ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TA-HA

83

/

89

وَمَا أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَا مُوسَى {83} قَالَ هُمْ أُولَاء عَلَى أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَى {84} قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِن بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ

السَّامِرِيُّ {85} فَرَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفاً قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناً أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدتُّمْ أَن يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُم مَّوْعِدِي {86} قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَاراً مِّن زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ {87}

فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَذَا إِلَهُكُمْ وَإِلَهُ مُوسَى فَنَسِيَ {88} أَفَلَا يَرَوْنَ أَلَّا يَرْجِعُ إِلَيْهِمْ قَوْلاً وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَرّاً وَلَا نَفْعاً {89}

 

83. "Kavminden erken gelmek için seni aceleye iten nedir, ey Musa!"

84. "Onlar da arkamdan geliyorlar. Rabbim razı olasın diye ben huzuruna gelmek için acele ettim" dedi.

85. Buyurdu ki: "Senden sonra Biz kavmini fitneye düşürdük. Sonra Samiri de onları saptırdı."

86. Musa kızgın ve kederli bir şekilde kavmine döndü. Dedi ki: "Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Yoksa aradan geçen süre size uzun mu geldi? Yahut üzerinize Rabbinizden bir gazabın gelmesini mi istediniz de bana olan vaadinizde durmadınız?"

87. Dediler ki: "Biz kendi güç ve isteğimizle vaadine muhalefet etmedik. Fakat kavmin süs eşyasından iğreti aldığımız ağırlıklar yüklenmiştik de onları attık. Samiri de böylece attı."

88. Onlara böğüren bir buzağı heykeli yaptı. Dediler ki: "Bu sizin de ilahınızdır, Musa'nın da ilahıdır, o unuttu."

89. Onun, hiçbir sözlerine karşılık veremediğini, onlara bir zararının dokunmadığını, bir fayda da sağlayamadığını görmezler mi?

 

"Kavminden erken gelmek için seni aceleye iten nedir, ey Musa?" Ondan önce seni gelmeye ne itti?

 

Denildiğine göre; burada kavimden kasıt, bütün İsrailoğullarıdır. Buna binaen şöyle denilmiştir: O, İsrailoğullarının başına Harun'u yerine halef bırakmış, kendisi ise beraberinde yetmiş kişi ile birlikte tayin edilen vakitte hazır bulunmak üzere gitmişti.

 

"Onlar da arkamdan geliyorlar." O bu sözleriyle kavminin arkasından ve bu tarafa doğru yürümekte olduklarını kastetmemiştir. Bu sözleriyle: Onlar benim yakınımda bulunuyorlar ve benim kendilerine dönmemi bekliyorlar, demek istemişti.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Hayır Harun'a, İsrailoğulları ile birlikte izini takip edip kendisine yetişmeleri emrini vermiştim.

 

Bir kesim de şöyle demiştir: O "kavim" ile seçtiği yetmiş kişiyi kastetmişti. Musa, Tur'a yaklaştığında Yüce Allah'ın kelamını dinleme şevki dolayısıyla onlardan daha çabuk hareket ederek önlerine geçmişti.

 

Bir başka açıklama da şöyledir: O sözleşilen şekilde Tür-i Sina'ya gelince, Rabbine kavuşma şevkini duydu. Yüce Allah'a olan aşırı şevkinden dolayı aradaki mesafe kendisine çok uzak geldi. Bundan dolayı o kadar sıkıldı ki, gömleğini dahi yırttı. Fakat yine de dayanamayarak onları geride bırakıp tek başına gitti. Huzurda durunca şanı Yüce ve mübarek olan Allah: "Kavminden erken gelmek için seni aceleye iten nedir, ey Musa?" diye sordu. O ise ne cevap vereceğini kestiremeyip şaşırdı ve cevap olmak üzere:

 

"Onlar da arkamdan geliyorlar, dedi." Yüce Allah kendisine acele etme sebebini sorduğu halde, o kavminin arkasından gelmekte olduklarını bildirdi. Daha sonra da: "Rabbim razı olasın diye ben huzuruna gelmek için acele ettim, dedi." Böylelikle şevkini ve Allah'ın rızasını aramaktaki samimiyetini dile getirmiş oluyordu.

 

Abdu'r-Rezzak, Ma'mer'den, o Katade'den Yüce Allah'ın: "Rabbim razı olasın diye ben huzuruna gelmek için acele ettim" buyruğu hakkında: Sana olan şevkimden dolayı (böyle hareket ettim) diye açıkladığını nakl etmektedir.

 

Aişe (r.anha) da uyumak üzere yatağına çekildiğinde: el-Medd'i getirin, derdi. Bunun üzerine ona Mushaf getirilir, onu alır, göğsüne bastırır ve o şekilde uyurdu, Bununla teselli bulurdu, Bunu Süfyan, Mis'ar'den, o Aişe (r.anha) dan rivayet etmektedir.

 

Peygamber (s.a.v.)da yağmur yağdığında elbiselerini çıkartır ve yağmur tenine değinceye kadar elbisesiz kalır ve şöyle derdi: "Çünkü bunun Rabbimin yanından gelişi yepyenidir. ''İşte Rasulullah (s.a.v.)ın ve ondan sonrakilerin bu gibi davranışları Yüce Allah'a duyulan şevk kabilindendir. Bundan dolayı Yüce Allah'ın (kudsi hadiste) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "İyi insanların Bana kavuşmaya olan şevkleri epey uzadı. Onlara kavuşmaya Benim şevkim onlarınkinden fazladır. ''

 

İbn Abbas dedi ki: Elbette Yüce Allah bunun sebebini biliyordu, Lakin Musa (a.s.)a rahmet olmak, bu sözleriyle ona ikramda bulunmak, kalbine sükunet vermek ve ona karşı duyduğu merhamet dolayısıyla: "Kavminden erken gelmek için seni aceleye iten nedir, ey Musa?" diye buyurdu, O da Rabbine cevap olmak üzere: "Onlar da arkamdan geliyorlar" dedi.

 

Ebu Hatim der ki: İsa dedi ki: Temimoğulları: -"onlar.... lar" anlamında-: (...) şeklinde "elif-i maksura" ile söylerler. Hicazlılarsa medli olarak; (...) derler. el-Ferra; "Onlar da arkamdan geliyorlar" diye okunduğunu da nakletmektedir.

 

Ebu İshak ez-Zeccac, bu okuma şeklinin uygun bir açıklaması bulunmadığını iddia etmiştir. en-Nehhas dedi ki: Bu onun dediği gibidir. Çünkü bu edat izafe yapılan bir kelime değil ki; "Benim hidayetim"e benzesin, Diğer taraftan şu iki husustan birisi de mutlaka söz konusudur: Bu ya müphem bir isimdir, buna göre izafet yapılması imkansızdır. Yahut da; (...): Onlar" anlamındadır, yine izafe olmaz, Çünkü ondan sonraki ifadeler onu bütünlemektedir ve bu marifedir.

 

İbn Ebi İshak, Nasr ve Ruveys, Ya'kub'dan; (...) şeklinde hemzeyi esreli, "se"yi sakin olarak okumuşlardır. Bu da; (...) anlamındadır. İki ayrı söyleyiştir. (Mealdeki anlamıyla: Arkamdan, izimden)

 

"Rabbim razı olasın diye ben huzuruna gelmek için acele ettim." Yani gelmemi emretmiş olduğun yere benden razı olasın diye acele edip geldim, Nitekim; "Aceleci adam ve aceleciliği apaçık adam" denilir. Acele, geç hareket etmenin, geç davranmanın aksidir.

 

 

"Senden sonra, Biz kavmini fitneye düşürdük." Yüce Allah'ın varlığına delil göstermelerini istemek suretiyle onları denedik, sınadık.

 

"Sonra Samiri de onları saptırdı." Yani onları sapıklığa davet etti. Yahut da sapıklıklarına o sebeb oldu.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Biz onları fitneye düşürdük, yani buzağıya tapmayı kendilerine süslü gösterdik. Bundan dolayı Musa (a.s.): "Zaten o ancak senin fitnendir'' (el-A'raf, 155) demiştir.

 

İbn Abbas (ra) dedi ki: Samir! ineğe tapan bir topluluktan dı. Mısır topraklarına gelmişti ve zahiri itibariyle İsrailoğulları dinine girmişti. Kalbinde ineklere tapma duygusunu hala taşıyordu.

 

Kimisine göre de Samiri Kıbtilerden idi. Musa (a.s.)ın komşusu olup ona iman etmiş, onunla birlikte Mısır'dan dışarıya çıkmıştı.

 

Bir diğer açıklamaya göre o, İsrailoğullarının büyüklerinden birisi idi. esSamira diye bilinen bir kabileye mensubtu. Bunlar Şam topraklarında bilinen bir kabiledir. Said b. Cubeyr dedi ki: Samiri, Kirman ahalisindendi.

 

"Musa kızgın ve kederli bir şekilde kavmine döndü." (Bu buyrukta: "kızgın ve kederli bir şekilde" anlamındaki ifadeler) hal'dir. Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden el-A'raf Suresi'nde (150. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Dedi ki: Ey Kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı?"

 

Yüce Allah kendisine itaati sürdürdükleri takdirde cenneti vaad etti ve ayrıca Musa (a.s.) diliyle Tevrat'ta kelamını kendilerine işittireceği sözünü de vermişti. Böylelikle Tevrat'ta bulunan hükümler gereğince amel etsinler ve amellerine karşılık mükafatı hak etsinler.

 

Bir görüşe göre onlara yardım ve zafer vaadinde bulunmuştu. Bir diğer görüşe göre onun vaadi: "Muhakkak Ben tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyip hidayet üzere olana da çok çok mağfiret edeceğim." (82. ayet) buyruğunda dile getirdiğidir.

 

"Yoksa aradan geçen süre size uzun mu geldi?" Yani -denildiği üzeresiz bunları unuttunuz mu? Aradan geçen uzun bir süre dolayısıyla bir şey unutulabilir.

 

"Yahut üzerinize Rabbinizden bir gazabın gelmesini mi istediniz de Bana olan vaadinizde durmadınız?" Bu buyruktaki: "Gelmesi" hakkınızda bunun vacip olup inmesi ... demektir. Gazab da ceza ve musibet, intikam demektir. Yani yoksa sizler Allah'ın gazabının sizi gelip bulmasına sebeb teşkil edecek bir fiil mi yapmak istediniz? Çünkü hiçbir kimse Allah'ın gazabını istemez, ama ilahı gazaba sebeb teşkil edecek işler yapabilir.

 

" ... Bana olan vaadinizde durmadınız?" Çünkü onlar Musa (a.s.)'a Tur dağından geri dönünceye kadar Yüce Allah'a itaate devam edeceklerine söz vermişlerdi. Bir diğer açıklamaya göre; hemen arkasından gelmek üzere kendileriyle sözleşmiş olduğu halde onlar duraksadılar.

 

"Dediler ki: Biz kendi güç ve isteğimizle vaadine muhalefet etmedik" buyruğundaki: "Kendi güç ve isteğimizle" lafzı Nafi', Asım ve İsa b. Ömer tarafından "mim" harfi üstün olarak okunmuştur. Mücahid ve es-Süddi, "kendi güç ve takatimizle" demektir diye açıklamışlardır.

 

İbn Zeyd de şöyle açıklamıştır: Biz kendimizi tutamadık, yani buna mecbur kaldık.

 

İbn Kesir, Ebu Amr ve İbn Amir ise bu kelimeyi "mim" harfini esreli olarak okumuşlardır. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim de bunu tercih etmişlerdir. Çünkü üstün şive budur. Bu da; "Bir şeye malik oldum, malikim" fiilinin mastarıdır. Burada mastar faile izafe edilmiş, mef'ul de hazfedilmiştir. Şöyle denilmiş gibidir: Biz kendi imkanlarımızIa doğruya muhalefet etmedik, aksine hata ettik. Bu onların hata ettiklerini itiraftır.

 

Hamza ve el-Kisai ise "mim" harfini ötreli olarak okumuşlardır ki; bu da, biz kendi otoritemiz ve sultamızla ... anlamındadır. Yani bizler hiçbir şeye malik değildik ki sana vermiş olduğumuz söze muhalefet etmiş olalım.

 

Diğer taraftan şöyle denilmiştir: Yüce Allah'ın: "Dediler ki" buyruğu umumi olmakla birlikte, maksad özel kimselerdir. Yani Musa, Tur'dan kendilerine geri dönünceye kadar Allah'a itaat üzere sebat eden kimseler: "Biz kendi güç ve isteğimizle vaadine muhalefet etmedik" dediler. Bunlar onikibin kişi idiler, bütün İsrailoğulları ise toplam altıyüzbin kişi idi.

 

"Fakat kavmin süs eşyasından iğreti aldığımız ağırlıklar yüklenmiştik de onları attık" buyruğundaki: "Yüklenmiştik" anlamındaki kelimenin "ha" harfi ötreli, "mim" şeddeli ve esrelidir. Nafi', İbn Kesir, İbn Amir, Hafs ve Ruveys böyle okumuşlardır. Diğerleri ise her iki harfi de üstün ve şeddesiz okumuşlardır. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim bu okuyuşu tercih etmişlerdir. Çünkü onlar kavmin süs eşyalarını beraberlerinde taşıyıp getirmişler, bunları zorla taşımamışlardır.

 

Musa (a.s) ile beraber çıkmayı istediklerinde Kıptilerden süs eşyalarını iğreti olarak almışlardı. Bir bayramları yahut bir ziyafetleri dolayısıyla toplantıya gidecekleri izlenimini vermişlerdi.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bu onların Firavun hanedanından deniz kendilerini sahile attığı vakit aldıkları şeylerdi. Bunlara "ağırlıklar (evzar)" deniliş sebebi bunların hepsinin günah oluşlarıdır. Yani bunları almak kendilerine helal değildi, ganimet onlara helal kılınmamıştı. Aynı şekilde dilde de "evzaI''' ağırlıklar, ağır yükler demektir.

 

" ... onları attık" yani beraberimizde bulunan süs eşyalarını taşımak bize ağır geldi. Biz de erisinler diye onları ateşe bıraktık.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Biz geri dönüp bu hususta görüşünü açıklayasın diye onları Samiri'ye attık.

 

Katade dedi ki: İsrailoğulları, Musa (a.s.)ın geciktiğini görünce Samiri kendilerine şöyle dedi: Onun size geri dönüşünün gecikmesinin sebebi, yanımızda bulunan süs eşyalarıdır. Bunun üzerine bütün bu süs eşyalarını toplayıp Samiri'ye verdiler. O da bunları alıp ateşe attı ve bunlardan kendilerine bir buzağı yaptı. Sonra da o buzağının üzerine elçinin -ki Cibril (a.s.) dır atının ayağının izinden bir avuç bıraktı.

 

Ma'mer dedi ki: Cibril (a.s.)ın üzerinde bulunduğu at, hayatın kendisi idi.

O bakımdan bu aldığı avucu buzağının üzerine bırakınca, hemen böğüftüsü olan bir buzağı heykeline dönüşüverdi.

 

İbn Abbas dedi ki: Süs eşyaları ateşte eriyince, Samiri geldi ve Harun'a:

Ey Allah'ın peygamberi, ben de elimde olanı bırakayım mı? -o da Samiri'nin de diğerleri gibi süs eşyası getirmiş olduğunu zannediyordu.- Samiri erimiş süs eşyası arasına o toprağı attı ve böğürtüsü olan bir buzağı ol dedi, dediği gibi oldu. Buna sebeb ise sınamak ve denemekti. Bu buzağı tek bir defa böğürdü ve daha sonra onun gibi de böğürmedi.

Bir diğer açıklamaya göre onun böğürüp ses çıkarması, rüzgar ile oluyordu. Çünkü o bu buzağıda bir takım delikler yapmıştı. Rüzgar onun içine girdi mi ses çıkarıyordu; canlı değildi. Bu da Mücahid'in görüşüdür.

 

Birinci görüşe göre etten, kemikten bir buzağı olmuştur. Bu da el-Hasen, Katade ve es-Süddı'nin görüşüdür.

 

Hammad, Simak'dan o Said b. Cubeyr'den, o da İbn Abbas'tan rivayete göre İbn Abbas şöyle demiş: Harun buzağıyı yapmakta olan Samiri'nin yanından geçti. Bu nedir? diye sordu. O da: Bu fayda verir ve zarar vermez demişti. Bunun üzerine Allah'ım ona nefsinde olana uygun olmak üzere Senden istediğini ver, dedi. Bunun üzerine Samiri de: Allah'ım, Senden bunun böğürmesini dilerim, dedi. Buzağı böğürdüğü vakit secdeye kapanıyorlardı. Bu böğürme de Harun'un yaptığı bu duadan dolayı olmuştu.

 

İbn Abbas dedi ki: Bu buzağı canlı bir buzağı imiş gibi böğürdü. Rivayet edildiğine göre Musa (a.s.) şöyle demiş: Rabbim, şu Samiri beraberlerindeki süs eşyalarından böğürtüsü olan bir buzağı heykeli yaptı. Bu heykeli ve bu böğürtüyü yaratan kim? Şanı Yüce ve mübarek olan Allah: Ben, diye buyurdu. Musa (a.s.) dedi ki: İzzetin, celalin, yüceliğin, azametin ve saltanatın hakkı için senden başka kimse onları saptırmadı. Yüce Allah: "Ey hikmetliler hikmetlisi doğru söyledin" dedi ... Bütün bunlar daha önceden el-A'raf Süresi'nde (148. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Dediler ki: Bu sizin de ilahınızdır, Musa'nın da ilahıdır." Samir! ve ona uyanlar demektir. -Ki bunlar teşbihe meyilli kimseler idiler. Zira: ''Onların nasıl tanrıları varsa sen de bize böyle bir tanrı yap. "(el-A'raf, 138) demişlerdi.

 

"O unuttu." Yani Musa bu konuda şaşırdı ve ilahını gidip başka yerde aradı. Bulunduğu yeri bilemedi. Rabbine giden yolu da şaşırdı.

 

Anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Musa ilahını burada bırakıp gitti; gidip başka yerde aradı.

 

İsrail, Simak'dan, o İkrime'den o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Musa sizlere bunun kendisinin de ilahı olduğunu söylemeyi unuttu, demektir.

Buradaki hitabın Samir! hakkında bir haber olduğu da söylenmiştir. Yani Samiri Musa'nın kendisine emretmiş olduğu imanı terketti ve o bakımdan şaşırıp sapıttı. Bu açıklamayı İbnu'l-A'rabi yapmıştır.

 

Yüce Allah onların bu iddialarına karşı delil getirerek şöyle buyurmaktadır:

"Onun hiçbir sözlerine karşılık veremediğini" onlarla hiçbir şekilde konuşamadığını, bir diğer açıklamaya göre hiçbir şekilde tekrar böğüremeyip ses çıkaramadığını "onlara bir zararının dokunmadığını, bir fayda sağlayamadığını görmezler mi?" O halde o nasıl ilah olabilir? Musa (a.s.)ın ibadet ettiği ise zarar verir, fayda sağlar, mükafat verir, ihsanda bulunur ya da engeller.

 

"Karşılık veremediğini" buyruğu; (...) takdirindedir. Bundan dolayı da fiil merfu olarak gelmiş; (...) şeddesiz gelmiş ve zamir hazfedilmiştir. Görmek, bilmek ve zannetmek fiilerinin, bu şekilde gelmeleri halinde, tercih edilen açıklama şekli budur. Şair dedi ki: "Hint kılıçlarından (onlar gibi genç ve dinç) gençler arasında bulunanlar biliyorlar ki, Çıplak ayaklı olsun, ayakkabılı olsun, herkes mutlaka ölecektir."

 

Zamir bazen bu (vb.) edatların şeddeli olmasına rağmen yine de hazfedilebilir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi: "Eğer sen Dabblı (Dabboğullarından) birisi olsaydın yakınlığımı bilirdin, Ama (sen) kalın dudaklı zencinin birisisin."

 

Burada; "Ama sen" takdirindedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ta-Ha 90-93

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR