ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MU’MİNUN

52

/

54

 

وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ {52}

 فَتَقَطَّعُوا أَمْرَهُم بَيْنَهُمْ زُبُراً كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ {53}

 فَذَرْهُمْ فِي غَمْرَتِهِمْ حَتَّى حِينٍ {54}

 

52. Ve gerçekten sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, o halde Ben'den korkun.

53. Ama insanlar işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her güruh ellerinde bulunandan memnundur.

54. Şimdi sen onları bir süreye kadar gaflet ve bilgisizlikleri içinde bırak.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

 

1- Tek Bir ümmet, Tek Bir Din:

2- Bu Ayetin Önceki Ayetlerle ilişkisi:

3- Peygamberlerin ümmetleri:

4- Bu Ayet-i Kerime ile Peygamber Efendimizin "Geçmiş ümmetlerin ve Muhammed ümmetinin Fırkalarına Dair'' Hadisi Arasındaki ilişki:

 

1- Tek Bir ümmet, Tek Bir Din:

 

"Ve gerçekten sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir." Yani daha önceden sözü edilen bu hususlar sizin dininiz, sizin milletiniz (şeriatiniz)dir, ona sımsıkı bağlı kalınız. Burada ümmet, din demektir. Buna dair açıklamalar ve bu kelimenin manaları daha önceden (el-Bakara, 128 ve 213. ayetlerde) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "Gerçekten biz atalarımızı bir ümmet üzere bulduk" (ez-Zuhruf, 23) buyruğu, bir din üzere bulduk, demektir. en-Nabiğa da şöyle demiştir: "Yemin ettim, artık senin için şüpheyi gerektirecek bir şey bırakmadım, Bir ümmet (din) sahibi kendisi itaatkar olduğu halde hiç günah kazanır mı?"

 

2- Bu Ayetin Önceki Ayetlerle ilişkisi:

 

"Ve gerçekten ... bu" buyruğunda; "Gerçekten" lafzı hemze esreli olarak ve önceki ayetle bağlantısı koparılarak okunmuştur. Hemze üstün ve "nun" harfi de şeddeli olarak da okunmuştur. el-Halil der ki: Bu cer edatı ortadan kalktığından dolayı nasb mahallindedir. Size kendisine iman etmenizi emretmiş olduğum bu dininizi en iyi bilenim, takdirindedir.

 

el-Ferra der ki: Hemze'nin üstün okunması halinde şu takdirdeki hazfedilmiş bir fiile taalluk eder: Ve şunu bilin ki; gerçekten sizin bu ümmetiniz ... Sibeveyh'e göre ise bu, "Benden korkun" buyruğuna taalluk etmektedir. İfadenin takdiri de şöyle olur: Benden korkun, çünkü sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Bu da Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki mescidler de Allah'a mahsustur. Onun için Allah ıle birlikte hiçbir kimseye dua (ve ibadet) etmeyin'' (el-Cin, 18) buyruğu gibidir. Bu da: Çünkü şüphesiz mescidler Allah'ındır. O halde onunla beraber başkasına dua (ve ibadet) etmeyin, demektir. Yine bu Yüce Allah'ın: "Kureyş'in güvenlik ve esenliği için'' (Kureyş, 1) buyruğuna benzemektedir. Bu da:

 

İbadet etsinler şu Beyt'in Rabbine, Kureyş'in güvenlik ve esenliği için, takdirindedir.

 

3- Peygamberlerin ümmetleri:

 

Bu ayet-i kerime daha önceden geçen: "Ey peygamberler" (Müminun 51) buyruğunun bütün peygamberlere hitab olduğunu ve bu hitabın onların hep birlikte hazır olduğu varsayılmış gibi yapıldığı görüşünü güçlendirmektedir. Çünkü "ey peygamberler" buyruğunun sadece Muhammed (s.a.v.)a yönelik bir hitab olduğunu kabul edecek olursak, bu ayet-i kerime ile "ama insanlar işlerini kendi aralarında parça parça ettiler" buyruğunun ilişkisi sağlam bir ilişki olmaz. "Ben de sizin Rabbinizim, o halde yalnız Ben'den korkun" buyruğuna gelince, eğer bu peygamberlere yönelik bir hitab ise, o takdirde onların ümmetleri de mana itibariyle bunun kapsamına girmektedir. İşte bundan sonra: "Ama insanlar ... parça parça ettiler" buyruğunun ilişkisi de güzel bir şekilde ortaya çıkar.

"Tefrikaya düşenler"den kasıt ümmetlerdir, yani onlar bir olan dinlerini, bir araya gelmekle emrolunmuşken ayrı ve farklı dinlere böldüler, bölündüler. Daha sonra da Yüce Allah onların herbir fırkasının kendi görüş ve dalaletini beğendiğini söz konusu etmektedir ki, bu da sapıklığın en ileri derecesidir.

 

4- Bu Ayet-i Kerime ile Peygamber Efendimizin "Geçmiş ümmetlerin ve Muhammed ümmetinin Fırkalarına Dair'' Hadisi Arasındaki ilişki:

 

Bu ayet-i kerime, Peygamber (s.a.v.)ın şu buyruğuna işaret etmektedir: "Şunu biliniz ki; sizden önceki kitab ehli yetmişiki millete bölündüler. Bu ümmet de yetmişüç fırkaya bölünecektir. Yetmişikileri ateşte, bir tanesi ise cennette olacaktır. O da cemaattir." Bu hadisi Ebu Davud rivayet ettiği gibi Tirmizi de rivayet etmiş ve rivayetinde ek olarak şunu kaydetmiştir: Ashab: Bu hangisidir, ey Allah'ın Rasulü, dediler. O: "Benim ve ashabımın üzerinde gittiği yolda gideceklerdir" diye buyurdu, Tirmizi bunu Abdullah b, Amr yoluyla rivayet etmiştir.

 

Bu hadis, ayet-i kerimede sakındırılan fırkalara ayrılıştan neyin kastedildiğini açıklamaktadır. Hadis dinin esasları ve kaideleriyle ilgili ayrılık hakkındadır. Çünkü Peygamber burada "milletler" lafzını kullanmış ve bunlardan herhangi birisine sarılmanın cehenneme girmeyi gerektireceğini haber vermiştir. Fer'i hususlardaki görüş ayrılıkları hakkında ise böyle bir şey söylemeye imkan yoktur, Çünkü fer'i (fıkhi) meselelerde görüş ayrılığı, milletlerin (itikadi fırkaların) çok olmasını da gerektirmez, cehennem azabın! da gerektirmez. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik." (el-Maide, 48)

 

Yüce Allah'ın: "Parça, parça" buyruğu uydurdukları kitaplar ve telif ettikleri sapıklıklar, demektir. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır. Şöyle de açıklanmıştır: Onlar kitapları kısımlara ayırdılar. Bir kısım sahifelere tabi oldu, bir kısım Tevrat'a, bir kısım Zebur'a, bir kısım da İncil'e uydular. Sonra da onların hepsi ellerindeki kitapları tahrif ettiler ve değiştirdiler. Bu açıklamayı da Katade yapmıştır.

 

Bir diğer açıklama da şöyledir: Onların herbir kesimi bir kitap alıp ona iman etti, onun dışındakileri de inkar etti.

 

Bu kelimeyi Nafi' "be" harfini ötreli "Zebur"ın çoğulu olarak okumuştur. el-A'meş ve Ebu Amr ise ondan farklı olarak "be" harfini ötreli "demir parçalarını andıran parçalar anlamında" okumuşlardır. Nitekim bu kelime Yüce Allah'ın: "Bana büyük demir parçaları getirin" (el-Kehf, 96) buyruğunda da böyledir.

 

"Her güruh" yani herbir fırka ve herbir mezheb "ellerinde bulunandan" din diye sahip olduklarından "memnundur" onu beğenirler.

 

Bu ayet-i kerime Kureyş'in durumunu da açıklamaktadır. Çünkü hemen bu buyruğun akabinde Kureyş'in durumu ile ilgili olarak Muhammed (s.a.v.)a şöylece hitab etmektedir: "Şimdi sen onları bir süreye kadar gaflet ve bilgisizlikleri içinde bırak." Yani daha önce sözü edilenler durumunda olan bu gibi kimseleri terket. Azaplarının ertelenmesi dolayısıyla da kalbine sıkıntı girmesin, herşeyin belli bir vakti vardır.

 

Sözlükte: "(mealde; gaflet ve bilgisizlik): Seni örten, üstünü kapatan şey" demektir. Asıl anlamı setretmek, örtmektir. Kin anlamına gelen (...) da bu köktendir, çünkü kin kalbin üstünü örter. "Çok su" demektir. Çünkü çok su yerin üzerini örter. "Verdiği bağışlarla bütün insanları kapsayan, örten" demektir. Şair de şöyle demiştir: "Gülercesine tebessüm ettiğinde herkesi kapsar iyilikleri, Ve bütün mallar esir olur onun gülmesine."

 

Burada buyruktan kasıt, şaşkınlık, gaflet ve sapıklık içinde olduklarını anlatmaktır.

"İnsanların kalabalığı arasına girdi, karıştı" demek olur.

 

Yüce Allah'ın: "Bir süreye kadar" buyruğunu Mücahid, ölüme kadar diye açıklamıştır. Bu bir tehdittir, bir süre vermek değildir. Nitekim: Senin de günün gelecektir, demek de böyledir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Mu’minun 55-56

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR