ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TA-HA

131

/

132

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجاً مِّنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنيَا

لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَى {131}

 

 وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَا نَسْأَلُكَ رِزْقاً نَّحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى {132}

 

131. Onlardan bir kısmına bunlarla kendilerini imtihan edelim diye, dünya hayatının süsü olarak verip faydalandırdığımız şeylere gözlerini dikme! Rabbinin rızkı ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

132. Sen aile halkına namazı emret! Kendin de sabırla ona devam et! Senden rızık istemeyiz, sana rızkı Biz veririz. Güzel akıbet ise takva sahiplerinindir.

 

"Onlardan bir kısmına ... dünya hayatının süsü olarak verip faydalandırdığımız şeylere gözlerini dikme!" Bu buyruğun anlamına dair açıklamalar daha önceden el-Hicr Süresi'nde (88, ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır,

 

"Bir kısmına" anlamındaki; (...) kelimesi "faydalandırdığımız" anla-

mındaki fiilin mef'ulüdür.

 

"Süsü olarak" anlamındaki; (...) da hal olarak nasb edilmiştir. ez-Zeccac da şöyle demektedir: Bu kelime "faydalandırdık" fiilinin anlamı ile nasb edilmiştir. Çünkü bu: Biz dünya hayatını onlar için bir süs kıldık, anlamındadır, Yahut gizli bir fiil ile nasb edilmiştir ki o da "kıldık" anlamındaki fiildir. Yani Biz dünya hayatını onlar için bir süs kıldık. Bu da aynı şekilde ez-Zeccac'dan nakledilmiştir,

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bu kelime "bunlarla" anlamındaki; (...) deki "he" zamirinden bedeldir. Mesela; "Ona, (yani) kardeşine uğradım" demeye benzer. el-Ferra da bunun hal olarak nasbedildiğine işaret etmiştir, Bunun amili ise "faydalandırdığımız" anlamındaki; (...) fiilidir. O der ki: Bu; "Ben ona yoksul olduğu halde uğradım" demeye benzer. Bunun takdirinin de şöyle olduğunu söyler: Biz onları dünyada, hayatın süsü ve onda bir ziynet olarak kendisi ile kendilerini faydalandırdığımız .. , takdirindedir.

 

Bunun mastar (mef'ul-i mutlak) olarak nasb edilmesi de caizdir. Yüce Allah'ın: "Allah'ın sanatı ... "(en-Neml, 88) buyruğu ile: "Allah'ın va'di" (en-Nisa, 122; Yunus, 4 vs.) buyruklarında olduğu gibi. Ancak bu tartışılabilir bir görüştür.

 

En güzeli bunun hal olarak nasbedilmesi ve tenvinin hem kendisinin sakin olması hem de "el-hayat"ın "la!ll"ının sakin olması dolayısıyla da hazfedilmesidir. Nitekim "Güneşin aya erişip yetişmesi gerekmediği gibı: gece de gündüzü geride bırakıcı değildir. " (Yasin, 40) buyruğunda "gündüz" anlamındaki kelime "geride bırakıcı" anlamındaki kelime ile nasbedilmiştir. Bu da hem tenvinin kendisi, hem de "lam" sakin olduğundan dolayı tenvinin hazfedildiği takdirine göredir. Bu durumda "el-hayat" kelimesi de Yüce Allah'ın: "Bunlarla kendilerini... faydalandırdığımız şeylere" buyruğundaki "ma"nın bedeli olmak üzere mecrur olur. Buna göre de ifadenin takdiri şöyle olur: Sen gözlerini dünya hayatına süslü olarak yani süslü oluşu halinde ... dikme, takdirinde olur. "Süsü olarak" kelimesinin "faydalandırdığımız şeylere" buyruğundaki "ma"nın bedeli olması da güzel değildir. Çünkü "kendilerini imtihan edelim diye" buyruğu "faydalandırdığımız" buyruğuna taalluk etmektedir.

 

"Dünya hayatının süsü olarak" ifadesi ile de dünya hayatının bitkilerle süslenmesini kastetmektedir.

 

"Ze" harfi ile ondan sonraki "he" harfinin üstün ile "ez-zeheratü" şeklinde bitkilerin beyazlığı demektir. "ez-Zühre (Venüs)" ise bir gezegen adıdır. "Zühreoğulları" söylenirken "he" harfi sakin telaffuz edilir. Bu açıklamaları İbn Aziz yapmıştır.

 

İsa b. Ömer de "he" harfini "nehr ve neher" kelimelerinde olduğu gibi üstün olarak okumuştur. "Parlaklığı olan kandil" demektir. "Zehratu'l-Eşcar" ağaçların parlak ve göz alıcı renkleri demektir. Hadiste de şöyle buyurulmuştur: Peygamber (s.a.v.)ın rengi ezher (parlak) idi. Aydınlık saçan her bir şeye "zahir" denilir ki, bu da renklerin en güzelidir. "Kendilerini imtihan edelim" sınayalım "diye" demektir. Şöyle de açıklanmıştır: Biz bunu kendileri için bir fitne ve sapıklık sebebi yapalım diye ... anlamındadır.

 

Ayetin manası şudur: Ey Muhammed, sen dünyanın parlaklığına, göz alıcılığına hiçbir değer verme, bunun kalıcılığı yoktur. "Dikme" ifadesi "bakma" ifadesinden daha beliğdir. Çünkü bir kimseyi gözünü bir şeye dikmeye iten ancak bununla birlikte bulunan bir hırs olabilir. Bakan bir kimsede ise böyle bir hırs bulunmayabilir.

 

Bu Ayetin Nüzul Sebebi ile ilgili Bazı Görüşlerin Değerlendirilmesi:

 

Kimisi şöyle demiştir: Bu ayetin nüzul sebebi, Rasülullah (s.a.v.)ın azatlı kölesi Ebu Rafi'in yaptığı şu rivayettir: Rasulullah (s.a.v.)a bir misafir geldi. O (selam ona) beni yahudilerden birisinin yanına gönderdi ve dedi ki: Ona şunları söyle; Muhammed sana diyor ki: Bizim bir misafirimiz geldi, ancak yanımızda onun işine yarayacak az da olsa bir şey yok, sen bana Receb ayına kadar şu kadar şu kadar un sat yahut bana borç ver. Adam: Hayır. Rehin almadıkça vermem dedi. Ben de Resulullah (s.a.v.)a geri döndüm ve ona durumu bildirince şöyle buyurdu: "Allah'a yemin ederim. Şüphesiz ki ben sema da da eminim, yeryüzünde de eminim, Şayet bana borç verseydi yahut satmış olsaydı mutlaka ona öderdim, Al, benim bu zırhımı ona götür (rehin bırak.)" Bu ayet-i kerime de dünyalığa karşı onu teselli etmek üzere nazil oldu, 

 

İbn Atiyye dedi ki: Bunun nüzul sebebi olmasına itiraz edilir. Çünkü bu sure Mekke'de inmiştir. Sözü edilen olay ise Medine'de Peygamber (s.a.v.)ın ömrünün sonlarına doğru cereyan etmiştir. Zira o zırhı bu sözü edilen olay sebebiyle bir yahudinin yanında rehin bırakılmış olduğu halde vefat etti. Ancak zahiren görülen o ki, ayet-i kerime kendisinden önceki ayetlerle uyumlu bir şekilde konuyu sürdürmektedir. Şöyle ki: Yüce Allah onları geçmiş ümmetlerin halinden ibret almayı terkettikleri için azarladıktan sonra, süresi belirlenmiş gelecek olan azab ile tehdit etti, arkasından da peygamberine onların hallerini küçük görmesini, sözlerine karşı sabretmesini, mallarından ve ellerinde bulunan dünyalıktan yüz çevirmesini emretti. Zira bütün bunlar ellerinden çıkacak ve sonunda onlar rezil ve rüsvay olacaklardır.

 

Derim ki: Peygamber (s.a.v.)dan gelen şu rivayet de böyledir: Bu rivayete göre o Mustalıkoğullarına ait bir takım develerin yanından geçer. Bu develer semiz olduklarından ötürü sidikleri ve kaba pislikleri üzerlerinde (yağlı bölgelerine takılarak) kurumuştu. Bunun üzerine Peygamber elbisesi ile yüzünü başını örttü ve yoluna devam etti. Buna sebeb de Yüce Allah'ın: "Onlardan bir kısmını bunlarla kendilerini imtihan edelim diye dünya hayatının süsü olarak verip faydalandırdığımız şeylere gözlerini dikme" buyruğudur.

Daha sonra Yüce Allah peygamberini teselli ederek şöyle buyurmaktadır:

"Rabbinin rızkı ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır." Yani Allah'ın sabra karşılık vereceği mükafat ile dünyalığa pek aldırış etmemek daha iyidir. Çünkü mükafat kalıcıdır, dünya (ve dünyalık) fanidir.

 

Buradaki "rızık" ile Yüce Allah'ın mü'minlere fethetmeyi müyesser kılacağı ülkelerle alacakları ganimetlerin kastedildiği de söylenmiştir.

 

[ - ]

"Sen aile halkına namazı emret!" Yüce Allah ona aile halkına namaz kılmalarını emretmesini, onlarla birlikte kendisinin de namaz kılmasını, namaz kılmada sabır ve sebat göstererek terketmemesini emretmektedir. Bu, Peygamber (s.a.v.)a bir hitaptır. Bunun genel çerçevesi içerisine bütün ümmet, özellikle de aile halkı girmektedir. Bu ayet-i kerimenin inişinden sonra Peygamber (s.a.v.) her sabah Fatıma ve Ali (Allah onlardan razı olsun)nin evlerine gider ve "namaza kalkınız" derdi.

 

Rivayet edildiğine göre Urve b. ez-Zübeyr (ra) sultanların durumları ile ilgili bir takım haberler işitir, bazı hallerini gördü mü hemen çabucak evine gider, evinin içerisine girerdi. Bu esnada da Yüce Allah'ın: "Onlardan bir kısmına bunlarla kendilerini imtihan edelim diye dünya hayatının süsü olarak verip faydalandırdığımız şeylere gözlerini dikme! Rabbinin rızkı ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır" buyruğunu okur, sonra da namaz kılmak üzere seslenir: Haydi Allah'ın rahmeti üzerinize olsun, namaza, der ve kendisi de namaz kılardı. Ömer b. el-Hattab (ra) da gece namazı kılmak için aile halkını uyandırırken bu ayeti okurdu.

"Senden rızık istemeyiz." Ne kendine ne de onlara rızık vermeni isteriz.

 

Rızkını elde etmek için uğraştığından, namaz kılamayacak hale gelmeni de istemeyiz. Aksine senin de, onların da rızkını vermeyi Biz üstleniyoruz. Peygamber (s.a.v.) aile halkı geçim sıkıntısına düştüler mi onlara namaz kılmalarını emrederdi. Zaten Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ben cinleri de insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık da istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum. Çünkü şüphesiz ki Allah'tır hem rızkı veren, hem de pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan." (ez-Zariyat, 56-58)

 

"Güzel akıbet ise takva sahiplerinindir." Yani cennet takva sahiplerinindir. Yani övülmeye değer güzel akıbet onlarındır. Çünkü takva sahibi olmayanların da bir akıbeti vardır. Ancak onların akıbeti yerilen bir akıbettir. O bakımdan böyle bir akıbet yok gibidir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ta-Ha 133-135

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR