ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TA-HA

133

/

135

وَقَالُوا لَوْلَا يَأْتِينَا بِآيَةٍ مِّن رَّبِّهِ أَوَلَمْ تَأْتِهِم بَيِّنَةُ مَا فِي

الصُّحُفِ الْأُولَى {133} وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُم بِعَذَابٍ مِّن قَبْلِهِ

لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِن

قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَى {134} قُلْ كُلٌّ مُّتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُوا

فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَى {135}

 

133. "Rabbinden bize bir mucize getirmeli değil miydi?" dediler. Daha önceki sahifelerde bulunan apaçık deliller onlara gelmedi mi ki?

134. Biz onları bundan önce bir azap ile helak etmiş olsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi: "Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin de alçalmadan, rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık."

135. De ki: "Her birimiz gözetliyoruz, siz de gözetleyin. Dosdoğru yolun sahipleri kimdir ve hidayet bulmuş kimdir, bileceksiniz ... "

 

"Rabbinden bize bir mucize getirmeli değil miydi? dediler." Mekke kafirlerini kastetmektedir. Yani Muhammed bize zorunlu ve kat'ı bilgiyi gerektirecek bir belge getirmeli değil mi? Yahut dişi deve ve asa gibi apaçık bir mucize ile gelmeli değil mi? Yahut bize kendisinden önceki peygamberlerin getirdiği gibi, bizim kendisine teklif edeceğimiz mucizeleri bize neden göstermiyor?

 

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Daha önceki sahifelerde bulunan apaçık deliller onlara gelmedi mi ki?" Bununla Tevrat, İncil ve daha önce indirilmiş kitapları kastetmektedir. İşte bu, en büyük bir belgedir, zira o bu kitaplarda bulunanları haber vermiştir. "Sahifeler" anlamındaki "es-Suhuf" kelimesi "ha" harfi sakin olarak "es-Suhf" şeklinde de okunmuştur.

Şöyle de açıklanmıştır: Bunlar peygamberliğine delil teşkil eden bir belge olmak üzere, önceki kitaplarda gördükleri geleceği müjdesini veren buyruklar kendilerine ulaşmış bulunmuyor mu?

 

Bir diğer açıklama da şöyle yapılmıştır: Bizim küfre sapan ve bir takım mucizeler gösterilmesini teklif eden ümmetleri helak edişimize dair haberler onlara ulaşmadı mı? İstedikleri bu mucizeler kendilerine geldiği takdirde, bunların hallerinin de ötekilerinin hali gibi olmayacağına dair kendilerine emniyet ve güven veren nedir?

 

Ebu Ca'fer, Şeybe, Nafi', Ebu Amr, Ya'kub, İbn Ebi İshak ve Hafs "beyyine: apaçık delil" kelimesinin müennes oluşu dolayısı ile "onlara gelmedi mi ki?" anlamındaki buyruğu da; (...) şeklinde te'nis "te"si ile okumuşlardır. Diğerleri ise fiilin önceden geçmiş olması dolayısıyla bunu "ya" ile okumuşlardır. Diğer taraftan "beyyine" beyan (açıklamak) ile, burhan (delil) aynı şeydir. O bakımdan onlar bu fiili manayı göz önünde bulundurarak böyle okumuşlardır. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim de bu okuyuşu tercih etmiştir.

 

el-Kisai; "ilk sahifelerde bulunanlar o apaçık deliller onlara gelmedi mi!" şeklinde bir okuyuşu da nakletmektedir. Buna bağlı olarak da şunları söyler: Buna göre; (...) şeklinde okunması da mümkündür.

 

en-Nehhas dedi ki: "Beyyine" kelimesini tenvinli ve merfu olarak okuyacak olursak; (...) ondan bedel olur. Mansub okunursa hal olur. Önceki sahifelerde bulunanlar açıklanmış olarak onlara gelmedi mi?

 

"Biz onları bundan önce" yani Muhammed (s.a.v.)ın peygamber olarak gönderilmesinden ve Kur'an'ın indirilmesinden önce "bir azab ile helak etmiş olsaydık, elbette" kıyamet gününde "şöyle diyeceklerdi: Rabbimiz bize bir peygamber gönderseydin de" yani bize bir peygamber göndermeli değil miydin de "alçalmadan, rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık."

 

"Alçalmadan ve rezil olmadan önce" buyruğundaki fiiller; "Alçaltılmadan ve rezil edilmeden ... " şeklinde meçhul fiil olarak da okunmuştur.

 

Ebu Said el-Hudrı'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasülullah (s.a.v.) fetret döneminde ölen, bunak ve çocukken ölen kimse hakkında şöyle buyurmuştur: "Fetret döneminde ölen der ki: Bana ne bir kitap geldi, ne de bir peygamber. Sonra da: "Biz onları bundan önce bir azap ile helak etmiş olsaydık. Elbette şöyle diyeceklerdi: Rabbimiz, bize bir peygamber gönderseydin ... " Bunak da şöyle diyecek: Rabbim Sen bana kendisi ile hayrı ve şerri kavrayabileceğim bir akıl vermedin. Çocukken ölen de şöyle diyecek: Rabbim ben amel edebilecek bir yaşa gelmedim. Bunun üzerine onların önünde bir ateş yükseltilir. Onlara: Haydi o ateşe gidiniz ve içine giriniz, denilir. (Devamla) Buyurdu ki: Eğer amelde bulunacak çağa gelmiş olsaydı, Allah'ın ilminde mutlu kimselerden olduğu bilinen kişiler o ateşe varacak yahut ona girecek. Allah'ın ilminde amel edecek yaşa geldiği takdirde bedbaht olacağı bilinen kimse ise, onun yanına gitmeyecek. Bunun üzerine şanı Yüce ve mübarek olan Allah şöyle buyuracak: Şimdi siz Bana karşı geldiniz, ya peygamberlerim size gelmiş olsaydı, ne yapardınız?"

 

Bu Ebu Said'den onun bir sözü diye mevkuf olarak rivayet edilir. Ancak bu hadis(in sıhhati) su götürür. Biz bunu (et-Tezkire'' adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz. Çocuklar ve diğerleri ahirette imtihana tabi tutulurlar, diyenler bunu delil göstermişlerdir.

"Uysaydık" anlamındaki fiilin, nasb ile gelmesi tahsis'in cevabı olması dolayısıyladır.

 

Azab içerisinde "alçalmadan" cehennemde de "rezil olmadan önce ayetlerine" Muhammed (s.a.v.)ın getirdiklerine "uysaydık." Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır. Şöyle de açıklanmıştır: Dünyada azap ile "alçalmadan" ahirette de ahiret azabı ile "rezil olmadan önce ... "

 

"De ki: Her birimiz gözetiiyoruz." Yani ey Muhammed onlara de ki: Herkes gözetlemekte, beklemektedir; bütün mü'minler de, kafirler de. Hepsi zamanın ne gibi olaylar getireceğini gözetlemekte ve kimin zafer kazanacağını beklemektedir.

 

"Siz de gözetleyin. Dosdoğru yolun sahibleri kimdir? ve hidayet bulmuş kimdir? bileceksiniz." Bununla dosdoğru (müstakim) dini ve hidayeti kastetmektedir. Yani sizler ilahi yardım sayesinde kimin hak dine götüren yolu bulup hidayete erdiğini bileceksiniz.

Bir başka açıklama da şöyledir: Siz kıyamet gününde cennete götüren yolu kimin bulduğunu bileceksiniz.

 

Bu ifadeler bir çeşit tehdit ve korkutma anlamında olup bunlarla sure bitirilmiş olmaktadır.

 

"Bileceksiniz" buyruğu; "Bir süre sonra bileceksiniz" diye de okunmuştur. Ebu Rafi' dedi ki: Ben bunu Rasulullah (s.a.v.)dan (böylece) belledim. Bunu da ez-Zemahşeri nakletmektedir.

 

"Kim" ez-Zeccac'a göre ref' mahallindedir. el-Ferra da şöyle demiştir: Bu Yüce Allah'ın: "Allah kimin ıslah ettiğini, kimin fesad yaptığln! bilir" (elBakara, 220) buyruğunda olduğu gibi nasb mahallinde de olabilir.

 

Ebu İshak dedi ki: Bu yanlıştır. Çünkü soruda ma kabli (ondan önceki lafızlar) amel etmez. Buradaki "kim" anlamındaki edat mübteda olarak ref' mahallinde bir istifham (soru)dır ve: Sizler dosdoğru yolun izleyicilerinin biz mi yoksa siz mi olduğunu bileceksiniz, demektir.

en-Nehhas dedi ki: el-Ferra' "dosdoğru yolun sahipleri kimdir" buyruğu sapıtmayan kimdir, anlamında olduğu kanaatindedir. "Ve hidayet bulmuş kimdir?" buyruğu da ona göre önce sapıtan, sonra da hidayet bulan kimdir, anlamındadır.

 

Yahya b. Ya'mer ile Asım el-Cahderi "dosdoğru yolun sahipleri kimdir ve hidayet bulmuş kimdir bileceksiniz" anlamındaki buyruğu; "Dosdoğru yolun sahipleri kimlerdir... bilecekler" diye ve "dosdoğru" anlamındaki kelimeyi "vav" harfi şeddeli ve ondan sonra da te'nis elifi ile hemzesiz olarak "fu'la" vezninde okumuşlardır. Ancak "es-Sırat: Yol" kelimesinin müennes kabulü oldukça az görülen bir istisnadır. Nitekim Yüce Allah: "Bizi dosdoğru yola (es-sıratal müstakim) ilet" diye buyurmakta ve gerek burada, gerek başka yerde bu kelime müzekker olarak kullanılmış olmaktadır.

 

Ebu Hatim bunu reddederek şöyle der: Eğer bu kelime "es-sev"den geliyor ise o takdirde; (...) denilmesi gerekirdi. Eğer "es-seva"den geliyor ise bu takdirde "sin" harfi esreli olarak; (...) denilmesi gerekirdi ve bunun aslı da; (...) şeklindedir.

 

ez-Zemahşerı dedi ki: Bu kelime vasat ve adil yahut da dümdüz, dosdoğru anlamında olmak üzere; (...) diye de okunmuştur.

 

en-Nehhas dedi ki: Yahya b. Ya'mer ile el-Cahderı'nin kıraatinin caiz oluşu bu kelimenin aslının; (...) şeklinde oluşu halinde mümkündür. Sakin olan harf sağlam bir engel olmadığından dolayı sanki hemze, dammeye kalbedilmiş ve onun yerine de -ma kab li meftuh geldiği takdirde "elif" getirildiği gibi- "vav" getirilmiş gibidir.

 

(Ta-Ha Suresi) burada sona ermektedir. Hamd, yalnız Allah'a mahsustur.

 

TA-HA SüRESİ'NİN SONU

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

21-ENBİYA سورة الأنبياء

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

 (Ta-Ha )