ŞUARA 105 / 122 |
كَذَّبَتْ قَوْمُ
نُوحٍ
الْمُرْسَلِينَ
{105} إِذْ قَالَ
لَهُمْ
أَخُوهُمْ
نُوحٌ أَلَا
تَتَّقُونَ {106} إِنِّي
لَكُمْ
رَسُولٌ
أَمِينٌ {107}
فَاتَّقُوا
اللَّهَ
وَأَطِيعُونِ
{108} وَمَا
أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ
مِنْ أَجْرٍ
إِنْ
أَجْرِيَ
إِلَّا
عَلَى رَبِّ
الْعَالَمِينَ
{109} فَاتَّقُوا اللَّهَ وَأَطِيعُونِ
{110} قَالُوا
أَنُؤْمِنُ
لَكَ
وَاتَّبَعَكَ
الْأَرْذَلُونَ
{111} قَالَ
وَمَا
عِلْمِي
بِمَا
كَانُوا
يَعْمَلُونَ
{112} إِنْ
حِسَابُهُمْ
إِلَّا
عَلَى رَبِّي لَوْ
تَشْعُرُونَ
{113} وَمَا أَنَا
بِطَارِدِ الْمُؤْمِنِينَ
{114} إِنْ أَنَا
إِلَّا
نَذِيرٌ
مُّبِينٌ {115}
قَالُوا
لَئِن لَّمْ
تَنتَهِ يَا
نُوحُ لَتَكُونَنَّ
مِنَ
الْمَرْجُومِينَ
{116} قَالَ رَبِّ
إِنَّ
قَوْمِي
كَذَّبُونِ {117}
فَافْتَحْ
بَيْنِي
وَبَيْنَهُمْ
فَتْحاً
وَنَجِّنِي
وَمَن مَّعِي
مِنَ
الْمُؤْمِنِينَ
{118}
فَأَنجَيْنَاهُ
وَمَن
مَّعَهُ فِي
الْفُلْكِ
الْمَشْحُونِ {119} ثُمَّ
أَغْرَقْنَا
بَعْدُ
الْبَاقِينَ
{120} إِنَّ فِي
ذَلِكَ
لَآيَةً
وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم
مُّؤْمِنِينَ
{121} وَإِنَّ
رَبَّكَ
لَهُوَ
الْعَزِيزُ
الرَّحِيمُ {122} |
105. Nuh
kavmi resulleri yalanladılar.
106.
Hani kardeşleri Nuh onlara: "Korkmaz mısınız? demişti.
107.
"Ben size gönderilmiş emin bir peygamberim.
108.
"Artık Allah'tan korkun, bana itaat edin.
109.
"Bunun için sizden hiçbir ücret istemem. Benim ecrimi vermek ancak
alemlerin Rabbine aittir.
110.
"O halde Allah'tan korkun ve bana itaat edin."
111.
(Kavmi): "Sana sıradan kimseler tabi olmuş iken, sana iman mı
edelim?" dediler.
112.
Dedi ki: "Onların yaptıkları hakkında benim bir bilgim yoktur.
113.
"Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Eğer inceden inceye kavrayan
kimselerseniz.
115.
"Ben mü'minleri kovacak değilim.
116.
"Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."
117.
Dediler ki: "Ey Nuh! Eğer vazgeçmez isen mutlaka taşlananlardan
olacaksın."
118.
Dedi ki: "Rabbim, kavmim gerçekten beni yalanladı.
119.
"Artık benimle onlar arasında Sen ayırd edici hükmünü ver. Beni ve
beraberimdeki mü'minleri de kurtar."
119. Biz
de onu ve onunla birlikte olanları dopdolu o gemi içerisinde kurtardık.
120.
Sonra geri kalanları da suda boğduk.
121.
Muhakkak bunda bir ayet vardır. Onların çoğu iman etmediler.
122.
Muhakkak Rabbin Aziz olandır, Rahim olandır.
aşağıda iki başlık var
"Nuh kavmi
rasülleri yalanladılar." Kavim müzekker olduğu halde te'nis alameti ile;
"Yalanladılar" denilmiştir. Çünkü buyruğun anlamı, Nuh kavmi
topluluğu yalanladılar şeklindedir. "Rasuller" denilmesinin sebebi
ise bir rasulü yalanlayan kimsenin bütün rasuileri de yalanlamış olacağından
dolayıdır. Zira herbir rasul bütün rasulleri tasdik etmeyi emreder.
Şöyle de açıklanmıştır:
Onlar hem nübuvvet hususunda, hem de kendilerine kendisinden sonra rasullerin
geleceğine dair vermiş olduğu haberler hususunda Nuh (a.s)'ı yalanladılar.
Şöyle de açıklanmıştır:
Burada cins (isim olarak rasüller) zikredilmiş, fakat maksat Nuh (a.s)'dır.
Buna dair açıklamalar daha önce el-Furkan Suresi'nde (37. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
"Hani kardeşleri"
yani babalarının oğlu. Buradaki neseb kardeşliğidir, din kardeşliği değildir.
Aynı cinsten olmak bakımından kardeşliktir, diye de açıklanmıştır. Nitekim Yüce
Allah: "Biz gönderdiğimiz herbir peygamberi an cak kendi kavminin diliyle
gönderdik" (İbrahim, 4) diye buyurmaktadır. Buna dair açıklamalar da daha
önceden el-A'raf Suresi'nde (65. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Bu buyruğun Arapların:
Ey Temimoğullarının kardeşi, sözleri kabilinden olduğu da söylenmiştir. Onlar
bununla, onlardan olan bir kişi demek isterler. ez-Zemahşerı dedi ki:
el-Hamasetle yer alan şu beyit de bu kabildendir.
"Onlar musibetler
esnasında kardeşleri kendilerini yardıma çağırdığında, Sormazlar sorduklarına
dair herhangi bir delil."
"Kardeşleri Nuh
onlara: Korkmaz mısınız?" yani putlara ibadet hususunda Allah'tan korkmaz
mısınız? "demişti. Ben size gönderilmiş emin bir peygamberim."
Allah'tan size tebliğ ettiklerim hususunda doğru söyleyenim. Ben sizin aranızda
"emin" bir kimseyim, diye de açıklanmıştır. Çünkü onlar, onun emin ve
doğru bir kişi olduğunu önceden biliyorlardı. Tıpkı Kureyş arasında Muhammed
(s.a.v.)'in durumu gibi. "ArtıkAllah'tan korkun." Yüce Allah'ın
azabından, O'na itaat etmek suretiyle kendinizi koruyun.
"Bana" size
imandan olmak üzere emretmiş olduğum hususlarda "itaat edin."
"Bunun için sizden
hiçbir ücret istemem." Yani benim sizin malınızda hiç gözüm
yok."Benim ecrimi" yaptıklarımın karşılığını "vermek ancak
alemlerin Rabbine aittir."
"O halde Allah'tan
korkun ve bana itaat edin" emrini de te'kid olmak üzere ikinci bir defa
tekrarlamıştır.
[ - ]
"Sana sıradan
kimseler tabi olmuş iken sana iman mı edelim, dediler" buyruğu ile ilgili
açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
1- Buyruğun Anlamı:
2- Nuh (a.s)'a iman Edenler:
1- Buyruğun Anlamı:
"Sana sıradan
kimseler tabi olmuş iken" buyruğundaki "vav" hal içindir.
Burada; Cü), mukadder olarak vardır. (...) takdirindedir. "Sana iman mı
edelim?" Senin söylediklerini tasdik mi edelim?
"Sıradan
kimseler" lafzı "Sıradan kimse"nin çoğuludur.
Bunun kırık çoğulu ise
(...) şeklinde gelir. Müennesi (...), çoğulu da, (...) diye gelir.
en-Nehhas dedi ki:
Bildiğimiz kadarıyla nahivcilerden hiçbir kimse bunlardan herhangi birisinde
"elif" ile "lam"ın hazfedilmesini caiz görmüş değildir.
Ibn Mes'ud, ed-Dahhak,
Yakub el-Hadramı ve diğerleri; "Sana uyanlar bayağı kimseler iken ...
" diye okumuşlardır. en-Nehhas: Bu güzel bir kıraattir, demiştir. Buradaki
"vav"ın arkasından çoğunlukla isimler gelir, fiiller ise (...) ile
birlikte gelir. "Uyanlar, tabiler" lafzı (...) ile (...)'in
çoğuludur. Bu tekil için de, çoğul için de kullanılabilir. Şair der ki:
"Onun tabileri
vardır, insanlar bilir ki o, Yakınlaştığı kimse için hem yaz olur, hem
bahar."
(Bu kıraate göre) ''Sana
uyanlar" lafzının merfü' gelmesi mübteda olması dolayısıyla olabilir. O
takdirde "Sıradan kimseler" de onun haberi olur. ifadenin takdiri de
şöyle olur: Sana tabi olanlar ancak bayağı kimseler iken sana iman mı edelim?
Bununla birlikte Yüce Allah'ın: "Sana iman mı edelim?" buyruğundaki
zamire atfedilmiş olması da mümkündür. O vakit ifadenin takdiri şöyle olur:
Sana uyanlar bayağı kimseler iken biz sana iman edelim de onlardan mı
sayılalım? Buradaki ifade takdirinde; "Sana iman mı edelim?" derken,
(...): Sana" diye fasıl yapmak güzeldir.
"Sıradan
kimseler" ile ilgili yeterli açıklamalar daha önceden Hud Süresi'nde (27.
ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Burada ise buna ek bir açıklamada
bulunalım ki bu da bir sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir.
2- Nuh (a.s)'a iman
Edenler:
Denildiğine göre ona
iman edenler; oğulları, kızları, gelinleri ve oğullarının oğulları olmuştur.
Beraberlerinde başkaları olup, olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Her
iki halde de hepsi de salih kimseler idi. Nuh (a.s) da: "Beni ve
beraberimdeki mü'minleri de kurtar" diye dua etmişti. Onunla beraber
olanlar, ona tabi olanlardı. Kafirlerin onlar hakkında söyledikleri sözlerden
dolayı onlar hakkında herhangi bir kusur ya da yerilmeyi gerektirecek bir husus
söz konusu olamaz. Bilakis asıl bayağı kimseler onları yalanlayan kimselerdir.
es-Süheyli dedi ki:
Avamın bir çoğu bu ayetin tefsirinde rivayet edilmiş şu sözlere aldanmıştır:
Güya ona iman edenler dokumacılar ve hacamatçılar imiş. Eğer iddia ettikleri
gibi bunlar dokumacı kimseler olsaydı, hiç şüphesiz Allah'ın peygamberine iman
etmeleri ve ona tabi olmaları onlar için şereflendirici bir husus olurdu. Tıpkı
Bilal ve Selma'nın erken müslüman olmakla şerefyab olmaları gibi. Her ikisi de
Peygamber (s.a.v.)'ın ashabının ileri gelenlerinden ve büyüklerindendir. Ama
Nuh (a.s)'ın çoluk-çocuğu dokumacı ve hacamatçı olmadığı gibi; dokumacı ve
hacamatçılar da hakkında söyledikleri sözler eğer o peygamberlere iman etmiş
iseler kafirlerin söyledikleri gibi hiçbir şekilde bayağı kimseler olamazlar.
Nitekim bugün bizim dokumacılarımıza da herhangi bir yergi veya bir eksiklik
ulaşamaz. Çünkü bu, kafirlerin söyledikleri sözlerin nakledilmesinden
ibarettir. Kafirlerin bu söylediklerine dair herhangi bir delil ileri sürmeleri
ise asla mümkün değildir. Bunun bir ayıp olarak görülmesi de çok büyük bir
cahilliktir. Esasen Yüce Allah da sanat ve mesleklerin din açısından kişiye
hiçbir şekilde zararlı olamayacağını açıkça bildirmiştir.
"Dedi ki: Onların
yaptıkları hakkında benim bir bilgim yoktur." Bu buyruktaki; (...)
zaiddir. Ben onların neler yaptıklarını bilmiyorum, demektir. Bunun da anlamı
şudur: Ben onların amellerini bilmekle yükümlü değilim. Benim yükümlülüğüm
onları imana davet etmektir. Asıl göz önünde bulundurulması gereken de imandır,
meslekler ya da sanatlar değildir. Sanki onlar: Sana şu zayıf kimselerin tabi
olmalarının sebebi bu yolla güç kazanıp mal sahibi olmayı umut etmeleridir
demişler de, o da onlara şöyle cevap vermiş gibidir: Ben onların içlerinde
gizlediklerini bilemem. Beni ilgilendiren sadece onların zahiri durumlarıdır.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Ben Yüce Allah'ın onlara hidayet verip
sizi saptıracağını, onları doğruya iletip sizi azdıracağını, onları muvaffak
kılıp sizi yardımsız bırakacağını bilemem.
"Onların" amelleri
ve imanları itibariyle "hesabı ancak Rabbime aittir. Eğer inceden inceye
kavrayan kimselerseniz."
Burada
"Eğer"in cevabı hazfedilmiştir. Yani eğer siz onların hesaplarının
Rablerine ait olduğunu bilseydiniz sanatları, meslekleri dolayısıyla onları
ayıplamazdınız.
"Kavrıyorsunuz"
fiili genel olarak kafirlere hitab olmak üzere "te" ile okunmuştur.
Zahir (kuvvetli olan) da budur. Ancak İbn Ebi Able ile Muhammed b. es-Sümeyka:
"İnceden inceye kavrayan kimseler olsalardı" şeklinde "ye" ile
okumuşlardır. Bu şekliyle adeta kafirlerin durumu hakkında bir haber vermek
gibidir ve onlara hitab terkedilmiş gibidir. Yüce Allah'ın: 'Hatta siz
gemilerde bulunduğunuz zaman onlar da içindekilerigü zel bir rüzgar ile götürüp
... "(Yunus, 22) buyruğunda olduğu gibi.
Rivayete göre Süfyan'a,
müslüman olduğu halde zina etmiş ve çocuğunu öldürmüş bir kadının durumu
hakkında: Bu kadının kesinlikle cehennemde olduğu söylenebilir mi? diye
sorulmuş, o da: "Onların hesabı ancak Rabbime aittir, eğer inceden inceye
kavrayan kimselerseniz" ayetini okudu.
"Ben mü'minleri
kovacak değilim." Onların durumları düşüktür, işleri bayağıdır diye böyle
bir şey yapmam. Sanki onlar -Kureyş'in istediği gibi- zayıf kimseleri kovmayı
kendisinden istemiş gibidirler.
"Ben ancak apaçık
bir uyarıcıyım." Yani Yüce Allah beni fakirleri bir kenarda tutup
özellikle zenginlere göndermiş değildir. Ben bir rasülüm, size benimle
gönderileni tebliğ ederim. Kim bana itaat ederse Allah nezdinde mutlu ve
bahtiyar odur, isterse fakir olsun.
"Dediler ki: Ey Nuh
eğer" bizim ilahlarımıza dil uzatmaktan, dinimizi ayıplamaktan
"vazgeçmez isen mutlaka taşlananlardan olacaksın." Bu taşlamanın
taşlarla olacağını Katade söylemiştir. İbn Abbas ve Mukatil ise bunu,
öldürülenlerden olacaksın diye açıklamışlardır. es-Sümali dedi ki: Kur'an-ı
Kerim'de geçen "taşlananlar" ifadelerinin hepsi öldürmek demektir.
Meryem Süresi'ndeki: "Eğer vazgeçmezsen seni mutlaka taşlarım.
"(Meryem, 46) bundan müstesnadır. Burada, mutlaka sana ağır söz söylerim
demektir.
"Taşlananlardan"
ifadesinin kendilerine diluzatılan, sövülüp sayılanlardan ... anlamında olduğu
da söylenmiştir ki bu açıklamayı es-Süddi yapmıştır. Ebu Duad'ın şu sözü de bu
kabildendir..
"Dedi ki: Rabbim,
kavmim gerçekten beni yalanladı. Artık benimle onlar arasında sen ayırdedici
hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki mü'ıninleri de kurtar." Nuh (a.s)
onların iman edeceklerinden yana ümidini kesince, bu sözleri söylemişti.
-Ayet-i kerimede sözü geçen-: "el-Feth" hüküm vermek demektir ki buna
dair açıklamalar daha önceden (el-A'raf,
89. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
"Biz de onu ve
onunla birlikte olanları dopdolu o gemi içerisinde kurtardık." Bununla
tufanda bindikleri gemiyi kastetmektedir ki, daha önceden bundan söz edilmişti.
"Dopdolu"
demektir, "Dolu olmak" ise geminin insanlarla, canlılarla ve başka
şeylerle dolup taşmasıdır. Burada (...) lafzında "Gemi" müennes
gelmemiştir, çünkü burada bu lafız çoğul değil, tekildir.
"Sonra" Nuh'u
ve iman edenleri kurtardıktan sonra "geri kalanları da suda boğduk.
Muhakkak bunda bir ayet vardır, onların çoğu iman etmediler. Muhakkak Rabbin
Aziz olandır, Rahim olandır."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN