başka asa almasını emretti. Yine içeri girdi, tekrar aynı asayı çıkarıp getirdi. Bu iş yedi defa tekrarlandı, yedi defasında da eline bu asadan başka bir asa geçmiyordu. Şuayb, Müsa (a.s)'ın özel bir durumunun olduğunu anladı. Sabah olunca ona: Koyunları yol ayırımına kadar güt, ondan sonra sağ tarafa sap. Orada fazla ot yoktur. Ancak sol tarafa da sakın gitme, çünkü orada pek çok ot, fakat davarların gelmesini kabul etmeyen oldukça büyük bir keler vardır. Musa yol ayırımına kadar koyunları güttü, fakat koyunlar sol tarafa gitti ve onları bir türlü zaptedemedi. Musa uyudu ve bu keler çıktı. Asa hareket etti ve çatal kısmı demir oluverdi. Büyükçe vahşi keleri öldürünceye kadar savaştı ve tekrar Musa (a.s)'ın yanına geri döndü. Musa uyandığında asanın kana bulanmış olduğunu ve bu kelerin de öldürülmüş olduğunu gördü. Akşam Şuayb'a geri döndü, Şuayb'ın gözleri görmüyordu. Eliyle koyunları yokladı, koyunların bol bir otlakta otladıklarının izlerini hissetti. Ona durumu sordu, o da olanları anlattı. Şuayb sevindi ve: Bu sene bu davarların doğuracakları iki renkli bütün yavrular senin olacaktır, dedi. O sene bütün yavrular iki renkli doğdu. Şuayb, Musa'nın Allah nezdinde özel bir yerinin olduğunu anladı.

 

Uyeyne b. Hısn'ın rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Musa karın tokluğuna ve iffetini korumak üzere kendisini ücretle çalıştırdı."

 

Şuayb ona: Bu koyunlardan iki renkli doğan bütün yavrular -aralarında azuz, feşuş, kemuş, dabub ve saul olmamak üzere- senin olacaktır.

 

el-Herevi dedi ki: Azuz, sert arazi demek olan el-azaz'dan alınmıştır. Az süt veren demektir.

 

Feşuş ise, sağılmaksızın sütü akan demektir. Buna sebeb ise memelerinin deliklerinin geniş olmasıdır. el-fetuh ve es-serur da bu anlamdadır. Arapların darb-ı mesellerinden birisi de şudur: Senin öfkeni ve kibrini başından çıkartacağım."Kırbanın içindeki havayı boşalttı" denilir.

 

Şu hadis de bu kabildendir: "Şüphesiz şeytan sizden herhangi birinizin kaba etleri arasında hava çıkartır; ta ki o kişi kendisinin abdestini bozduğunu zanneder. Yani çok cılız bir üfleme üfler demektir.

 

el-Kemuş memeleri küçük demektir, kemışe de denilir. Bu ismin verilmesi ise memelerinin büzülmüş olmasından dolayıdır. "Belden aşağı sardığı elbisesi büzülü adam" tabiri de buradan gelmektedir. Keşud da kemuş gibidir.

 

ed-Dabub ise meme uçlarındaki deliği dar demektir. ed-Dabb da şiddetle sıkmak suretiyle süt sağmak demektir.

 

es-Saul memelerinde fazladan uç bulunan koyun demektir, es-sa'l da denilir. es-Sa'l aynı zamanda yaşlılık anlamındadır. Bu fazlalığa da "er-rual" denilir. "Es'al adam" yaşlı adam demektir. Es'al aynı zamanda sütün çıkış yerinin dar olması anlamındadır. el-Herevi dedi ki: "İki renkli (kalibu levn)" tabiri bu rivayette annelerinden farklı renkte doğarlarsa ... anlamındadır.

 

18- Bilinmeyen Bedel Karşılığında icare:

 

Bilinmeyen bedel karşılığında icare caiz değildir. (Yukarıda sözü edilen) koyunların doğumu malum olan bir şey değildir. Verimli bazı yerlerde kat'i olarak koyunların doğumu, bunların sayısı, yavrularının sağlıklı olup olmayışları bilinebilir. Mısr diyarı ve benzerlerinde olduğu gibi. Bununla birlikte bu bizim şeriatimizde caiz değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) gararlı akitleri yasaklamıştır. Aynı şekilde medamin ve melakih diye bilinen akit şekillerini de yasaklamıştır. Medamin dişilerin karnındaki yavrular, melakih ise erkeklerin sulblerindekilerdir. Şair ise şu mısraında bunun aksini dile getirmiştir: "Yaşlı ve hamile dişi devenin karnında o aşılanmıştır."

 

Buna dair açıklamalar el-Hicr Suresi'nde (22. ayet, 5. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Bununla birlikte Raşid b. Ma'mer üçte bir ve dörtte bir koyun karşılığında icareyi caiz kabul etmiştir. İbn Sirin ve Ata da şöyle demişlerdir: Bir kumaş ondan alınacak belli bir pay karşılığında dokunabilir. İmam Ahmed de böyle demiştir.

 

19- Nikahta Kefaet (Denklik).'

 

Nikahta kefaete (denkliğe) itibar edilir. İlim adamları bu kefaet acaba dinde, malda ve konum (haseb)de midir? yoksa bunların birisinde midir? Sahih olan mevali erkeklerin Arap ve Kureyş'e mensub kadınları nikıhlamasının caiz olduğudur. Çünkü Yüce Allah: "Şüphesiz ki Allah'ın katında sizin en şerefliniz, en takvalı olanınızdır" (el-Hucurat, 13) diye buyurmaktadır. Musa (a.s) da Medyenli salih zatın yanına yabancı, kovulmuş, korkan, yalnız, aç ve çıplak olarak geldiği halde; onun dininden kesinlikle emin olup onun halini görünce, kızını ona nikahladı ve bunun dışındaki herbir şeyden yüz çevirdi. Yüce Allah'a hamdolsun ki; bu mesele daha önceden etraflı bir şekilde geçmiş bulunmaktadır.

 

20- Veli Mehirden Ayrı Olarak Kendisi Adına Mali Bir Ödeme isteyebilir mi?:

 

Bazı ilim adamları şöyle demiştir: Şuayb (a.s)'ın yaptığı bu akitte kadının alacağı mehirden söz edilmemektedir. O sadece bedevilerin yaptığı şekilde kendisi adına şart koşmuştur. Çünkü bedeviler evlendirecekleri kızlarının mehirlerini şart koşarken şöyle de derler: özel olarak bana şu kadar verilecektir. Burada mehir tefviz edilmiştir. Tevfiz nikahı da caizdir.

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Bedevilerin yaptıkları bu iş aslında bir çeşit ikramiye ve mehirden ayrı bir şeydir. Bu ise haramdır ve peygamberlere yakışmaz. Ancak veli kendisi adına bir şeylerin verilmesini şart koşacak olursa, ilim adamları kocanın elinden çıkıp kadının eline girmeyen malların hükmü hakkında iki ayrı görüş ortaya atmışlardır. Bir görüşe göre bu caizdir, diğerine göre ise caiz değildir. Bana göre sahih olan ise, bu hususta duruma göre hükmün değişeceğidir. Şöyle ki kadın ya bakiredir, ya duldur. Eğer dul ise bu caizdir, çünkü dul kadının nikahı kendi yetkisindedir. Veli ise sadece akdi doğrudan yapan kişidir. Vekilin satış akdi dolayısıyla bir ücret alması caiz olduğu gibi, burada da ücret alması yasak kabul edilemez. Şayet evlenecek olan bakire ise bu durumda onun nikah akid yetkisi babasının elindedir. Sanki bu durumda nikah esnasında kocadan başkası için bir ivaz söz konusu edilmiş gibidir ki, bu da batıldır. Şayet böyle bir şeyolursa, eğer henüz gerdeğe girilmemişse fesh olur. Bu husustaki meşhur rivayete göre gerdeğe girildikten sonra ise bu fazlalık sabit olur. Hamd, Allah'a mahsustur.

 

21- Akitte İttifakla Kabul Edilen Şartlarla isteğe Bağlı Şartlar:

 

Medyenli salih zat şartı zikrettikten sonra on yılda da onu serbest bırakmak suretiyle herbirisinin hükmü ayrıca tesbit edilmiş olmaktadır. Sonraki şart birinci şartın hükmünü taşımaz ve zorunlu şart ile isteğe bağlı şart hükümde ortak olmaz. Bundan dolayı akitlerde ittifakla kabul edilen şartlar yazıldıktan sonra, bunlar da isteğe bağlı şartlardır, denilir. Böylelikle ittifakla kabul edilen şartlar hükümlerine göre değerlendirilir, isteğe bağlı olan şartlar da hükümlerine göre değerlendirilir. Bu yolla yerine getirilmesi zorunlu olan şart ile isteğe bağlı şart birbirinden ayrılmaktadır.

 

Denildiğine göre, Şuayb (a.s)'ın akitlerde kullanılan lafızlar arasında nikah ile ilgili olarak kullandığı lafız güzeldir. Buna göre; "Ben bu erkeği, bu kadına nikahlıyorum" ifadesi; "Bu kadını, bu erkeğe nikahlıyorum" ifadesinden daha uygundur. İleride el-Ahzab Süresi'nde (49. ayet, 1. başlıkta) geleceği üzere Şuayb (a.s) sekiz yıllık hizmeti şart, ona kadar tamamlamayı da isteğe bağlı bırakmıştır.

 

22- Hz. Musa'nın Şartları Kabulü ve Yüce Allah'ın Şahit Tutulması:

 

"Dedi ki: Bu seninle benim aramdadır. İki vadeden hangisini bitirirsem aleyhime bir düşmanlık olmasın" buyruğunda görüldüğü gibi; Şuayb (a.s)'ın sözleri bittikten sonra, Musa (a.s) bu şartları kabul ettiğini belirtip, ittifak olunan şartın sekiz yıllık sürede söz konusu olduğunu belgelemek suretiyle Şuayb'ın koştuğu şartın anlamını tekrarlamış olmaktadır.

 

"Hangisi" istifham (soru) edatı olup, "bitirirsem" ile nasb edilmiştir. "İki va'deden" anlamındaki buyruk da; "Hangi" lafzının onlara izafeti dolayısıyla mecrurdur. Ondan sonraki (...) ise te'kid için bir sıladır. Bunda şart manası vardır, cevabı da "aleyhime bir düşmanlık olmasın" anlamındaki buyruktur. "Düşmanlık" anlamındaki lafız da; "Olmasın" ile nasbedilmiştir.

 

İbn Keysan dedi ki: (...); ona (...)'ın izafe edilmesi dolayısıyla cer mahallindedir ve nekredir. "İki vade" ise ondan bedeldir. Şanı Yüce Allah'ın: "Allah'tan bir rahmet sayesinde ... "(Al-i İmran, 159) buyruğunda da böyledir. Yani burada "rahmet" (...)'dan bedeldir.

 

Mekki dedi ki: O (İbn Keysan) Kur'an-ı Kerim'de herhangi bir lafzın zaid olmadığını göstermeye çokça dikkat ederdi ve herbir lafız için zaid olmadığını ortaya koyacak uygun bir açıklama bulurdu.

 

el-Hasen: "Hangisini" anlamındaki buyruğu "ya" harfini sakin olarak; (...) diye okumuştur. İbn Mes'ud da: "iki vadeden hangisini bitirirsem" anlamındaki lafızları; (...) diye okumuştur.

 

Cumhur "bir düşmanlık" anlamındaki lafzı; (...) şeklinde "ayn" harfi ötreli olarak okumuşlardır. Ebu Hayve ise bunu esreli okumuştur. Anlam da şudur: Bu süreye fazlalık katmak konusunda benim herhangi bir sorumluluğum yoktur ve benden böyle bir talepte bulunulamaz. "Udvan" farz olmayan hususlardaki haddi aşmaktır. "el-Hicec" da yıllar demektir. Şair der ki: "Hicr'in yüksekçe yerlerindeki yurtlar kimindir? Yıllardan ve uzun zamandan beri oralar bomboş ve kuraktır."

 

Tekili "ha" harfi esreli olarak "hicce" diye gelir.

 

"Allah da bu söylediğimize vekildir." Denildiğine göre bunlar Musa'nın söylediği sözlerdendir. Bu sözü hanımın babası söylemiştir de denilmiştir.

O iki salih zat -Allah'ın salat ve selamları üzerlerine olsun- yaptıkları bu akde Allah'ı şahit tutmakla yetindiler ve insanlardan kimseyi şahit tutmadılar. Nikahta şahit tutmanın gereği hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır ki; bu da bir sonraki başlığımızın konusudur.

 

23- Nikahta Şahit Tutmanın Hükmü:

 

Nikahta şahit tutmanın vacip olup olmadığı hususunda iki görüş vardır.

Bu iki görüşten birisine göre iki şahit olmadıkça nikah akdi olmaz. Ebu Hanife ve Şafii bu görüştedir. Malik ise nikah akdi şahitsiz olur demiştir, çünkü bu karşılıklı bir ivaz akdidir. Dolayısıyla bu akitte şahit tutmak şartı yoktur, fakat bunda ilan ve açıklama şartı aranır. nikah ile zina arasındaki fark ise tef çalmak (ilan etmek)dır. Bu mesele yeterli açıklamalarla el-Bakara Suresi'nde (221. ayetin 2. bölümü ile ilgili açıklamaların 9. başlığında) geçmiş bulunmaktadır.

 

Buhari'deki rivayete göre de Ebu Hureyre şöyle demiştir: İsrailoğullarından birisi, İsrailoğullarından birisinden kendisine bin dinar borç vermesini istedi. Ona bana, onları şahit tutacağın şahitler getir deyince, borç isteyen:

 

Şahit olarak Allah yeter dedi. Bu sefer: Bana bir kefil getir, dedi. Borç isteyen, kefil olarak Allah yeter dedi. O da: Doğru söyledin deyip, ona bin dinarı verdi. Sonra da hadisin geri kalan bölümünü zikretti. 

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kasas 29

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR