ENBİYA 1 / 3 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِِ اقْتَرَبَ
لِلنَّاسِ
حِسَابُهُمْ
وَهُمْ فِي
غَفْلَةٍ
مَّعْرِضُونَ
{1} مَا
يَأْتِيهِم
مِّن ذِكْرٍ
مَّن
رَّبِّهِم
مُّحْدَثٍ
إِلَّا
اسْتَمَعُوهُ
وَهُمْ يَلْعَبُونَ
{2} لَاهِيَةً
قُلُوبُهُمْ
وَأَسَرُّواْ
النَّجْوَى
الَّذِينَ
ظَلَمُواْ هَلْ
هَذَا
إِلَّا
بَشَرٌ
مِّثْلُكُمْ
أَفَتَأْتُونَ
السِّحْرَ
وَأَنتُمْ تُبْصِرُونَ
{3} |
1. İnsanların
hesaba çekilecekleri vakit yaklaştı. Onlar ise gaflet içerisinde yüz
çeviricidirler.
2.
Kendilerine Rabblerinden yeni bir öğüt geldiği her seferinde mutlaka onu alay
ederek dinlerler.
3.
Kalpleri başka şeylerle meşgul olarak. Zulmedenler aralarında gizlice danışıp:
"Bu sizin gibi bir beşerden başka mıdır? Siz görüp dururken büyüyü kabule
nasıl yanaşırsınız?" (dediler).
"İnsanların hesaba
çekileceği vakit yaklaştı." Abdullah b. Mes'ud dedi ki: Kehf, Meryem,
Ta-Ha ve el-Enbiya süreleri ilk ve eski sürelerdendir. Benim de ilk olarak
bellediğim sürelerdendir.
O, bu sözleriyle eskiden
beri edinilmiş bir mal gibi Kur'an-ı Kerim'den eskiden beri ezberleyip kazanmış
olduğu sürelerden olduklarını kastetmektedir.
Rivayet edildiğine göre
Resulullah (s.a.v.)'in ashabından birisi bir duvar inşa etmekte idi. Bu sürenin
nazil olduğu gün bir başka kişi onun yanından geçti ve duvar inşa etmekte olan
kişi: Bugün Kur'an'dan ne nazil oldu diye sorunca, diğeri: "İnsanların
hesaba çekilecekleri vakit yaklaştı, onlar ise gaflet içerisinde yüz
çeviricidirler" buyruğu indi, dedi. Duvar yapan kişi ellerindeki harcı
silkeleyerek: Allah'a yemin ederim, hesap yaklaşmış bulunuyorken ebediyen bina
yapmayacağım, dedi.
"Yaklaştı"
yani amelleri dolayısıyla kendisinde hesaba çekilecekleri zaman yaklaştı.
"İnsanların"
buyruğu ile ilgili olarak İbn Abbas şöyle demiştir: Burada
"insanlar"dan kasıt müşriklerdir. Buna Yüce Allah'ın: "Her
seferinde mutlaka onu alay ederek dinlerler ... Siz görüp dururken büyüyü
kabule nasıl yanaşırsınız?" buyrukları delildir.
Bir diğer görüşe göre
"insanlar" ile o dönemde her ne kadar Kureyş'in kafirlerine işaret
edilmekte idiyse de bütün insanlar kastedilmektedir. Buna da bu ayetlerden
sonra gelen buyruklar delil teşkil etmektedir.
Hesabın yakın olduğunu
bilen bir kimsenin emeli uzun olmaz.
Gönül hoşluğu ile
tevbeye yönelir, dünyaya meyletmez. Daha önce elde bulunan bir şey, elden
gittiği vakit sanki hiç yokmuş ve olmamış gibi gelir. Gelecek olan her şey de
pek yakındır. Ölüm de kaçınılmaz olarak gelecektir. Her insanın ölümü
kıyametinin kopuşu demektir. Kıyamet te aynı şekilde geçen zamana nisbetle pek
yakındır. Çünkü dünyanın geriye kalan süresi geçmiş olandan daha azdır.
ed-Dahhak dedi ki:
"İnsanların hesaba çekilecekleri vakit yaklaştı" buyruğu, azap
edilecekleri vakit yaklaştı, demektir. Burada da kasıt Mekkelilerdir. Çünkü
onlar yalanlamak kastı ile kendilerine vaad olunmuş ve kendisiyle tehdit
olundukları azabın geciktiğini ileri sürdüler. Halbuki Bedir gününde onlar
kılıçtan geçirildiler.
en-Nehhas dedi ki:
Konuşma esnasında: "Hesaba çekilmeleri insanlar için yaklaştı" demek
caiz değildir. Çünkü bu şekildeki bir ifadede zamir açık ismin önüne geçmiş
olur ve zamirin sonradan gelişini niyet etmek te caiz olmaz.
"Onlar ise gaflet
içerisinde yüz çeviricidirler" buyruğu mübteda ve haberdir. Kur'an'ın
dışındaki ifadelerde hal olarak mansub olması da mümkündür.
İki türlü açıklanabilir.
Birincisi: "Onlar ise gaflet içerisinde yüz çeviricidirler" yani
onlar dünyaya aldanarak ahiretten yüz çeviricidirler. İkincisi ise onlar hesaba
çekilmek için gerekli hazırlıkları yapmaktan ve Muhammed (s.a.v.)ın
getirdiklerinden yüz çevirmektedirler.
Sibeveyh'e göre buradaki
"vav" (...) anlamındadır. Nahivcilerin "hal vav"ı adını
verdikleri "vav" da budur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"O içinizden bir kısmın! örtüp duruyordu. Bir kısmı da canları sevdasına
düşmüşlerdi. "(Al-i İmran, 154)
"Kendilerine
Rabblerinden yeni bir öğüt geldiği her seferinde ... " buyruğundaki
"yeni" lafzı "öğüt"ün sıfatıdır. el-Kisai ve el-Ferra
"yeni" anlamındaki kelimenin (...) şeklinde gelişini de caiz kabul
ederler ki bu: "Kendilerine ... yeni olarak" anlamında hal olarak
nasb edilir.
Yine el-Ferra
"öğüt" anlamındaki kelimenin sıfatı olmak üzere "yeni"
anlamındaki kelimenin merfu gelmesini de caiz kabul etmektedir. Çünkü; (...)
edatı hazfedilecek olursa "zikir (öğüt)" kelimesi merfu gelir.
Buradaki "yeni"den kasıt, Kur'an-ı Kerim'in bölümlerinin nüzulü ve
Cibril (as)ın, Peygamber (s.a.v.)a onu okumasıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in bir
süresi diğeri nden, bir ayeti ötekinden sonra iniyordu. Nitekim Yüce Allah
Kur'an-ı Kerim'i zaman zaman böyle indirmekteydi. Yoksa burada Kur'an'ın
yaratılmış olduğu anlamı kastedilmemiştir.
Denildi ki: Zikir (öğüt)
Peygamber (s.a.v.)ın kendilerine hatırlattığı ve kendisiyle onlara öğüt
verdiğidir.
"Rabblerinden"
diye buyurması ise, Peygamber (s.a.v.)ın ancak vahiy ile konuşmasından
ötürüdür. Peygamber (s.a.v.)ın öğüt vermesi ve sakındırması bir zikirdir ve bu
muhdes (yeni)dir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Artık sen hatırlat,
sen ancak bir hatırlatıcısın." (el-Gaşiye, 21)
Mesela: Filan kişi zikir
meclisindedir, denilir. Bir diğer görüşe göre zikir, bizzat Allah Rasülünün
kendisidir. Bunu da el-Huseyn b. el-Fadl söylemiştir. Ayet-i kerimede geçen:
"Bu sizin gibi bir beşerden başka mıdır?" ifadeleri buna delildir.
Eğer "zikir (öğüt)" ile Kur'an-ı Kerim'i kastetmiş olsaydı, onların:
Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey midir? şeklindeki sözlerini
aktarması gerekirdi. Bu yorumun bir başka delili de Yüce Allah'ın: "Bir
de: Muhakkak ki o bir delidir, diyorlar. Halbuki o ancak alemler için bir
öğüttür." (el-Kalem, 51-52) buyruğudur. Burada da kasıt Muhammed
(s.a.v.)dır. Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Gerçek şu ki: Allah
size bir zikir indirmiştir ... bir peygamber (göndermiştir.)" (et-Talak,
10-11)
"Mutlaka onu"
yani Muhammed (s.a.v.)ı yahut Peygamber (s.a.v.)dan ya da onun ümmetinden
Kur'an-ı Kerim'i "alay ederek dinlerler."
"Alay ederek"
buyruğundaki "vav" hal vavıdır. Buna da: "Kalpleri başka
şeylerle meşgul olarak" buyruğu delildir. "Alay ederek";
oyalanarak anlamındadır. Meşgul olarak, uğraşarak anlamında olduğu da
söylenmiştir.
Eğer bu kelimenin oyalanma
anlamı kabul edilirse, onların kendisiyle oyalandıkları şeylerin iki türlü olma
ihtimali vardır: Birincisi onlar zevk ve arzularıyla oyalanmaktadırlar.
İkincisi onlar kendilerine okunanları dinlerken oyalanmaktadırlar.
Eğer meşguliyet anlamı
kabul edilecek olursa, iki türlü meşguliyetleri düşünülebilir. Birincisi onlar
dünya ile meşguldürler, çünkü dünya bir oyundur. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir.
"(Muhammed, 36) İkincisi onlar, tenkid etmek ve itiraz etmekle uğraşıp
durmaktadırlar. el-Hasen dedi ki: Onlara yeni bir zikir geldiği her seferinde
yine cahilliklerini sürdürüp gittiler. Bunun, alay ederek Kur'an'ı dinlerler,
anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Kalpleri başka
şeylerle meşgul olarak" kalpleri oyalanarak, Allah'ın zikrinden yüz
çevirerek, dikkatle düşünmek ve kavramaktan uzaklaşıp başka şeylerle uğraşarak
demektir. Bu tabir Arapların bir şeyi terkedip başka şeylerle uğraşıp teselli
bulmayı anlatmak üzere; (...) denilmesinden gelmektedir ...
"Meşgul
olarak" isimden önce gelmiş bir sıfattır. Halbuki sıfatın bütün i'rilb
hallerinde mevsufa tabi olması gerekir. Sıfat isimden önce gelecek olursa o
takdirde mansub olur. Yüce Allah'ın; "Gözleri önlerine eğilmiş ...
"(el-Kalem, 43); "Gölgeleri üzerlerine yakınlaşmış" (el-İnsan,
14); buyruklarında olduğu gibi: "Kalpleri başka şeylerle meşgul
olarak" buyruğu da böyledir. Şair der ki: "Azze'nin bomboş kalmış,
ıpıssız bir diyarı vardır, Ve bu, adeta kılıç kınının süsü gibi
parıldamaktadır."
Şair burada
kalıntılarının ıssız olduğunu kastetmek istemiştir.
el-Kisai ve el-Ferra:
"Kalpleri başka şeylerle meşgul olarak" buyruğunun "kalpleri
başka şeylerle meşguldür" anlamında olmak üzere merfu' olmasını caiz kabul
etmişlerdir. Başkaları da burada refi, ikinci haber olarak ve mübtedanın
hazfedilmiş olduğu takdiriyle caiz kabul etmişlerdir. el-Kisai şöyle demiştir:
Bu: Onlar bunu mutlaka kalpleri başka şeylerle meşgul olarak dinlerler,
demektir.
"Zulmedenler
aralarında gizlice danışıp ... " Yani kendi aralarında gizlice danışarak
yalanlamayı söz konusu ettiler. Daha sonra bunların kim olduklarını
açıklayarak: "Zulmedenler" yani şirk koşanlar olduklarını
bildirmektedir. Buna göre "zulmedenler"; lafzı, "gizlice
danıştılar" buyruğundaki çoğul bildiren "vav"den bedeldir. Bu da
daha önce kendilerinden söz edilen insanlara aittir. Bu görüşe göre
"gizlice danışmak" anlamını ifade eden "en-Necva" kelimesi
üzerinde vakıf yapılmaz. el-Muberred dedi ki: Bu bir kimsenin:
"Evde bulunanlar
(yani) Abdullah'ın oğulları ayrılıp, gittiler" demeye benzer. Burada
"oğullar" lafzı, "ayrılıp gittiler" anlamındaki fiilin
çoğul takısını ifade eden "vav"den bedeldir.
Bunun zem olmak üzere
merfu' olduğu da söylenmiştir. Yani onlar zulmeden kimselerdir.
"Söz söylemek"
mastarının hazfedildiği de söylenmiştir. ifadenin takdiri şöyledir: O zalimler
derler ki. .. Bu da Yüce Allah'ın: "Melekler de her kapıdan onların yanına
girip: Sabrettiğiniz şeylere karşılık selam sizlere" (Ra'd, 23-24)
buyruğuna benzemektedir. en-Nehhas da bu görüşü tercih etmiştir. Bu şekildeki
bir cevabın doğruluğunun deli li de bundan sonraki ifadenin: "Bu, sizin
gibi bir beşerden başka mıdır?" şeklinde olmasıdır.
Dördüncü bir görüşe göre
bu, "ben zalimleri kastediyorum" anlamında mansub olabilir. el-Ferra
ayrıca; "Zulmeden insanların hesaplarının görüleceği vakit yaklaştı"
anlamında mecrur olmasını da uygun kabul etmektedir. Bu açıklamaya göre ise
"en-necva; gizlice konuşup danışmak" kelimesi üzerinde vakıf
yapılmaz. Ancak önce geçen üç açıklama şekline göre bundan önce vakıf
yapılabilir. Böylelikle bu hususta beş görüş ortaya çıkmaktadır.
el-Ahfeş; "Pireler
beni yediler" söyleyişine uygun olarak merfu olmasını da caiz kabul
etmiştir ve bu güzel bir açıklamadır. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
"Sonra onlardan bir çoğu yine görmezler ve işitmezler oldular."
(el-Maide, 71) Şair şöyle demektedir:
"Senin ile verilen
mücadele kendisi için çalışılan maksatlara erişti, Ve atılan aklar da
hedeflerini buldu."
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Fakat (sen) Diyaflısın, babası da, annesi de, Akrabaları da
Havnin'da zeytinyağı sıkarlar."
el-Kisai de şöyle
demiştir: ifadede takdim ve te'hir vardır. ifade; o zulmedenler aralarında
gizlice danıştılar, demektir.
Ebu Ubeyde dedi ki:
"Gizlice ... lar" ifadesi burada zıt anlamlı kelimelerdendir.
Konuşmalarını gizlemiş olma anlamında olduğu gibi; bunu açığa vurup iLın etmiş
olmaları anlamına gelme ihtimali de vardır.
"Bu sizin gibi bir
beşerden başka mıdır?" Yani kendi aralarında gizlice fısıldaşıp şöyle dediler:
Şu Resul'ün kendisi olan zikir (öğüt) yahut ta şu sizi davet eden kişi sizin
gibi ve sizden herhangi bir farklılığı bulunmayan bir beşerden başkası mıdır? O
da sizin yaptığınız gibi yemek yiyen, çarşı pazarlarda dolaşan birisidir.
Ancak onlar Yüce
Allah'ın söylediklerini bellemeleri ve kendilerine dini öğretmesi için beşerden
başka birisini kendilerine peygamber olarak göndermesinin caiz olamayacağını
bilemediler.
"Siz", sizin
gibi bir insan olduğunu "görüp dururken büyüyü kabule nasıl yanaşırsınız?"
Yani Muhammed (s.a.v.)ın getirdikleri bir büyüdür. Sizler nasıl olur ona gider,
arkasından yürürsünüz. Yüce Allah peygamberi Muhammed (s.a.v.)i kendi
aralarında gizlice neyi konuştuklarına muttali kılmış oldu.
"Büyü (sihir)"
sözlükte gerçeği bulunmayan ve doğru da olmayan, gerçekle ilişkisiz bir şekilde
varmış gibi gösterilen şey demektir.
"Siz görüp
dururken" buyruğu "siz akıl edip dururken" ifadesine
benzemektedir. Çünkü akıl; eşyayı basiret ile görmektir. Anlamın şöyle olduğu
da söylenmiştir: Sizler bunun büyü olduğunu bildiğiniz halde büyüyü kabul
edecek misiniz?
Bir başka görüşe göre
anlam şöyledir: Sizler hakkı biliyor iken, batıla mı yöneleceksiniz? Bu,
azarlama anlamını taşımaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN