ŞUARA 197 / 203 |
أَوَلَمْ
يَكُن
لَّهُمْ
آيَةً أَن
يَعْلَمَهُ عُلَمَاء
بَنِي
إِسْرَائِيلَ
{197} وَلَوْ
نَزَّلْنَاهُ
عَلَى
بَعْضِ
الْأَعْجَمِينَ
{198} فَقَرَأَهُ
عَلَيْهِم
مَّا
كَانُوا
بِهِ مُؤْمِنِينَ
{199} كَذَلِكَ
سَلَكْنَاهُ فِي
قُلُوبِ
الْمُجْرِمِينَ
{200} لَا يُؤْمِنُونَ
بِهِ حَتَّى
يَرَوُا
الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
{201}
فَيَأْتِيَهُم
بَغْتَةً وَهُمْ
لَا
يَشْعُرُونَ
{202}
فَيَقُولُوا هَلْ
نَحْنُ
مُنظَرُونَ {203} |
197.
Acaba İsrailoğulları alimlerinin onu bilmeleri, onlar için bir delil değil
midir?
198.
Eğer Biz onu Arapça bilmeyen biri üzerine indirmiş olsaydık;
199. O da
onu bunlara okusaydı, onlar yine de ona iman etmezlerdi.
200. Biz
onu günahkarların kalplerine öyle bir yerleştirip soktuk ki,
201.
Onlar acıklı azabı görünceye kadar artık ona iman etmezler.
202.
Azab onlara ansızın gelecek ve farkında bile olmayacaklar.
203.
Hemen ardından: "Acaba bize mühlet verilir mi?" derler.
"Acaba
İsrailoğulları alimlerinin onu bilmeleri onlar için bir delil değil mi?"
buyruğu hakkında Mücahid şöyle demiştir: Abdullah b. Selam, Selman ve bunların
dışında müslüman olan diğerleri kastedilmektedir. İbn Abbas da dedi ki:
Mekkeliler, Medine'de bulunan yahudilere haber göndererek Muhammed (s.a.v.)
hakkında onlara soru sordular, yahudiler de onlara: Şu dönem onun ortaya çıkma
zamanıdır. Biz Tevrat'ta onun vasıflarını, niteliklerini görüyoruz, diye cevap
verdiler. Bu takdirde "alimler" lafzı -bu görüşe göre- kitab ehlinin
kitapları hakkında bilgi sahibi olup da İslama giren ya da girmeyen kimseleri
kapsamaktadır. Ayrıca kitab ehlinin şahitliği de müşriklere karşı bir delil
olmuştur. Çünkü onlar din ile ilgili bir takım hususlarda kitab ehline
başvuruyorlardı. Zira kitab ehlinin bilgi sahibi oldukları kanaatinde idiler.
İbn Amir "bir
delil" lafzını ötreli okumuşken, diğerleri (kane'ye) haber olarak nasb ile
okumuşlardır. İsmi ise "Bilmeleri" lafzıdır. İfadenin takdiri de
şöyle olur: İslama giren İsrailoğulları alimlerinin ilmi onlar için apaçık bir
delil değil midir? Birinci kıraate göre ise "kane"nin ismi "bir
delil"; haberi ise; "İsrailoğulları alimlerinin onu bilmeleri"
anlamındaki buyruktur.
Asım el-Cahderı ise
"İsrailoğullarının onu bilmeleri" diye (bilmeleri anlamındaki fiili
ye ile değil de te ile) okumuştur. (Anlam değişmemektedir).
"Eğer Biz onu
Arapça bilmeyen" yani ana dili Arapça olmayan "biri üzerine indirmiş
olsaydık. O da onu bunlara" Arapça ile değil de bir başka dille
"okumuş olsaydı, onlaryine iman etmezlerdi" ve biz bunu
anlayamıyoruz, derledi. Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın: "Eğer Biz onu
Arap dilin den başka (birdil ile) bir Kuranyapsa idik .. , "(Fussilet, 44)
buyruğudur.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: Eğer Biz bu kitabı Arap olmayan birisi üzerine indirmiş olsaydık,
büyüklenerek ve kendilerine yedirmedikleri için ona iman etmezlerdi. Bir kişi
Arap olsa dahi eğer fasih komışmuyor ise ona "a'cem ve a'cemi"
denilir. Acemi adam ise fasih dahi olsa aslına nisbet edilir. Şu kadar var ki
el-Ferra "a'cemı" anlamında "acemi" denilmesini uygun kabul
etmiştir.
el-Hasen "Arapça
bilmeyenlerden biri üzerine" şeklinde biri şeddeli, iki "ya" ile
nisbet ismi kabul ederek okumuştur. "Arapça bilmeyen(ler)" şeklinde
okuyanların kıraatine gelince, bunun (...)'in çoğulu olduğu söylenmiş ise de bu
uzak bir ihtimaldir. Çünkü müennesi "fe'la" vezninden gelen sıfatlar
"vav" ve "nun" ile de cem edilmezler. "Elif" ve
"te" ile de cem edilmezler. Nitekim (kırmızılar anlamında) (...) da
denilmez,
Bunun aslının
el-Cahderı'nin kıraatinde olduğu gibi; (...) şeklinde olduğu daha sonra ise;
nisbet "ya"sının hazfedildiği, böylelikle buna delil teşkil etmek
üzere de çoğulunun "ye" ve "nun" ile yapıldığı da
söylenmiştir. Bu açıklamayı Ebu'l-Feth Osman b. Cinnı yapmıştır. Sibeveyh'in
görüşü de budur.
"Biz onu" yani
Kur'an'ı yani onu inkar etmeyi "günahkarların kalplerine öyle bir
yerleştirip soktuk ki; onlar acıklı azabı görünceye kadar artık ona iman
etmezler." Yalanlamayı kalplerine soktuk diye de açıklanmıştır. İşte
onları iman etmekten alıkoyan da budur. Bu açıklamayı Yahya b. Sellam
yapmıştır. İkrime ise kasveti, katı kalpliliği yerleştirdik diye açıklamıştır.
Anlamlar birbirine yakındır. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Hicr
Suresi'nde (12-13. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
el-Ferra "iman
etmezler" fiilinin cezm ile okunmasının caiz olduğunu belirtmiştir. Çünkü
burada şart ve ceza manası vardır. Onun iddiasına göre Araplar bu gibi yerlerde
değil de eğer; (...) yerine kullanacak olurlarsa, bundan sonra gelen fiili kimi
zaman cezmederler, kimi zaman da ref' ederler. O bakımdan: "Başını alıp,
gitmesin diye atı bağladım" derken müzari fiili ref' ile de, cezm ile de
okurlar. Çünkü manası; "Eğer onu bağlamayacak olursam başını alır
gider" şeklindedir. Ref ile manası ise "Başını alıp gitmesin
diye" şeklindedir. el-Ferra, Ukayloğullarından birisine ait olan şu beyiti
de (tanık olarak) zikreder: "Nihayet gördük ki aramızda en güzel iş:
Karşılıklı sakinleşmektir, hiçbir kimse şerri işlemesin."
Burada; (...)
hazfedildiğinden fiil ref' ile gelmiştir. Cezm ile geldiği yerlere örnek olarak
da diğer bir şairin şu beyiti gösterilmiştir: "Madem siz uzun süre onun
suya varmasını engellediniz, Artık onu kovalar ile başbaşa bırakınız, içini
soğutsun."
en-Nehhas dedi ki: Bütün
bunlar "Iman et(mez)ler" ile ilgili Basralılara göre yanlış
açıklamalardır. Cezm edici edat olmaksızın, cezm caiz olmaz. Varlığından daha
güçlü bir şekilde hazfedildiği takdirde amel edebilen hiçbir şey (edat) da
yoktur. Bu da apaçık bir delillendirmedir.
"Onlar acıklı azabı
görünceye kadar artık ona iman etmezler. Azab onlara ansızın gelecek."
el-Hasen ''Onlara gelecek" lafzını "te" ile (...) diye okumuştur.
Yani kıyamet onlara ansızın gelecek. Kıyamette gerçekleşecek olan azabın
delaleti dolayısıyla "kıyamet" hazfedilmiştir. Diğer bir sebeb ise
Kur'an-ı Kerim'de kıyametin çokça söz konusu edilmesidir.
el-Hasen buyruğu, bu
şekilde okuduğu bir sırada bir adam ona şöyle demiş: Ey Ebu Said, (buyruk)
ancak azab onlara ansızın gelir (şeklinde olmalıdır), diyerek "ya"
ile okuması gerektiğine işaret eder. el-Hasen onu azarlayarak: Burada söz
konusu kıyamettir. Kıyamet onlara ansızın gelecektir (deyip "te" ile
okuyuşu tercih ettiğini belirtir). "Ve" (kıraatlere göre kıyamet ya
da azab) gelişinin "farkında bile olmayacaklar."
"Hemen ardından:
Acaba bize mühlet verilir mi? derler." Ertelenir miyiz, bize süre tanınır
mı? Onlar o vakit geri döndürülmeyi isteyecekler ama bu istekleri kabul
edilmeyecektir.
el-Kuşeyri dedi ki:
"Onlara ... gelecek" buyruğu daha önce geçen: "Görünceye
kadar" buyruğuna atfedilmiş değildir. Aksine o "iman etmezler"
buyruğunun cevabıdır. "Onlara ... gelecek" buyruğu nefyin cevabı olduğundan
dolayı nasb ile gelmiştir. Yüce Allah'ın "derler" buyruğu da böyledir
(o da aynı sebebten ötürü nasb ile gelmiştir).
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN