ŞUARA 141 / 159 |
كَذَّبَتْ
ثَمُودُ
الْمُرْسَلِينَ
{141} إِذْ قَالَ لَهُمْ
أَخُوهُمْ
صَالِحٌ
أَلَا
تَتَّقُونَ {142}
إِنِّي
لَكُمْ رَسُولٌ
أَمِينٌ {143} فَاتَّقُوا
اللَّهَ
وَأَطِيعُونِ
{144} وَمَا أَسْأَلُكُمْ
عَلَيْهِ
مِنْ أَجْرٍ
إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا
عَلَى رَبِّ
الْعَالَمِينَ
{145} أَتُتْرَكُونَ
فِي مَا
هَاهُنَا
آمِنِينَ {146} فِي
جَنَّاتٍ
وَعُيُونٍ {147}
وَزُرُوعٍ
وَنَخْلٍ
طَلْعُهَا هَضِيمٌ
{148} وَتَنْحِتُونَ
مِنَ
الْجِبَالِ
بُيُوتاً فَارِهِينَ
{149} فَاتَّقُوا
اللَّهَ
وَأَطِيعُونِ {150} وَلَا
تُطِيعُوا
أَمْرَ
الْمُسْرِفِينَ
{151} الَّذِينَ
يُفْسِدُونَ
فِي
الْأَرْضِ وَلَا
يُصْلِحُونَ
{152} قَالُوا
إِنَّمَا
أَنتَ مِنَ
الْمُسَحَّرِينَ
{153} مَا أَنتَ إِلَّا
بَشَرٌ
مِّثْلُنَا
فَأْتِ
بِآيَةٍ إِن
كُنتَ مِنَ
الصَّادِقِينَ
{154} قَالَ هَذِهِ
نَاقَةٌ
لَّهَا
شِرْبٌ
وَلَكُمْ شِرْبُ
يَوْمٍ
مَّعْلُومٍ {155}
وَلَا
تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ
فَيَأْخُذَكُمْ
عَذَابُ
يَوْمٍ عَظِيمٍ
{156}
فَعَقَرُوهَا
فَأَصْبَحُوا نَادِمِينَ
{157}
فَأَخَذَهُمُ
الْعَذَابُ
إِنَّ فِي
ذَلِكَ
لَآيَةً
وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم
مُّؤْمِنِينَ
{158} وَإِنَّ
رَبَّكَ
لَهُوَ
الْعَزِيزُ
الرَّحِيمُ
{159} |
141.
Semud (kavmi) de peygamberleri yalanladılar.
142.
Hani kardeşleri Salih onlara demişti ki: "Korkmaz mısınız?
143.
"Ben sizin için güvenilir bir elçiyim.
144.
"O halde Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
145.
"Buna karşılık sizden bir ücret istemem. Benim ücretim ancak alemlerin
Rabbine aittir.
146.
"Siz burada güven içinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz?
147.
"Bahçelerde ve akarsular arasında;
148.
"Ekinler ve meyveleri olgunlaşmış güzel hurma ağaçları arasında,
149.
"Dağlardan azgınlığınızdan ve şımarıklık olsun diye evler yontuyorsunuz.
150.
"Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
151,
152. "Şu günahkarların yeryüzünde fesad yapıp, ıslah etmeyenlerin emrine
de itaat etmeyin."
153.
Dediler ki: "Sen muhakkak aşırı bir şekilde büyülenmişlerdensin.
154.
"Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen
haydi bir ayet getir."
155.
Dedi ki: "İşte bu dişi devedir. Onun da belli bir su içme nöbeti vardır,
sizin de belirli bir günde su içme nöbetiniz vardır.
156.
"Ona kötülükle el sürmeyin. O zaman sizi büyük bir günün azabı yakalar."
157.
Derken onu boğazladılar da pişman oluverdiler.
158.
Bunun üzerine azab onları yakaladı. Muhakkak bunda bir ayet vardır; ama onların
çoğu iman etmediler.
159.
Muhakkak senin Rabbin Aziz olandır, Rahim olandır.
"Semüd (kavmi) de
peygamberleri yalanladılar." Burada Salih (a.s) ile onun kavmi Semud'un
kıssası zikredilmektedir. Daha önce el-Hicr Süresi'nde (80. ayetin ve devamının
tefsirinde) belirtildiği gibi bunlar el-Hicr denilen yerde yaşıyorlardı. Orası
pek çok hurma ağaçları, ekinleri ve suları bulunan bir yerdi.
"Siz burada güven
içinde bırakılacağıniZı mı sanıyorsunuz?" Yani dünyada ölüm ve azaptan
yana emniyet içerisinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? İbn Abbas dedi ki:
Onlara çok uzun ömür verilmişti. O bakımdan yaptıkları binalar onlar kadar
varlığını sürdüremiyordu. Buna da Yüce Allah'ın: ''O sizi ... uzun
birömürboyuyaşattı"(Hud, 61) buyruğu delil teşkil etmektedir. Salih (a.s)
bu tutumları dolayısıyla onları azarlayarak dedi ki: Siz dünyada ölümsüz olarak
kalacağınızı mı zannediyorsunuz? "Bahçelerde ve akarsular arasında,
ekinler ve meyveleri olgunlaşmış güzel hurma ağaçları arasında."
ez-Zemahşerı dedi ki,
"bahçeler" buyruğundan sonra "hurma ağaçları arasında" diye
buyurmuştur. Nasıl ki "ne'am" denildiğinde çift yaratılmış hayvanlar
arasından öncelikle deveyi kapsadığı gibi "bahçeler" denildiğinde de
öncelikle hurma ağaçlarını kapsar. Hatta öyleki Araplar bahçe (cennet)i
zikrederken, sadece hurma ağacını kastederler. Nitekim "ne'am" deyip
de sadece deveyi kastettikleri gibi. Şair Züheyr de şöyle demiştir:
"Gözlerim
kovalarındadır sanki su taşıyan bir devenin, Uzun boylu hurma ağaçları bulunan
bir bahçeyi sulayan ve bundan yorgun düşmüş bir devenin."
Görüldüğü gibi burada
hurma ağaçlarını kastetmektedir diye sorulursa; deriz ki: Bunu iki şekilde
açıklayabiliriz: 1- genel olarak ağaçların kapsamına girmekle birlikte
özellikle hurma ağacının söz konusu edilmesi diğer ağaçlardan olan üstünlüğüne
dikkat çekmek içindir. 2- Bahçelerle hurma ağaçları dışında ağaçları bulunan
diğer bahçeleri kastetmiş olma ihtimalidir. Çünkü lafız buna elverişlidir.
Bundan sonra da ona hurma ağaçları atfedilmiştir.
"Meyve" lafzı
aslında kılıcın sivri ucu gibi hurma ağacından çıkan ve içinde salkımın çöpleri
bulunan demektir. (...) ise salkımı ile birlikte gövdeden çıkan büyükçe salkıma
denilir.
"Olgunlaşmış"
ile ilgili olarak İbn Abbas şu açıklamayı yapmıştır: Bu, kabında kaldığı sürece
hurma meyvesinin güzel halini ifade eder. Bu kelime aynı zamanda latif ve ince
manasına gelir. Şair İmruu'l-Kays'ın şu mısraında da bu anlamda kullanılmıştır:
"Eğildi üzerime
yumuşak, ince beliyle ve dolgun bacaklarıyla"
el-Cevheri: dedi ki:
Yeni çıkan hurma meyvesine kapçığından çıkmadığı sürece (...) denilir. Buna
sebeb ise içiçe olmasıdır. Kadınlar hakkında ise ince belli olduğunu anlatmak
için kullanılır. Buna yakın açıklamayı el-Herevi de zikretmiş olup şöyle
demiştir: Bu henüz kabında birbiri üstünde bulunan ortaya çıkmadan önceki hurma
meyvesidir. "Yanları, böğürleri birbirine yakın (ince belli adam)"
tabiri de buradan gelmektedir, dilcilerin açıklaması budur.
el-Maverdi ve başkaları
ise bu hususta oniki görüş nakletmektedirler:
1. Henüz taze ve yumuşak
olana denir. Bu açıklamayı İkrime yapmıştır.
2. Taze hurmanın sapı ve
çöpü ayrılmamış olandır. Bu açıklamayı da Said b. Cübeyr yapmıştır. en-Nehhas
dedi ki: Ebu İshak, Yezid'den -ki bu İbn Ebi Ziyad'dır, Küfelidir. Yezid b. Ebi
Meryem ise Şamlıdır- Yüce Allah'ın: "Ve meyveleri olgunlaşmış güzel hurma
ağaçları" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Yani
bunların kimisi yenebilecek hale gelmiş tazedir, kimisi henüz sapından
koparılmamış demektir.
3. Bu içinde çekirdeği
bulunmayan hurma demektir. Bu açıklamayı da elHasen yapmıştır.
4. Oldukça yumuşak,
dağılabilen, el değer değmez dağılan demektir. Bu açıklamayı da Mücahid
yapmıştır. Ebu'l-Aliye ise ağız da eriyip dağılan diye açıklamıştır.
5. Birbiri üstüne
bindiğinden dolayı birbirine geçmiş ve küçülmüş demektir. Bu açıklamayı
ed-Dahhak ve Mukatil yapmıştır
6. Biri diğerine
yapışmış, geçmiş anlamındadır. Bu açıklamayı da Ebu Sahr yapmıştır.
7. Birbirinden ayrılıp
yeşillenmeye başladığı zamandaki meyvedir. Bunu da ed-Dahhak söylemiştir.
8. Taze, olgunlaşmış
anlamındadır. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır.
9. üzerinde kabuğu
çatlamadan önce saklı bulunan demektir. Bunu da İbn Şecere nakletmiştir. Şair
dedi ki:
"Sanki o üzerinde
çatlakları fark edilemeyen, Kabukları üzerinden çatlamamış (hurmaların),
üzerinde taşındığı bir yük hayvanıdır."
10. Gevşek demektir. Bu
açıklamayı el-Hasen yapmıştır.
11. İlk baş gösterdiği
sıradaki yumuşak halinin adıdır. Bu açıklamayı elHerevı yapmıştır.
12. Bundan kasıt el-Bemı
denilen hurma türüdür. Bu açıklamayı da İbnu'lA'rabı yapmıştır. Bu fiil
anlamında feil vezninde bir kelimedir. Yani yenilen şeyin güzel bir şekilde
hazmedilmesi manasınadır."Yemeğin hazmedilmesi" tabirinden
gelmektedir.
"Meyve"
kelimesi (...)'den türemiş bir isimdir. Bu da ortaya çıkmak anlamındadır.
Güneşin, ayın ve bitkilerin ortaya çıkışını anlatmak için; ( tfb )'ın kullanılması
da buradan gelmektedir.
"Dağlardan,
azgınlığınızdan ve şımarıklık olsun diye evler yontuyorsunuz" buyruğunda
geçen "yontuyorsunuz" fiilinin mastarı olan; "Yontmak,
traşlamak" demektir. "Onu yonttu, traş etti" anlamındadır.
"Yontma sonrası meydana gelen artıklar" demektir. "Yontma
aleti" demektir. es-Saffat'ta da: "Siz elinizle yonttuğunuz şeylere
mi tapıyorsunuz f" (es-Saffat, 95) diye buyurulmaktadır.
Ömürleri uzayıp da
yaptıkları binaların yıkılması üzerine evlerini dağlarda yontmaya başladılar.
"Şımarıklık olsun
diye ... " buyruğunu İbn Kesir, Ebu Amr ve Nafi' "elif"siz
okumuşlardır. Diğerleri ise "elif"li okumuşlardır. Ebu Ubeyde ve
başkalarının görüşüne göre her ikisinin de anlamı birdir. Yüce Allah'ın:
"Çürümüş, dağılmış kemikler ... " (en-Naziat, 11) buyruğundaki
'çürümüş, dağılmış" anlamındaki lafzın hem "elif"siz olarak, hem
de; (...) şeklinde "elif" ile okunabileceği gibi. Bunu da Kutrub
nakletmiştir.
"Gayretli, çalışkan
oldu, olur" demektir. Bunun ism-i faili (...) şeklinde gelir. (...)
şeklinin ism-i faili de (...) şekillerinde gelir. (Anlam aynıdır.) Hal olarak
mansub gelmiştir. Bazıları ise iki okuyuş arasında fark gözeterek (...)'ın
"maharetle yontanlar" anlamında olduğunu söylemişlerdir. Bu
açıklamayı Ebu Ubeyde yapmıştır. İbn Abbas, Ebu Salih ve başkalarından da bu
nakledilmiştir. Abdullah b. Şeddad ise bunun "zorbalık edenler"
olarak anlamına geldiğini söylemiştir. Yine İbn Abbas'tan gelen rivayete göre;
(...) "elif"siz şekli, azgın ve şımarıklar olarak anlamındadır.
Mücahid de böyle demiştir. Yine ondan, bunun "aç gözlülükle"
anlamında olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. ed-Dahhak ise: Akıllıca
davrananlar olarak diye açıklamış, Katade ise böbürlenenler olarak diye
açıklamıştır. Bunu elKelbi nakletmiştir. Ondan nimet içerisinde nimetten
istifade edenler olarak dediği de nakledilmiştir. Yine ondan; kendilerini
emniyet içerisinde görenler olarak diye açıkladığı da rivayet edilmiştir.
el-Hasen'in görüşü de budur. Bunun seçenler ve tercih edenler olarak anlamına
geldiği de söylenmiştir ki; bu açıklamayı da el-Kelbi ve es-Süddi yapmıştır.
Şairin şu beyitinde de bu anlamdadır:
"Bir zorba ki
herbir iş ile şeref yarışına girişir, Tabiatları denemek için ben de ona
gittim."
Bunun, taaccübe kapılan
kimseler anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Husayf yapmıştır. İbn
Zeyd ise güçlü, kuvvetliler olarak diye açıklamıştır. Bunun şımarıkça
sevinenler anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı da el-Ahfeş
yapmıştır. Bu anlamda gelmesi "he" harfinin, "ha" olarak
kullanılmasından ibarettir. Araplar bu harfleri birbirlerinin yerine
kullanırlar. Mesela; "Onu övdüm" derken "ha" yerine
"he"yi de kullanırlar. O halde; "Sevinmesi azgınlık sınırına
ulaşmış olan" demektir. Şımarmak anlamı ile sevinmek (ferah) ise yerilmiş
bir şeydir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yeryüzünde de kibir
ve azametleyürüme"(el-İsra, 37); "Şımarma! ÇünküAllah şımaranları
sevmez. "(el-Kasas, 76)
"Artık Allah'tan
korkun ve bana itaat edin. Şu günahkarların ... emrine de itaat etmeyin."
Bununla dişi deveyi kesen kimselerin kastedildiği söylendiği gibi, yeryüzünde
fesad çıkartıp bir türlü ıslah olmayan dokuz kişi olduğu da söylenmiştir.
es-Süddi ve başkaları da
dediler ki: Yüce Allah Salih'e: Senin kavmin sana mucize olarak verdiğimiz dişi
deveyi keseceklerdir diye vahyetmişti. O da onlara bunu söylemişti. Onlar ise:
Hayır böyle bir şey yapmayız diye cevap vermişlerdi. Bunun üzerine Salih onlara
şöyle dedi: Bu ay sizin birinizin bir çocuğu olacak ve o bu dişi deveyi kesecek
ve sizin helakiniz de bundan ötürü olacak. Bu sefer: Bu ay ne kadar erkek çocuk
doğarsa onu öldüreceğiz dediler. Aynı ayda dokuz kişinin oğulları oldu, hepsi
de oğullarını kestiler. Onuncu bir kimsenin oğlu oldu o oğlunu kesmeyi kabul
etmedi. Bundan önce hiçbir oğlu olmamıştı. Bu onuncularının oğlu mavi ve
kırmızı rengi arasında birisi idi, çok çabuk gelişti. Çocuklarını öldüren o
dokuz kişinin yanından geçip onlar onu gördüklerinde: Oğullarımız hayatta
kalsaydı, bunun gibi olacaktı diyorlardı. Bu dokuz kişi Salih (a.s)'a kızdılar,
çünkü çocuklarının öldürülmesine o sebeb olmuştu. Bundan dolayı galeyana gelip
geceleyin çocuklarıyla birlikte onu mutlaka öldüreceklerine dair birbirleriyle
ahitleştiler ve şöyle dediler: Biz yolculuk yapmak üzere evimizden çıkıp
gideceğiz. Herkes bizim yola çıktığımızı görecek. Bir mağarada bulunacağız.
Nihayet gece bastırıp Salih de mescidine gitmek üzere çıkacak olursa, gider onu
öldürürüz. Sonra da onun öldürülüşüne tanık olmadık, şüphesiz ki biz doğru
söyleyenleriz diyeceğiz. Onlar bizim yolculuğa çıktığımızı biliyorlardı.
Dolayısıyla da bizi tasdik edecekler. Salih kasabalarında onlarla birlikte
uyumaz. Mescidine gider, orada geceyi geçirirdi. Sabahleyin oldu mu onlara
gelir, onlara öğüt verirdi.
Bu kişiler mağaraya
gelip de oradan çıkmak istediklerinde mağara üzerlerine yıkıldı ve öldüler. Bu
olaya muttali olmuş bir takım kimseler bunu görünce, kasabalılar arasında: Ey
Allah'ın kulları Salih bunların çocuklarını öldürmekle yetinmedi. Bunları da
öldürdü, dedi. Bunun üzerine kasaba ahalisi dişi deveyi öldürmek üzerine
ittifak ettiler.
İbn İshak dedi ki: Bu
dokuz kişi dişi deveyi kestikten ve Salih (a.s)'ın da onları azab ile korkutup
uyarmasından sonra -ileride Yüce Allah'ın izniyle NemI Suresi'nde (48-49.
ayetlerin tefsirinde) açıklaması geleceği üzere ona -söz birliği halinde
hakaret etmeye başladılar.
"Dediler ki: Sen.
muhakkak aşırı bir şekilde büyülenmişlerdensin" buyruğundaki
"Büyülenmişler" sözü el-Mehdevi'nin belirttiğine göre Mücahid ile
Katade'nin görüşüne göre; bu kelime "sihir"den gelmektedir. Yani sana
sihir isabet etti, bundan dolayı da aklın çalışmaz oldu. Çünkü sen de bizim
gibi bir insansın. Biz dururken ne diye sen risalet iddiasında bulunuyorsun.
Bir diğer görüşe göre bu
kelime, sen de bizim gibi yemek ve içmek illeti ile malulsün. Bu açıklamayı da
es-Sa'lebİ'nin belirttiğine göre İbn Abbas, el-Kelbi, yine Mücahid ve Katade
ifade etmişlerdir. Bu görüşe göre ise bu kelime; (...)'den gelmektedir ki, bu
da ciğer demektir. Yani sen de bizim gibi yiyen ve içen, ciğeri bulunan bir
insansın. Şair Lebid'in dediği gibi:
"Eğer bize sorarsan
neyle meşgulüz diye, Şüphesiz ki bizler de bu ciğerleri bulunan (yemek ve
içmekle oyalanan) mahlukattan kuşlarız"
İmruu'l-Kays'da şöyle
demektedir: "Ve yemekle, içmekle oyalanıyoruz."
"Eğer" bu
sözlerinde "doğru söyleyenlerden isen haydi bir ayet (mucize) getir."
"Dedi ki: İşte bu
dişi devedir. Onun da belli bir su içme nöbeti vardır, sizin de belirli bir
günde su içme nöbetiniz vardır." İbn Abbas dedi ki: Onlar: Eğer sen doğru
söyleyen birisi isen Allah'a dua et de şu dağdan on aylık hamile kırmızı bir
deve çıkarsın. Çıkar çıkmaz da hemen gözümüzün önünde yavrulayıversin. Şu suya
da gitsin ve oranın suyunu içsin, içtiği su miktarında da bize süt versin.
Bunun üzerine Yüce
Allah'a dua etti. Allah da istenileni yaptı. O da "dedi ki: İşte bu dişi
devedir. Onun da belli bir su içme nöbeti vardır." Yani su payı vardır. Bu
da şu demektir: Siz bir gün suyu içeceksiniz, o da bir gün suyu içecek. Dişi
deve su içme günü geldi mi günün başında sularının tamamını içer, günün sonunda
da onlara süt verirdi. Onların suyu kullanma nöbetinde suyu kendileri,
davarları ve arazileri için kullanırlardı. Dişi devenin su içme gününde onlar
hiçbir şekilde suyu kullanamazlardı. O da onların suyu kullanma nöbetlerinde
onların sularından hiçbir şey almazdı.
el-Ferra dedi ki:
"Su içme nöbeti, sudan hakedilen pay" demektir. en-Nehhas dedi ki:
Bunun mastarına gelince; "İçti, içmek" denilir. Ancak çoğunlukla
ötreli kullanılır, çünkü esreli ve üstün kullanımın başka anlamlarla ortaklığı
vardır. Bu durumda esreli kullanım sudan hakedilen pay, üstün ise
"İçenin" çoğuludur. Nitekim şair şöyle demiştir:
"(Benimle) Durne
(Yemame)'de içki içip sarhoş olanlara dedim ki ... "
Ancak Ebu Amr b. el-Ala
ve el-Kisai "şın"ın üstün ile okunmasının mastar hali olduğunu tercih
ederler. Bu hususta da kimi ilim adamları Peygamber (s.a.v.)'ın: "O günler
yeme ve içme günleridir." şeklindeki rivayeti delil gösterirler.
"Ona kötülükle el
sürmeyin" buyruğunda: "Ona el sürmeyin" lafzındaki şeddeli
"sin" harflerinin çözülmesi caiz değildir. Çünkü ikisi de aynı
cinsten harekeli harflerdir.
"O zaman sizi büyük
bir günün azabı yakalar" buyruğu da nehyin cevabıdır. "Sizi...
yakalar"den "fe"nin hazfi caiz değildir. Emirde olduğu gibi
cezmedilmesi de caiz değildir, ancak el-Kisai'den bunu caiz gördüğüne dair bir
rivayet gelmiştir.
"Derken onu
boğazladılar da" azabın kesinlikle başlarına geleceğini anlayınca, onu
kestikleri için "pişman oluverdiler." Şöyle ki; Salih (a.s) onlara üç
gün süre vermişti. Hergün azabın alametleri görüldü. Pişman oldular, ancak
azabı gözleriyle gördükten sonra pişmanlığın onlara bir faydası olmadı.
Denildiğine göre pişmanlığın onlara fayda vermeyiş sebebi tevbe etmeyişleri
idi. Tevbe edecek yerde kesinlikle azab edileceklerini anlayınca, Salih (a.s)'ı
öldürmek üzere arkasından gittiler.
Bir diğer görüşe göre;
onların pişmanlıkları dişi deve yavrusunu annesiyle beraber öldürmedikleri için
olmuştu. Ancak bu uzak bir ihtimaldir.
"Muhakkak bunda bir
ayet vardır ... " diye başlayan buyruklar da daha önceden geçmiş
bulunmaktadır.
Denildiğine göre o
ümmetler arasından Salih (a.s)'a erkek ve kadın sadece 2800 kişi iman etmiştir.
Bir diğer görüşe göre 4000 kişi idiler. Ka'b dedi ki: Salih'in kavmi 12.000
kabile idi, herbir kabile de kadın ve çocuklar dışında 12.000 kişi idiler. Ad
kavmi ise onların altı katı idiler.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN