NEML 65 / 66 |
قُل لَّا
يَعْلَمُ
مَن فِي
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرْضِ
الْغَيْبَ
إِلَّا
اللَّهُ
وَمَا
يَشْعُرُونَ أَيَّانَ
يُبْعَثُونَ
{65} بَلِ
ادَّارَكَ
عِلْمُهُمْ
فِي الْآخِرَةِ
بَلْ هُمْ فِي
شَكٍّ
مِّنْهَا
بَلْ هُم
مِّنْهَا
عَمِونَ {66} |
65. De
ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Onlar ne vakit
diriltileceklerini de bilmezler."
66.
Halbuki ahirete dair bilgileri ard arda (kendilerine) ulaştırılmıştır. Onlar ise
bundan yana şüphe içindedirler. Bilakis onlar, ona karşı kördürler.
"De ki: Göklerde ve
yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez" buyruğu ile ilgili olarak kimi
ilim adamı şöyle demiştir: O gaybını yaratıklarından gizlemiştir. Kullarından
herhangi bir kimse Yüce Allah'ın imtihanından yana emin olmaması için, hiç
kimse O'nun gaybına muttali olamaz.
Denildiğine göre ayet-i
kerime, Peygamber (s.a.v.)'e müşriklerin kıyametin kopmasına dair soru
sormaları üzerine nazil olmuştur.
Buradaki
"Kimse" lafzı ref' mahallindedir. Yani: De ki: Allah'tan başka hiçbir
kimse gaybı bilemez. Burada; "Kimse" lafzı (...)'den bedeldir. Bu
açıklamayı ez-Zeccac yapmıştır.
el-Ferra da şöyle
demiştir: "Başka" anlamındaki istisna edatından sonra (müstesnanın)
merfu gelmesi, bu edattan önceki ifadenn cahd (inkar, red) olmasından
dolayıdır. Bu da bir kimsenin: "Babandan başka kimse gitmedi"
demesine benzer, mana birdir. ez-Zeccac dedi ki: Bunu nasb ile okuyanlar da
istisna olmak üzere nasbetmişlerdir. Yani ifadede bir istisna vardır. en-Nehhas
dedi ki: Ben onun bu ayet-i kerimeyi bir müneccimin (yıldız falcısının)
söylediklerini doğru kabul eden kimseye karşı delil gösterirken dinledim ve bu
arada: Böyle bir kimsenin bu ayet-i kerimeyi inkar etmiş olacağından korkarım,
demişti.
Derim ki: Bu husus,
yeterli açıklamalarla beraber daha önceden el-En'am Süresi'nde (59. ayet, 2.
başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Aişe (r.anha) dedi ki: Kim
Muhammed'in yarın ne olacağını bildiğini iddia ediyor ise hiç şüphesiz Yüce
Allah'a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur. Çünkü Yüce Allah: "De ki:
Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez." diye buyurmaktadır.
Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Rivayete göre Haccac'ın huzuruna
müneccim bir şahıs girmiş, Haccac onu tutuklamış. Sonra eline saydığı bir kaç
çakıl taşı almış, sonra da: Elimde kaç tane çakıl taşı var diye sormuş.
Müneccim hesap yaptıktan sonra şu kadar deyip, isabet ettirmiş. Bir daha onu
bir yerde tuttuktan sonra bu sefer saymaksızın bir kaç çakıl taşı almış ve
elimde kaç tane çakıl taşı var demiş. Müneccim yine hesap etmiş fakat bu sefer
yanılmış. Tekrar hesab etmiş, tekrar yanılmış, sonra şöyle demiş: Ey emir,
zannederim sen de bunların kaç tane olduklarını bilmiyorsun. Haccac, hayır
bilmiyorum deyince, müneccim: O zaman ben isabet ettiremem demiş. Peki aradaki
fark nedir? diye sorunca şu cevabı vermiş: Birincisinin kaç tane olduklarını
sen saydın. Dolayısıyla bunlar gaybın sınırları dışına çıkmış oldu. Şimdikileri
ise saymadın, o bakımdan bunlar bir gaybdır ve: "Göklerde ve yerde gaybı
Allah'tan başka kimse bilmez." Bu husus daha önceden Al-i İmran Süresi'nde
(7. ayet, 8. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.
"Halbuki ahirete
dair bilgileri ard arda (kendilerine) ulaştırılmıştır." Aralarında Asım,
Şeybe, Nafi, Yahya b. Vessab, el-A'meş, Hamza ve el-Kisai'nin de bulunduğu çoğu
kimse "Ardarda ulaştırılmıştır" anlamı verilen lafzı; (...) diye
okumuşlardır. Buna karşılık Ebu Ca'fer, İbn Kesir, Ebu Amr ve Humeyd ise
"idrak: yetişmek, ulaşmak"dan gelen bir fiil olarak; "Ulaştı,
geldi" diye okumuşlardır. Ata b. Yesar ile kardeşi Süleyman b. Yesar ve
el-A'meş ise hemzesiz ve şeddeli olarak; (...) diye okumuşlardır. İbn Muhaysın
ise istifham olmak üzere; (...) diye okumuştur. İbn Abbas "ya" ile
birlikte; "Evet" diye ve; (...) şeklinde kat' hemzesi ile
"dal" harfi şeddeli ve ondan sonra da bir "elif" ile
okumuştur.
en-Nehhas dedi ki: Bunun
isnadı sahih bir isnaddır. Rivayet Şu'be yoluyla gelmekte olup, onu İbn Abbas'a
merfu olarak rivayet etmektedir. Harun el-Kari' de Ubeyy'in kıraatinin; (...)
şeklinde olduğunu iddia etmiştir. esSa'lebi'nin naklettiğine göre ise Ubeyy'in
kıraatinde; (...) şeklindedir. Araplar eğer sözün başında istifham var ise; (...)'i
birbirlerinin yerine kullanmaktadır. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:
"Allah'a yemin ederim ki bilemiyorum, Selma mı (renk renk boyanmakla)
gulyabani'ye benzedi, Yoksa hepsi mi benim sevgilimdir."
Burada görüldüğü gibi
(...) edatı (...) anlamında kullanılmıştır. en-Nehhas dedi ki: Birinci ve
sonuncu kıraatlerin anlamı birdir. Çünkü (...)'ın aslı (...) şeklindedir.
Burada "dal" harfi "te "ye idgam edilmiş ve vasl elifi
getirilmiştir. Bunun ne anlama geldiği hususunda da iki görüş vardır.
Birincisine göre anlam şöyledir: Onların ahirete dair bilgileri mükemmellik
derecesine ulaşmıştır. Çünkü onlara vaadolunan herbir şeyi gözleriyle görmüş
bulunuyorlar, böylelikle onların ilmi mükemmellik derecesindedir.
Diğer görüşe göre anlam
şöyledir: Onların ahirete dair bilgileri arka arkaya gelmiştir. Onlar olacak da
dediler, olmayacak da dediler.
İkinci kıraatin anlamı
hususunda da yine iki görüş vardır. Birincisine göre anlam, onların ahiret
hakkındaki bilgileri kemale ermiştir, bu da birincisi gibidir. Mücahid dedi ki:
Yani onların ahiret hakkındaki ilimleri idrak edilecektir. Onlar ahireti
bilmenin kendilerine fayda vermeyeceği bir zamanda, ahireti gözleriyle
görecekleri vakit o bilgiyi de bilmiş olacaklardır. Bunun onlara fayda vermeyiş
sebebi ise, dünyada iken yalanlayıcılardan olmalarıdır. İkinci görüşe göre de
anlam inkar manasınadır. Bu da Ebu İshak'ın görüşüdür. O bu görüşün doğruluğuna
bundan sonra: "Bilakis onlar ona karşı kördürler" buyruğunu delil
göstermektedir. Yani onların bilgileri ahireti bilecek nokta ya erişmemiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Onların ahiret hakkındaki bilgileri sapmıştır ve şaşmıştır. Onların bu hususta
herhangi bir bilgileri yoktur.
Üçüncü kıraat ise; (...)
şeklindedir ki bu da; (...)'in (yani birinci kıraatin) anlamı ile aynıdır.
Çünkü (...) kipi ile (...) kipi aynı anlamda gelebilir. Bundan dolayı, (...)
ifadesi, (...) anlamında kullanıldığı takdirde, sahih bir kullanış olarak kabul
edilmiştir.
Dördüncü kıraate
gelince, bunun anlamı ile ilgili olarak sadece bir görüş vardır. Bunda da inkar
anlamı söz konusudur. Bir kimsenin: Seninle ben mi çarpıştım (çarpışmadım
anlamında) demesine benzer. Bu durumda anlam: Onlar bu bilgiyi elde
edememişlerdir, olur. İbn Abbas'ın kıraatinin anlamı da buna racidir. İbn Abbas
dedi ki: "Hayır, onların ahiret hakkındaki bilgileri erişmemiştir"
yani onların bilgileri bu noktaya ulaşmamıştır.
el-Ferra dedi ki: Bu
güzel bir açıklamadır. Sanki o bu açıklamasını öldükten sonra dirilişi
yalanlayanlar ile bir çeşit alay diye yorumlamış gibidir. Mesela senin
yalanladığın bir kimseye: Hayır, yemin olsun ki sen selefe ulaşmış bulunuyorsun
ve sen benim rivayet etmediğim şeyleri rivayet ediyorsun. Bu sözlerden maksat
ise muhatabı yalanlamaktır.
Yedinci bir kıraat;
"lam" harfi üstün olarak; (...) şeklindeki kıraattir. Burada
"lam" harfinin üstün okunması, üstünün hafifliğinden ötürüdür. Buna
benzer bir kıraat şekli Kutrub'dan "Geceleyin kalk "(el-Müzzemmil, 2)
buyruğunda nakledilmiştir. Burada (esre yerine) üstün okumuştur. Aynı şekilde;
"Elbiseyi sat" ve benzeri kullanımlarda böyledir.
ez-Zemahşeri
(el-Keşşaf)'da şunu nakletmektedir: Bu buyruk iki hemze ile; (...) diye de
okunmuştur. İki hemze arasında bir elif ile; (...) diye okunmuştur, (...)
şeklinde, (...) şeklinde ve; (...) şeklinde de okumuştur. Böylelikle oniki
kıraat şekli ortaya çıkmaktadır. Zemahşerı daha sonra bu kıraat şekillerini
izah etmeye koyulur ve şöyle der: Eğer (...) kıraatinin istifham anlamı ile
okunması nasıl açıklanır diye soracak olursan derim ki: Bu, onların
bilgilerinin bu noktaya ulaştığını inkar etmek anlamında bir istifhamdır. Aynı
şekilde; (...) ile (...) diye okuyanların kıraati de böyledir. Çünkü burada;
(...) ile soru hemzesi anlamındadır. (...) şeklinde istifham ile okuyanların
kıraatine gelince, bunun da anlamı şudur: Evet, onlar ne zaman
diriltileceklerinin farkındadırlar. Daha sonra onların kıyametin ne zaman
kopacağına dair bilgi sahibi olmadıklarını belirtmektedir. Onların kopacağına
dair bilgilerinin olmadığını belirttiğine göre; ne zaman gerçekleşeceğine dair
herhangi bir bilgileri veya şuurları (farkına varmaları) da gerçekleşmez. Çünkü
olacak bir şeyin vaktine dair bilgi, olacak şeyin oluşu ile ilgili bilgiye
tabidir.
"Ahirete dair"
ahiret ile ilgili ve ahiretin anlamı ile ilgili demektir. "Bilakis
onlar" dünya hayatında "ona karşı" kalpleriyle
"kördürler."
"Kördürler"in
tekili (...)'dir. Tekilinin (...) olduğu da söylenmiştir. Aslı ise; (...) olup,
iki sakinin arka arkaya gelmesi dolayısıyla "ya" hazfedilmiştir.
Harekenin ağırlığı dolayısıyla da harekelenmesi caiz değildir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN