ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

HAC

25

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاء الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ وَمَن يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ

 

25. Şüphe yok ki kafir olanlar, insanları Allah'ın yolundan ve insanlar için kendisinde hem yolcuları, hem de yerli olanları eşit kıldığımız Mescid-i Haram'dan alıkoyanlar ... Kim orada zulümle, ilhadı isterse Biz ona pek acıklı azabı tattırırız.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

 

1- Kafirler Allah'ın Yolundan Alıkoyarlar:

2- Mescid-i Haram 'dan Alıkoyanlar:

3- Yolcunun da, ikamet Edenin de Birbirine Eşit Olduğu Yer, Mekke ve Çevresi ile ilgili Hükümler:

4- Kıraat ve Nahiv Açıklamaları:

5- Orada Zulüm ile ilhad'ı istemenin Cezası:

6- Mekke'de Yapılması Niyet Edilen Masiyetler Dolayısıyla Günahkar Olmak Söz Konusu mudur?:

7- ''Zulümle İlhad'':

 

1- Kafirler Allah'ın Yolundan Alıkoyarlar:

 

Yüce Allah: "Şüphe yok ki kaf"ır olanlar insanları Allah'ın yolundan ... alıkoyanları ... " buyruğu ile, tekrar Arap müşriklerinden, Hudeybiye yılı Allah Resulü (s.a.v.)nü Mescid-i Haram'dan alıkoymaları dolayısıyla, söz konusu etmektedir. Çünkü onların, -insanlar arasından ferdi bir takım alıkoymaları kastediyor olması hali müstesna- bundan önce bu topluluğu alıkoymalarından başka bir alıkoyuşları bilinmemektedir. Ferdi alıkoymaları ise peygamberliğin ilk yıllarında olmuş bir şeydir.

 

"es-Sadd: Alıkoymak": Mani olmak, engel olmak demektir ve kendileri alıkoyanlar... takdirindedir. Muzari fiilin, mazi fiile atfedilmesi böylelikle uygun düşmektedir. Bununla birlikte "Ve ... alıkoyanlar" ifadesindeki "vav" zaid olup, fiil bu haliyle; "Şüphe yok ki"nin haberidir. Ancak bu açıklama maksad olarak gözetilen anlamı ifsad edici bir özelliktedir. Haber olsa olsa mahzuftur ve Yüce Allah'ın: "Yolcuların" buyruğunda takdir edilmiş olup, takdiri de: Helak oldukları takdirde hüsrana uğramışlardır, şeklindedir.

 

"Alıkoyanlar"ın muzari bir fiil şeklinde gelmesi, onların alıkoyma işini devamlı yapıyor olmalarındandır. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Bunlar iman edenlerdir, gönülleriAllah'ın zikri ile huzura kavuşanlardır. "(er-Ra'd, 28)

 

Burada şöyle buyurulmuş gibidir: Şüphesiz ki kafir olanların özelliklerinden birisi de alıkoymalarıdır. Şayet "alıkoymak" fiili de mazi olarak kullanılmış olsaydı, bu dahi ifade bakımından uygun düşerdi. en-Nehhas der ki: Benim Ebu İshak'tan yazdıklarıma göre o şöyle demiştir: Burada haberin -ki uygun açıklama da budur- "Biz ona pek acıklı azabı tattırırız" anlamındaki buyruk olması da mümkündür. Ebu Ca'fer (en-Nehhas) der ki: Ancak bu bir yanlıştır. Çünkü ben uygun açıklama şeklinin bunun nasıl görülebildiğini bilmiyorum. Zira burada; (...) in haberi olduğu belirtilen ifade cezm ile gelmiştir. Aynı şekilde bu, şartın da cevabıdır. Şayet haber olsaydı o takdirde şart cevapsız kalırdı. Bilhassa şart cümlesinde yer alan fiil de müzari bir fiil olduğundan dolayı mutlaka cevabının gelmesi de kaçınılmaz bir şeydir.

 

2- Mescid-i Haram 'dan Alıkoyanlar:

 

"Mescid-i Haram'dan alıkoyanlar ... " buyruğunda, kastedilenin bizatihi Mescidin kendisi olduğu söylenmiştir. Kur'an'ın zahirinden anlaşılan da budur. Zira ondan başkası zikredilmiş değildir. Kastın Harem bölgesinin tamamı olduğu da söylenmiştir. Çünkü müşrikler Resulullah (s.a.v.)ı ve ashabını Hudeybiye yılı Harem'in içerisine girmekten alıkoymuşlardır. O da Harem'in dışında konaklamak durumunda kalmıştı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''.....SizleriMescid-i Haram'dan alıkoyanlardır.'' (Fetih, 25); "Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan götüren (Allah) münezzehtir." (İsra, 1) Bu da doğru bir açıklama olmakla beraber, burada Harem bölgesinden maksat önemli olarak gözetilen yer bilhassa zikredilmiş bulunmaktadır.

 

3- Yolcunun da, ikamet Edenin de Birbirine Eşit Olduğu Yer, Mekke ve Çevresi ile ilgili Hükümler:

 

"İnsanlar için ... kıldığımız" yani namaz, tavaf ve ibadet için tayin ettiğimiz ... Bu da Yüce Allah'ın: "Şüphesiz insanlar için ilk kurulan ev ... " (Al-i İmran, 96) buyruğuna benzemektedir.

 

"Kendisinde hem yolcuları, hem de yerli olanları eşit kıldığımız ... " buyruğundaki "el-akif: Orada ikamet edip, oradan ayrılmayan", "el-Bacii: Çölde yaşayıp onların bulundukları yere gelen kimseler" demektir. Buyruk şu anlama gelir: Onun saygınlığını (hurmetini) ta'zim edip, orada ibadetlerini ifa etmek bakımından etrafında bulunan ve ikamet eden kimseler ile sair bölgelerden gelen kimseler birbirine eşittirler. Mekke ahalisi bu hususta dışardan oraya gelenlere göre daha bir hak sahibi değildirler.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Burada eşitlikten kasıt, Mescid-i Haram'ın evleri ve konaklama yerleri ile ilgilidir. Orada ikamet eden kimselerin oraya dışarıdan gelenlere göre bir öncelikleri yoktur. Bu açıklama Mescid-i Haram'ın bütün Harem bölgesini kapsadığı görüşüne göredir. Mücahid ve Malik'in görüşü de budur. İbnu'l-Kasım bunu Malik'ten rivayet etmiştir.

 

Ömer, İbn Abbas ve belli bir topluluktan rivayet edildiğine göre dışardan gelen kimsenin, bulduğu yerde konaklamak hakkı vardır. O yer ve ev sahibinin de ister istemez onu orada barındırması vazifesidir. Süfyan es-Sevri ve başkası da bu görüştedir. Aynı şekilde İslam'ın ilk dönemlerinde de durum böyleydi. (Harem bölgesi ahalisinin) evleri kapısızdı. Hırsızlık olayları çoğalıncaya kadar bu böyle devam etti. Adamın birisi evine bir kapı yaptırınca Ömer (r.a) bunu tepki ile karşılayarak: Allah'ın evini haccetmeye gelen bir kimsenin yüzüne kapı mı kapatacaksın? demiş. O adam da şu cevabı vermişti: Ben onların eşyalarını hırsızlığa karşı korumak istedim. Bunun üzerine Hz. Ömer ona ilişmedi. Oranın ahalisi de böylelikle evlerine kapılar yapmaya başladılar.

 

Yine Ömer b. el-Hattab (r.a)dan rivayet edildiğine göre o hac mevsiminde Mekke'deki evlerin kapılarının sökülmesini emrederdi, ta ki oraya gelen dilediği yerde konaklayabilsin. Konaklamak için büyük çadırlar da evlerin bahçelerine kurulurdu. Malik'ten rivayet edildiğine göre etrafı çevrilmiş bahçe ve avlular mescid gibi değildir. Ora sahiplerinin böyle bir konaklamayı kabul etmemek ve kendi tasarrufları altında tutmak hakları vardır. Bugüne kadar uygulama da budur, ümmetin cumhürunun benimsediği görüş de bu şekildedir.

 

Bu husustaki görüş ayrılığının iki temel dayanağı vardır: Bunlardan birisine göre Mekke evleri oranın sahiplerinin mülkü müdür, yoksa insanların mıdır?

 

Bu görüş ayrılığının da iki nedeni vardır: Birincisine göre Mekke kılıç zoru ile fethedilmiş bir yer midir? O takdirde orası ganimet demektir. Ancak Peygamber (s.a.v.) orayı paylaştırmamış ve ora ahalisi ile onlardan sonra gelenlerin elinde bırakmıştır. Tıpkı Ömer (r.a.)'ın Sevad (Irak) topraklarında uyguladığı ve onların esir alınmalarını, köle edinilmelerini -diğer kafirler arasından istisna olarak- bağışlayarak, onları affettiği gibi affetmiştir. O bakımdan bu haliyle oralar satılmamak ve kiralanmamak üzere kalmıştır. Böyle bir yere öncelikle sahip olan kimse ise, başkalarına göre öncelik hakkına sahiptir. Malik, Ebu Hanife ve el-Evzai de bu görüşü benimsemiştir.

 

Diğer bir görüşe göre -ki Şafii'nin kabul ettiği görüş de budur- Peygamber (s.a.v.) Mekke'yi sulh yoluyla fethetmiştir. O bakımdan evleri ellerinde kalır ve onların mülklerindedir. Burada diledikleri gibi tasarruf ederler. Ömer (r.a)dan rivayet edildiğine göre o Safvan b. ümeyye'nin evini dört bine satın almış ve orayı hapishane yapmıştır. Daha önceden el-Maide Süresi'nde muharipler (yol kesiciler) ile ilgili ayet-i kerimede (33-34) açıklandığı üzere, İslam tarihinde hapiste ilk tutuklayan kimse odur.

 

Peygamber (s.a.v.)ın bir itham dolayısıyla hapsettiği rivayet edilmiştir. Tavüs ise Mekke'de hapsetmeyi mekruh görür ve şöyle derdi: Rahmet evinde bir azab evinin bulunmaması gerekir.

 

Derim ki: Doğrusu Malik'in söylediğidir. Bu hususta sabit olan haberlerin zahirleri Mekke'nin kılıç zoruyla fethedildiğine delalet etmektedir. Ebu Ubeyd der ki: Bildiğimiz kadarıyla hiçbir şehir Mekke'ye benzememektedir. Darakutni'nin kaydettiği rivayete göre Alkame b. Nadla şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v.), Ebu Bekir ve Ömer (Allah ikisinden de razı olsun) vefat ettiler de Mekke'nin evleri ve konaklama yerleri sadece "es-Sevaib" (serbest kılınmış yerler) diye anılıyordu. İhtiyaç duyan orada konaklar, ihtiyacı olmayan da başkasının konaklamasına imkan verirdi. Bir diğer rivayette de " ... ve Osman döneminde de" (fazlalığı vardır).(Darakutni, III, 58)

 

Yine Alkame b. Nadla el-Kinani'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Mekke evleri Rasulullah (s.a.v.), Ebu Bekir ve Ömer (r. anhuma) dönemlerinde "esSevaib" diye adlandırılırdı. Bunlar satılmazlardı, ihtiyacı olan orada yerleşir, ihtiyacı olmayan da başkalarını yerleştirirdi.(Darakutni, III, 59)

 

Yine Abdullah b. Amr'dan, onun da Peygamber (s.a.v.)dan rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak Yüce Allah Mekke'yi haram bölge kılmıştır. Bundan dolayı oranın evlerinin satılmaları ve paralarının yenilmesi de haramdır. -Şöyle de buyurdu-: Kim Mekke evlerinin kiralarından bir şeyler yiyecek olursa, hiç şüphesiz ki o bir ateş yemiş olur." Darakutni dedi ki: Bunu Ebu Hanife bu şekilde merfu olarak rivayet etmiş, ancak bu hususta yanılmıştır. Yine o "Ubeydullah b. Ebi Yezid" diye ravinin adını verirken de yanılmaktadır. Çünkü bu kişinin asıl adı Ubeydullah b. Ebi Ziyad el-Kaddah'tır. Sahih olan da bu hadisin mevkuf olduğudur.(Darakutni, III, 57)

 

Yine Darakutni, Abdullah b. Amr'dan senedini kaydederek şöyle dediğini nakletmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Mekke bir konaklama yeridir. Evleri, avluları satılmaz, evleri icara (kiraya) verilmez."(Darakutni, III, 57)

 

Ebu Davud'da ki rivayete göre de Aişe (r.anha) şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasulü dedim. Ben sana Mina'da bir ev yahut seni güneşe karşı gölgelendirecek bir yapı yapayım mı? O şöyle buyurdu: "Hayır, orası oralara öncelikle gelenin konaklama yerleridir."

 

Şafii (r.a) da delil olarak Yüce Allah'ın: "Onlar ki evlerinden, yurtlarından çıkartılmışlardır"(el-Hacc, 40) buyruğuna sarılmıştır. Burada görüldüğü gibi Yüce Allah evleri onlara izafe etmektedir. Peygamber (s.a.v.) da Mekke'nin fethi gününde şöyle demiştir: "Kim evinin kapısını kapatırsa, o kimse emniyet altındadır. Ebu Süfyan'ın evine giren de emniyet altındadır.''

 

4- Kıraat ve Nahiv Açıklamaları:

 

İnsanların çoğunluğu; "Eşit" kelimesini ref' ile mübteda olarak okumuşlardır. "Yerli olanlar" kelimesi de onun haberidir. "Eşit" anlamındaki kelimenin mukaddem bir haber olduğu da söylenmiştir. Yani orada ikamet eden de, dışardan yolculuk ederek oraya gelen de orada eşittir. Bu açıklama Ebu Ali'nin açıklamasıdır, yani: Bizim kendisini insanlara bir kıble yahut ibadet olunacak yer kıldığımız mekanda, ikamet eden de, oraya yolculuk edip gelen de eşittir.

 

Hafs'ın, Asım'dan kıraatine göre ise o, "Eşit" kelimesini nasb ile okumuştur. el-A'meş'in kıraati de budur. Bu da iki şekilde açıklanabilir: Birincisine göre "kıldığımız" anlamındaki fiilin ikinci bir mef'ulüdür. Bu durumda "Yerli olan" kelimesi, ("eşit" kelimesi) mastar olduğundan ötürü onunla merfu' olur. Böylelikle ism-i fail gibi amel etmiş demektir, çünkü ism-i fail; (...) manasınadır.

 

İkinci açıklama şekline göre bu; "Kıldığımız" kelimesindeki zamirden hal olabilir.

Bir kesim de "eşit" anlamındaki lafzı nasb ile "yerli olan" anlamındaki kelimeyi de cer ile okumuşlardır. "Yolcu" kelimesini de "insanlar" anlamındaki kelimeye atf ile okumuşlardır. İfade de: Orada ikamet edeni ile, dışardan yolculuk edip geleni ile insanlara ... kıldığımız ... takdirindedir.

 

İbn Kesir "yolcu" anlamındaki "el-badi:" kelimesini hem vakfederken, hem vaslederken "ya" ile okumuştur. Ebu Amr ise vakıf halinde "ya"sız, vasl halinde "ya" ile okumuştur. Nafi ise hem vakıf, hem vasl halinde "ya"sız okumuştur.

 

İnsanlar bizzat Mescid-i Haram'da eşitlik hususunda icma' etmiş olmakla birlikte, Mekke'de eşitlik hususunda farklı görüşlere sahiptir ki biz bunu (az önce) söz konusu ettik.

 

5- Orada Zulüm ile ilhad'ı istemenin Cezası:

 

"Kim orada zulümle ilhad'ı isterse" buyruğu şarttır. Bunun cevabı: "Biz ona pek acıklı azabı tattırırız" buyruğudur. Sözlükte "ilhad" meyletmek demektir. Ancak Yüce Allah burada meylin zulüm ile olmasını zikrederek buna açıklık getirmiştir ki, maksat da budur. Zulmün ne olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Ali b. Ebi Talha'nın İbn Abbas'tan rivayetine göre "kim orada zulümle ilhad'ı isterse" buyruğunu, şirki isterse diye açıkladığını rivayet etmektedir. Ata da şirk ve öldürme diye açıklamıştır. Anlamının, oranın güvercinlerini avlayıp, ağacını kesmek, ihramsız olarak oraya girmek olduğu da söylenmiştir.

 

İbn Ömer der ki: Biz kendi aramızda orada ilhad'ın insanın, hayır vallahi, evet valIahi, asla vallahi demek olduğunu konuşurduk. Bundan dolayı İbn Ömer'in biri helal bölgesinde (Harem'in dışında) diğeri de Harem bölgesinde olmak üzere iki tane çadırı olurdu. Namaz kılmak istediği takdirde Harem hudutları içerisindeki çadırına girer, diğer bazı işlerini görmek istediği vakit Harem bölgesi dışındaki çadırına girerdi. Böylelikle Harem bölgesi içerisinde asla vallahi, evet vallahi demekten kendilerini korumuş oluyorlardı. Çünkü Yüce Allah orada işlenen günahın pek büyük olduğunu belirtmiş bulunmaktadır.

 

Aynı şekilde Abdullah b. Amr b. el-As'ın da birisi Harem bölgesinin dışında "Hill' de" , diğeri ise Harem bölgesi içerisinde iki tane çadırı vardı. Çolukçocuğuna sitem etmek istediği vakit onlarla Harem bölgesi dışında sitemleşirdi, namaz kılmak istediği vakit de Harem bölgesinde namaz kılardı. Bu durumu hakkında ona soru sorulunca o şu cevabı vermişti: Gerçek şu ki biz kendi aramızda Harem bölgesinde: Asla vallahi, evet vallahi dememizin bir ilhad olduğunu söyler dururduk. Masiyetler de tıpkı hasenatın katlandırıldığı gibi Mekke'de katlandırılır. Dolayısıyla bir masiyet iki masiyet olur. Birisi bizatihi emre muhalefet şeklindeki masiyet, ikincisi ise haram olan beldenin hürmetini çiğnemekle işlenen masiyet. İşte haram aylar da aynen bu şekildedir. Buna dair açıklamalar da daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

Ebu Davud'da yer alan bir rivayete göre Ya'la b. ümeyye, Rasulullah (s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Harem bölgesinde yiyecek ihtikar etmek, orada bir ilhaddır."

 

Bu, aynı zamanda Ömer b. el-Hattab'ın da görüşüdür. İfadenin umumi olduğunu kabul etmemiz halinde bütün bunlar da kapsama girer.

 

6- Mekke'de Yapılması Niyet Edilen Masiyetler Dolayısıyla Günahkar Olmak Söz Konusu mudur?:

 

Aralarında ed-Dahhak ve İbn Zeyd'in de bulunduğu bazı te'vil bilginlerinin kanaatine göre bu ayet-i kerime; Mekke'de işlemeyi niyet ettiği masiyetler sebebiyle -o masiyeti işlemeyecek olsa dahi- kişinin cezalandırılacağına delil teşkil etmektedir. Buna benzer bir görüş İbn Mes'ud ile İbn Ömer'den rivayet edilmiştir. Buna göre onlar şöyle demişlerdir: Şayet bir kimse bu Beyt'te bir adamı öldürmeyi içinden geçirecek olursa ve kendisi "Adert Ebyen" denilen yerde bulunsa dahi, şüphesiz Allah onu azaplandıracaktır.

 

Derim ki: Bu doğrudur, çünkü bu mana Yüce Allah'ın: ''Nun. Kalem'e ... andolsun ki"(el-Kalem, 1) buyruğunda -orada Yüce Allah'ın izniyle açıklaması geleceği üzere- açıkça ifade edilmiş bir husustur.

 

7- ''Zulümle İlhad'':

 

Yüce Allah'ın: "İlhad'ı" buyruğundaki "be" fazladan gelmiştir. Nitekim Yüce Allah'ın: "Yağ veren "(el-Mu'minun, 20) buyruğunda da bu harf fazladan gelmiştir. Şairin şu beyitini de (nahiv'dler) böyle açıklamışlardır: "Biz ca'deoğullarıyız, el-Felec denilen yerin sakinleri, Kılıçla darbe indirir ve kurtulmayı da ümid ederiz."

 

Burada şair -"be" harfi olmaksızın-: (...): Kurtuluşu ümid ederiz, demek istemiştir.

el-A'şa da şöyle demektedir: "Bizim mızraklarımız çoluk-çocuğumuzun rızkını teminat altına almıştır."

 

Burada da "rızık" kelimesinin başına "be" harfi fazladan gelmiş bulunmaktadır. Bir başka şair de şöyle demiştir: "Sana ulaşmadı mı -ki haberler yayılıp, durmaktadırZiyadoğullarının süt veren develerinin karşılaştıklarını."

 

Burada da; (...): Karşılaştıkları" kelimesinde "be" harfi fazladan gelmiştir. Bu şekilde kullanım pek çoktur. el-Ferra da şöyle demektedir: Ben kendisine bir şeye dair soru sorduğum bedevi bir Arab'ın: (...): Böyle olacağını ümid ederim" anlamında "be" harfi ziyadesi ile; (...) dediğini duydum.

 

Şair de şöyle demektedir: "Bereketli bir vadi ki üst tarafı boya bitkisi (eş-şes) yetişir, Alt tarafında ise (ateş yakmakta kullanılan) merh ile yine (çok güzel kırmızı gülleri olan) eş-şebehan yetişir."

 

Burada da "el-merh" kelimesinin başına "be" harfi fazladan gelmiştir. Bu el-Ahfeş'in de görüşüdür ve ona göre mana; "Her kim orada zulüm ile ilhadı isterse ... " şeklindedir.

 

Kufeliler de şöyle demektedirler: Burada "be" harfinin gelmesi anlamın; "ilhad etmek suretiyle" şeklinde olduğundan dolayıdır. "Be" harfi ise; (...) ile kullanıldığı gibi, hazf de edilebilir.

 

İfade: (...) Kim orada insanlara bir ilhadde (haksızlık meyli) isteğinde bulunursa, takdirinde de olabilir.

 

Buradaki ilhad ve zulüm küfürden, küçük günahlara kadar bütün masiyetleri bir arada ifade eder. İşte mekanın hürmetinin büyüklüğü dolayısıyla Yüce Allah orada kötülük yapma niyeti dolayısıyla dahi tehditte bulunmaktadır. Bir kötülük yapmayı niyet ettiği halde işlemeyen kimse bundan dolayı hesaba çekilmez, Mekke müstesna. İbn Mes'ud ile Ashab-ı Kiram'dan bir topluluğun ve başkalarının kabul ettiği görüş budur, bunu da az önce zikretmiş idik.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Hac 26

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR