TA-HA 72 / 76 |
قَالُوا
لَن
نُّؤْثِرَكَ
عَلَى مَا
جَاءنَا
مِنَ الْبَيِّنَاتِ
وَالَّذِي
فَطَرَنَا
فَاقْضِ مَا
أَنتَ قَاضٍ
إِنَّمَا
تَقْضِي
هَذِهِ الْحَيَاةَ
الدُّنْيَا {72}
إِنَّا
آمَنَّا
بِرَبِّنَا
لِيَغْفِرَ
لَنَا
خَطَايَانَا
وَمَا
أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ
مِنَ
السِّحْرِ
وَاللَّهُ
خَيْرٌ
وَأَبْقَى {73}
إِنَّهُ مَن
يَأْتِ
رَبَّهُ مُجْرِماً فَإِنَّ
لَهُ
جَهَنَّمَ
لَا يَمُوتُ
فِيهَا
وَلَا
يَحْيى {74}
وَمَنْ
يَأْتِهِ
مُؤْمِناً
قَدْ عَمِلَ
الصَّالِحَاتِ
فَأُوْلَئِكَ
لَهُمُ
الدَّرَجَاتُ
الْعُلَى {75}
جَنَّاتُ
عَدْنٍ تَجْرِي
مِن
تَحْتِهَا
الْأَنْهَارُ
خَالِدِينَ
فِيهَا
وَذَلِكَ
جَزَاء مَن
تَزَكَّى {76} |
72.
Dediler ki: Bize gelen apaçık delillerle ve bizi yaratana seni üstün tutmayız.
Ne hüküm vereceksen ver sen ancak bu dünya hayatında hükmedersin.
73.
"Gerçekten biz Rabbimize iman ettik ki günahlarımızı ve bizi işlemeye zorladığın
büyüyü bağışlayarak bizi affetsin. Allah hem daha hayırlıdır, hem daha
kalıcıdır."
74.
Gerçek şu ki: Kim Rabbine günahkar olarak gelirse onun için cehennem vardır,
orada ölmez de dirilmez de.
75. Kim
de O'na mü'min olarak salih amelde bulunmuş halde gelirse onlar için en yüksek
dereceler vardır.
76.
Altından ırmaklar akan Adn cennetleri. Onlar orada ebedidirler. İşte arınan
kimselerin mükafatı budur.
Büyücüler "dediler
ki: Bize gelen apaçık delillerle ve bizi yaratana seni üstün tutmayız" tercih
etmeyiz.
İbn Abbas dedi ki:
Bununla kendilerine gelen kesin bilgi ve yakini kastetmişlerdir. İkrime ve
başkaları da şöyle dediler: Onlar secdeye kapandıklarında Yüce Allah cennetteki
yerlerini kendilerine gösterdi. İşte bundan dolayı Firavun'a "seni üstün
tutmayız" dediler. Firavun'un hanımı: Kim galip geldi? diye soruyordu.
Ona: Musa ve Harun galip geldi, denilince o da: Ben de Musa ve Harun'un Rabbine
iman ettim, demişti. Firavun ona adamlarını gönderdi ve şu talimatı verdi: En
büyük ve yüksek kayayı bulunuz, eğer inancını sürdürecek olursa o kayayı onun
üzerine bırakınız. Yanına vardıklarında başını kaldırıp semaya baktı,
cennetteki yerini gördü ve inancını dile getiren ifadelerini sürdürdü, ısrar
etti. Bu esnada da ruhu kabz edildi, cesedinde ruh olmadığı halde kayayı
üzerine bıraktılar.
Şöyle de denilmiştir:
Büyücülerin önde gelen kimseleri Musa'nın asasını, neler yaptıklarını görünce
güvendiği bir kimseye şunları söyledi: Şu yılana bak, korktu mu korkmadı mı,
eğer korkarsa cinlerdendir, şayet korkuya kapılmayacak olursa kendisinin
bilgisinden hiçbir beşeri eserin kaybolmadığı mutlak yaratıcının bir
takdiridir. O güvendiği şahıs: Hayır hiç korkmadı deyince, sihirbazların ileri
gelenleri: Ben Harun'un ve Musa'nın Rabbine iman ettim, dedi.
"Ve bizi
yaratana" anlamındaki buyruk, Yüce Allah'ın: "Bize gelen apaçık
delillere" buyruğuna atfedilmiştir. Yani biz seni ne bize gelen apaçık
delillere tercih ederiz, ne de bizleri yaratana üstün tutarız.
Bu buyruğun bir yemin
olduğu da söylenmiştir; yani Allah'a andolsun ki seni ... üstün tutmayız.
"Ne hüküm
vereceksen ver" yani vereceğin hüküm ne ise onu ver.
"Vereceğin hüküm ne
ise" buyruğundaki; "Ne" fiil ile beraber geldiği vakit, mastar
durumunda olan değildir. Çünkü o fiillere muttasıl gelir, bu ise mübteda ve
haberin başına gelmiştir.
İbn Abbas dedi ki: Sen
ne yapacaksan onu yap demektir. Vereceğin hüküm her ne ise -yani ellerin
ayakların kesilmesi ve hurma dallarına asılması hükmünü- ver, diye de
açıklanmıştır. "("";li): Hüküm vereceksen" kelimesinin
sonunda "ya" harfinin vasl halinde hazfedilmesinin sebebi (bu harfin)
sakin oluşu ve tenvinin de sakin oluşudur. Sibeveyh ise vakf halinde bu kelime
de "ya" harfinin okunmasını tercih etmiştir. Çünkü artık iki sakin
illeti ortadan kalkmış olur.
"Sen ancak bu dünya
hayatında hükmedersin." Yani senin vereceğin emirler ancak dünya hayatında
geçer. "Dünya hayatı" anlamındaki terkip zarf olarak mansub
gelmiştir. Yani sen ancak bu dünya hayatındaki meta ile ilgili olarak hüküm verebilirsin,
yahut sen bu dünya hayatı süresince hüküm verebilirsin, anlamında olup mef'ulün
hazfedildiği kabul edilebilir.
İfadenin takdiri şöyle
de olabilir: Sen ancak bu dünya hayatının işleri hakkında hüküm verirsin. Bu
durumda "hayat" kelimesi mef'ul olarak nasb edilmiş olur,
"ma" da kendisinden önce gelen: "inne"nin amelini önleyen
(kaffe) olur.
el-Ferra ise merfu
okumayı caiz kabul etmiştir. Ancak buradaki "ma"nın ism-i mevsul
kabul edilmesi ve "hükmedersin" anlamındaki fiilin sonundaki
"he" zamirini hazfedip daha sonra: "Bu dünya hayatı"
terkibini de merfu kabul etmek mümkündür.
"Gerçekten biz
Rabbimize iman ettik." Allah'ın, hiçbir ortağı söz konusu olmaksızın bir
ve tek olduğuna ve Musa'nın getirdiklerine inandık.
"Ki
günahlarımızı" -üzerinde bulundukları şirki kastediyorlar.- "ve bizi
işlemeye zorladığın büyüyü bağışlayarak bizi affetsin."
"Bizi işlemeye
zorladığın" anlamındaki buyrukta bulunan; (...) edatı
"günahlarımız" kelimesine atf ile nasb mahallindedir. Bunun i'rabtan
mahalli olmayıp nefy edatı olduğu da söylenmiştir. Bu takdirde anlam şöyle
olur: Bizim büyücülükten ötürü kazandığımız günahları bağışlayacağım ümit
ederiz ve sen bizi bu büyücülüğe zorlamadığın halde "biz bunu
yapmıştık."
en-Nehhas dedi ki:
Birincisi daha uygundur. el-Mehdevı de: Birincisinin uygun olduğu uzak bir
ihtimaldir, çünkü onlar: ''Eğer galip gelen biz olursak herhalde bize bir
mükafat var değil mil" (el-A'raf, 113) demişlerdi. Bu sözler zorlanan
kimselerin söyleyecekleri sözler değildir. Ayrıca ikrah da zaten bir günah değildir.
Her ne kadar küçükken büyüyü öğrenmek üzere zorlanmış olmaları düşünülebilirse
dahi bu böyledir.
el-Hasen dedi ki:
Bunlara çocukken büyü öğretiliyordu. Sonra da büyüyü kendi iradeleriyle
yaptılar.
Buradaki "ma"
edatının mübteda olarak ref' mahallinde olması, haberin mukadder olması da
mümkündür. ifadenin takdiri şöyle olur: Ve senin bizi işlemeye zorladığın
büyünün günahı bizden kaldırılmıştır.
"Büyüyü"
kelimesi bu görüşe ve birinci açıklama şekline göre "işlemeye
zorladığın" anlamındaki fiile taalluk eder. "Ma"nın nefy edatı
olduğunu söyleyen görüşe göre ise "günahlarımızı" anlamındaki
kelimeye taalluk etmektedir.
"Allah hem daha
hayırlıdır, hem daha kalıcıdır." O'nun mükafatı daha hayırlı ve daha
kalıcıdır, demektir. Burada muzaf hazfedilmiştir. Bu açıklamayı ibn Abbas
yapmıştır. Şöyle de açıklanmıştır: Bizim için Allah senden daha hayırlıdır.
O'nun bize vereceği azap da senin azabından daha kalıcıdır. Bu da Firavun'un:
"Hangimizin azabının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu da mutlaka
bileceksiniz" sözlerinin cevabını teşkil etmektedir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Eğer biz Allah'a itaat edersek, O bizim için daha hayırlıdır. isyan edecek
olursak O'nun azabı da seninkinden daha kalıcıdır.
"Gerçek şu ki, kim
Rabbine günahkar olarak gelirse ... " Bunun iman ettikten sonra
sihirbazların söylediği sözlerden olduğu söylendiği gibi, Yüce Allah'ın
söylediği sözlerin başı olduğu da söylenmiştir.
"Gerçek şu ki"
ifadesindeki zamir, işe ve şe'ne raci'dir. (Zamir-i şa'ndır). Bununla birlikte:
"Gerçekten kim. .. gelirse" anlamında olması da mümkündür. Şairin şu
beyitinde de böyledir: "Şüphesiz kim bir gün kiliseye girecek olursa,
Orada yabani öküz yavruları ve ceylanlarla karşılaşır."
Burada şair:
"Gerçek şu ki ... " demek istemiştir.
Yani durum şudur:
Günahkar olan kimse ateşe girecektir, mü'min olan kimse de cennete girecektir.
Buradaki günahkar (mücrim), kafir demektir.
Masiyetler işleyen ve
günah kazanan kimse olduğu söylenmiş ise de, birinci anlam daha uygun
görünmektedir. Çünkü bundan sonra: "Onun için cehennem vardır, orada ölmez
de dirilmez de" diye buyurmaktadır. Bu ise daha önceden en-Nisa Suresi'nde
(116. ayetin tefsirinde) ve başka yerlerde açıklandığı üzere inkarcı ve
yalanlayıcı kafirin niteliğidir. Böyle bir kimse ne hayatından istifade eder,
ne de ölüm dolayısıyla rahat yüzü görür. Şair der ki: "Söyleyin bana ölüp
de bedbahtlığı sona ermeyen, Tadı bulunan bir hayat da sürmeyen bir kimseye kim
ne yapabilir?"
Şöyle de açıklanmıştır:
Kafirin canı hançeresinde askıda kalır. Yüce Allah'ın onun hakkında haber
verdiği şekilde; ne bu canı hançeresinden ayrılarak ölür, ne de bedeninde karar
bularak hayat bulur.
"Kim Rabbine
günahkar olarak gelirse" buyruğunun anlamı; kim Rabbinin huzuruna gelmek
için tesbit edilen vakitte bu halde gelecek olursa, demektir.
"Kim de ona mü'min
olarak" yani iman üzere ölüp, O'nu tasdik ederek vefat edip "salih
amelde bulunmuş halde gelirse" itaat etmiş, kendisine verilmiş emirleri
yerine getirmiş ve yasak kılınmış şeylerden de uzak kalmış ise "onlar için
en yüksek" nitelendirilemeyecek kadar üstün "derecelervardır."
Ayrıca Yüce Allah'ın:
"Kim de O'na mü'min olarak ... gelirse" buyruğu burada sözü geçen
"mücrim; günahkar" ile müşrikin kastedildiğine delil teşkil
etmektedir.
"Altından"
yani (onlar için) o cennetlerin köşklerinin ve tahtlarının altından -önceden de
geçtiği gibi- şaraptan, baldan, sütten ve sudan "ırmaklar akan Adn
cennetleri" (vardır). Bu buyruk hem dereceleri açıklamaktadır, hem de
"dereceler"den bedeldir. Adn ise ikamet, temelli kalmak demektir.
Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Kehf, 30-31) ayetlerin tefsirinde geçmiş
bulunmaktadır.
"Onlar orada
ebedidirler" devamlı kalıcıdırlar.
"İşte arınan"
küfür ve isyandan kendisini temizleyen "kimselerin mükafatı budur."
Bunların büyücülere ait
sözler olduğunu söyleyenler de şöyle demektedir: Büyücülerin bu gerçekleri
Musa'dan yahut da İsrailoğullarından dinlemiş olmaları ihtimali vardır. Çünkü
Mısır'da bulunan İsrailoğulları arasında, büyücülerden bazı kimseler de vardı.
Yine Firavun hanedanından iman eden kişi de onlar arasında bulunuyordu.
Derim ki: Bunun iman
etmeleri üzerine Yüce Allah'ın kendilerine ilham vererek bu ilham ile
söylettiği sözler olma ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır .
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN
(Ta-Ha )