ŞUARA 90 / 104 |
وَأُزْلِفَتِ
الْجَنَّةُ
لِلْمُتَّقِينَ
{90}
وَبُرِّزَتِ
الْجَحِيمُ
لِلْغَاوِينَ {91} وَقِيلَ
لَهُمْ
أَيْنَ مَا
كُنتُمْ
تَعْبُدُونَ
{92} مِن دُونِ
اللَّهِ
هَلْ
يَنصُرُونَكُمْ أَوْ
يَنتَصِرُونَ
{93}
فَكُبْكِبُوا
فِيهَا هُمْ
وَالْغَاوُونَ
{94} وَجُنُودُ
إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ
{95} قَالُوا
وَهُمْ
فِيهَا
يَخْتَصِمُونَ
{96} تَاللَّهِ
إِن كُنَّا
لَفِي ضَلَالٍ
مُّبِينٍ {97}
إِذْ
نُسَوِّيكُم
بِرَبِّ
الْعَالَمِينَ
{98} وَمَا
أَضَلَّنَا إِلَّا
الْمُجْرِمُونَ
{99} فَمَا لَنَا
مِن شَافِعِينَ
{100} وَلَا صَدِيقٍ
حَمِيمٍ {101} فَلَوْ
أَنَّ لَنَا
كَرَّةً
فَنَكُونَ
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
{102} إِنَّ فِي
ذَلِكَ
لَآيَةً
وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم
مُّؤْمِنِينَ
{103} وَإِنَّ
رَبَّكَ
لَهُوَ
الْعَزِيزُ
الرَّحِيمُ {104} |
90.
Takva sahiplerine cennet yakınlaştırılır.
91.
Azgınlara da cehennem açılıp gösterilir.
92, 93.
Onlara denilir ki: "O sizin Allah'tan başka ibadet ettikleriniz nerede?
Size yardım edebiliyor ya da kendilerine yardımları dokunuyor mu?"
94,95.
Onlar ve azgınlar İblis'in orduları ile hep birlikte yüzleri üstü oraya
atılırlar.
96.
Onlar orada tartışarak derler ki:
97.
"Allah'a yemin olsun ki biz gerçekten apaçık bir sapıklıkta idik.
98.
"Çünkü sizi alemlerin Rabbi ile bir tutmuştuk.
99.
"Bizi günahkarlardan başkası saptırmadı.
100.
"Artık size şefaat edecek bir kimse de yoktur.
101.
"Candan bir dostunuz da yok.
102.
"Ne olurdu? Bir kere dönmek imkanımız olsaydı da mü'minlerden
olsaydık."
103.
Şüphe yok ki bunda bir ayet vardır. Fakat onların çoğu mü'min değillerdi.
104.
Muhakkak Rabbin Aziz'dir, Rahim'dir.
"Takva sahiplerine
cennet" oraya girsinler diye "yakınlaştırılır." ez-Zeccac dedi ki:
Onların oraya girmeleri vakti yaklaştı, anlamındadır.
"Azgınlara"
yani hidayet yolunu kaybetmiş, şaşkın kafirlere "da cehennem açılıp
gösterilir." Cehennemliklere onlar cehenneme girmeden önce cehennem açıkça
gösterilir. Böylelikle korku ve keder duymaları sağlanır. Nitekim cennet ehli
de cennete gireceklerini bildiklerinden ötürü sevinç duyacaklardır.
"Onlara denilir ki:
O sizin Allah'tan başka ibadet ettikleriniz" putlarınız ve ortak
koştuğunuz ilahlar "nerede?" Allah'ın azabına karşı "size yardım
edebiliyor ya da kendilerine" kendilerinin "yardımları dokunuyor
mu?" Bütün bunlar bir azardır.
"Onlar ve
azgınlar" yani uydurma ilahlar "İblis'in orduları ile" onun
zürriyetinden gelenlerle beraber "hep birlikte yüzleri üstü oraya
atılırlar." Tepe aşağı oraya yıkılıdar. Şöyle de açıklanmıştır: Onlar
yukarıdan aşağıya oraya bırakılırlar ve biri diğerinin üstüne atılır. Orada bir
araya toplanırlar, diye de açıklanmıştır.
"Yüzleri üstü ...
atılırlar" buyruğu, "topluluk" anlanuna gelen (...)'dan
alınmıştır. Bu açıklamayı el-Herevı yapmıştır.
en-Nehhas der ki: Bu
lafız bir şeyin büyük çoğunluğu anlamına gelen; (...)'den türetilmiştir.
Atlılar topluluğuna da; (...) ile (...) denilir.
İbn Abbas dedi ki: Hepsi
bir araya toplanır ve cehenneme atılırlar. Mücahid ise (...): Yukarıdan aşağıya
yuvarlanırlar, diye açıklamıştır.
Mukatil de: Oraya
bırakılıdar, atılırlar, demektir, der. Hepsinin de anlamı birdir. "Bir
şeyi toplayıp, sonra da yerine fırlatıp attım" denilir. "O kimse
büyük büyük lokmalar alıyor" denilir. Beddua esnasında da "Allah
müslümanların düşmanlarını yıksın" denilir, (...) denilmez. "Onu
döktü ve altını üstüne getirdi" demektir. İşte Yüce Allah'ın: "Hep
birlikte yüzleri üstü oraya atılırlar" buyruğu da buradan gelmektedir.
Bunun aslı (...) şeklinde olup, ortadaki "be" harfi yerine iki
"be"nin bir arada bulunmasının telaffuzu ağır geldiğinden dolayı
değiştirilerek yerine "kef" harfi getirilmiştir.
es-Süddı dedi ki:
"Yüzleri üstü oraya atılırlar" buyruğundaki zamir Arap müşriklerine
aittir.
"İblis'in
orduları" ile ilgili olarak yapılan bir açıklamaya göre de İblis'in
putlara tapmaya çağırıp kendisine uyan herkes de onun ordusudur (ve onunla
birlikte cehenneme atılacaklardandır.)
Katade, el-Kelbı ve Mukatil
dedi ki: "Azgınlar"dan kasıt şeytanların kendileridir. Bir diğer
açıklamaya göre putlar demir ve bakır gibi maddelerden oldukları halde
cehenneme atılacaktır. Buna sebeb ise onlarla başkalarını azaplandırmaktır.
"Onlar orada
tartışarak derler ki" yani insanlar, şeytanlar, azgınlar ve kendilerine
ibadet olunmuş olanlar o vakit tartışmaya koyulacaklardır.
"Allah'a yemin
olsun ki" diye Allah adına yemin edeceklerdir. "Biz gerçekten apaçık
bir sapıklıkta idik." Yani hüsrandaydık, yok oluşta idik. Haktan yana
apaçık bir şaşkınlık içindeydik, çünkü biz Allah ile bidikte başka ilahlar
edinmiş ve bunlara tapınmıştık. İşte Yüce Allah'ın: "Çünkü biz, sizi"
ibadet hususunda "alemlerin Rabbi ile bir tutmuştuk" buyruğunun
anlamı budur. Halbuki siz şu anda ne bize yardımcı olabiliyorsunuz, ne de
kendinize yardım edebiliyorsunuz.
"Bizi
günahkarlardan başkası saptırmadı." Maksat bize putlara ibadeti süslü
gösteren şeytanlardır. Kendilerini taklid ettiğimiz bizden önceki atalarımız
diye de açıklanmıştır. Ebu'l-Aliye ve İkrime dedi ki:
"Günahkarlar"dan kasıt İblis ve Adem'in katil oğludur. Çünkü bunlar
küfrü, öldürmeyi ve çeşitli masiyet türlerini ilk olarak başlatanlardır.
"Artık bize şefaat
edecek bir kimse de yoktur." Ne meleklerden, ne peygamberlerden, ne de mü'minlerden.
"Candan bir
dostumuz da yok." Bize şefkat gösterecek bir arkadaşımız da yok. Ali (r.a)
şöyle dermiş: Kardeşlerinize dikkat ediniz, çünkü bunlar dünyada da azığınız,
ahirette de azığınızdır. Cehennemliklerin: "Artık bize şefaat edecek bir kimse
de yoktur, candan bir dostumuz da yok" diyecekleri hiç kulağınıza gelmedi
mi?
ez-Zemahşeri dedi ki:
Burada "şefaatçiler"in çoğul gelmesi, şefaatçilerin çokluğu
"candan dost"un tekil gelmesi ise böyle bir dostun azlığından dolayıdır.
Nitekim bir kimse bir zalimin baskısı altında mihnete uğrayacak olursa, sözüyle
şehir ahalisinden kalabalık bir topluluk ona şefaatçi olmak (iltimasta
bulunmak) için giderler. Bu hem o kişiye acımalarından ötürü hem de bunun
ecrini Allah'tan bekledikleri için böyledir. İsterse onların çoğunluğu daha
önceden o kişiyi tanımamış olsunlar. Dost (sadik) ise sana duyduğu sevgisinde
sadık olan, seni üzen şeye üzülen kimsedir. Böyle bir kişi kartal yumurtasından
bile daha az bulunur.
Hakimlerden birisine
"sadik: arkadaş" hakkında soru sorulmuş da o: Bu manası olmayan bir
isimdir demiştir. O bu sözüyle sadiktan herkesi "hamim" ile de çok
yakın ve özel arkadaşı kastetmiş olabilir. "Candan dost: hamim"
kökünden kişinin akrabaları demek olan (...) da gelmektedir. Bunun da aslı çok
sıcak su demek olan "el-hamim"den gelmektedir. Hammam ve humma da bu
köktendir. Buna göre (...) ile kişinin kendisini yakan şeyden kendileri de
yanan kimseler kastedilir. Mesela "Onu üzen onları da üzer" demektir.
Yine "O şey yakın oldu" denilir. "Humma" da buradan
gelmektedir. Çünkü humma da kişiyi eceline yaklaştırır.
Ali b. İsa dedi ki:
Yakın kimseye "hamim: candan dost" denilmesinin sebebi arkadaşının
öfkelenmesi dolayısıyla kendisinin de galeyana gelmesidir. Böylelikle o bu kelimenin
"hamiyyet"den alınmış olduğunu kabul etmektedir.
Katade dedi ki: Yüce
Allah kıyamet gününde sadikin (samimi arkadaşın) sevgisini ve hamimin (candan
arkadaşın) rikkatini giderir.
"Candan bir
dostumuz da yok" buyruğunun "Şefaat edecek bir kimse"nin
mahalline atf ile merfu okunmaları caizdir. Çünkü bu ref' mahallindedir.
"Sadık"in
çoğulu (...) diye gelir. Sıfat ile başkası arasındaki fark dolayısıyla; (...)
denilmez. Kufelilerin naklettiklerine göre bu kelime (...) şeklinde de çoğul
yapılabilir. en-Nehhas ise; bu uzak bir ihtimaldir demektedir. Çünkü bu sıfat
olmayan şeyin çoğuludur, "Ekmek, ekmekler" gibi. Aynı şekilde onlar
(...) diye çoğulunun yapılacağını da nakletmişlerdir. Ancak "efail"
vezni na't olmadığı takdirde "ef'al"in çoğulu olarak gelir.
"Daha kahraman ve daha kahramanlar" gibi. Tekil, erkek, çoğul ve dişi
için aynı olmak üzere (...) şeklinde gelir. Şair şöyle demiştir; "Aşk
yayını kurdular, sonra kalplerimize ok attılar, Düşmanca gözlerle; oysa onlar
arkadaştır."
"O benim en has arkadaşımdır"
anlamındadır. Küçültme ismi yapılması ise medih yoluyladır. Hubab
İbnu'I-Münzir'in şu sözlerinde olduğu gibi: "Ben (develerin kendisiyle
sürtünerek kaşınıp, şifa bulduğu) kaşınılan ağacın kökceğiziyim ve ben (hurma
ağacının dalları yere düşmesin diye dallarının altına konulan, desteklenen)
hurma ağaçcığızıyım." Bunu (aynı harfin şeddeli tekrarı) el-Cevherı
zikretmiştir.
en-Nehhas dedi ki:
"hamım"in çoğulu (...) şeklinde gelir. Bununla birlikte zayıf
düşürmek dolayısıyla "ef'ila" vezni (yani bu çoğulun birinci şeklini)
hoş karşılamamışlardır.
"Ne olurdu bir kere
dönmek imkanımız olsaydı" anlamındaki buyrukta yer alan (...) ref
mahallindedir. Buyruğun anlamı da şudur: Eğer bizim dünyaya dönüşümüz söz
konusu olursa, şefaatçilerimizin olması için hiç şüphesiz iman edeceğiz. Ancak
onlar temenninin kendilerine fayda sağlayamayacağı bir zamanda temennide
bulunacaklardır. Onlar bu sözlerini meleklerle, mü'minler şefaatçilik
yapacakları vakit söyleyeceklerdir.
Cabir b. Abdullah dedi
ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kişi cennette iken -arkadaşı
cahımde olduğu halde- filan kişi ne yaptı der ve nihayet ona şefaat etmek ister
ve sonunda Allah da onu, o arkadaşı hakkında şefaatçi kılar. O kurtuldu mu bu
sefer müşrikler: "Artık bize şefaat edecek bir kimse de yoktur, candan bir
dostumuz da yok" diyeceklerdir."
el-Hasen dedi ki:
Allah'ı zikretmek üzere bir topluluk bir araya gelir de aralarında cennet
ehlinden bir kul var ise mutlaka Allah onu o kimseler hakkında şefaatçi kılar.
Şüphesiz ki iman ehli birbirlerine şefaat edeceklerdir. Onlar Allah nezdinde
şefaatçilik edecek ve şefaatleri kabul olunacak kimselerdir.
Ka'b dedi ki: İki kişi
dünyada arkadaş ise onlardan biri arkadaşının cehenneme doğru sürüklenmekte
olduğunu görür. Bu sefer kardeşi kendisine: Allah'a yemin ederim ki, kendisi
ile kurtulabileceğim sadece tek bir iyiliğim kalmıştır. Onu sen al ey kardeşim,
gördüğüm bu halden böylelikle kurtul. Ben ve sen beraber A'raf'ta kalacaklar
arasında kalalım. Bunun üzerine Yüce Allah emir verir ve her ikisi de cennete
sokulurlar.
"Şüphe yok ki bunda
bir ayet vardır. Fakat onların çoğu mü'min değillerdi. Muhakkak RabbinAziz'dir,
Rahim'dir." Bu buyruklar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a
hamdolsun.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN