ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NUR

31

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ

زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعاً أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

 

31. Mü'min kadınlara da De ki: Gözlerini sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar, dışarıda kendiliğinden görünen kısmı hariç süslerini göstermesinler. Başörtülerini de yakalarının üzerine indirsinler. Zınetlerini eşlerinden, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kardeşlerinden, kardeşlerinin oğullarından, kızkardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, cariyelerinden, kadınlara meyli olmayan erkeklerden ve kadınların avret yerlerini henüz anlamayan erkek çocuklardan başkasına sakın göstermesinler. Gizledikleri zınetleri bilinsin diye de ayaklarını vurmasınlar. Ey iman edenler! Allah'a topluca tevbe edin ki, felah bulasınız.

 

Bu ayet-i kerımenin: "Mü'min kadınlara da de ki: Gözlerini sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar, dışarıda kendiliğinden görünen kısmı hariç süslerini göstermesinler" bölümüne dair açıklamalarımızı yirmi üç başlık halinde sunacağız:

 

1- Mü'min Hanımlar da Gözlerini Haramdan Sakınmalıdır:

2- Kadınların da Erkeklere Bakmaktan Sakınmaları:

3- Kadının Yabancılara Göstermesi Caiz Olmayan "Zinet"i:

4- Zinetin Kısımları:

5- Görünen ve Görünmeyen Zinet:

6- Baş örtülerini Taksınlar:

7- "el-Himar (Baş örtüsü)'':

8- "Yaka"nın Yeri ve Mahiyeti:

9- Kadınların Zinetlerini Görebileceklerden: Kocaları:

10- Kocanın, Karısının Avret Mahalline Bakması:

11- Kadınların Zinetlerini Görebileceklerin Arasındaki Farklılık:

12- Kocaların Oğulları:

13- "Kendi Kadınlarından ":

14- "Cariyelerinden'':

15- Kadınlara Meyli Olmayan Erkekler:

16- "Kadınlara Meyli Olmayanlar"a Dair Bir Açıklama:

17- Çocuklar:

18- Yüz ve Ellerin Dışında Kalan Vücudun Sair Yerlerini çocuğa Karşı Örtmenin Hükmü:

19- Avret Mahalli:

20- Kadınların Avreti ve Avretlerini Gösterebilecekleri Bazı Kimseler ile ilgili Açıklamalar:

21- Ayakları Yere Vurmadan Yürümek:

22- Zineti Dolayısıyla Şımarmak:

23- Bu Ayetteki Zamirlerin Sayısı:

24- Tevbenin Gereği:

25- "Ey: Eyyuha''nın Okunması:

 

1- Mü'min Hanımlar da Gözlerini Haramdan Sakınmalıdır:

 

"Mü'min kadınlara da de ki" buyruğunda şanı Yüce Allah te'kid yoluyla özellikle de hanımlara hitab etmektedir. Aslında "mü'minlere söyle ki ... " buyruğu yeterli idi. Çünkü bu buyruk umumi olup erkeğiyle, kadınıyla bütün mü'minleri kapsamaktadır. Kur'an-ı Kerim'deki bütün umumi hitablarda olduğu gibi.

 

Bu buyrukta; "Sakınsınlar" kelimesinde tad'ıf (aynı harfin arka arkaya tekrarı)in çözüldüğünü görüyoruz. Halbuki (önceki ayette): "Sakınsınlar" kelimesinde çözülmemiştir. Çünkü bu ayette lamu'fiil (fiilin son harfi) sakindir, önceki ayette ise harekelidir. Her ikisi de cevab olmak üzere cezm mahallindedir.

 

Ayet-i kerimede mahrem yerlerinin korunmasından önce gözün haramdan sakınılmasının emredilmesi, görmenin kalbin yol göstericisi oluşundan dolayıdır. Ölümden önce humma şeklindeki ateş yükselmesinin öncü olması gibi. Bir şair de bu anlamdan hareketle şöyle demektedir: "Sen gözün, kalbin önderi olduğunu görmez misin? İki göz ülfet sağladı mı, kalb daha da ısınır, bilmez misin?"

 

Haberde de şöyle denilmektedir: "Bakış İblis'in zehirli oklarından bir oktur. Kim gözünü sakınırsa, Yüce Allah onun kalbine bir halavet (tatlılık) bırakır. ''

 

Mücahid der ki: Kadın geldi mi şeytan onun başı üzerinde oturur ve bakan kimselere onu süsler. Geri gitti mi bu sefer onun kalçaları üzerine oturur ve ona bakanlara, onu süslü gösterir.

 

Halid b. Ebi İmran'dan, dedi ki: Arka arkaya bakışlarını sürdürme, çünkü kul kimi zaman bir defa bakar da ondan dolayı tıpkı yemeğin bozulup da kendisinden istifade edilemeyecek hale gelmesinde olduğu gibi, kalp de bozulur, gider.

 

İşte bundan dolayı şanı Yüce Allah, mü'min erkeklere ve kadınlara helal olmayan şeylere bakmaktan gözlerini sakınmalarını emretmiştir. Ne erkeğin kadına bakması helal olur, ne de kadının erkeğe bakması. Çünkü kadının erkeğe ilgisi, erkeğin ona ilgisi gibidir. Erkek kadına ne maksatla bakıyorsa, kadın da aynı maksatla ona bakar.

 

Müslim'in, Sahih'inde yer aldığına göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: Ben Resulullah (s.a.v.)ı şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz Yüce Allah, Ademoğlunun zinadan payını yazıp takdir etmiştir. Kaçınılmaz olarak bunu gerçekleştirecektir. Gözler zina eder, onların zinaları bakmaktır ... "

 

ez-Zühri de (yaşları küçük olduğundan) ayhali olmayanlara bakma hususunda şöyle demektedir: Küçük dahi olsa, canın kendileri bakmaya çektiği kimselerin herhangi bir yerlerine bakmak uygun değildir.

 

Ata da bir kimsenin satın almak istemesi hali dışında Mekke'de satılan cariyelere bakmayı mekruh görmüştür.

 

Buhari ile Müslim'deki rivayete göre Peygamber (s.a.v.), kendisine soru soran Has'amlı kadına bakan el-Fadl'ın yüzünü başka bir tarafa çevirmiştir. Yine Peygamber (s.a.v.): "Gayret (kıskançlık) imandandır. Miza (karşılıklı olarak birbirlerinden lezzet almak) ise münafıklıktandır" diye buyurmuştur.

 

Miza, erkek ve kadınların bir araya getirilip sonra da birinin diğerinden lezzet almasını sağlayacak şekilde onları başbaşa bırakmak demektir. Bu kelime "mezi"den alınmadır. Bunun erkeklerin, kadınların üzerine salınması anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu ifade meraya bırakılan atı anlatmak üzere; (...) tabirinden alınmıştır. Erkek hakkında "mezi" dişi hakkında da "kazi" tabirleri kullanılır.

 

O halde Allah'a ve ahiret gününe iman eden herhangi bir kadının helal olduğu veya ebedi olarak haram olduğu kimselerin dışında kalanlara zinetini göstermesi helal değildir. Böyle bir kimseye zinetini gösterebilmesi ise, bu hususta erkek ondan ebediyyen ümit kestiğinden dolayı tabiatı itibariyle ona karşı bir hareket duymayacağından emin oluşundandır.

 

2- Kadınların da Erkeklere Bakmaktan Sakınmaları:

 

Tirmizi, Um Seleme'nin azatlısı Nebhan'dan rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) İbn Um Mektum bulundukları yere girdiğinde, Peygamber (s.a.v.) ona ve Meymune'ye: "Hicab'ın arkasına geçiniz" demiştir. Onlar: Ama o amadır deyince, kendisi: "Siz de mi körsünüz, siz onu görmüyor musunuz?" diye buyurmuştur.

 

Şayet: "Bu hadis nakil ehlince sahih değildir, çünkü bu hadisi Um Seleme'den rivayet eden onun azatlısı Nebhan, hadisi delil gösterilmeyen kimselerdendir. Sahih olduğunu kabul etsek bile, bu Peygamber (s.a.v.)ın hicab hususunda işlerini sıkı tuttuğu gibi, hanımlarının hurmeti dolayısı ile işleri onlara karşı sıkı tutması kabilindendir. Nitekim Ebu Davud ve başka hadis imamları da buna böylece işaret etmişlerdir. Geriye bu hususta sabit olmuş sahih hadisin ifade ettiği manadan başka bir delil kalmaktadır. O da Peygamber (s.a.v.)ın Kays'ın kızı Fatıma'ya, Um Şerik'in yanında iddet beklemesini emrettikten sonra: "O kadının yanına ashabım gider gelir. Sen İbn Um Mektum'un yanında iddetini bekle, çünkü o gözü görmeyen bir adamdır. Sen elbiselerini üzerinden bırakacak olursan, o seni görmez'' demesidir" denilirse, cevabımız şu olur:

 

Kimi ilim adamı bu hadisi delil göstererek, kadının erkeğin bazı yerlerini görmesi caiz olduğu halde erkeğin kadının aynı yerlerini görmesi caiz değildir. Baş, küpelerin takıldığı yer gibi. Ancak avret caiz değildir. Buna göre bu hadis Yüce Allah'ın: "Mü'min kadınlara da de ki: Gözlerini haramdan sakınsınlar" buyruğunun genel ifadesini tahsis etmekte ve bu durumda; (...) edatı bundan önceki ayet-i kerimede olduğu gibi teb'iz (kısmilik bildirmek) için zikredilmiş olmaktadır.

 

İbnu'l-Arabi der ki: Peygamber (s.a.v.)ın Fatıma bint Kays'a, Um Şerik'in evinden, İbn Um Mektum'un evine taşınmasını emretmesi, bunun onun için Um Şerik'in evinde kalmasından daha iyi ve uygun olmasından ötürüdür. Zira Um Şerik'in yanına gidip gelenlerin çokluğu gibi özel bir durumu vardı. Dolayısıyla Fatıma'yı görecek kişiler de çoğalırdı. İbn Um Mektum'un evinde ise kimse onu görmezdi. Fatıma'nın gözünü İbn Um Mektum'dan sakındırması ihtimali buna göre daha yüksek ve daha uygun düştüğünden, Peygamber bu hususta ona müsaade etmiş olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

3- Kadının Yabancılara Göstermesi Caiz Olmayan "Zinet"i:

 

Şanı Yüce Allah kadınlara ayet-i kerimenin geri kalan bölümünde istisna ettiği kimseler dışında zinetlerini kimseye göstermemelerini emretmektedir. Buna sebeb fitneye düşmekten ve düşürmekten sakınmaktır. Daha sonra görülebilecek durumdaki zineti istisna etmiştir. İlim adamları bunun miktarı hususunda farklı görüşlere sahiptir. İbn Mes'ud dedi ki: Zınetin görünen kısmı elbiselerdir. İbn Cübeyr yüzü de buna ekler. Yine Said b. Cübeyr, Ata ve el-Evzai: Yüz, eller ve elbiselerdir, demektedirler.

 

İbn Abbas, Katade ile el-Misver b. Mahreme derler ki: Zınetin görünen kısmı sürme, bilezik, kolun yarısına kadar olan kına, küpeler ve ellerde bulunan büyükçe yüzüklerdir. Bu ve benzerlerinin kadının yanına girenler tarafından görülmesi mübahtır.

 

Taberi, Katade'den "kolun yarısı"nın manası hakkında Peygamber (s.a.v.)dan gelmiş bir hadis zikretmektedir. Aişe (r.anha)dan, o da Peygamber (s.a.v.)dan diye zikrettiği başka bir hadise göre de Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, ayhali olmaya başladığı takdirde yüzü ve şuraya kadar elleri dışında herhangi bir yerini göstermesi helal olmaz." Peygamber böyle derken kolunun yarısını da eliyle kavradı.

 

İbn Atiyye dedi ki: Ayet-i kerimenin lafızları hükmü gereğince benim kuvvetli gördüğüm şudur: Kadın zınetini göstermemekle emrolunmuştur. Zınet sayılabilen herbir şeyi saklamak için gayret göstermelidir. Görünen kısmı, kaçınılmaz olan hareketler halindeki bir zaruret gereğince yahut üstünü, başını düzeltmek ve buna benzer hallerdeki zaruret gereğince istisna edilmiştir. Buna göre "görülen kısım" kadınlar için zaruretin kaçınılmaz kıldığı yerlerdir ve affedilmiş bulunan kısım da budur.

 

Derim ki: Bu güzel bir görüştür. Ancak yüz ve ellerin hem adet itibariyle hem de namazda ve hacda ibadet esnasında görülmeleri çoğunlukla rastlanılan bir durum olduğundan dolayı bu istisnanın yüz ve ellere raci olması uygun düşmektedir. Buna da Ebu Davud'un rivayet ettiği şu hadis delil teşkil eder: Aişe (r.anha)dan: Ebu Bekir'in kızı Esma (r.anha), üzerinde şeffaf elbiseler olduğu halde Resulullah (s.a.v.)ın huzuruna girdi. Resulullah (s.a.v.) ondan yüzünü çevirip ona: "Ey Esma! Kadın baliğ olup ay hali olmaya başladı mı onun şu kısmı müstesna görülmesi uygun olmaz" deyip yüz ve ellerine işaret etti.

 

Bu, ihtiyat açısından daha güçlü görülmektedir. İnsanların fesada erdiklerini göz önünde bulundurarak kadın zınetinin görünen kısmı sayılan yüz ve ellerinden başkasını göstermemelidir. Başarıyı ihsan edecek olan kendisinden başka hiçbir rab bulunmayan Allah'tır.

 

Bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımızdan İbn Huveyzimendad der ki: Kadın güzel olup da yüz ve ellerinden ötürü fitneden korkulacak olursa, bunları da örtmesi gerekir. Şayet yaşlı yahut da çirkin kabul edilen birisi ise o takdirde yüz ve ellerini açması caiz olur.

 

4- Zinetin Kısımları:

 

Zinet iki kısımdır. Birisi yaratılıştan gelir, diğeri ise kesbidir. Yaratılıştan gelen zınet kadının yüzüdür. Zinetin aslını, yaratılışın güzelliğini ve hayatiyetin manasını o ifade eder. Çünkü pek çok menfaat ve ilim edinme yolları yüzde toplanmıştır.

 

Kesbı zınet ise kadının kendi hilkatini güzelleştirmek için giriştiği çabalar sonucu ortaya çıkandır. Elbiseler, zınet eşyaları, sürme, kına gibi. Yüce Allah'ın: "Her mescidde zinetinizi alın'' (el-A'raf, 31) buyruğu da bu kabildendir. Şair de şöyle demektedir: "Zinetlerini takımrlar, gördüğün en güzel şekilde, Güzelliklerinden ötürü süslenmeyecek olurlarsa da onlar, süslenmeyen kadınların en hayırlılarıdır."

 

5- Görünen ve Görünmeyen Zinet:

 

Zınetin kimi zahirdir (görünendir), kimisi batındır (görülmeyendir). Zınetin görünen kısmı her zaman için ister mahrem, ister yabancı olsun bütün insanlara mübahtır. Bu hususta ilim adamlarının görüşlerini zikretmiş bulunuyoruz. Zınetin görünmeyen kısmının ise, şanı Yüce Allah'ın bu ayet-i kerımede ismen zikrettiği kimseler ya da onların yerini tutanlar dışındakilere gösterilmesi helal olmaz.

 

Bilezik hususunda görüş ayrılığı vardır. Aişe (r.anha) şöyle demiştir: Bilezik görünen süs kısmındandır, çünkü o ellerdedir. Mücahid de dedi ki: O zınetin gizlenmesi gereken kısmına dahildir, çünkü ellerin dışındadır. O kollara takılır. İbnu'l-Arabı der ki: Kına ise eğer ayaklara yakılırsa, o batın (gizlenmesi gereken) zınet türündendir.

 

6- Baş örtülerini Taksınlar:

 

"Başörtülerini de yakalarının üzerine indirsinler" buyruğunun: "İndirsinler" lafzındaki "lam" harfini cumhur sakin olarak okumuşlardır ki, bu da "emir lam"ıdır. Ebu Amr ise İbn Abbas'ın rivayetine göre "emir lam"ının aslına uygun olarak esreli okumuştur. Çünkü "emir lam"ında asl olan esreli olmasıdır. (Cumhur'un kıraatinde) esrenin hazfedilmesi, ağırlığı dolayısıyladır. Sakin okunması ise, bir takım kelimelerin hafifletilmesi maksadıyla bazı esreli harflerinin sakin okunması kabilindendir. Bu fiil, emir olduğundan ötürü cezm mahallindedir. Şu kadar var ki, Sibeveyh'e göre maziye tabi kılmak suretiyle tek bir halde mebnidir.

 

Bu ayetin (nüzul) sebebi şudur: Kadınlar o dönemde başlarını örttükleri takdirde, başörtülerini sırtlarının arka tarafına salıverirlerdi. en-Nekkaş der ki: Nabatilerin yaptıkları gibi yaparlardı. Böylelikle boyun ve göğüs kısımları, kulakları da örtülmeksizin açıkta kalırdı. Yüce Allah da başörtülerini yakalarının üzerine bükmelerini emretmektedir. Bunun şekli de kadının başörtüsünü göğsünü örtmek maksadı ile yakasının üzerinden geçirmesidir.

 

Buharı'nin rivayetine göre Aişe (r.anha) şöyle demiştir: Allah, ilk muhacir hanımlara rahmet buyursun. "Başörtülerini de yakalarının üzerine indirsinler" buyruğu nazil olunca, çarşaflarını yırttılar ve onlarla başlarını örttüler.

 

Aişe (r.anha)nın huzuruna kardeşi Abdu'r-Rahman'ın kızı Hafsa -Allah hepsinden razı olsun- boynunu ve orada bulunanları gösterecek şekilde şeffaf bir örtü giyinmiş olduğu halde girdi. Aişe (r.anha) bunu alıp yırttı ve: Başörtüsü örten (alttakini göstermeyen) kalın bir şeyden olup yakanın üzerinden geçirilirse ancak (başörtüsü) olabilir.

 

7- "el-Himar (Baş örtüsü)'':

 

"Başörtüleri" kelimesi (...) in çoğuludur. Bu da kadının kendisiyle başını örttüğü şey demektir. "Kadın başörtüsüne büründü, bürünür" tabiri ile; "O kokusu hoş olandır" ifadeleri de buradan gelmektedir.

 

(...) kelimesi, (...) in çoğulu olup, "yakalar" demektir. Bu da gömlek ya da entarinin (baştan geçirmek için) kesildiği yer manasınadır. Kesmek anlamına gelen; (...) den türemiştir. Meşhur kıraate göre "yakaları" anlamındaki; (...) kelimesinin "cim" harfi ötreli okunmuştur. Kimi Kufeliler ise "ya" harfi sebebiyle esreli okumuştur. Nitekim: "Evler, yaşlılar" kelimelerini de böyle okurlar. Eski nahivciler böyle bir kıraati caiz kabul etmezler ve bu kelimelerin ilk harflerinin ötreli okunması gerektiğini söylerler. "Fels ve fulGs" gibi.

ez-Zeccac der ki: Ötrenin yerine esre okumak (ibdal yoluyla) caizdir. Hamza'dan rivayet olunan hem ötre, hem de esreyi bir arada okuyuşa ise imkan yoktur, Çünkü -caiz olmayan ima ile olması hali dışında- böyle bir telaffuza güç yetirebilmesine imkan bulunmamaktadır.

 

Mukatil der ki: "Yakalarının üzerine" buyruğu, göğüslerinin üzerine demektir. Yani yakalarının bulunduğu yerin üzerine başörtülerini indirsinler.

 

8- "Yaka"nın Yeri ve Mahiyeti:

 

Bu ayet-i kerimede "ceyb"in (yani yakanın), elbisede göğüs mahallinde olacağına delil vardır. Selefin -Allah onlardan razı olsun- elbiselerinde de yakalar böyle idi. Tıpkı günümüzde Endülüs'te kadınların ve Mısır diyarında da erkeklerin, çocukların ve diğerlerinin yaptığı gibi yaparlardı. Buhari de -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun-: "Gömleğin ve başka giyeceklerin yakasının göğüs kısmında olduğuna dair" diye bir başlık açmış ve sonra da Ebu Hureyre (r.a)ın rivayet ettiği şu hadisi kaydetmiş bulunmaktadır: "Resulullah (s.a.v.) cimri kimse ile tasaddukta bulunan kimsenin misalini üzerlerinde demirden iki cübbe bulunan, iki adamın misaline benzetmiştir. (Bu cübbeleri dolayısıyla) elleri mecburen göğüslerinin hizalarına ve boğazlarına kadar ulaşmıştır. .. " Bu hadis tamamiyle daha önceden geçmiş bulunmaktadır. (Bk. elİsra, 29. ayet, 1. başlık) Bu hadiste şu ifadeler de yer almaktadır: Ebu Hureyre dedi ki: Ben Resulullah (s.a.v.)ın parmağı ile yakasına şöylece yaptığını gördüm. O yakasını genişletmek isterken, onun da bir türlü genişleme diğini bir görmüş olsaydın.

 

İşte bu açıkça şunu göstermektedir: Peygamber (s.a.v.)ın yakası elbisesinin göğüs bölümünde idi. Zira yakası şayet omuz tarafında bulunsaydı, elleri göğsüne ve boğazına doğru zorunlu olarak toplanmış olmazdı. Bu da (bu hususta) güzel bir istidlaldir.

 

9- Kadınların Zinetlerini Görebileceklerden: Kocaları:

 

"Eşlerinden" anlamındaki: (...) lafzı Arap dilinde koca ve efendi anlamına gelen; (...) in çoğuludur. Cibril hadisinde Peygamber (s.a.v.)ın belirttiği: "Cariye, efendisini doğuracağı vakit" buyruğunda bu lafız, "efendi" anlamındadır ve burada fütuhatın artması sebebiyle edinilecek cariyelerin çoğalacaklarına işarettir. Bunun sonucunda cariye olan herbir anne, çocuğu sebebiyle hürriyetine kavuşacaktır. Sanki onu llitfedip, azad etmiş efendisiymiş gibi olacaktır. Çünkü azadlık onun sebebiyle gerçekleşmiş olmaktadır. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabi yapmıştır.

 

Derim ki: Peygamber (s.a.v.)ın, Mariye (r.anha) hakkında söylediği: "Oğlu onu azad etmiştir'' sözünde hürriyeti oğluna nisbet etmesi de bu kabildendir, Bu hadise dair en güzel açıklama şekillerinden birisi budur, Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Bu buyruğun bizim ile ilgili olan kısmı da şudur: Koca ve efendi, kadının zinet mahallini görebileceği gibi, zinetin ötesini de görmek durumundadır. Çünkü onun bedeninin tamamı koca ya da efendiye hem lezzet almak, hem de bakmak itibariyle helaldır. Bundan dolayı Yüce Allah ilk olarak "eşler"den söz etmiştir. Zira onların muttali oldukları, zinetin daha da ilerisidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar ırzlarını korurlar. Eşlerine yahut sağ elleriyle sahip oldukları (cariyelerı)ne karşı müstesna. Çünkü onlar bundan dolayı kınanmazlar.'' (el-Mu'minun, 5-6)

 

10- Kocanın, Karısının Avret Mahalline Bakması:

 

İnsanlar kocanın, karısının fercine bakmasının cevazı hususunda farklı iki görüşe sahibtirler. Bir görüşe göre caizdir, çünkü onun karısından lezzet alması caiz olduğuna göre bakmak öncelikle caiz olmalıdır, Caiz olmadığı da söylenmiştir. Çünkü Aişe (r.anha) kendisi ile Rasulullah (s.a.v.)ın durumunu söz konusu ederken: "Ne ben onunkini gördüm, ne de o benimkini" demiştir.

 

Ancak birinci görüş daha sahihtir. Buradaki ifade ise, edebe daha uygundur, diye açıklanmıştır, Bu açıklamayı İbnu'l-Arabi yapmaktadır.

 

İlim adamlarımızdan Esbağ da: Diliyle yalaması dahi caizdir, demektedir.

İbn Huveyzimendad der ki: Koca ve efendi, vücudunun diğer bölümlerine ve fercin -içine değil de- dış kısmına bakması caizdir. Kadının da kocasının, cariyenin de efendisinin avretine bakması aynı şekilde caizdir.

 

Derim ki: Peygamber (s.a.v.)dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ferce bakmak körlüğe sebebtir." Yani bakanın kör olmasına sebeb teşkil edebilir. Denildiğine göre; onlardan doğacak çocuk kör doğar, doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,

 

11- Kadınların Zinetlerini Görebileceklerin Arasındaki Farklılık:

 

Yüce Allah öncelikle kocaları söz konusu ettikten sonra ikinci olarak mahrem olanları söz konusu edip, kendilerine süs yerlerinin gösterilmesi bakımından onları eşit seviyede zikretmiştir. Şu kadar var ki, insan nefsinde bulunana uygun olarak mertebeleri farklı farklıdır. Kadının, kocasının oğlu önünde zinet mahallini göstermekte baba ve kardeşine göre, daha ihtiyatlı olma gerektiğinde şüphe yoktur. Bunların herbirisinin önünde gösterilebilecek yerler farklı farklıdır. Elbetteki babanın görebileceği yerlerin bazıları, kocanın oğlunun önünde açılması caiz değildir. Kadı İsmail'in naklettiğine göre Hasan ve Hüseyin (r.anhuma) mü'minlerin annelerini görmezlerdi. İbn Abbas ise onların mü'minlerin annelerini görmeleri helaldır, demiştir. İsmail der ki:

 

Zannederim Hasan ve Hüseyin bu kanaatlerine Peygamber (s.a.v.)ın hanımları ile ilgili ayet-i kerimede kocaların oğulları söz konusu edilmediğinden ulaşmış olmalıdırlar. Bu ayet te Yüce Allah'ın: "Hanımlar için babaları, oğulları, kardeşleri ... hakkında günah yoktur.'' (el-Ahzab, 55) buyruğudur. Nur Suresi'nde de; "Zinetlerini eşlerinden ... başkasına sakın göstermesinler" diye buyurmaktadır. İbn Abbas da bu ayet-i kerimeden hareketle görüş belirtirken, Hasan ile Hüseyin diğer ayete dayanarak sözü geçen kanaate sahip olmuşlardır.

 

12- Kocaların Oğulları:

 

Yüce Allah: "Kocalarının oğullarından" buyruğu ile kocaların erkek evlatlarını kastetmektedir.

 

Bunun kapsamına erkek veya dişilerden olma -oğulların oğulları ve kızların oğulları gibi- ne kadar aşağıya inerlerse insinler, çocukların çocukları girer.

 

Aynı şekilde erkekler tarafından babaların babaları ve annelerin babaları gibi ne kadar yukarı çıkarlarsa çıksınlar, kocaların babaları ve dedeler de bu kabildendir. Bunların oğulları da ne kadar aşağıya inerlerse insinler, aynı hükümdedir.

 

Ne kadar aşağı inerlerse insinler kızların oğulları da böyledir. Oğulların çocukları ile kızların çocukları arasında hiçbir fark yoktur. Kadınların kızkardeşleri açısından da durum böyledir. Bunlar ise öz baba ve annelerden olma kardeşler ile ikisinden birisi vasıtasıyla kardeş olanlardır.

 

Erkek kardeşlerin ve kızkardeşlerin oğulları da ne kadar aşağıya inerlerse insinler aynı durumdadırlar. Bunların erkek ya da dişi olmaları farketmez. Kızkardeşlerin oğulları ile kızkardeşlerin kızlarının oğulları gibi. Bütün bunlar kendileri ile nikahlanmaları da haram kılınanlar hükmündedirler. Nikahta haramlık, doğum sebebiyle meydana gelen akrabalıktan ötürüdür, bunlar mahrem diye adlandırılırlar. Buna dair açıklamalar daha önceden Nisa Suresi'nde (23. ayet, 1. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

 

Cumhurun kanaatine göre amca ve dayı da, kadınlara bakmalarının caiz olması bakımından sair mahremler durumundadırlar.

 

Ayet-i kerimede süt emmekten söz edilmemektedir. Önceden de geçtiği üzere süt emme yoluyla akrabalık, neseb yoluyla akrabalık gibidir. eş-Şa'bi ve İkrime'ye göre ise, amca ve dayı mahrem olanlardan değildir. İkrime şöyle demektedir: Ayet-i kerimede bunları söz konusu etmemesi (bu hususta) kendi oğullarına tabi olmalarından (yani amca ve dayı çocuklarının mahrem olmayışından) dolayıdır.

 

13- "Kendi Kadınlarından ":

 

"Kendi kadınlarından" buyruğu ile kastedilenler müslüman kadınlardır, müslüman cariyeler de bunun kapsamına girer. Zimmet ehlinden olsun, başkalarından olsun müşrik kadınlar, kapsamın dışındadır. Mü'min bir kadının, kendisinin cariyesi olması hali müstesna müşrik bir kadının önünde bedeninin herhangi bir tarafını açması helal değildir. Cariyelerin müstesna kılınması ise, Yüce Allah'ın: "Cariyelerinden" buyruğu dolayısıyladır.

 

İbn Cüreyc, Ubade b. Nusey ve Hişam el-Kari' hristiyan kadının, müslüman kadın ile öpüşmesini yahut avretini görmesini mekruh kabul ederlerdi. Onlar, "kendi kadınlarından" buyruğunu buna yorumluyorlardı.

 

Ubade b. Nusey dedi ki: Ömer (r.a), Ubeyde b. el-Cerrah'a yazdığı mektubunda şunları söylemişti: "Bana ulaştığına göre zimmet ehli kadınları, müslüman kadınlarla birlikte hamamlara girmektedirler. Sen bunu yasakla ve buna engel ol. Çünkü zimmi bir kadının müslüman kadının açıkta bulunan bedeninin herhangi bir tarafını görmesi caiz değildir. '' (Ubade) devamla dedi ki: Bunun üzerine Ebu Ubeyde kalktı, Yüce Allah'a dua edip yakardıktan sonra dedi ki: Herhangi bir kadın mazeretsiz olarak sadece yüzünün beyazlaşması maksadı ile hamama girecek olursa, yüzlerin ağaracağı o günde Allah onun yüzünü karartsın.

 

İbn Abbas (r.a) dedi ki: Yahudi ya da hristiyan bir kadının, müslüman bir kadını görmesi -kocasına nitelendirmemesi için- helal değildir.

 

Bu mesele çerçevesinde fukahanın farklı görüşleri vardır. Şayet kafir kadın, müslüman bir kadının cariyesi ise hanımefendisine bakması caiz olur. Başkası ise caiz değildir. Buna sebeb ise müslümanlarla kafirler arasında velayet bağının olmaması ile sözünü ettiğimiz hususlardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

14- "Cariyelerinden'':

 

"Kendi cariyelerinden" buyruğunun zahiri erkek köleleri, müslüman ve kitab ehli olan cariyeleri de kapsar. İlim ehlinden bir kesimin görüşü de budur. Aişe ve Um Seleme (r.anhuma)nın görüşlerinin de bu olduğu anlaşılmaktadır. İbn Abbas der ki: Erkek kölenin, hanımefendisinin saçına bakmasında bir mahzur yoktur.

 

Eşheb der ki: Malik'e: Kadın hadım edilmiş kimsenin önünde başörtüsünü bırakır mı? diye sorulmuş, o da: Onun yahut da bir başkasının kölesi olduğu takdirde evet, ancak hürrün karşısında olmaz, demiştir. Şayet erkekliği yerinde olup yaşça büyük, karın tokluğuna çalıştırılan ve sahib olduğu kölesi ise, pek üstü başı muntazam olmayıp görünüşü de yerinde değilse, saçlarını görebilir. Yine Eşheb dedi ki: Malik dedi ki: Oğlun yahut da hanımın cariyesinin, adamın yanına tuvalete girmesi uygun değildir. (Çünkü) Yüce Allah: "Yahut sahibi olduğunuz cariye(ler) ile yetinmelisiniz" (en-Nisa, 3) diye buyurmaktadır.

Yine Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Bayağı olan bir köle hanımefendisinin saçına bakabilir. Ancak kocanın kölesi için bunu uygun görmemekteyim. Said b. el-Müseyyeb dedi ki: Şu "cariyelerinden" buyruğu sakın sizi aldatmasın. Bununla sadece cariyeler kastedilmiştir, erkek köleler kastedilmiş değildir.

 

eş-Şa'bi, erkek kölenin hanımefendisinin saçına bakmasını mekruh görürdü. Aynı zamanda bu Mücahid ile Ata'nın da görüşüdür. Ebü Davüd'un kaydettiği rivayete göre Enes (r.a)ın naklettiğine göre Rasülullah (s.a.v.) bağışlamış olduğu bir köleyi Fatıma'nın yanına götürüp gitti. Fatıma'nın üzerinde de bir elbise vardı ki, onunla başını örtecek olursa, ayaklarına kadar ulaşmazdı. Ayaklarından itibaren örtmeye başlayacak olursa, başına kadar ulaşmazdı. Peygamber (s.a.v.) onun bundan çektiği sıkıntıyı görünce dedi ki:

"Senin için bir mahzur yok, çünkü bunlardan birisi senin babandır, diğeri ise kölendir. ''

 

15- Kadınlara Meyli Olmayan Erkekler:

 

"Kadınlara meyli olmayan erkeklerden" buyruğu kadınlara ihtiyacı kalmamış erkekler demektir. Ayet-i kerimedeki; (...) kelimesi, (mealde; meyil) ihtiyaç duymak demektir.

Mesela; (...): Şuna ihtiyaç duydum, duyarım, denilir. (...) da ihtiyaç demektir, çoğulu; (...) diye gelir. Yüce Allah'ın: "Ve onunla başka ihtiyaçlarımı dagörürüm" (Ta-Ha, 18) buyruğunda da bu kelime kullanılmıştır. Buna dair açıklamalar daha önceden (Ta-Ha, 17-18. ayetler, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Şair Tarafe de şöyle demektedir: "Eğer kişi cahilce sözler, günah ve hayasızca sözler söyleyecek olursa, (Belki) bir gün ileri gidebilir (ama) sonra da bütün ihtiyaçları yok olur, gider (hiçbir ihtiyacını karşılayamaz.)"

 

İlim adamları "kadınlara meyli olmayan erkeklerden" buyruğunun anlamı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bunun kadınlara bir ihtiyacı olmayan ahmak kimse olduğu söylendiği gibi, ebleh diye de söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre insanlar arkasından gidip onlarla beraber yemek yiyen ve onlarla oturup kalkan kimse demektir. Böyle bir kimse zayıf ve güçsüz kişi olup kadınlar dolayısıyla içinde herhangi bir istek duymaz, onları arzulamaz.

Kastın, erkekliği olmayan kimse olduğu söylendiği gibi, hayaları burulmuş, erkek de olmayan dişi de olmayan kimse olduğu da söylenmiştir. Pir-i fanı ve henüz hiçbir şeyin farkında olmayan küçük çocuk olduğu da söylenmiştir.

 

Bütün bu ayrı ifadelerin hepsinin anlamı birbirine yakındır. Ortak özellikleri, kadınların durumunu kavrayamayan ve bunlara dikkat edecek bir yanı bulunmayan kimse olduğudur. Resulullah (s.a.v.)ın yakınlarında bulunan ve hünsa olan Hit de böyle idi. Peygamber (s.a.v.) onun Gaylan kızı Badiye'nin güzelliklerini anlatırken söylediklerini işitince (hanımlarına) ondan perde arkasına saklanmalarını emretti. Buna dair hadisi Müslim, Ebü Davüd ve Muvatta'ında Malik ile başkaları Hişam b. Urve'den, o Urve'den, o da Aişe (r.anha)dan yoluyla rivayet etmişlerdir.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Abdu'l-Melik b. Habib, Malik'in katibi Habib'den rivayetle dedi ki: Malik'e dedim ki: Süfyan, Gaylan'ın kızı hadisinde "kendisine Hit adı verilen bir Hünsa" ifadesini ziyade etmiştir. Halbuki senin kitabında Hit kaydı yoktur. Malik: Doğru söylemiştir, o böyledir, dedi. Peygamber (s.a.v.) onu Zü'l-Huleyfe Mescidinin sol taraflarında bir yer olan el-Hima denilen yere sürgüne göndermişti. Habib dedi ki: Yine Malik'e dedim ki: Süfyan hadiste: Oturdu mu bir bina gibidir, konuştu mu yumuşacık konuşur, demiştir.

 

Malik dedi ki: Doğru söylemiştir, o (hadis) böyledir.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Malik'in katibi Habib'in, Süfyan'dan hadiste yani Hişam b. Urve'nin hadisinde söylediğini naklettiği: "Hit adı verilen bir hünsa" ifadesi bu hadisi Hişam'dan rivayet eden hiçbir kimse ne İbn Uyeyne, ne de başkası tarafından bilinmemektedir. Yine hadisin ifadeleri arasında "Hit adı verilen bir hünsa" diye kimse söylememiştir. Bunu sadece İbn Cüreyc hadisin tamamlanmasından sonra zikretmiştir. Süfyan'dan naklen onun hadiste: "Oturdu mu bina gibi oturur, konuştu mu yumuşacık konuşur" ifadeleri de bu şekildedir. Bunu da Hişam b. Urve yoluyla gelen hadiste ne Süfyan, ne de başkaları söylemiş değildir. Bu lafız sadece el-Vakıdi'nin rivayetinde bulunmaktadır. Hayret edilecek şu ki, bunu Süfyan'dan nakletmekte, o da Malik'ten onun böyle olduğunu tasdik ettiğini de nakletmektedir. Buna bağlı olarak bu Malik'ten gelen bir rivayet olmaktadır. Halbuki bunu Malik'ten, Habib'ten başkası rivayet etmediği gibi, yine ondan başkası da bunu Süfyan'dan diye zikretmiş değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Malik'in katibi olan Habib ise bütün hadis alimlerine göre hadisi terkedilen zayıf bir ravidir, onun hadisi yazılmaz. el-Vakidi ile el-Kelbi'nin Hünsa Hit denilen şahsın, Um Seleme'nin baba bir kardeşi olan annesi de Resulullah (s.a.v.)ın halası Atike olan, Abdullah b. Umeyye el-Mahzumi'ye söylediklerini belirttikleri sözlere de iltifat edilmez. Bu rivayete göre Hit kızkardeşi Um Seleme'nin evinde bulunan Abdullah b. Umeyye'ye, Resulullah (s.a.v.)ın da duymakta olduğu şu sözleri söylemiştir: Yarın Allah size Taif'i fethetmeyi nasib ederse, sana Sakifli Gaylan b. Seleme'nin kızı Badiye'yi (Resulullah'tan istemeni) tavsiye ederim. O sana doğru gelince (şişmanlığından) dört lop et ile gelir, geriye döndüğünde sekiz ile gider. Papatya gibi bir ağzı vardır, oturdu mu yapı gibi oturur, konuştu mu şarkı söyler gibi konuşur. Bacaklarının arasındaki yüz üstü kapatılmış kapak gibidir.

 

O Kays b. el-Hatim'in şu beyitinde dediği gibidir: "Bakan kimsenin dikkatini üzerinde toplar, kendisi ise hiç oralı olmaz, Yüzünde sanki inceden inceye kan sızar. Kadın çeşitleri arasında onun hilkati, Mu'tedildir o, ne kaba sabadır, ne de son derece zayıf ve bir deri bir kemiktir. Şanlı ve şerefli olarak uyur, Yavaşça kalktı mı kırılır, dökülür gibidir."

 

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona: "Ey Allah'ın düşmanı! Sen gerçekten ona inceden inceye ve dikkatlice bakmış bulunuyorsun." Sonra da onu Medine'den, el-Hima denilen yere sürdü. el-Kelb!'nin dediğine göre Taif fethedilince, Abdu'r-Rahman b. Avf onunla (Badiye ile) evlendi ve ondan Bureyhe denilen oğlu dünyaya geldi. Hit, Peygamber (s.a.v.) vefat edinceye kadar orada sürgünde kaldı. Ebu Bekir halife seçilince, ona Hit'ten sözedildi, geri çevirmeyi kabul etmedi. Yine Ömer halife olunca tekrar ona Hit'ten bahsedildi, o da geri gelmesini kabul etmedi. Daha sonra Osman (r.a)a söz edildi ve ona şöyle denildi: O artık yaşlandı, zayıfladı ve ihtiyaç içindedir. Bunun üzerine her cuma Medine'ye girip bir şeyler dilenmesine ve tekrar yerine dönmesine izin verdi. Hit, Abdullah b. Ebi Ümeyye el-Mahzumi'nin azatlısı idi. Aynı zamanda Abdullah'ın yine Tuveys adında bir kölesi de vardı. Ebu Ömer dedi ki: Bu kadının adının "ya" harfi ile "Badiye" olduğu söylendiği gibi, "nun" harfiyle "Badine" olduğu da söylenmiştir. Ancak ilim adamlarına göre doğrusu "ya" ile olduğudur, çoğunluğunun kabul ettiği görüş de budur. ez-Zübeyr! de adının "ya" ile olduğunu böylece zikretmiştir.

 

16- "Kadınlara Meyli Olmayanlar"a Dair Bir Açıklama:

 

Burada "erkekler", "kadınlara meyli olmamak" ile nitelendirilmiştir.

Çünkü bizzat erkekler kastedilmiş değildirler. Bundan dolayı lafız nekre gibi olmuştur. "(Mealde): Olmayan" kelimesi katıksız bir nekre sayılmayacağından marife olan bir kelimenin vasfı (sıfatı) olabilir. Buna bedeldir de diyebilirsiniz. Buna dair yapılacak açıklamalar, daha önce: ". .. gazaba uğrayanların ... kine değil" (el-Fatiha, 7) buyruğu ile ilgili yapılan açıklamalara benzemektedir.

 

Asım ve İbn Amir bu lafzı nasb ile okumuştur. O takdirde bu istisna olur.

Zinetlerini (kadınlara) meyli olanlar müstesna, tabi olanlara (mealde erkeklere) gösterebilirler, demektir. hal olması da mümkündür, yani kadınlarCa yaklaşmak)dan acze düşmüş olup onlara tabi olan erkekler zınetlerini görebilirler demektir. Bu açıklamayı da Ebu Hatim yapmıştır. Zü'l-hal ise "et-tabiin (mealde; erkekler)"deki müzekker zamirdir.

 

17- Çocuklar:

 

"Çocuklar" buyruğu çoğul anlamında cins ismidir. Buna delil ise "O kimseler ki..." ile nitelendirilmesidir. Hafsa'nın, Mushafında ise; "Çocuklar" şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Ergenlik yaşına yaklaşmadıkça (küçüğe) tıfl (çocuk) denilir.

 

"Kadınların avret yerlerini henüz anlamayan" ifadesi, kadınlarla ilişki kuracak durumda olmayanlar, demektir. Bu da yaşları küçük olduğundan dolayı cima' maksadıyla kadınların avretlerini açmamış kimseler anlamındadır. Kadınlarla ilişki kurabilecek yaşa ulaşmamış çocuklar diye de açıklanmıştır. Nitekim; "O şeyi bildim" anlamındadır. Yine bu ifade, o şeyi kahrettim, ona güç yetirebildim anlamına gelir.

 

Cumhur "avret yerleri" kelimesindeki "vav" harfini sakin olarak okumuşlardır. Çünkü "vav"ın üzerinde hareke ağırdır. İbn Abbas'tan "vav" harfini üstün okuduğu rivayet edilmiştir. "Tencere, tencereler" gibi. elFerra da, Kayslıların bu kelimeyi "vav" harfini üstün olarak okuduklarını nakletmektedir.

 

en-Nehhas: Kıyas böyle söylenebilmesini gerektirir, çünkü bu bir sıfat değildir. Nitekim "(az önce geçen) tencere, tencereler" kelimesinde de böyledir. Şu kadar var ki "Avret yerleri" kelimesi ve benzerlerinde (vav harfini) sakin okumak daha güzeldir. Zira "vav" hareke alıp da, ma kabli de harekeli ise o takdirde elife kalbedilir. Bu şekilde söylenecek olursa da anlam ortadan kalkar.

 

18- Yüz ve Ellerin Dışında Kalan Vücudun Sair Yerlerini çocuğa Karşı Örtmenin Hükmü:

 

İlim adamları küçük çocuğun karşısında yüz ve ellerin dışında kalan bedenin diğer yerlerini örtmenin hükmü hususunda farklı görüşlere sahibtir. Bu görüşlerden birine göre bu, bağlayıcı değildir, zira çocuk mükellef değildir, sahih olan görüş de budur. Diğerine göre ise lazımdır, çünkü çocuk da bazen arzu duyabilir. Örtünmekle emrolunmuş olan kadın da arzu duyabilir. Şayet ergenlik çağına yaklaşacak olursa, tesettüre riayetin vücubu hususunda ergenlik yaşına basmış çocuk hükmündedir. Şehveti kaybolmuş yaşlı da onun gibidir. Yine onda da tıpkı küçük çocukta olduğu gibi, iki farklı görüş dile getirilmiştir. Sahih olan ise (avreti açmanın) haramlığının kalıcı olduğudur. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabi yapmıştır.

 

19- Avret Mahalli:

 

Ön ve arkanın hem erkek, hem kadın için avret olduğunu müslümanlar icma' ile kabul etmişlerdir. Yine kadının tamamen -yüz ve elleri müstesna avret olduğunda da icma' etmişlerdir. Ancak yüz ve elleri hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İlim adamlarının çoğunluğu da erkeğin avretinin göbekten, diz kapağına kadar olduğunu kabul etmişlerdir ve bu avretinin görülmesi caiz değildir. Bu hususa dair yeterli açıklamalar daha önceden el-A'raf Suresi'nde (26. ayet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

20- Kadınların Avreti ve Avretlerini Gösterebilecekleri Bazı Kimseler ile ilgili Açıklamalar:

 

Re'y ashabı derler ki: Kadının kölesine karşı avreti göbek ile diz kapağı arasındadır.

 

İbnu'l-Arabi der ki: Onlar sanki bu durumda hanımefendiyi erkek, köleyi de kadın gibi değerlendirmişlerdir. Yüce Allah ise kadına bakmayı ya da ondan zevk almayı mutlak olarak haram kılmış, ondan sonra kadından zevk almayı kocalara helal kıldığı gibi, cariyeleri de helal kılmıştır. Daha sonra oniki kişiye karşı süslenmeyi istisna etmiştir, köle de bunlardandır. Böyle bir kanaatle bizim nasıl ilgimiz olabilir? Bu yanlış bir görüştür ve doğruluktan uzak bir ictihaddır. Bazıları Yüce Allah'ın: "cariyelerinden" buyruğunu yalnızca cariyeler hakkında te'vil etmiş, köleleri dışarda bırakmıştır. Said b. el-Museyyeb bunlardan birisidir. Peki nasıl olur da bu açıklamalarında köleyi dışarda bırakırlar, sonra da erkek köleleri kadınlar gibi değerlendirirler? Bu gerçekten uzak bir ihtimaldir. İbnu'l-Arabı der ki: Şöyle de denilmiştir: ifadenin takdiri şöyledir: Yahut onların ihtiyaç sahibi olmayan köleleri ile kadınlara meyli olmayan erkekler... Bu açıklamayı da el-Mehdevı nakletmiştir.

 

21- Ayakları Yere Vurmadan Yürümek:

 

"Gizledikleri zinetleri bilinsin diye de ayaklarını vurmasınlar" buyruğu şu demektir: Kadın yürüdüğü vakit ayağındaki halhalların sesleri işitilmesin diye ayağını yere vurarak yürümez. Çünkü zınetin sesini işittirmek, tıpkı onu açıkça göstermek gibidir. Hatta daha da ileridir, oysa maksat tesettürdür.

 

Taberi senedini kaydederek el-Mu'temir'den, o babasından naklen şöyle dediğini zikreder: Hadramı'nin iddiasına göre bir kadın, biri gümüşten, biri de boncuktan iki halhal edinip bunları ayak bileklerine takınmış. Erkeklerin yanından geçtiğinde, ayağını yere vurunca halhal boncuğa isabet edip ses çıkarmış. Bunun üzerine bu ayet-i kerime inmiş.

 

Böyle bir zınetin sesinin işitilmesi onu açığa çıkarmaktan daha çok şehveti tahrik eder. Bu açıklamayı ez-Zeccac yapmıştır.

 

22- Zineti Dolayısıyla Şımarmak:

 

Zıneti dolayısıyla şımarıp böyle yapan kadınların bu davranışları mekruhtur. Bunu süslenmek ve erkeklerin dikkatini çekmek için yapmak ise haramdır ve yerilmiştir.

 

Erkek de kendisini beğenerek (ucb) ayağını yere vurursa bu haramdır.

Çünkü ucb büyük bir günahtır. Eğer bunu süslenmek kastı ile yaparsa, bu da caiz değildir.

 

23- Bu Ayetteki Zamirlerin Sayısı:

 

Mekkı -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Kitabında bu ayetten daha çok zamir ihtiva eden bir başka ayet-i kerime yoktur. Bu ayet-i kerimede mecrür ve merfü' olmak üzere mü'min hanımlara ait yirmibeş zamir vardır.

 

 

[ - ]

Bu ayet-i kerımenin: "Ey iman edenler! Allah'a topluca tevbe edin ki felah bulasınız" bölümüne dair açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız:

 

24- Tevbenin Gereği:

 

"Tevbe edin" buyruğu bir emirdir. Tevbenin vacib ve bir farz-ı ayn olduğu hususunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur. Buna dair açıklamalar daha önceden en-Nisa Süresi (17-18. ayetler, 1. başlık ve devamı) ile başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır. Bunları tekrarlamanın bir anlamı yoktur.

 

Buyruğun anlamı: Allah'a tevbe ediniz, çünkü sizler yanılmaktan, Yüce Allah'ın haklarını eda etmekte kusurlu hareket etmekten uzak kalamazsınız. O bakımdan durum ne olursa olsun tevbeyi terketmemelisiniz.

 

25- "Ey: Eyyuha''nın Okunması:

 

Cumhur: "Ey" lafzını "he" harfini üstün olarak okumuştur. ıbn Amir ise ötreli okumuştur. Bunun izahı da "he" harfini bizzat kelimenin kendisinden kabul etmesi şeklinde yapılır. Bu durumda münadanın i'rabı da onun üzerinde yapılmış olur. Ebu Ali ise bunun oldukça zayıf olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: İsmin sonu "ey"in ikinci "ya"sıdır. O bakımdan ötrenin ismin sonunda yer alması gerekir. Şayet burada kelime ile bir arada gelmesi dolayısıyla "he"nin ötreli olması caiz olursa, o takdirde "Allahumme" lafzında "mim" harfinin de uzunca bir ifadede, sonraki bir kelimeyle bir arada geleceğinden ötreli okunması da caiz olmalıdır. Sahih olan ise şudur: Peygamber (s.a.v.)'den bir kıraat şekli sabit olduğu takdirde geriye dilde bunun doğru olduğuna inanmaktan başka bir şey kalmaz. Çünkü Kur'an-ı Kerim delilin ta kendisidir. el-Ferra buna şu beyiti de örnek gösterir: "Ey başka bir şey kabul etmeksizin direten kalb, Beyaz, güzel yüzlü ve siyaha çalan dudaklılardan ayılıp, kendine gel!"

 

Bazıları da: "Ey" üzerinde durak yaparlar. Bazıları da "elif" ile; (...) diye durak yaparlar. Çünkü bunun vaslı halinde bu "elif"in hazfediliş illeti hem kendisinin, hem de ondan sonra gelen "lam"ın sakin oluşudur. Vakıf yapıldığı takdirde illet ortadan kalkar, dolayısı ile elif de eski haline döner. Nitekim: "ihramda iken avlanmayı helal saymamak şartı ile" buyruğundaki "Helal saymak" kelimesi üzerinde vakıf yapılırsa, "ya" aynı şekilde geri döner.

 

Burada sözünü ettiğimiz kıraat farklılığı Yüce Allah'ın: "Ey sihirbaz" (ez-Zuhruf, 49) buyruğu ile "Eyağır yükler altında bulunan iki fırka (insanlar ve cinler'' (Rahman, 31) buyruklarında da aynı şekilde söz konusudur.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nur 32

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR