ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

FURKAN

48

وَهُوَ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ وَأَنزَلْنَا

مِنَ السَّمَاءِ مَاءً طَهُوراً

 

48. Ve O, rahmeti önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderendir. Ve gökten tertemiz bir su indirdik.

 

"Ve O, rahmeti önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderendir" buyruğu ile ilgili açıklamalar daha önceden el-A'raf Suresi'nde (27. ayetin tefsirinde) yeteri kadar geçmiş bulunmaktadır.

 

"Ve gökten tertemiz bir su indirdik" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı da onbeş başlık halinde sunacağız:

 

1- Tertemiz Su ve Su ile Temizlenmek (Taharet):

2- Katıksız Sular ile Karışık Suların Hükmü:

3- Necasetin Suyu Etkilemesi:

4- Korunulması imkansız Olan Şeyler Sebebiyle Değişikliğe Uğrayan Suyun Hükmü:

5- Çeşitli Şahıs ve Canlı Varlıkların Artığı Olan Suyun Hükmü:

6- Köpeğin Su içtiği Kap ve Arttırdığı Su:

7- Suda Ölen Bazı Canlıların Hükmü:

8- Kedinin Su içtiği Kap:

9- Müsta'mel (Kullanılmış) Su:

10- Necasetin Suya Düşmesi ile Suyun Necasetin Bulunduğu Yerden Akması Arasındaki Fark:

11- Tahir ve Mutahhir Olan Su:

12- Deniz Suyunun Hükmü:

13- Abdest veya Gusülden Artan Suyun Hükmü:

14- Abdest ve Gusül Maksadıyla Suyu ısıtmak:

15- Abdes! Almak için Kullanılması Caiz Olan Kablar:

 

1- Tertemiz Su ve Su ile Temizlenmek (Taharet):

 

"Tertemiz bir su" kendisi ile temizlenilen su demektir. Nitekim kendisi ile abdest alınan suya da vedu' denilir. Tahur (tertemiz) olan herşey bizatihi temizdir, fakat temiz (tahir) olan herşey tahur değildir. Buna göre "tı" harfi üstün ile "tahur" şeklinde isimdir. Aynı şekilde "vedu' ve vakud (yakıt)" da böyledir. Ötreli olursa mastar olur. Dilde bilinen şekil budur, bu açıklamayı İbnu'l-Enbari yapmıştır.

 

Böylelikle Yüce Allah, semadan indirilmiş olan suyun bizatihi tahir ve başkasını da mutahhir (temizleyici) olduğunu beyan etmektedir. Çünkü "tahur" ismi "tahir"den mübalağa kipidir. İşte bu mübalağa onun hem tahir, hem de mutahhir olmasını gerektirmektedir. Cumhurun kanaati de budur. "Tahur: tertemiz"in "tahir" anlamında olduğu da söylenmiştir ki; bu da Ebu Hanife'nin görüşüdür. O bu görüşünü ileri sürerken Yüce Allah'ın: "Ve Rabbleri onlara tertemiz (tahur) bir şarab içirmiştir. ''(el-İnsan, 21) buyruğunu delil kabul eder; ki burada tahir anlamındadır.

 

Şair de şöyle demektedir: "Arkadaşlarım, söyleyin bana, kendisiyle kalbimi tedavi edeceğim, Uzaktan bir bakışta aleyhime tevbeyi gerektirecek bir günah var mıdır? Kalçaları ağır, ceylanlardan daha kıvrak, Dişleri tatlı ve tükürükleri tertemiz olanlara."

 

Burada şair "temizleyici (mutahhir)" olmadığı halde tükürüğü tahur (tertemiz) olmakla nitelendirmiştir. Araplar da: "Çok uykucu adam" derler. Bu onun başkasını uyuttuğu anlamını vermez. Çok uyumak bizzat kendi zatında gerçekleşen bir iştir.

 

İlim adamlarımız buna şöylece cevap vermişlerdir: Cennet şarabının "tahur: oldukça temiz" olmakla nitelendirilmesi onun günahların pisliklerinden ve kin ve hased gibi bayağı sıfatlardan temizleyici olduğunu ifade eder. Cennetlikler bu şarabı içtiklerinde Yüce Allah onları günahların artıklarından ve kötü inançların ağırlıklarından kurtaracak ve böylelikle Yüce Allah'ın huzuruna selim bir kalb ile gelmiş olacaklar, cennete de tam teslimiyet sıfatları ile girmiş olacaklardır. İşte o vakitte kendilerine: "Selam olsun üzerinize! Tertemiz geldiniz. Hemen oraya ebediler olarak girin. ''(ez-Zümer, 73) denilecektir. Onun (tahur olan suyun) dünyadaki hükmü organlar üzerinde suyun akıtılması suretiyle hadesin ortadan kaldırılması olduğuna göre; bu şarabın ahiretteki hikmeti de bu olacaktır.

 

Şairin: " ... tükürükleri tertemiz (tahur)" sözlerine gelince; o tükürüğün tatlılığı, kalbin ona meyli ve nefislere hoş gelip, aşıkın onun ıslaklığıyla susuzluğunu gidermesi bakımından adeta tertemiz suya benzetmesi, bu hususta mübalağalı bir anlatımı kastettiğinden dolayıdır. Özetle söyleyecek olursak şer'ı hükümler şiirlerdeki mecazlarla sabit olmaz. Çünkü şairler bu hususta o kadar aşırı giderler ki, doğruluğun sınırını aşarak yalan hududuna girerler. Öyle alabildiğine serbest ifadeler kullanırlar ki bu sözleri kendilerini bid'ate ve masiyete dahi düşürebilmektedir. Hatta farkında olmadıkları bir yolla küfre bile düşebilirler. Şairlerden birisinin şu sözüne bakalım: "Eğer yer onun ayağına temas etmemiş olsaydı, Teyemmümün illeti nedir, bir türlü bilemeyecektim." Bu ise apaçık bir küfürdür, bundan Allah'a sığınırız.

 

Kadı Ebu Bbekir İbnu'l-Arabi der ki: Bu ilim adamlarının söylediklerinin en ileri derecede güzel bir özetidir ve bu, bu hususta oldukça ileri derecede bir açıklamadır. Şunu da belirteyim ki, ben Arap dili açısından bu husus üzerinde düşündüm, bu konuda parlak, aydınlık bir hususu tesbit ettim. O da "feul" vezninin mübalağa için olduğudur. Şu kadar var ki bu mubalağa bazen müteaddi (geçişli) fiilde söz konusu olur. Şairin şu mısraında olduğu gibi: "Kılıcın keskin tarafıyla onların (develerin) semiz olanlarının bacaklarını vurdukça vurur."

 

Bazan da müteaddi olmayan (geçişsiz) fiilden de bu kip kullanılabilir. Şairin şu mısraında olduğu gibi: "Çok uyur kuşluk vakti (sabah uyandığında) elbise giyip de üzerine kuşak bağlamaz."

 

Suyun başkasını temizleyici olması, güzellik bakımından nezafet (temizlik)dır. Şeriat bakımından da bir taharettir. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Allah tahursuz (abdestsiz) bir namazı kabul etmez," buyruğunda olduğu gibi.

 

ümmet hem dil açısından, hem de şer'i bakımdan "tahur" vasfının suya has olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Bu özellik temiz (tahir) olduğu halde diğer sıvılarda söz konusu edilmez, Onların bu özelliği sadece su hakkında kabul etmeleri "tahur" olanın aynı zamanda mutahhir bizatihi (temiz olanın temizleyici) olmasının en açık delilidir.

 

Bazen "feul" vezni bütün bu şekillerin dışında bir başka manada da kullanılabilir. O da fiil hakkında değil de fiilin aletini ifade etmek için kullanılmasıdır. Bizim "vekud ve sahur" dememiz gibi. Bu (vekud için) odundan ve sahur için de) sahurda yenilen şeylerden ibarettir. Buna göre suyun "tahur" olmakla vasfedilmesi aynı zamanda kendisi aracılığı ile temizlenilen araç (alet)'i de ifade eder. Şayet "vekud, sahur ve tahür" kelimelerinde birinci harf ötreli okunacak olursa, (vuküd, suhür ve tuhur denirse) o takdirde bu fiile ait olur ve fiil hakkında bir haber manasını ihtiva eder. Böylelikle "feul" isminin hem mübalağa kipi, hem de o fiilin icra edilmesi için kullanılan alete dair bir haber olduğu da sabit olmaktadır. İşte hanefilerin hatırlarına gelen bu olmuştur. Şu kadar var ki; onlar bu açıklamayı yeteri kadar ifade edememişlerdir. Bundan sonra gerek mübalağa, gerek alet ile ilgili yapılacak açıklamalar Yüce Allah'ın: "Ve gökten tertemiz bir su indirdik" buyruğu ile Peygamber (s.a.v.)'ın: "Yeryüzü benim için hem bir mescid, hem de tahur (temiz ve temizleyici) kılındı" buyruğundaki delile bağlı olarak söz konusu olmaktadır. Bu ifadelerin hem mubalağa, hem de aleti ifade etmeleri ihtimali vardır. Bundan dolayı bu ifadelerde bizim ilim adamlarımızın lehine delil olacak bir taraf yoktur. Şu kadar var ki Yüce Allah'ın: "Sizi onunla tertemiz yapmak " (el-Enfal, 11) buyruğu bu fiilin kendisinden başkasına teaddi eden (geçiş yapan) bir fiil olduğu hususunda açık bir nass olarak ortada kalmaktadır.

 

2- Katıksız Sular ile Karışık Suların Hükmü:

 

Semadan indirilen sular ile yeryüzünde saklı bulunan sular çeşitlerine, tatlarına ve kokularının farklılığına rağmen hem tahirdir, hem de mutahhirdir. Suyun dışında başka bir şeyonlarla karışmadıkça bu böyledir. Suya karışan maddeler üç çeşittir: Bir tür iki vasfında ona uygun düşer. Eğer bu tür o suya karışıp onu değiştirecek olsa dahi bu iki niteliğinden herhangi birisini ortadan kaldırmaz. Çünkü bu iki niteliğe de uygundur, bu da topraktır.

 

İkinci tür, suyun iki vasfından birisinde suya uygundur, bu da taharettir (temiz oluştur). Şayet bu, suya karışıp da onu değiştirecek olursa, ondan farklı olduğu özelliğini sudan giderir ki, bu da tathir (temizleyiciliktir). Gül suyu ve diğer temiz sıvılar gibi.

 

Üçüncü tür, her iki niteliğinde de ona muhaliftir. Eğer suya karışacak olup değiştirecek olursa, aynı anda her iki niteliğini de ondan alır. Çünkü bu iki hususta da ondan ayrıdır, bu da necasettir.

 

3- Necasetin Suyu Etkilemesi:

 

İmam Malik'in mezhebine mensub Mısır'lı ilim adamlarının kanaatine göre az miktardaki suyu, az miktardaki necaset ifsad eder. Çok miktardaki suyu ise ancak rengini yahut tadını ya da kokusunu değiştirecek miktardaki haram şeyler ifsad eder. Bu hususta az miktar ile çok miktarın ne kadar olduğu hususunda belirli bir sınır tesbit etmemişlerdir. Ancak İbnu'l-Kasım'ın, Malik'ten naklettiği şu rivayet vardır: Cünub bir kimse bineklerin sulandığı havuzlardan birisinde gusledip de üzerindeki pislikleri eğer yıkamamış ise o takdirde o suyu ifsad etmiş (bozmuş) olur. İbnu'l-Kasım, Eşheb, İbn Abdi'l-Hakem ve Mısır'lılardan onlara tabi olanların kanaati budur.

 

Şu kadar var ki; İbn Vehb su ile ilgili konularda İmam Malik'in Medine'li arkadaşlarının kanaatini benimsemiştir. Onların bu kanaatlerini de Ebu Mus'ab hem Medine'lilerden, hem de İbn Vehb'den şöylece nakletmektedir:

 

Su ister az, ister çok olsun ona düşen necaset görülmedikçe ve o suyun tadını yahut kokusunu ya da rengini değiştirmedikçe suyu bozmaz. Ahmed İbnu'l-Muaddel'in naklettiğine göre bu, su ile ilgili Malik b. Enes'in de görüşüdür. İsmail b. İshak, Muhammed b. Bukeyr, Ebu'l- Ferac el-Ebheri ile Bağdat'lılardan İmam Malik'in mezhebini benimseyen diğer ilim adamlarının da kanaati budur. Aynı zamanda bu, el-Evzai, el-Leys b. Saa'd, el-Hasen b. Salih ve Davud b. Ali'nin de görüşüdür. Basra'lıların görüşü de budur. Kıyas ve sağlam eserler (rivayetler) itibariyle sahih olan görüş de budur.

 

Ebu Hanife der ki: Suya bir necaset düştü mü su ister çok, ister az bulunsun necaset o suyun genelinde tahakkuk ile varlığını ortaya koyacak olursa, su bozulur. Ona göre necasetin tahakkuku da şu demektir: Mesela bir sidik damlası bir havuza düşecek olsa, eğer bu havuzun bir tarafını hareket ettirdiğimizde öbür tarafı da hareket ediyor ise, bütün su necis olur. Şayet taraflardan birisinin hareketi diğerini harekete geçirmiyor ise su necis olmaz. "el-Mecmua"da (Maliki mezhebine dair fıkıh eserinde) de Ebu Hanife'nin mezhebine yakın ifadeler vardır.

 

İmam Şafii ise kulleteyn hadisini esas almıştır ki; bu da tenkid edilmiş bir hadistir. Hem senedinde, hem metninde ihtilaf vardır. Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizı ve özellikle de Darakutni rivayet etmiştir. O, kitabının başına bu hadisi almış ve bu hadisin bütün yollarını zikretmiştir.

 

ibnu'l-Arabı der ki: Darakutni bir hadis imamı olmakla birlikte, kulleteyn hadisinin sahih olduğunu ortaya koymaya çalışmış ise de buna güç yetirememiştir.

 

Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr der ki: Şafii'nin kabul ettiği kulleteyn hadisine gelince, bu nazar (akıl) cihetinden zayıf, eser (nakil) bakımından da sabit olmayan bir görüştür. Çünkü nakil ilimlerde yetkin bir topluluk bu hususta tenkitlerde bulunmuşlardır. Ayrıca kulleteyn'in gerçek miktarı hususunda ne sabit bir rivayet ne de bir icma tesbit edilememektedir. Eğer bu uyulması gerekli bir sınır olsaydı, ilim adamlarının Peygamber (s.a.v.)'ın bu hususta tesbit ettiği sınırı öğrenmek için gerekli araştırmaları yapmaları icab ederdi. Zira böyle bir husus onların dinlerinin asıllarından ve üzerlerine farz olan hükümlerden birisidir. Gerçekten bu böyle olsaydı, onlar bu hususu ihmal etmezlerdi. Çünkü onlar bundan daha aşağı mertebede ve daha incelikli hususları dahi alabildiğine araştırmışlardır.

 

Derim ki: ibnu'l-Munzir'in kulleteyn ile ilgili olarak yaptığı açıklamalar bile bu hususta kabul edilmesi gereken bir rivayetin ve bir sınırlandırmanın olmadığını göstermektedir.

 

Darakutni'nin, Sünen'inde Hammad b. Zeyd'den, onun da Asım b. el-Munzir'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Kilal (kulleler) büyük testiler demektir. Burada sözü geçen Asım ise kulleteyn hadisinin ravilerinden birisidir. Darakutni'nin açıklamalarından anlaşıldığına göre bu testiler Hecer testileri gibidir. Çünkü Darakutni, Enes b. Malik'ten rivayet olunan ve Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruklarının yer aldığı hadisi nakl etmektedir: "Ben yedinci semadaki Sidret-i Münteha'ya kadar kaldırıldım. Baktım ki onun yemişleri Hecer kilali (testileri) gibi, yaprakları ise fil kulakları gibidir" deyip, hadisin geri kalan bölümünü kaydetmektedir.

 

ibnu'l-Arabı der ki: Bizim ilim adamlarımız da Ebu Said el-Hudri'nin Buzaa kuyusu ile ilgili hadisini delil diye almışlardır. Bu hadisi Nesai, Tirmizı, Ebu Davud ve başkaları rivayet etmiştir.

 

Bu da aynı şekilde zayıf bir hadistir. Sahihlik derecesine yaklaşmaz ve dayanak olarak alınamaz. Ben bu hususta et-Tusı el-Ekber ile tartıştım ve bana şöyle dedi: Bu meselede en arı duru mezheb Malik'in görüşüdür. Çünkü su vasıflarından herhangi birisi değişikliğe uğramadıkça temizdir. Zira bu konuda dayanak olmaya elverişli herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Bu hususta dayanak Kur'an-ı Kerim'in zahir ifadeleridir ki, bu da Yüce Allah'ın:

 

"Ve gökten tertemiz bir su indirdik" buyruğudur. Bu da sıfatlarını koruduğu sürece böyledir. Sıfatlarından herhangi birisi değişikliğe uğrayacak olursa, bu sıfatlarını kaybettiğinden ötürü de ona verilen ismin dışına çıkmış olur. Bundan dolayı hadis ve fıkhın imamı Buhari bu konuda dayanak olmaya elverişli herhangi bir haber bulamamış ve: "Suyun değişmesi babı" diye başlık açtıktan sonra da bu başlığın altında şu sahih hadisi kaydetmektedir: "Allah yolunda yaralanan bir kimse -ki Allah kendi yolunda kimin yaralandığını en iyi bilendir- mutlaka kıyamet gününde yarası kanayarak gelecektir, rengi kan rengidir, kokusu ise misk kokusudur." Böylelikle Peygamber (s.a.v.) kanın olduğu gibi kalacağını fakat misk gibi kokacağını bildirmiştir. Bu koku ise onun kan vasfını etkilememektedir. işte bundan dolayı ilim adamlarımız şöyle demişlerdir: Su, kenarındaki ya da kıyısındaki bir leşin kokusu dolayısıyla değişikliğe uğrayacak olursa, bu ondan abdest almaya mani değildir. Eğer leş onun içine konulmuş olduğu halde, su değişikliğe uğrayacak olursa, bu suya karışmış olması dolayısıyla suyu necis kılar. Birinci halde ise bir yakınlık söz konusudur. Herhangi bir şekilde bu yakınlığa itibar edilmez.

 

Derim ki: Buhari'nin zikrettiği bu hadis aynı şekilde bu kanaatin aksine de delil gösterilmiştir. O da kokunun değişikliğinin onu asli özelliğinin dışına çıkartmasıdır. Bu istidlalin açıklaması da şöyledir: Kanın kokusu misk kokusuna dönüşünce, artık bu kan necis ve pis görülen bir şeyolmaktan çıkar ve o bir misk olur. Misk denilen şey de zaten ceylanın kanının bir parçasıdır. Kokusu değiştiği takdirde su da aynı durumdadır. Su ile ilgili cumhurun kabul ettiği yorum da budur. Abdu'l-Melik'in kabul ettiği görüş de birinci görüştür.

 

Ebu Ömer dedi ki: ilim adamları rengin dışında kokuya bağlı olarak hükmü kabul etmişlerdir. O bakımdan hüküm kokuya aittir. Kendi kanaatlerine de bu hadisi delil göstermişlerdir. Şu kadar var ki; insanın kalp huzuru ile kabul edebileceği bir anlam bu hadisten çıkmamaktadır. Ne kanda suyun özelliği vardır, ona kıyas edilsin, ne de fukaha bu gibi şeylerle uğraşsın. ilmi bilmecelere dönüştürmek ve onu içinden çıkılmaz bir hale sokmak, ilim ehli kimselerin yapacağı bir iş değildir. Onların işi ilmi açıklamak, açıklığa kavuşturmaktır. Bundan dolayı bu ilmi insanlara mutlaka açıklayıp onu gizlemeyeceklerine dair onlardan söz alınmıştır. Suyun değişikliğe uğraması ya necasetle olur, ya necasetin dışındaki bir şeyle olur. Eğer su necaset ile değişikliğe uğrayacak olursa ilim adamları icma ile bunun tahir de, mutahhir de olmadığıdır. Aynı şekilde icma ile kabul ettiklerine göre su, necasetin dışında bir şeyle değişikliğe uğrayacak olursa, aslı üzere tahir kalmaya devam eder. Cumhur'un kanaatine göre değişikliğin toprak ve sıvı bir şey ile olması hali dışında, mutahhir (temizleyici) değildir. Fukahanın icma ile kabul ettiği hususlar herhangi bir pürüzün ve bir karışıklığın bulunmadığı hakkın kendisidir.

 

4- Korunulması imkansız Olan Şeyler Sebebiyle Değişikliğe Uğrayan Suyun Hükmü:

 

Su, kendisinden korunulması mümkün olmayan bir şekilde zırnık ya da kireç bulunan bir yatakta akması, yosun sebebiyle ya da üzerinde biten ağaç yaprakları dolayısıyla değişikliğe uğraması halinde; ilim adamlarının ittifakı ile -bu durum o su ile-abdest almaya engel değildir. Çünkü bundan sakınmak ve suyu böyle bir yerden ayırmak imkansız bir şeydir.

 

İbn Vehb'in Malik'ten rivayetine göre bu şekilde olmayan bir su, böyle bir sudan daha iyidir.

 

5- Çeşitli Şahıs ve Canlı Varlıkların Artığı Olan Suyun Hükmü:

 

İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- derler ki: Hristiyanın ve diğer kafirlerin, içkicinin artırdığı su ile leş yiyen -köpek ve benzeri hayvanların- artıkları mekruhtur. Bunların artırdıkları su ile abdest alan bir kimsenin o suda necaset bulunduğunu kesinlikle bilmedikçe herhangi bir sorumluluğu yoktur.

 

Buhari dedi ki: Ömer (r.a.)'da hristiyan bir kadının evinden (alınmış su ile) abdest almıştır.

 

Süfyan b. Uyeyne dedi ki: Bize Zeyd b. Eslem'den naklettiler, o babasından şöyle dediğini nakletti: Şam'da bulunduğumuz sırada Ömer b. el-Hattab'a bir su götürdüm. O da o sudan abdest aldı: Sen bu suyu nereden getirdin? diye sordu. Çünkü ben pınar suyu olsun, yağmur suyu olsun bu sudan daha tatlı bir su görmedim. Ona: Bu suyu şu hristiyan koca karının evinden getirdim, dedim. Abdestini aldıktan sonra kadının yanına giderek dedi ki: Ey yaşlı kadın, müslüman ol, selamet bulasın. Allah, Muhammed (s.a.v.)'ı hak ile göndermiştir. Eslem dedi ki: Başını açtı, saçlarının tamamen ağarmış olduğunu gördük. Şöyle dedi: Ben yaşlanmış bir kadınım, hemen şimdi öleceğim. Bunun üzerine Ömer (r.a): Allah'ım şahid ol, dedi. Bunu Darakutni rivayet etmiştir: Bize el-Huseyn b. İsmail anlattı, dedi ki: Bize Ahmed b. İbrahim elBuşenci anlattı dedi ki: Bize Süfyan anlattı, deyip, hadisi kaydetti. Bu rivayeti aynı şekilde el-Huseyn b. İsmail'den de rivayet etmektedir. el-Huseyn dedi ki: Bize Hallad b. Eslem anlattı. Bize Süfyan, Zeyd b. Eslem'den o babasından naklettiğine göre Ömer b. el-Hattab (r.a) hristiyan bir kadının evinden (alınan su ile) abdest aldı. Sonra yanına giderek Ey yaşlı kadın, müslüman ol, dedi ... ve sonra da hadisi az önce geçtiği şekliyle kaydetti.

 

6- Köpeğin Su içtiği Kap ve Arttırdığı Su:

 

Köpeğin kendisinden içtiği su hakkında Malik dedi ki: Kap yedi defa yıkanır ve o sudan abdest alınmaz. Bununla birlikte o su temizdir.

 

es-Sevri der ki: O su ile abdest alınır ve onunla birlikte teyemmüm de yapılır. Aynı zamanda bu Abdu'l-Melik b. Abdu'l-Aziz ile Muhammed b. Mesleme'nin de görüşüdür.

 

Ebu Hanife dedi ki: Köpek necistir. Bundan dolayı da kap yıkanır, çünkü necistir. Şafii, Ahmed ve İshak da bu görüştedirler.

 

Malik ise evde tutulması caiz olan köpekler ile caiz olmayan köpekler arasında, köpeğin içmesi dolayısıyla kabın yıkanılması hususunda fark gözetirdi. Bu husustaki görüşünün hülasası şudur: Köpeğin kaptan yemesi ya da içmesi hiçbir şeyi necis kılmaz. Oradan ister yemek yesin, ister başka bir şey. Ancak o önemsiz oluşu dolayısıyla köpeğin arttırdığı suyun dökülmesini müstehab kabul etmiştir. Bu hususta göçebelerle birlikte olan köpek ile yerleşik yerlerdeki köpek arasında da fark görmemektedir ve durum ne olursa olsun teabbüden onun yediği ya da içtiği kap yedi defa yıkanır. Maliki mezhebine mensup kıyas ile amel eden ilim adamlarının kabul ettikleri nihai görüş budur.

 

İbn Vehb der ki: Bize Abdu'r-Rahman b. Zeyd b. Eslem babasından, o Ata'dan, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini nakletmektedir: Resulullah (s.a.v.)'e Mekke ile Medine arasında bulunan havuzlar hakkında soru soruldu ve ona şöyle denildi: Köpekler ve yırtıcı hayvanlar bu havuzlara gelir, su içerler. O şöyle buyurdu: "Bu hayvanların karınlarına indirdikleri kendilerinindir. Geriye kalan da bizim için hem içecektir, hem de tahurdur." Bu hadisi Darakutni rivayet etmiştir.

 

Bu ise köpeklerin temizliği ve onların yiyip, içtiklerinden arta kalanın temizliği hususunda açık bir nasstır.

 

Buhari'deki rivayete göre de İbn Ömer'den naklen köpekler Resulullah (s.a.v.)'ın mescidinde gider gelirler. Bununla birlikte bundan dolayı herhangi bir tarafa da su serpmezlerdi.

 

Ömer (r.a) da Ashab-ı Kiram'ın huzurunda Amr İbnu'l-As su havuzu sahibine: Senin havuzuna yırtıcı hayvanlar gelip su içer mi? diye sorunca, "Ey havuz sahibi, bu hususta sen bize bir bilgi verme, çünkü bizler yırtıcı hayvanların bulunduğu yere gidiyor ve bizim bulunduğumuz yere de onlar geliyorlar", demiştir. Bunu da Malik ve Darakutni rivayet etmiştir.

 

Burada yırtıcı hayvanlar ile onlardan sayılan köpek arasında herhangi bir ayırım gözetilmemiştir. Köpeğin arttırdığının dökülmesini söyleyen ve bunun ne cas et dolayısıyla olduğunu belirten muhalif kanaat sahiplerinin herhangi bir delili bulunmamaktadır. Artık suyun dökülmesinin emredilmesi ancak insanın ondan tiksinmesi dolayısıyladır, necaseti dolayısıyla değildir. Çünkü pisliklerden uzak kalmak, teşvik edilmiş (mendub) bir husustur.

 

Yahut bu konuda onların mükellefiyetlerini ağırlaştırmak maksadı güdülmüştür. Zira İbn Ömer ve el-Hasen'in dediği gibi; köpek barındırmak yasaklanmış bir şeydir. Bundan vazgeçmemeleri, çölde sahip oldukları suyun azlığı dolayısıyla suyun dökülmesini emrederek, hükümlerini ağırlaştırmıştır. Ta ki bu iş onlara ağır gelsin ve köpek barındırmaktan vazgeçsinler. Bu şekildeki bir kab ın yıkanılması emri ise bir ibadettir. Az önce de belirttiğimiz gibi necaseti dolayısıyla değildir.

 

Bunun da iki delili vardır: Birincisi bu yıkama belirli bir sayı ile sınırlandırılmıştır. İkincisi Peygamber (s.a.v.)'ın: "Sekizincisinde ise onu toprakla ovalayınız" buyruğu dolayısıyla bu temizlemede toprağın da müdahalesi vardır. Şayet bu emir necaset dolayısıyla verilmiş olsaydı, sidikte olduğu gibi bunda sayının ve toprağın herhangi bir şekilde söz konusu olmaması gerekirdi. Peygamber (s.a.v.) kediyi ve kedinin su içip yemek yediği kabı temiz olarak değerlendirmiştir. Kedi ise yırtıcı bir hayvandır ve bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Zira kedi avının üzerine atılır ve ölmüş olanı yer. Köpek de aynı şekildedir, onun benzeri diğer yırtıcı hayvanlar da böyledir. Zira bunlardan herhangi birisi hakkında bir nass gelmiş ise, diğeri hakkında da bu nass aynen söz konusu olur. Bu da kıyas çeşitlerinin en güçlülerindendir. Tabi bu ortada özel bir delilin bulunmaması halinde böyledir. Ayrıca biz artığının temizliğine dair nassı da zikretmiş bulunuyoruz. Dolayısıyla bu konuda muhalif kanaat belirtenin görüşü de çürütülmüş olmaktadır. Hamd, Yüce Allah'a mahsustur.

 

7- Suda Ölen Bazı Canlıların Hükmü:

 

Kansız varlıklardan olup suda ölen canlıları eğer suyun kokusunu değiştirmeyecek olursa, suya bir zararları olmaz. Şayet su kokarsa ondan abdest alınmaz. Aynı şekilde suda yaşayan canlılardan akacak kanı bulunan balık ve kurbağa gibi varlıklar ölecek olurlarsa bunların ölümleri dolayısıyla suyun kokusu değişmedikçe suya bir zararları olmaz. Şayet kokusu değişir, su kokarsa o suda temizlenmek, ondan abdest almak caiz değildir. Malik'e göre bu su necis olmaz.

 

Akan kanı bulunup da suda ölen ve bulunduğu yerden alınıp da suyun rengini, tadını, kokusunu değiştirmeyecek olursa, o takdirde hem suyun kendisi temizdir hem de temizleyicidir. Su az ya da çok olsun farketmez. Medine'li (Maliki mezhebine mensub) alimlere göre bu böyledir. Bazılarının kanaatine göre böyle bir sudan gönül hoşluğuyla kullanılması için bir kaç kova çekilmesi müstehabtır. Ancak bu konuda aşılmaması gereken herhangi bir sınır da belirlememişlerdir. Bir kaç kova çekilmeksizin, o suyun kullanılmasını mekruh kabul ederler. Herhangi bir kimse gusül ya da abdest maksadıyla böyle bir suyu kullanacak olursa, dediğimiz şekilde olması halinde bu caizdir.

Malik'in mezhebine mensub kimi ilim adamı, böyle bir su ile abdest alanın suda bir değişiklik olmasa dahi teyemmüm yapması gerektiği görüşüne sahipti. Bu şekilde ihtiyaten her iki temizlenme şeklini (tahareti) bir arada yapmış olur. Şayet böyle yapmayıp da o sudan aldığı taharetle yetinip namaz kılacak olursa, bu da yeterli olur.

 

Darakutni'nin Muhammed İbn Sirin'den rivayet ettiğine göre Zemzem kuyusuna bir zenci düşüp öldü. İbn Abbas'ın emri üzere oradan çıkartıldı ve kuyunun suyunun çekilmesini emretti. Rüknün dibinden gelen bir pınar onların emeklerini boşa çıkartır gibi oldu. Bunun üzerine emir vererek kıpti kumaşlarla, ince ipeklerle gözeyi tıkadılar ve nihayet kuyunun suyunu çektiler. Kuyunun suyunu çekip bitirdikten sonra tekrar o pınar fışkırıverdi. Bu rivayeti Ebu't-Tufeyl'den de şöylece nakletmektedir: Bir köle Zemzem kuyusuna düştü ve kuyunun suyu çekildi.

 

Bu durumda suyun asli özelliklerinin değişikliğe uğramış olma ihtimali vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Şu'be, Muğiyre'den, o İbrahim'den rivayet ettiğine göre İbrahim şöyle dermiş: Akan kanı bulunan herbir canlıdan ötürü (suda ölmesi halinde) o sudan abdest alınmaz. Şu kadar var ki domuzları böceği, akrep, çekirge, hamam böceği eğer içinde su bulunan bir kaba düşecek olurlarsa bunda ruhsat vardır, bunun bir sakıncası yoktur. Şu'be dedi ki: Zannederim kertenkeleyi de söz konusu etmiştir. Bunu Darakutni rivayet etmiştir: Bize el-Huseyn b. İsmail anlattı, dedi ki: Bize Muhammed b. el-Velid anlattı, dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer anlattı, dedi ki: Bize Şu'be anlattı... deyip, bu rivayeti zikretmiştir.

 

8- Kedinin Su içtiği Kap:

 

Ashab-ı Kiram'ın, İslam aleminin çeşitli bölgelerinin fukahasının ve Hicaz ile Irak'ta bulunan diğer tabiilerin büyük çoğunluğunun kanaatine göre kedinin içip artırdığı su tahirdir. Kedinin artırdığı su ile abdest almakta bir sakınca yoktur. Buna sebeb ise bu hususta ki Ebu Katade hadisidir. Bunu da Malik ve başkaları rivayet etmiştir.

 

Bu hususta Ebu Hureyre'den farklı (lafızlarla) rivayet edilmiştir. Ata b. Ebi Rebah ile Said b. el-Müseyyeb, Muhammed b. Sirin'den rivayet edildiğine göre onlar kedinin içtiği suyun artan kısmının dökülmesini ve bundan dolayı da kabın yıkanmasını emretmişlerdir. Bu hususta el-Hasen'den farklı rivayetler gelmiştir. el-Hasen'den gelen her iki rivayetin de sahih olarak geldiğini kabul edebilmemiZ için, kedinin ağzında necaset görmüş olma ihtimalini de kabul etmeliyiz.

 

Tirmizi, Malik'in naklettiği hadisi zikrettikten sonra şöyle demektedir: "Bu hususta Aişe ve Ebu Hureyre'den de gelmiş rivayetler vardır. Bu hasen, sahih bir hadistir. Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından, tabiinden ve onlardan sonra gelen Şafii, Ahmed ve İshak gibi ilim ehlinin çoğunluğunun kabul ettiği görüş budur. Onlar kedinin artığında bir sakınca görmemişlerdir.''

 

Bu rivayet bu husustaki rivayetlerin en güzelidir. Malik, İshak b. Abdullah b. Ebi Talha'dan gelen bu hadisin senedini sağlam görmüş ve Malik'ten daha mükemmel bir şekilde bu hadisi kimse aktarmamıştır. Hafız Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Anlaşmazlık ve görüş ayrılığı halinde delil Resulullah (s.a.v.)'ın sünnetidir. Ebu Katade yoluyla sahih olarak gelen hadiste belirtildiğine göre o kediye içsin diye kabı uygun bir şekilde eğmiştir. Fukaha'nın her bölgede dayandıkları delil budur. Bundan Ebu Hanife ve onun görüşünü benimseyenler müstesnadır. O kedinin arttırdığı suyu mekruh kabul ederdi ve bir kimse o su ile abdest alacak olursa, bu da onun için yeter, derdi. Bununla birlikte kedinin artığından abdest almayı mekruh kabul edenlerin, Ebu Katade yoluyla gelen hadisin kendilerine ulaşmamış olması, buna karşılık Ebu Hureyre'nin köpek hakkındaki hadisi kendilerine ulaşıp, kediyi de köpeğe kıyas etmesinden daha güzel bir delillerinin olabileceğini bilemiyorum. Ancak sünnet, kapların yıkanması hususunda teabbud meselesinde kedi ile köpek arasında ayırım gözetmiştir. Sünnetin kendisine karşı delil teşkil ettiği kimse ise elbetteki bu hususta yenik düşer. Sünnete muhalif olan da bu hususta bir kenara bırakılır. Tevfik Allah'tandır.

 

Yine bunların gösterdikleri delillerden birisi de Kurre b. Halid'in Muhammed b. Sırin'den, onun Ebu Hureyre'den yaptığı rivayettir. Buna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kedinin yiyip, içtiği bir kabın temizlenmesi bir veya iki defa yıkanması ile olur." Bu rivayette şüphe Kurre'ye aittir. Bu hadisi Kurre b. Halid dışında merfu olarak kimse rivayet etmemiştir. Kurre ise sika ve sağlam bir ravidir.

 

Derim ki: Bu hadisi Darakutni rivayet etmiştir. Hadisin metni de şöyledir:

"Köpeğin yiyip içtiği kab ın temizlenmesi, birincisi toprak ile olmak üzere yedi defa yıkanmasıdır. Kedininkinin ise bir ya da iki defa (yıkanmasıdır)." Şüphe eden Kurre'dir. Ebu Bekir dedi ki: Ebu Asım da hadisi böylece merfu olarak rivayet etmiştir. Ondan başkaları ise Kurre'den "köpeğin yiyip, içmesi" ile ilgili bölümü merfu, "kedinin yiyip, içmesi" ile ilgili bölümünü mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. Ebu Salih'in rivayetine göre de Ebu Hureyre şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kap, köpekten dolayı nasıl yıkanıyorsa, kediden dolayı da öylece yıkanır." Darakutni dedi ki: Bu hadis merfu olarak sabit değildir. Bunun bellenen rivayeti Ebu Hureyre'nin sözü olduğu şeklindedir ve ondan farklı rivayetler gelmiştir. Ma'mer ve İbn Cüreyc, İbn Tavus'tan, onun babasından naklettiğine göre o kediyi köpek gibi değerle ndirirdi. Mücahid'den gelen rivayete göre ise o kedinin yiyip, içtiği ve artık bıraktığı kap hakkında: Onu yedi defa yıka, demiştir. Bu rivayetleri Darakutni kaydetmiştir.

 

9- Müsta'mel (Kullanılmış) Su:

 

Müsta'mel su, onunla abdest alanın azaları temiz olduğu takdirde tahirdir. Ancak Malik ile ileri gelen fukahadan bir topluluk, böyle bir su ile abdest almayı mekruh görmüşlerdir.

 

Malik dedi ki: Böyle bir suda hayır yoktur. Herhangi bir kimsenin bu sudan abdest almasını da güzel görmüyorum. Şayet abdest alıp da namaz kılacak olursa, namazını iade etmesi gerektiği görüşünde değilim. Bununla birlikte sonraki namazlar için abdest alır.

 

Ebu Hanife, Şafii ve mezheplerine mensub ilim adamları derler ki: Hadesi gidermek (abdest ya da gusletmek) maksadıyla müsta'mel suyun kullanılması caiz değildir. Böyle bir su ile abdest alan kişi abdestini iade eder. Çünkü bu mutlak bir su değildir. Böyle bir suyu bulan bir kimse (başka suyu yoksa) teyemmüm eder. Çünkü böyle bir kimse suyu bulunan bir kimse sayılmaz. Onların bu kanaatlerini Esbağ b. el-Farac de aynen kabul etmiştir. el-Evzai'nin görüşü de budur. Bunlar Malik tarafından rivayet edilen es-Su nabihı hadisi ile Müslim'in rivayet ettiği Amr b. Anbese'nin hadisini ve daha başka rivayetleri delil göstermişler ve şöyle demişlerdir: Bir su ile abdest alındığı takdirde, onunla birlikte günahlarda çıkar. Bu, günahların suyu olduğundan dolayı ondan uzak durmak gerekir.

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Bana göre bu uygun bir izah değildir.

 

Çünkü günahlar suyu necis yapmaz. Zira günahların maddi bir varlığı yoktur. Bunlar suya karışacak bir cisim de değildirler ki suyu bozsunlar. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Günahlar da su ile birlikte çıkar gider" diye buyurmuş olması, onun namaz için alınan bir abdestin Yüce Allah'ın mü'min kullarına bir rahmeti ve onlara bir lutfu olmak üzere küçük günahlarına keffaret teşkil eden bir amel olduğunu bildirmektedir.

 

Ebu Sevr ve Davud (ez-Zahiri)'nin görüşü de Malik'inki gibidir. Bunlara göre de müsta'mel su ile abdest almak caizdir. Çünkü böyle bir su tahirdir. Ona herhangi bir şey katılmış değildir ve o mutlak sudur. Ayrıca ümmetin eğer abdest alanın azalarında bir necaset bulunmuyor ise, bu suyun tahir olduğunu icma ile kabul etmesini de delil göstermişlerdir. Ebu Abdullah el-Mervezı Muhammed b. Nasr da bu görüştedir.

 

Ali b. Ebi Talib, İbn Ömer, Ebu Umame, Ata b. Ebi Rebah, Hasan-ı Basrı, en-Nehai, MekhuI ve ez-Zühri'den de rivayet olunduğuna göre onlar; başını meshetmeyi unutup da sakalı bir parça ıslak olanın bu ıslaklıkla başını meshetmesinin yeterli olduğunu söylemişlerdir. Bütün bunlar böylelikle müsta'mel su ile abdest almayı caiz görmüş oluyorlar.

 

Abdu's-Selam b. Salih rivayet ediyor: Bize İshak b. Suveyd, el-Ala b. Ziyad'dan anlattı. el-Ala, Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından kendisinden razı olunan birisinden naklettiğine göre, Resulullah (s.a.v.) bir gün ashabın yanına gusledip çıkmış. Vücudunda suyun isabet etmediği bir yer kalmıştı. Biz ona: Ey Allah'ın Resulü, şu bölgeye su isabet etmemiş, dedik. Uzunca ve serbest bir saçı vardı. Bu saçı o yerin üzerinden geçirdi ve onu ıslattı. Bunu da Darakutni rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Burada sözü geçen Abdu'S-Selam b. Salih, Basra'lıdır ve pek kuvvetli bir ravi değildir. Onun dışında sika ravilerden bazıları bunu İshak b. el-Ala'dan mürsel olarak rivayet etmişlerdir, doğru olan da budur. (Darakutni, I, 110)

 

Derim ki: Hüşeym'in zikrettiğine göre hadis sika bir ravi olan İshak b. Suveyd el-Adevi'den, o el-Ala b. Ziyad el-Adevi'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) gusletti... diye rivayet edilmiştir. İbnu'l-Arabi dedi ki: "Müsta'mel su meselesinin dayanağı bir başka delildir. O da şudur: Alet (olan su) ile bir farz eda edilecek olursa, onunla bir başka farz eda edilebilir mi?, edilemez mi? meselesidir. Bu konuda muhalif kanaatte olanlar bunu kabul etmezler. Bu hususta da köle bir kimse bir farz eda edilerek azad edildiği takdirde bir başka farzın eda edilmesi için aynı kölenin tekrar az adının mümkün olmadığını delil gösterirler. Ancak bu batıl bir iddiadır, çünkü kölenin azadı eğer köle bir kimse hakkında söz konusu olursa, kölelik ortadan kalkar. Bir başka azad için farzın eda edilebileceği bir yer kalmaz. Bunun benzeri ise azalar üzerinde telef olan sudur. Bununla tekrar bir farzın daha eda edilmesi sahih olamaz. Çünkü azad etmek suretiyle köleliğin hükmen ortadan kalktığı gibi böyle telef olan bir su da maddi olarak ortadan kalkar ve telef olur. İşte bu çok nefis bir açıklamadır. Bunun üzerinde dikkatle düşünmek icab eder."

 

10- Necasetin Suya Düşmesi ile Suyun Necasetin Bulunduğu Yerden Akması Arasındaki Fark:

 

Malik ve onun mezhebine mensub ilim adamları, içine necaset düşmüş su ile necasetin üzerinden geçen su arasında fark görmemektedirler. Bu su ister durgun olsun, ister olmasın. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Suyu hiçbir şey necis yapmaz. Ancak onu çokça etkileyerek tadını yahut rengini ya da kokusunu değiştiren müstesnadır."(Darakutni, I, 28, 29)

 

Şafii'ler ise fark gözeterek şöyle demişlerdir: Necaset suya düşecek olursa, su necis olur. İbnu'l-Arabi de bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: Sular ile ilgili hükümler konusunda şeriatın esaslarından birisi de şudur: Necasetin suya isabet etmesi, suyun ne cas etin olduğu yerden geçmesi gibi değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse uykudan uyandı mı elini üç defa yıkamadıkça sakın kaba daldırmasın. Çünkü sizden herhangi bir kimse elinin geceyi nerede geçirdiğini bilmez." Böylelikle Peygamber (s.a.v.) elin suya daldırılmasını yasaklarken, suyun elin üzerine dökülmesini emretmiştir. Bu, bu hususta harikulade bir esastır. Eğer az ya da çok olsun su necasetin üzerinden geçmeyecek olsaydı, asla tahir olmazdı. Yine Peygamber (s.a.v.)'dan sabit olduğuna göre o mescidde küçük abdestini bozan Bedevi'nin küçük abdesti ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Onun üzerine bir kova su dökünüz."

 

Hocamız Ebu'l-Abbas dedi ki: Aynı şekilde kulleteyn hadisini de delil göstermiş ve şöyle demişlerdir: Şayet su kulleteynden daha az olup da ona bir necaset isabet ederse, bu necaset o suyu değiştirmese dahi o su necis olur. Eğer o miktar ya da daha az bir miktar su necaset üzerinden geçip de onun maddi varlığını giderecek olursa su eski hali üzere tertemiz kalır ve necaseti izale etmiş olur. Ancak bu bir çelişkidir, çünkü her iki şekilde de karışma gerçekleşmiş olmaktadır. Suyun necasetin üzerinden geçmesi ile necasetin su üzerinden geçmesi şekli bir farktır. Bunda fıkhi herhangi bir incelik bulunmamaktadır.

 

Diğer taraftan bu mesele taabbudi meselelerden değildir, aksine manası aklen kavranabilecek meselelerdendir. Bu da necasetin izale edilmesi ve bunun hükümleri kabilindendir. Diğer taraftan onların bütün bu kanaatlerini Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğu reddetmektedir: "Temiz olan suyu, onun rengini yahut tadını ya da kokusunu değiştiren dışında hiçbir şey necis kılmaz. ''

 

Derim ki: Bu hadisi Darakutni, Rişdın b. Saad Ebi'l-Haccac'dan, o Muaviye b. Salih'den, o Raşid b. Saad'dan, o Ebu Umame el-Bahili'den, o Sevban'dan, o da Peygamber (s.a.v.) yoluyla rivayet etmiş ve bunda "renkten" söz edilmemiştir. Darakutni der ki: Bu hadisi Rişdin b. Saad, Muaviye b. Salih'den merfu olarak zikretmemiştir ve pek kuvvetli değildir. İstidlal bakımından bundan daha güzeli Ebu üsame'nin el-Velid b. Kesir'den, onun Muhammed b. Kaab'dan, onun Ubeydullah b. Abdullah b. Rafi' b. Hadic'den, onun Ebu Said el-Hudrı'den yaptığı rivayettir. Ebu Said dedi ki: Ey Allah'ın Resulü! Budaa kuyusundan abdest alalım mı? diye soruldu. Bu kuyu içine ay hali kadınların bezleri, köpeklerin etleri ve kokuşmuş şeyler atılırdı. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Su temizdir, hiçbir şeyonu necis etmez." Bunu Ebu Davud, Tirmizı ve Darakutni rivayet etmişlerdir. (...) Hepsi de bu senedle rivayet etmişlerdir. Ebu İsa (et-Tirmizi) dedi ki: Bu hasen bir hadistir. Ebu üsame bu hadisin ceyyid olmasını sağlamıştır. Ebu Said'in, Budaa kuyusu ile ilgili rivayet ettiği hadisi Ebu üsame'den daha güzel kimse rivayet etmemiştir. O halde bu hadis necasetin suya atılması veya gelmesi hususunda açık bir nasstır. Rasulullah (s.a.v.)'da böyle bir suyun tahir ve temizleyici olduğunu hükme bağlamıştır.

 

Ebu Davud dedi ki: Ben Kuteybe b. Said'i şöyle derken dinledim: Ben Budaa kuyusunun kayyumuna derinliğini sordum ve ona: Burada azami su ne kadar olur? dedim. o: Azami göbeğe kadar olur dedi. Peki eksilirse? diye sordum. Bu sefer: Avret sınırının altına iner dedi. Ebu Davud dedi ki: Ben Budaa kuyusunu elbisemle ölçtüm. Ridamı üzerine uzattım, sonra zira'ımla ölçtüm. Eninin altı zira olduğunu gördüm. Bana bahçenin kapısını açıp içeriye alan kişiye sordum: Hiç bu kuyunun yapısı önceki haline göre değişikliğe uğratıldı mı? Hayır dedi. Ben içinde rengi değişmiş bir su gördüm. İşte bu bizim belirttiğimiz hususa dair lehimize bir delildir. Şu kadar var ki İbnu'l-Arabi şöyle demiştir: Bu kuyu kıraç arazinin ortasında idi. Onun suyu dibinden beri değişik olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

11- Tahir ve Mutahhir Olan Su:

 

Kendisiyle abdest almanın ve necasetleri yıkamanın caiz olduğu tahir (temiz) ve mutahhir (temizleyici) su sema, nehir, deniz, pınar ve kuyulardan alınmış safi, arı sudur. İnsanlar tarafından kendisine herhangi bir şey katılıp karıştırılmamış, Yüce Allah'ın yarattığı gibi saf bulunan ve "mutlak su" diye tarif ettikleri su budur. Daha önceden de açıkladığımız gibi bu suyun bulunduğu yerin renginin ona zararı olmaz.

 

Bu hususta Ebu Hanife ile Abdullah b. Amr ile Abdullah b. Ömer muhalefet etmişlerdir. Ebu Hanife yolculuk esnasında nebiz ile abdest almayı caiz kabul ettiği gibi, tahir olan herbir sıvı ile necaseti izale etmeyi caiz görmüştür. Yağ ile yemek suyuna gelince, ondan gelen bir rivayete göre bunlarla necasetin izale edilmesi caiz değildir. Şu kadar var ki onun mezhebine mensub ilim adamları (arkadaşları) şöyle derler: Eğer necaset onunla zail oluyorsa, caizdir. Ona göre ateş ve güneşin durumu da budur. Hatta meyte (leş)'in derisi eğer güneşte kuruyacak olursa, tabaklanmaksızın dahi tahir olur. Yerin üzerindeki necaset de böyledir. Eğer güneşte kuruyacak olursa o yer temizlenmiş olur ve orada namaz kılmak caizdir. Şu kadar var ki; oradaki toprakla teyemmüm almak caiz olmaz.

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Şanı Yüce Allah, suyu tertemiz olmakla nitelendirip bizleri onunla temizlemek maksadıyla semadan o suyu indirmekle bize lutfunu hatırlatmış olması, suyun bu hususta özellikli olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde Peygamber (s.a.v.) de Ebu Bekr es-Sıddik'ın kızı Esma'ya, elbiseye isabet eden ay hali kanı hakkında soru sorduğunda şöyle demiştir: "O kanı önce kazı, sonra üzerine su dökerek çitile, sonra da orayı su ile yıka." İşte bundan dolayı suyun dışındaki şeyler su hükmünde kabul edilemez. Çünkü o takdirde Yüce Allah'ın bize lutfunu bu yolla hatırlatması iptal edilmiş olur. Diğer taraftan necaset maddi bir husus değildir ki; onu izale eden herbir şey ile maksadın gerçekleştiği söylenebilsin. Necaset şer'i bir hüküm olup şeriat sahibi onu gidermek için suyu tayin ve tesbit etmiştir. Sudan başkası su gibi değerlendirilemez. Zira su ile aynı hususiyete sahip değildir. Diğer taraftan başka şey su gibi değerlendirilecek olursa, o takdirde suyun varlığı onu iskat eder. Çünkü fer'i olan bir husus, ıskat etmek bakımından asla katılacak olursa, kendi kendisini ıskat etmiş olur. Tacu's-Sünne Zül-Iz b. elMurtaza ed-DEbusi buna "zina eden bir yavru" adını verirdi.

 

Derim ki: Nebiz'in (abdest almak için) kullanılabileceğine dair delil gösterilen rivayetlerin hepsi gevşek, zayıf, hiçbirisi ayakta duramayacak özellikte hadislerdir. Bunları Darakutni zikretmiş, bunların zayıf olduklarını belirtmiş ve açıkça ifade etmiştir. Aynı şekilde İbn Abbas'tan mevkuf olarak rivayet edilen "nebiz, suyu bulamayanın abdest suyudur" hadisi de zayıftır. Bu hadisin senedinde İbn Muhriz vardır, onun da rivayet ettiği hadisler metruktur. Aynı şekilde Ali (r.a)'dan: "Nebiz ile abdest almakta sakınca yoktur" rivayeti de böyledir. el-Haccac da, Ebu Leyla da zayıf ravilerdir. İbn Mes'ud yoluyla gelen hadisin de zayıf olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir:

 

Bu hadisi tek başına İbn Lehia rivayet etmiştir, o da hadisi zayıf bir ravidir. Alkame b. Kays'dan da şöyle dediğini zikretmektedir: Abdullah b. Mes'ud'a dedim ki: Sizden herhangi bir kimse cinnin davetçisinin kendisine geldiği gece, onun yanında tanık bulundu mu? O, hayır dedi.

 

Derim ki: Bu, isnadı sahih bir rivayettir. Ravilerinin adaletinde görüş ayrılığı yoktur. Tirmizi, İbn Mes'ud yoluyla gelen bir hadisi rivayet ederek şöyle dediğini zikretmektedir: Peygamber (s.a.v.) bana: "Mataranda ne var?" diye sordu. Ben, nebiz vardır, dedim. Şöyle buyurdu: "(Nebiz'in kendisinden yapıldığı hurma) hoş ve güzel bir meyvedir. Su(yu) da tertemizdir." (İbn Mes'ud) dedi ki: (Peygamber) ondan abdest aldı. Ebu İsa (et-Tirmizi) dedi ki: Bu hadis Ebu Zeyd'den, o Abdullah'tan, o da Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet edilmiştir. Ebu Zeyd hadis ehlince meçhul (tanınmayan) bir adamdır. Biz bu hadisin dışında onun herhangi bir rivayetinin olduğunu bilmiyoruz. Bazı ilim adamları nebiz ile abdest alınacağı görüşündedir. Süfyan ve başkaları bunlar arasındadır. Kimi ilim adamı da şöyle demiştir: Nebiz ile abdest alınmaz. Bu da Şafii, Ahmed ve İshak'ın görüşüdür. İshak dedi ki: Şayet bir adam böyle bir durumla karşı karşıya kalacak olursa, nebiz ile abdest alır ve teyemmüm de yaparsa daha çok hoşuma gider. Ebu İsa (et-TirmizI) dedi ki: Nebiz ile abdest alınmaz, diyenlerin görüşü Kitap ve Sünnete daha yakındır ve daha uygundur. Çünkü Yüce Allah: "Eğer su bulamazsanız, o vakit tertemiz toprakla teyemmüm edin.'' (el-Maide, 6) diye buyurmaktadır.

 

Bu mesele hilaf (çeşitli mezheplerin görüşlerini zikreden) kitaplarda uzun uzadıya ele alınmıştır. Bunların dayanakları ise daha önce el-Maide Suresi'nde (6. ayet, 29. başlık ve devamında, geçtiği üzere "su" lafzıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

12- Deniz Suyunun Hükmü:

 

Yüce Allah: "Ve gökten tertemiz bir su indirdik" diye buyurduğu gibi, ''sizi onunla tertemiz yapmak için ... '' (el-Enfal, 11) diye buyurduğundan, bazı kimseler deniz suyunun hükmü hususunda karar verememişlerdir. Çünkü deniz suyu semadan inen su durumunda değildir. Hatta Abdullah b. Ömer ve İbn Amr'dan bu su ile abdest alınmayacağı rivayetini dahi nakletmişlerdir. Çünkü o bir ateştir ve tıpkı cehennemi andırır. Ancak Peygamber (s.a.v.) kendisine deniz suyunun hükmünü soran kimselere: "O suyu tertemiz, meytesi helal olandır" diye cevap vererek hükmünü açıklamıştır. Bu hadisi de Malik rivayet etmiştir.

 

Ebu İsa bu hadis hakkında şöyle demiştir: Bu hasen, sahih bir hadistir. Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından, aralarında Ebu Bekir, Ömer ve İbn Abbas'ın da bulunduğu fukahanın çoğunluğunun görüşü budur. Bunlar deniz suyunda herhangi bir sakınca görmemişlerdir. Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından bazıları ise deniz suyu ile abdest almayı mekruh kabul etmişlerdir. İbn Ömer ve Abdullah b. Amr' bunlar arasındadır. Abdullah b. Amı: O bir ateştir, demiştir.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Ebu İsa et-Tirmizi'ye, Safvan b. Süleym yoluyla nakledilen bu hadis hakkında sorulmuş, o şöyle demiştir: Bana göre o sahih bir hadistir. Ebu İsa dedi ki: Ben Buhari'ye: Heysem diyor ki: O hadiste Ubeyy b. Berze vardır, dedim. Dedi ki: Bu hususta yanılmıştır, aslında o el-Muğire b. Ebi Burde'dir.

 

Ebu Ömer dedi ki: Ben Buhari'den gelen bu rivayetin ne demek olduğunu bilemiyorum. Çünkü sahih olsaydı, bunu kendisince sahih kabul ettiği hadisleri topladığı Musannefinde zikretmesi gerekirdi. Ancak böyle yapmadı, zira sahih hadis noktasında sadece sened esas alınır. Böyle bir senedi bulunan bir hadisi ise hadis ehli delil diye göstermez. Ancak o bana göre sahihtir, çünkü ilim adamları bu hadisi kabul etmiş ve onun gereğince amel etmişlerdir. Fukaha'dan hiçbir kimse de bu hadisin genel muhtevasına muhalefet etmemiştir. Görüş ayrılığı ancak onun bazı anlamları hakkındadır. İlim adamlarının cumhuru ile çeşitli bölgelerdeki fukahanın fetva önderlerinden bir topluluk ittifakla şunu belirtmişlerdir: Denizin suyu tertemizdir. Onunla abdest almak caizdir. Abdullah b. Ömer b. el-Hattab ile Abdullah b. Amr b. el-As'dan gelen rivayetler istisnadır. İkisi de deniz suyuyla abdest almayı mekruh görmüşlerdir. Ancak bu hususta İslam aleminin fukahasından kimse onlara uymamış ve bu görüşe itibar etmemiştir. Bu husustaki hadis dolayısıyla da bu görüşe kimse dönüp bakmamıştır. İşte bu husus, bu hadisin fukaha nezdinde meşhur olduğuna, onların gereğince amel edip, onu kabul ettiklerine delildir. Böyle bir gerçek ise onlara göre asli kaidelerin reddettiği bir husus olup, isnadı apaçık sahih olan bir rivayetten daha uygundur. Tevfik Allah'tandır.

 

Ebu Ömer dedi ki: Safvan b. Süleym, Humeyd b. Abdu'r-Rahman b. Avf ez-Zühri'nin azadlısıdır. Medine'lilerin abidlerinden ve aralarında Allah'a karşı en takvalı olanlarından idi. Kendisini ibadete vermiş bir zattı. Az veya çok ne bulursa çokça sadaka verirdi, ameli çok bir kişi idi. Allahtan çok korkardı. Künyesi Ebu Abdullah'tır. Medine'de yerleşmiş ve oradan ayrılmamıştır. Medine'de yüzotuziki yılında vefat etmiştir. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel dedi ki: Ben babama Safvan b. Süleym'e dair soru sorulduğunu ve cevaben şöyle dediğini dinledim: O sika bir ravidir, Allah'a ibadet edenlerin en hayırlılarından, müslümanların fazilet sahibi şahsiyetlerindendir. Said b. Seleme'den ise bildiğim kadarıyla -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- sadece Safvan rivayette bulunmuştur. Bu durumda olan bir kimse ise meçhul birisi kabul edilir. İlim adamlarının tümünün kanaatine göre böyle bir rivayet delil olmaz. Muğire b. Ebi Burde'ye gelince, onun hakkında tıpkı Said b. Seleme gibi ilim bellemekle bilinen bir kimse olmadığı söylenmiştir, meçhul olmadığı da söylenmiştir. Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Muğire b. Ebi Burde'den, Mağrib'de Musa b. Nusayr'ın giriştiği gazvelerde söz edildiğini tesbit ettim. Musa onu suvarilerin başında kumandan olarak görevlendirirdi. Yüce Allah ona Berber ülkelerinde karada ve denizde bir çok yerin fethini müyesser kılmıştır.

 

Darakutni de, Malik'in rivayet yolundan bir başka yolla Ebu Hureyre'den Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Deniz suyunun kendisini temizlemediği kimseyi Allah da temizlemesin." Darakutni dedi ki: Bu, isnadı hasen bir hadistir,

 

13- Abdest veya Gusülden Artan Suyun Hükmü:

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Bazıları cünüb bir kimsenin arttırdığı su ile abdest alınmayacağını zannetmişlerdir. Ancak bu batıl bir görüştür. Meymune'den şöyle dediği sabittir: Ben ve Resulullah (s.a.v.) cünub olduk. Ben bir kaptan guslettim ve bir miktar su arttı. Resulullah (s.a.v.) ondan gusletmek üzere gelince, ben: Ben o sudan gusletmiştim, dedim. Şöyle buyurdu: "Suyun üzerinde bir necaset yoktur -veya:- Su cünub olmaz" diye buyurdu.

 

Ebu Ömer dedi ki: Erkeğin kadının arttırdığı su ile abdest almasını yasaklayan, bu hususta merfu bir takım rivayetler varid olmuştur. Bu rivayetlerin kiminde bazıları: "Fakat her ikisi birlikte avuçlayıp su alsınlar" fazlalığını ilave ederken; bir kesim de: Aynı kaptan erkeğin kadın ile birlikte su avuçlaması caiz değildir, çünkü o takdirde bunların herbirisi ötekinin fazlalığı ile abdest almış olur, demiştir. Başkaları da şöyle demektedir: Kadının tek başına su kabını alıp, sonra da erkeğin onun arttırdığı su ile abdest alması mekruhtur. Bu görüş sahiplerinin herbirisi kendi kanaatine uygun bir de rivayet kaydetmiştir. Ancak ilim adamlarının cumhuru ile İslam aleminin değişik bölgelerindeki fukaha topluluğunun kabul ettiği görüşe göre erkeğin kadının arttırdığı su ile kadının da erkeğin arttırdığı su ile abdest almasında bir mahzur yoktur. Kadın o kabı ister sadece kendisine ayırmış olsun, ister ayırmamış olsun. Bu hususta sahih pek çok rivayet vardır. Bizim benimsediğimiz görüş de şudur: Suyu hiçbir şey necis etmez. Onda açıkça görünen necaset veya suyu değiştiren necis şeyler bulunması müstesna. Dolayısıyla sahih olarak rivayet edilmenıiş eserlerle ve sahih olmayan görüşlerle uğraşmanın açıklanabilir bir tarafı yoktur. Yardım Allah'tandır.

 

Tirmizi'nin, İbn Abbas'tan rivayetine göre o şöyle demiştir: Bana Meymune (r.anha) anlattı, dedi ki: Ben ve Resulullah (s.a.v.) aynı kaptan cünupluktan dolayı guslederdik. (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.

 

Buhari'nin rivayetine göre de Aişe (r.anha) şöyle demiştir: Ben ve Peygamber (s.a.v.) kendisine "el-ferak" adı verilen aynı kaptan birlikte guslederdik.

 

Müslim'in, Sahih'inde de İbn Abbas'tan rivayete göre Resulullah (s.a.v.), Meymune (r.anha)'ın arttırdığı su ile guslederdi.

 

Tirmizi'nin de rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)'ın hanımlarından birisi bir kaptan gusletti. Rasulullah (s.a.v.) o kaptan abdest almak isteyince, ey Allah'ın Rasulü dedi, ben cünup idim. Peygamber: "Su cünup olmaz" diye buyurdu. (TirmizI) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. Süfyan es-Sevri, Malik ve Şafii'nin de görüşü budur.

 

Darakutni'nin rivayetine göre Amr'e, Aişe (r.anha)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.v.) ile birlikte aynı kaptan abdest alırdık. Bundan önce ise kedi ondan içmiş oluyordu. Darakutni dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.

 

Yine Gıfaroğullarından bir adamdan şöyle dediği rivayet edilmektedir Resulullah (s.a.v.) kadının abdestinden arta kalan suyu (taharet maksadıyla) kullanmayı nehyetmiştir.

 

Bu hususta Abdullah b. Sercis'den de rivayet gelmiştir. Bazı fakihler kadının gusül ve abdestinden arta kalan su ile abdest almayı mekruh görmüşlerdir. Ahmed ve İshak'ın görüşü budur.

 

14- Abdest ve Gusül Maksadıyla Suyu ısıtmak:

 

Darakutni'nin rivayetine göre Ömer b. el-Hattab'ın azadlısı Zeyd b. Eslem'den nakledildiğine göre Ömer b. el-Hattab'a bir güğümde su ısıtılır ve onunla guslederdi. (Darakutnl) dedi ki: Bu sahih bir isnaddır. Aişe'den (r.anha) şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.) kendim için güneşte su ısıttığım bir sırada yanıma geldi ve: "Ey Humeyra, bunu yapma, çünkü bu baras hastalığına sebebtir." Bunu da Halid b. İsmail el-Mahzumi, Hişam b. Urveden, .) babasından, o Aişe'den rivayet etmiştir. Ancak o (Halid) metruk bır ravidir.(Darakutni, I, 38)

 

Bunu ayrıca Amr b. Muhammed el-A'şem, Fuleyh'den, o ez-Zührı'den, o Urve'den, o da Aişe'den rivayet etmiştir. Bu ise hadisi münker olan bir kimsedir. Fuleyh'den ondan başkası da rivayet etmiş değildir. Zührı'den böyle bir rivayet sahih olarak rivayet edilmemiştir. Bunu Darakutni söylemiştir.

 

15- Abdes! Almak için Kullanılması Caiz Olan Kablar:

 

Altın ve gümüş kapları dışında, temiz olan herbir kaptan abdest almak caizdir. Çünkü Rasülullah (s.a.v.) altın ve gümüş kap edinmeyi yasaklamıştır. Bunun sebebi ise -Allah'u a'lem- Acemlere ve zorbalara benzemeye çalışmaktan dolayıdır. Yoksa bunlarda bir necaset bulunduğundan ötürü değildir. Bununla beraber bir kimse bu gibi kaplardan abdest alacak olursa, abdesti caizdir, fakat onları kullandığı için günahkar olur. Gümüş veya altın kaptan herhangi birisinden alınan abdestin geçerli olmayacağı da söylenmiştir. Ancak birinci görüşü benimseyenler daha çoktur. Bu açıklamayı Ebu Ömer yapmıştır.

Şer'an temizlenmiş herbir derinin abdest ve başka maksatlar için kullanılması caizdir. Malik tabaklandıktan sonra da -bu konuda farklı görüşleri gelmiş olmakla birlikte- meytenin derisinden yapılmış kapta abdest almayı mekruh görürdü. Bu husustaki açıklamalar da daha önce en-Nahl Süresi'nde (80. ayet, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Furkan 49

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR