ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

HAC

52

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رَّسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّى أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

 

52. Senden önce ne kadar resul ve peygamber gönderdiysek, o bir şey okumak istediği zaman şeytan mutlaka onun okumasına bir şey katmak istemiştir. O şeytanın katacağını Allah iptal eder. Sonra Allah kendi ayetlerini sapasağlam yerleştirir. Allah herşeyi bilendir, hükmünü yerine getirendir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:

 

1- Peygamber'in Okuduğu:

2- Bu Ayet-i Kerimede Açıklanması Gerekli Hususlar:

3- Bu Ayetin Nüzulü ve işaret Ettiği Olaya (Garanik) Dair Rivayetler ve Bu Rivayetlerin Değeri:

 

1- Peygamber'in Okuduğu:

 

"Ne kadar rasül ve peygamber gönderdiysek, o bir şeyokumak istediği zaman şeytan mutlaka onun okumasına bir şey katmak istemiştir." Ayeti kerimesindeki: "Okumak istediği. .. " lafzına dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Suresi'nde (28. ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

İbn Atiyye der ki: İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre o: "Senden önce ne kadar rasul, peygamber ve ilhama mazhar birisini gönderdiysek ... " diye okuyormuş. Bunu Mesleme b. el-Kasım b. Abdullah zikrettiği gibi, Süfyan, Amr b. Dinar'dan, o İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. Mesleme dedi ki: Bizler -İbn Abbas'ın kıraatine bina en- (ilhama mazhar) muhaddeslerin peygamberliğe sımsıkı sarılmış olduklarını gördük. Çünkü onlar da gayba dair haberlerden çok üstün meseleler ile ilgili konuşup söz söylediler. Batıni hikmet gereği konuştular ve konuştuklarında isabet ettiler, söylediklerinde ismete mazhar oldular. Ömer b. el-Hattab'ın, Sariye kıssasında olduğu ve kendisinin söylediği pek üstün belgelerde olduğu gibi.

 

Derim ki: Bu haberi Ebu Bekr el-Enbari "Kitabu'r-Redd"adlı eserinde zikretmiştir: Bana babam -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- anlattı, bize Ali b. Harb anlattı, bize Süfyan b. Uyeyne anlattı. O Amr'dan, o İbn Abbas (r.a)'dan rivayet ettiğine göre: "Senden önce ne kadar rasüı, peygamber ve ilhama mazhar gönderdiysek ... " diye okumuştur. Ebu Bekr dedi ki: Bu hadis, buradaki fazla ifadenin Kur'an'dan olduğuna dair delil olarak ele alınamaz. Muhaddes (ilhama mazhar) kul ise uykuda iken kendisine vahiy gelen kimse demektir. Çünkü peygamberlerin rüyası da bir vahiydir.

 

2- Bu Ayet-i Kerimede Açıklanması Gerekli Hususlar:

 

İlim adamları derler ki: Bu ayet-i kerime iki bakımdan müşkildir (anlaşılması zordur). Evvela bazıları nebilerden kiminin rasul olduğunu, kiminin de rasuı olarak gönderilmediğini kabul etmektedirler. Diğer başkaları ise bir kimse rasul olarak gönderilmedikçe, ona nebi denilmesinin caiz olmadığını söylemişlerdir. Bu görüşün sahih olduğunun delili Yüce Allah'ın: "Senden önce ne kadar rasul ve peygamber gönderdiysek ... " buyruğudur. Böylelikle peygamber için risaletin gerekli olduğunu dile getirmektedir. Buradaki "nebi; Peygamber'in manası aziz ve celil olan Allah'tan nebe' (haber) veren demektir. Allah'tan nebe' (haber) vermek ise bizatihi risalet ile aynı şeydir.

 

el-Ferra der ki: Rasül, Cibril (a.s)ın ona açıktan açığa gönderilmesi suretiyle diğer insanlara da elçi olarak gönderilen kimsedir. Nebi ise ilham ya da rüyasında nebi olduğu kendisine bildirilen kimsedir. Dolayısıyla herbir rasul nebidir, fakat herbir nebi rasul değildir.

 

el-Mehdevi der ki: Sahih olan da budur. Çünkü gerçekten bütün rasuller nebidirler, fakat bütün nebiler rasuı değildir. Kadı Iyad da "eş-Şıfti" adlı eserinde bunu böylece zikredip şöyle demiştir: Sahih olan ve büyük çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre herbir rasul aynı zamanda nebidir, fakat herbir nebi rasul değildir. Buna delil olarak da Ebu Zerr (r.a)ın hadisini göstermektedir. Bu hadise göre üç yüz on üç bin nebi arasından rasuller gönderilmiştir ve bunların ilki Adem, sonuncuları da Muhammed (s.a.v.)dır.

Bu ayet-i kerimenin anlaşılması için açıklanması gereken ikinci husus ise bir sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir:

 

3- Bu Ayetin Nüzulü ve işaret Ettiği Olaya (Garanik) Dair Rivayetler ve Bu Rivayetlerin Değeri:

 

Bu ayet-i kerimenin nüzulüne dair rivayet edilen hadisler arasında sahih hiçbir rivayet yoktur. Kafirlerin avam olanlarına gerçeği ters yüz edip gösterdikleri hususlardan birisi de onların şu sözleri idi: Aslında peygamberlerin hiçbir şeyden aciz olmamaları gerekir. Muhammed niye bize olan düşmanlığında bu kadar aşırı gittiği halde, bizi tehdit ettiği azabı getirmiyor? Yine onlar şöyle diyorlardı: Peygamberlerin herhangi bir şekilde yanılmamaları, hata etmemeleri gerekir.

 

Ancak Yüce Allah onların birer insan olduklarını, azabı ancak Allah'ın dilediği gibi getireceğini açıkladı ve Yüce Allah ayetlerini sapasağlam yerleştirip, şeytanın hilelerini hükümsüz kılıncaya kadar insanların yanılabileceklerini, unutup hata edebileceklerini de belirtti.

 

el-Leys, Yunus'tan, o ez-Zühri'den, o Ebu Bekr b. Abdu'r-Rahman b. el-Haris b. Hişam'dan şöyle dediğini rivayet eder: Rasülullah (s.a.v.): "Battığı zaman yıldıza andolsun ki ... " (en-Necm, 1) diye Necm Süresini okumaya başladı. "Şimdi haber verin Lat ve Uzza'dan ve diğer üçüncüleri olan Menat'tan." (en-Necm, 19-20) buyruklarına ulaşınca yanılmış ve: "Şüphesiz ki onların şefaatleri umulur" demiştir. Bunun üzerine onunla karşılaşan müşrikler ve kalplerinden hastalık bulunan kimseler, ona selam verdiler ve bu işe çok sevindiler. o: "Şüphesiz ki bu şeytandan olan bir şeydi" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Senden önce ne kadar rasul ve bir peygamber gönderdiysek ... " ayetini indirdi.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu, munkati' bir hadistir, üstelik bu hadiste çok büyük bir husus vardır. Aynı şekilde Katade'nin hadisi de böyledir, orada: "Ve şüphesiz ki onlar o pek Yüce heykellerdir" fazlalığını da katmaktadır. Bundan da daha korkuncu Vakıdi'nin, Kesir b. Zeyd'den, onun el-Muttalib b. Abdullah'tan şöyle dediğine dair naklettiği rivayettir: el-Velid b. Muğire müstesna bütün müşrikler secde etti. O, yerden bir miktar toprak aldı ve bunu alnına değdirerek üzerine secde etti. Oldukça kocamış bir yaşlı idi. Bu kişinin Ebu Uhayha Said b. el-As olduğu da söylenir.

 

Nihayet Cebrail (a.s) indi ve Peygamber (s.a.v.) ona bu buyrukları da okudu. Cebrail (a.s) ona: "Ben sana böyle bir şey getirmedim" dedi. Yüce Allah da bunun üzerine: "Onlara az kalsın biraz meyledecektin. "(el-İsra, 74) buyruğunu indirdi.

 

en-Nehhas der ki: Bu da münker ve munkati' bir hadistir. Bilhassa Vakidi yoluyla gelen bir rivayettir.

 

Buhari'de belirtildiğine göre yerden bir avuç toprak alıp, bunu alnına götürüp, üzerinde secde eden kişi ümeyye b. Halef'tir. İleride bu bahsin sonunda Yüce Allah'ın izniyle en-Nehhas'ın hadise dair açıklamalarının tamamı gelecektir.

 

İbn Atiyye dedi ki: Şu kendisinde yüksek put ve heykellerin söz konusu edildiği hadis, tefsir kitaplarında ve benzerlerinde zikredilmiştir. Bunu ne Buharı, ne de Müslim kitaplarına almadıkları gibi, bildiğim kadarıyla meşhur bir musannıf dahi bunu eserinde zikretmiş değildir. Ancak hadis ehlinin izlediği yol şunu gerektirmektedir: Şeytan bir telkinatta bulunmaya çalışmıştır. Ancak onlar bu hususta ne bu sebebi, ne de bir başkasını tayin etmemektedirler. Şeytanın telkinatının işitilen sesler ile olduğunda şüphe yoktur ve bunlarla fitne vukua gelmiştir. Daha sonra insanlar bu telkinin şekli hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Tefsirlerde yer alan ve meşhur olan açıklamalara göre; Peygamber (s.a.v.) kendi diliyle bu lafızları söylemiştir. Babam (Allah ondan razı olsun)ın bana anlattığına göre, doğuda karşılaştığı ileri gelen ilim adamları ve kelamcılardan bazıları şöyle demiştir: Böyle bir şey Peygamber (s.a.v.) hakkında caiz olamaz, o tebliğde masumdur. Durum şu ndan ibarettir:

 

Peygamber (s.a.v.)ın: "Şimdi haber verin Lat ve Uzza'dan ve diğer üçüncüleri Menat'tan" (en-Necm, 19-20) buyruklarını okuyunca şeytan, bu (anılan) sözleri kafirlere sesini işittirecek şekilde söylemiştir. Bu esnada sesini de Peygamber (s.a.v.)ın sesine benzetmeye çalışmış ve nihayet müşrikler işi karıştırmışlar ve: Bunları Muhammed okudu, demişlerdir.

 

Böyle bir te'vile benzer bir açıklama İmam Ebu'l-Meali'den de rivayet edilmiştir. Bu sözleri telkin edenin, insan şeytanlarından birisi olduğu da söylenmiştir. Nitekim Yüce Allah'ın: "O Kuran okunurken anlamsız sesler çıkarın. " (Fussilet, 26) buyruğunda ve benzerlerinde de buna işaret edilmektedir.

 

Katade der ki: Bu, Peygamber efendimizin uyuklama esnasında okuduğu bir buyruktur. Kadı Iyad "eş-Şıfa" adlı eserinde, Peygamber (s.a.v.)ın doğruluğuna dair delili söz konusu edip, peygamberin tebliğ etmekle yükümlü olduğu hususlarda, herhangi bir şey hakkında gerçek halinden başka türlü haber vermekten yana masum olduğunu, bu hususta kasti, bilerek ya da yanılarak yahut hata ederek yanılmasının söz konusu olmadığını ümmetin icma ile kabul etmiş olduğunu belirtirken şunları söylemektedir: Şunu bil ki -Allah'ın lütfuna mazhar olasıca- bu hadisin müşkil tarafları hakkında bizim aleyhte iki tane mülahazamız vardır: Evvela bu hadis aslı itibariyle çok gevşektir. İkincisi de bu hadisin doğru kabul edilemeyeceği hakkındadır. Birincisi ile ilgili olarak söyleyeceğimiz şudur: Sahih hadis rivayet edenlerden hiçbir kimsenin bunu kitaplarına almamış olması yeterlidir. Güvenilir tek bir ravi dahi bunu sahih, sağlıklı ve muttasıl bir senetle de rivayet etmiş değildir. Bu ve benzeri hadislere iltifat edenler sahifelerden doğru ve yanlış herbir şeyi ağızlarına dolayan, garib herbir rivayete iltifat eden müfessirler ve tarihçiler olmuştur. Ebu Bekr el-Bezzar der ki: Biz bu hadisin zikredilmesi caiz olabilecek muttasıl bir sened ile Peygamber (s.a.v.)dan rivayet edildiğini bilmiyoruz. Ancak Şu'be, Ebu Bişr'den, o Said b. Cübeyr'den, o İbn Abbas'tan -zannettiğim kadarıyla- rivayet etmiştir. Hadiste şüphe etmenin sebebi de Peygamber (s.a.v.)ın Mekke'de bulunuşu dolayısıyladır. .. deyip, kıssayı zikretmektedir. Bu hadisi ümeyye b. Halid'den başka, Şu'be yoluyla muttasıl senedle kaydeden olmamıştır. Başkası ise bu hadisi Said b. Cübeyr'den mürsel olarak nakletmektedir. Hadis, el-Kelbi'den, o Ebu Salih'ten, o da İbn Abbas yoluyla bilinmektedir. Ebu Bekr -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- da bu hadisin, bunun dışında zikredilmesi caiz olan bir rivayet yoluyla bilinmediğini açıklamış bulunuyor. Bu hadiste sözünü ettiğimiz kendisine güven duyulamayan ve bir hakikati bulunması söz konusu olmayan, böyle bir şüphe ile birlikte; ayrıca dikkat çektiği şekilde de hadis oldukça zayıftır. el-Kelbı'nin rivayet ettiği hadise gelince, bu da ondan rivayet edilmesi, ondan nakledilmesi caiz olmayan rivayetlerdendir. Buna sebeb ise el-Kelbı'nin oldukça zayıf olması ve yalancılığıdır. Nitekim el-Bezzar -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- buna işaret etmiştir. Bu rivayetten Sahih'de bulunan kısmına gelince, Peygamber (s.a.v.) Mekke'de iken "ve'n-Necmi" suresini okumuş, onunla birlikte müslümanlar da, müşrikler de, cinler de, insanlar da secde etmiştir.

 

İşte bu, hadisin nakil bakımından gevşekliğini ortaya koymaktadır.

 

Bu rivayetin aleyhindeki ikinci mülahazaya gelince, bu da bu hadisin sahih olduğunu bir varsayım olarak kabul etme esasına mebnidir. Esasen böyle bir hadisin sahih olmasından yana Allah bizi korumuş bulunmaktadır. -Fakat durum ne olursa olsun, yine müslümanların önderleri buna bir kaç çeşit cevap vermişlerdir. Verilen bu cevapların kimisi yerindedir, kimisinin de herhangi bir değeri yoktur. Bu hadisin sahih olduğu farzedilecek olsa bile te'vilinde güçlü ve ağır basan te'vil şekli şudur: Peygamber (s.a.v.) Rabbinin kendisine emrettiği üzere Kur'an-ı Kerım'i tertil ile okurdu. Kur'an okurken sika ravilerin ondan rivayet ettiği üzere ayetleri birbirinden rahatlıkla ayırdedilmesini sağlayacak şekilde okurdu. Bu ise şeytanın ayet aralarındaki susmalarını gözetlemesine ve bu tür uydurduğu sözleri arada telkin etmesine imkan verebiliyordu. Şeytan bunu yaparken Peygamber (s.a.v.)ın nağmesini taklit ediyordu. Bu nağmeyi oraya yakın olan kafirler işitebilecek şekilde söylüyordu, O bakımdan kafirler de bunu Peygamber (s.a.v.)ın sözlerinden zannetmiş ve bunu yaygınlaştırmışlardı.

 

Bu durum müslümanların daha önceden bu süreyi Yüce Allah'ın indirmiş olduğu şekliyle ezberleyip bellemelerine, Peygamber (s.a.v.)ın putları yermesi ve onun bilinen hali üzere bunları ayıplamış olması halinden kesin olarak emin olmalarına hiçbir şekilde gölge düşürmez. Dolayısıyla Peygamber (s.a.v.)ın böyle bir haberin yayılmasına, böyle bir şüphenin ortaya çıkmasına ve böyle bir fitnenin sebebine oldukça üzüldüğüne dair rivayetlerde anlatılan hali söz konusu olmuş olabilir. Şanı Yüce Allah da: "Senden önce ne kadar resul ve peygamber gönderdiysek, o bir şeyokumak istediği zaman ... " ayetini indirmiş olmaktadır.

 

Derim ki: Böyle bir yorum bu hususta yapılmış açıklamaların en güzelidir. Süleyman b. Harb de şöyle demektedir: Buradaki (...) edatı, (...) anlamındadır. Şeytan, Peygamber (s.a.v.)ın okuması esnasında kafirlerin kalbI erine böyle bir şey katmıştır, demek olur. Bu da Yüce Allah'ın: "Aramızda eğlendin'' (eş-Şuara, 18) buyruğunun, yanımızda kaldın anlamına gelmesine benzer. İşte İbn Atiyye'nin Şark ulemasından naklen babasından yaptığı naklin manası budur.

 

Kadı Ebu Bekir b. el-Arabi de buna işaret etmiştir. Bundan önce de şöyle demektedir: Bu ayet-i kerime bizim maksadımızı anlatan açık bir nasstır. Peygamber (s.a.v.)a söyledi diye nisbet edilen sözlerden uzaklığı hususunda bizim izlediğimiz yolun doğruluğuna dair asli bir delildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Senden önce ne kadar rasul ve peygamber gönderdiysek, o bir şeyokumak istediği zaman şeytan mutlaka onun okumasına bir şey katmak istemiştir. " Yüce Allah böylelikle şunu haber vermektedir: O'nun rasulleri hakkındaki sünneti ve peygamberlerine yapageldiği uygulaması şu şekildedir: Kendileri Yüce Allah'tan naklen bir söz söyledikleri vakit, şeytan o sözlere -diğer masiyetleri işlediği gibi- kendiliğinden bir şeyler ilave etmeye kalkışır. Mesela: Ben eve şunu ilka ettim (bıraktım) ve torbaya, keseye şunu bıraktım (ilka ettim), denilir. (Ayet-i kerimenin lafzının manasına işaret ediyor.) Bu ise şeytanın Peygamber (s.a.v.)ın söylediklerine birşeyler ilave etmeye çalıştığı hususunda açık bir nasstır. Peygamber (s.a.v.)'in bunları söylediğini ortaya koymamaktadır ... O, Kadı Iyad'ın açıklamalarıyla aynı anlama gelecek şeyler söyledikten sonra şunları belirtmektedir: Bu hakikati ancak Taberi görebilmiştir, bu da onun üstün değerinin düşüncesinin temizliğinin, ilimdeki iktidarının kıyas ve aklını kullanmakta ki güçlü konumunun bir neticesidir. Sanki o bu maksada işaret etmiş ve bu hedefe doğru yönelmiş gibidir. Belirtilen hususlardan sonra buna dair hepsi de batıl ve aslı astarı olmayan bir takım rivayetleri kaydedip durmuştur. Rabbim dilemiş olsaydı, elbetteki bunları hiç kimse rivayet etmez ve hiç kimse bunları yazmazdı, fakat O dilediğini yapandır.

 

Bunun dışındaki açıklamalara ve bazılarının belirttikleri: Şeytan bu hususta onu zorladı ve nihayet o bu sözleri söyledi, iddiaları ise imkansızdır. Zira şeytan ın insandan tercih gücünü kaldırabilmesi imkanı yoktur. Yüce Allah şeytanın durumu hakkında haber vererek şöyle buyurmaktadır: "Zaten benim sizin üzerinizde hiçbir nüfuzum da yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de çağrımı kabul ettiniz.'' (İbrahim, 22) Şayet şeytanın böyle bir gücü olsaydı, Ademoğullarından hiçbir kimse Allah'a itaat edecek gücü kendinde bulamazdı.

Şeytanın böyle bir güce sahip olduğunu vehmeden bir kimse şunu bilmeli ki, bu seneviye'nin (hayır ve şer ilahlarının mevcudiyetine inananların) ve mecusilerin görüşüdür. Onlara göre hayır Allah'tan, şer ise şeytandandır.

 

Bu sözlerin Peygamber (s.a.v.)ın dilinden sehven döküldüğünü söyleyenler de şöyle demektedirler: Bu iki kelimeyi müşriklerden vaktiyle işitmiş olması ve bunların ezberinde kalmış olduğu, süreyi okuduğu esnada ise sehven ezberinde bulunan bu kelimelerin dilinden dökülmüş olması uzak bir ihtimal değildir. Ancak bu görüşe göre peygamberlerin yanılmaları, sehvetmeleri caizdir, fakat bu halleri üzere bırakılmazlar. Yüce Allah bunun üzerine bu ayet-i kerımeyi onun mazur olduğunu anlatmak ve onu teselli etmek için indirmiştir. Ta ki: O, vaktiyle okumuş olduğu hükümlerin bir bölümünden vazgeçmiştir, denilmesin. Bu ayet-i kerime ile Yüce Allah, benzeri bir durumun sehven diğer peygamberlerin başından da geçtiğini beyan etmektedir.

 

Sehvetmek ise ancak Yüce Allah hakkında düşünülemez. İbn Abbas da şöyle demiştir: el-Ebyad diye anılan bir şeytan Rasülullah (s.a.v.)a Cebrail suretinde gelmiş ve Peygamber (s.a.v.)ın kıraati arasında şunu da telkin etmişti: İşte bunlar o yüksek putlardır ve elbette onların şefaatleri umulur.

 

Böyle bir te'vil her ne kadar birinci te'vilden daha uygun gibi görünüyor ise de, asıl kabul edilen birinci te'vildir. O te'vil bırakılıp, başka bir tevile iltifat edilmez. Çünkü muhakkik ilim adamları onu tercih etmişlerdir. Esasen hadisin bu derece zayıf olması hiçbir te'vile de ayrıca ihtiyaç bırakmama ktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

 

Bu hadisin zayıf ve senedinin de çok gevşek olduğunu ortaya koyan Kur'an-ı Kerim'deki delillerden birisi de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: ''Neredeyse seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı uydurasın diye fitneye düşüreceklerdi ... " (el-İsra, 73) Bu ve bundan sonraki ayet bunu göstermektedir. Bu iki ayet-i kerime bunların, bu hususta rivayet ettikleri haberi reddetmektedir. Çünkü Yüce Allah nerdeyse onu iftirada bulununcaya kadar fitneye düşüreceklerini belirtmektedir. Eğer Allah ona sebat vermemiş olsaydı, onlara meyledecekti demektedir. Bunun muhtevası ve bundan anlaşılan şu ki; Yüce Allah onu iftirada bulunmaktan korumuş, ona sebat vermiş ve az dahi onlara meyletmesine imkan vermemiştir. Peki çokça meyletmesi nasıl düşünülebilir? Onlar kendi gevşek haberleri arasında meyletmenin de ötesinde, ilahlarını övmek suretiyle iftirada dahi bulunduğunu belirtirler ve Peygamber (s.a.v.)ın şöyle dediğini de kaydederler: Ben Allah'a iftirada bulundum ve onun söylemediğini söyledim. Bu ise ayet-i kerımeden anlaşılan mananın tam aksinedir. Sahih dahi olsa, böyle bir hadisin (mana itibariyle) zayıf olduğunu ortaya koymaktadır. Kaldı ki hadis hiç de sahih değildir. Bu Yüce Allah'ın şu buyruğunu da andırmaktadır: "Eğer senin üzerinde Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan herbir zümre seni saptırmaya çalışırlardı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar ve sana hiçbir zarar veremezler. " (en-Nisa, 113)

 

el-Kuşeyri dedi ki: Kureyşliler ve Sakifliler putlarının yanından geçtiği vakit yüzünü onların tarafına çevirmesini dahi istediler. Böyle bir şey yaptığı takdirde ona iman edeceklerine söz verdiler; ama o bunu yapmadı, yapacak da değildi.

 

İbnu'l-Enbarı dedi ki: Resulullah (s.a.v.) ne böyle bir şeye yaklaştı, ne de meyletti.

ez-Zeccac dedi ki; Ayet (İsra, 73. ayeti kastediyor) onların bunu gerçekleştirmek için tuzak hazırladıklarını vurgulamaktadır.

 

Şöyle de denilmiştir: "Okumak istedi" konuştu, söyledi demektir. Okudu anlamında değildir.

 

Ali b. Ebi Talha'dan, o İbn Abbas'tan Yüce Allah'ın: "Okumak istediği zaman ... mutlaka" buyruğu; ancak konuştuğu zaman şeytan onun konuşmasına bir şey katmak istemiştir; yani onun konuşmaları arasına bir şeyler sokuşturmaya çalışmıştır, diye açıklamıştır.

 

"O şeytanın katacağını Allah iptal eder." (İbn Abbas) dedi ki: Allah, şeytanın kattığını, bıraktığını iptal eder, boşa çıkartır.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu açıklama ayet-i kerıme hakkında yapılmış açıklamaların en üstünü ve en değerlisidir.

 

Ahmed b. Muhammed b. Hanbel dedi ki: Mısır'da tefsire dair bir sahife vardır. Bunu Ali b. Ebi Talha rivayet etmektedir. Eğer bir adam Mısır'a onu almak maksadıyla yolculuk yapsa, değer, fazla sayılmaz. Bu açıklamaya göre mana şöyle olur: Peygamber (s.a.v.) kendi içinden bazı hususlar geçirdiğinde, şeytan hile kastı ile onun içinden geçirdiği düşüncelere bir takım telkinlerde bulunmaya çalışır ve şöyle derdi: Yüce Allah'tan müslümanların darlıktan kurtulması için sana ganimetler ihsan etmesini dileyecek olsan! Yüce Allah salahın bunun dışındaki hallerde olduğunu bilmektedir. O bakımdan İbn Abbas (r.a)ın dediği gibi- şeytanın bu telkinlerini iptal ediyordu.

 

el-Kisai ile el-Ferra birlikte: "Okumak istediği" lafzının, kendi içinden bir şeyler geçirdiği zaman anlamında olduğunu nakletmişlerdir. Sözlükte bilinen manası da budur. Yine her ikisi de bu kelimenin "okuduğu zaman" anlamına geldiğini de nakletmişlerdir. Bu görüş yine İbn Abbas'tan rivayet edilmiş, Mücahid, ed-Dahhak ve başkaları da bunu benimsemişlerdir.

 

Ebu'l-Hasen b. Mehdı der ki: Buradaki temenni (okuma)nın Kur'an'la, vahiyle hiçbir ilgisi yoktur. Peygamber (s.a.v.)ın elinde mal namına bir şey kalmayıp da ashabının kötü halini görünce, kalbinden ve şeytanın vesvesesinin bir sonucu olarak, dünyayı temenni ederdi. el-Mehdevı'nin, İbn Abbas'tan naklettiğine göre ise mana: O içinden bir şeyler geçirdiği zaman, şeytan da bu içinden geçirdiği düşüncelere bir şeyler katardı, şeklindedir. Taberı'nin tercih ettiği kanaat de budur.

 

Derim ki: Yüce Allah'ın: "Ta ki şeytanın koyacağı şeyi... Allah bir fitne (imtihan sebebi) kılsın" ayeti (bunun) içinden geçirdiği şeyler hakkında olduğuna dair yorumları reddetmektedir. İbn Atiyye de şöyle demektedir: Şey tanın telkinlerinin işitilen lafızlar olduğu hususunda bir görüş ayrılığı yoktur. Fitne bundan dolayı söz konusu olmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

en-Nehhas dedi ki: Eğer hadis sahih olup senedi de muttasıl olsaydı, buna dair bu açıklama da sahih olurdu. O takdirde bu husustaki rivayetlerde geçen ve peygamberin yanıldığı belirtilen "yanıldı" ifadesi "ıskat etti, düşürdü" anlamına gelir. İfadenin takdiri de şöyle olur: "Gördünüz mü Lat ve Uzza'yı" sözlerinde ifade tamam olur. Daha sonra "el-ğaranik el-ula" ifadesini düşürdü. Bundan kasıt da meleklerdir. "Muhakkak onların şefaatleri" ifadesinde de zamir meleklere ait olur. Ancak burada ifadeyi; "Şüphesiz ki onlar o Yüce putlardır" şeklinde rivayet edenlere gelince, bu rivayete dair de bir kaç türlü cevap verilebilir. Mesela Arapların pek çok yerde kullandıkları gibi "demek" emri hazfedilmiş olabilir, edilmemiş de olabilir. Bu durumda ifade azar manasını taşır, çünkü bundan önce "Şimdi haber verin" denilmektedir. Bu da onlara karşı bir delil getirmek manasınadır. Şayet bu sözler namazda iken okunmuş ise, o zamanlar namazda konuşmak mübah idi, (denilir). Bu olayda okunan ifadeler arasında: Şimdi haber verin Lat ve Uzza'dan ve diğer üçüncüleri olan Menat'tan ve yüksek putlardan ve şüphesiz onların şefaatleri umulur" sözleri de rivayet edilmektedir. Bu manadaki bir rivayet Mücahid'den de nakledilmiştir. el-Hasen dedi ki: Buradaki "el-ğaranik el-ula (tercümede; yüksek putlar)" ile melekleri kastetmiştir. el-Kelbi de burada "el-ğaranikatu" kelimesini melekler diye tefsir etmiştir. Çünkü kafirler putların da, meleklerin de Allah'ın kızları olduğuna inanıyorlardı. Nitekim Yüce Allah da onların bu inanışlarını bize nakletmiştir. Yüce Allah bu sürede onların kanaatlerini: "Erkekler sizin, dişiler onun mu?" (en-Necm, 21) buyruğu ile reddetmektedir. Yüce Allah onların bütün bu sözlerini böylelikle reddetmiş olmaktadır.

 

Meleklerin şefaat etmelerini ummak doğru bir kanaattir. Müşrikler bu ifadelerle putlarının kastedildiğini zannedip şeytan da bu hususta onları tereddüde düşürünce Yüce Allah şeytanın bıraktığı bu telkinatı neshetti, ayetlerini muhkemleştirdi ve şeytanın işi karıştırmaya kendileri vasıtasıyla yol bulduğu bu iki lafzın da okunuşunu kaldırdı. Kur'an-ı Kerim'in pek çok buyruğunu neshedip tilavetini kaldırdığı gibi.

 

el-Kuşeyri der ki: Böyle bir açıklama pek uygun bir açıklama değildir. Çünkü Yüce Allah: "O şeytanın katacağını Allah iptal eder" diye buyurmaktadır. Meleklerin şefaati ise batıl değildir. "Allah herşeyi bilendir." Peygambere (salat ve selam ona) neleri vahyettiğini çok iyi bilir. Yarattıkları hakkında "hükmünü yerine getiren" Hakim "dir."

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Hac 53

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR