ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

ENBİYA

4

/

6

قَالَ رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاء وَالأَرْضِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ {4}

 

 بَلْ قَالُواْ أَضْغَاثُ أَحْلاَمٍ بَلِ افْتَرَاهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌ فَلْيَأْتِنَا بِآيَةٍ كَمَا أُرْسِلَ الأَوَّلُونَ {5}

 مَا آمَنَتْ قَبْلَهُم مِّن قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ {6}

 

4. "Rabbim, gökte ve yerde söylenen her sözü bilir ve O, her şeyi işitendir, bilendir" dedi.

5. Hatta onlar: "Anlamsız rüyalardır. Hayır, onu kendisi uydurmuştur. Hayır, o bir şairdir. O halde öncekilerle gönderildiği gibi o da bize bir ayet getirsin" dediler.

6. Bunlardan önce helak ettiğimiz hiçbir ülke halkı imana gelmemişti. Acaba bunlar iman ederler mi?

 

"Rabbim, gökte ve yerde söylenen her sözü bilir." Yani gökte ve yerde söylenenlerden hiçbir şey O'na gizli ve saklı kalmaz. Kufelilerin Mushaflarında, "Rabbim ... dedi" şeklinde olup yani Muhammed, Rabbim söylenen her sözü bilir dedi, demektir. Bunun da: O, sizin kendi aranızda fısıldaştığınız, gizlice yaptığınız konuşmaları bilir, demektir.

 

Birinci kıraatin ("dedi" değil "de" anlamındaki kıraatin) daha uygun ve daha güzel olduğu da söylenmiştir. Çünkü onlar bu sözlerini gizlice söylemişlerdi. Yüce Allah bu sözleri peygamberine açıkladı ve onlara bu sözleri söylemesini emretti.

 

en-Nehhas dedi ki: Her iki kıraat de sahihtir ve bu iki kıraat iki ayet gibidir. Her iki kıraatte de Peygamber (s.a.v.)a emir verildiği ve onun da emrolunduğu sözleri söylediğini anlatan ifadeler bulunmaktadır.

 

"Hatta onlar: Anlamsız rüyalardır ... dediler." ez-Zeccac dedi ki: Yani onlar şöyle dediler: Muhammed'in getirdikleri, anlamsız karma karışık rüyalardır. Başkası da şöyle açıklamıştır: Onlar dediler ki: Onun bu getirdikleri, rüyasında görmüş olduğu dehşet verici ve karmakarışık karışık şeylerdir. Bu anlamdaki açıklamayı Mücahid ve Katade yapmıştır. Şairin şu mısraında da bu anlamda kullanılmıştır: "Kendisinden dolayı onu görenin aldanışa düştüğü karmakarışık bir rüya gibi."

 

el-Kutebi dedi ki: Bunlar yalan (yani gerçek çıkmayan) rüyalardır. Şairin şu beyiti de böyledir: "(Onlar) ya Tasımlıların haberlerine dair sözlerdir, yahut geniş düzlük bir arazide,

Yol alana, akan ince bir suymuş gibi görünen bir serap ve rüya görenin gerçekle ilgisi olmayan rüyalarıdır."

 

el-Yezidi dedi ki: "Anlamsız rüyalar (el-edğas)" te'vili olmayan, yorumlanamayan rüyalar demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden Yusuf Suresi'nde (44. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Müşrikler durumun dedikleri gibi olmadığını görünce, bu sefer ağız değiştirerek: "Hayır, onu kendisi uydurmuştur" dediler. Sonra bunu da bırakıp: "Hayır, o bir şairdir" dediler. Yani onlar, şaşırmış haldeydiler. Belli bir iddiada karar kılamıyorlardı. Bir sefer büyüdür dediler, bir sefer anlamsız karışık rüyalardır dediler, bir sefer onu kendisi uyduruyor dediler, bir başka seferinde de o bir şairdir dediler.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bu şu demektir: Bir kesim: O bir sihirbazdır derken, bir başka kesim: O (Kur'an) anlamsız rüyalardır, bir başka kesim: Onu kendisi uydurmuştur, bir diğeri ise: O bir şairdir demiştir.

 

Uydurma (iftira); bir şeyi aslı ve gerçeği olmaksızın, ortaya koymak, iddia etmek demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

"O halde öncekilere gönderildiği gibi o da bize bir ayet getirsin." Yani Musa ile birlikte asa ve buna benzer mucizeler gönderildiği gibi, Salih'in dişi devesi gibi o da bize bir mucize göstersin.

 

Onlar Kur'an-ı Kerim'in büyü de olmadığını, bir rüya da olmadığını biliyorlardı ama şöyle diyorlardı: Peygamberin bizim istediğimiz bir mucizeyi getirmesi gerekir. Halbuki tek bir mucize görmelerinden sonra artık onların teklif edecekleri bir mucizeyi isteme hakları kalmamıştı. Aynı şekilde insanlar arasında bu hususu en iyi bilenler onlar olduğuna ve hiçbir şekilde şüphe etmelerine yer bulunmayan bir mucizeye iman etmediklerine göre; onun dışında başka bir mucizeye nasıl iman edeceklerdir? Eğer anadan doğma körü ve abraşı tedavi etmiş olsaydı, bu tıp ile ilgili bir iştir, derlerdi. Biz de bu işten anlamayız. Ancak onların bu istekleri sadece inatlaşmak ve işi yokuşa sürmek kabilindendi. Zira Yüce Allah onlara yeteri kadar ayetler (belge ve mucizeler) vermiş bulunuyordu. Yüce Allah da şunu beyan etmektedir:

 

Eğer onlar iman edecek olsalardı, elbette onlara istediklerini verirdi. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi. Şayet onlara işittirmiş olsaydı, yine onlar muhakkak yüz çevirerek arkalarına döner, giderlerdi.'' (el-Enfal, 23)

 

"Bunlardan önce helak ettiğimiz" yani helak edileceklerini bildiğimiz "hiçbir ülke halkı imana gelmemişti." İbn Abbas dedi ki: Bu buyruğu ile Salih ve Firavun kavimlerini kastetmektedir.

 

"Acaba bunlar iman ederler." Yani tasdik ederler "mi?" Bu da şu demektir: Öncekiler gönderilen mucizelere iman etmedikleri için kökten imha edildiler. Şayet bunlar gösterilmesini istedikleri mucizeleri görecek olsalardı, yine iman etmeyeceklerdir. Çünkü bu husustaki ilahi hüküm onların iman etmeyecekleri şeklindedir. Onların cezalarının gecikmesi ise Bizim onların sulblerinden, nesillerinden iman edecek kimselerin geleceğini bilmemizdir.

 

"Hiçbir ülke" ifadesindeki cer harfi Yüce Allah'ın: "O zamanda sizden hiçbir kimse bunu ona yapmamıza engel olamazdı"(el-Hakka, 47) buyruğunda olduğu gibi fazladan gelmiştir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Enbiya 7-10

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR