TA-HA 56 / 61 |
وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ
آيَاتِنَا
كُلَّهَا
فَكَذَّبَ
وَأَبَى {56}
قَالَ
أَجِئْتَنَا
لِتُخْرِجَنَا مِنْ
أَرْضِنَا
بِسِحْرِكَ
يَا مُوسَى {57}
فَلَنَأْتِيَنَّكَ
بِسِحْرٍ
مِّثْلِهِ فَاجْعَلْ
بَيْنَنَا
وَبَيْنَكَ
مَوْعِداً
لَّا نُخْلِفُهُ
نَحْنُ
وَلَا أَنتَ
مَكَاناً سُوًى {58}
قَالَ
مَوْعِدُكُمْ
يَوْمُ
الزِّينَةِ
وَأَن
يُحْشَرَ
النَّاسُ
ضُحًى {59}
فَتَوَلَّى
فِرْعَوْنُ
فَجَمَعَ
كَيْدَهُ
ثُمَّ أَتَى {60}
قَالَ لَهُم مُّوسَى
وَيْلَكُمْ
لَا تَفْتَرُوا
عَلَى
اللَّهِ
كَذِباً
فَيُسْحِتَكُمْ
بِعَذَابٍ وَقَدْ
خَابَ مَنِ
افْتَرَى {61} |
56.
Andolsun, Biz ona ayetlerimizin hepsini gösterdik de o yalanladı ve yüz
çevirdi.
57.
"Sen büyünle bizi topraklarımızdan çıkarmaya mı geldin, Ey Musa"
dedi.
58.
"Andolsun biz de sana senin büyün gibi bir büyü getiririz. Bizimle senin
aranda bir buluşma yeri ve vakti belirle ki, sen de biz de caymayalım. Düz ve
geniş bir yer olsun."
59.
"Sizinle karşılaşma zamanımız tören günü olsun. Kuşluk vakti insanlar
toplansınlar" dedi.
60.
Firavun dönüp hilesini topladı, sonra geldi.
61. Musa
onlara: "Vay size! Allah'a yalan uydurmayın. Yoksa sizi azab ile helak
eder. O'na iftira eden zaten zarar eder" dedi.
"Andolsun Biz ona
ayetlerimizin hepsini gösterdik." Musa'nın peygamberliğine delil teşkil
eden bütün mucizeleri gösterdik. Yüce Allah'ın tevhidine delil olan bütün
belgeleri gösterdik, diye de açıklanmıştır.
"O yalanladı ve yüz
çevirdi" iman etmedi. İşte bu, onun inat ederek küfürde direndiğini
göstermektedir. Çünkü o, bütün belgeleri, kendisine verilen haber ile duyarak
değil, gözleriyle gördü, müşahede etti. Yüce Allah'ın şu buyruğu da buna
benzemektedir: ''Kalbleri onlara inandığı halde zulümle büyüklenmeleri
sebebiyle onları inkar ettiler." (en-Neml, 14)
"Sen büyünle bizi
topraklarımızdan çıkarmaya mı geldin, ey Musa, dedi." Firavun, Musa
(a.s.)'ın getirdiği bunca belge ve mucizeyi görünce bunlar büyüdür, dedi. Yani
sen, insanlara sana uyulmasını, iman etmeyi gerektiren bir mucize ile geldiğin
izlenimini vermek maksadıyla geldin. Ta ki sen bu topraklarımıza ve bize
üstünlük sağlayasın.
"Andolsun biz de
sana senin büyün gibi bir büyü getiririz." Biz de senin getirdiğinin bir
benzeri ile sana karşı çıkacağız. Ta ki insanlar bu getirdiklerinin Allah'tan
gelmediğini açıkça görsünler, bunu anlasınlar.
"Bizimle senin
aranda bir buluşma yeri ve vakti belirle!" buyruğundaki (...) mastardır.
Sen bize bir vade belirle, demektir. Bunun sözleşilen yerin ismi Cism-i mekan)
olduğu da söylenmiştir. Nitekim Yüce Allah'ın şu buyruğu da bu anlamdadır:
"Şüphesiz ki onların hepsine vaad olunan yer cehennemdir.'' (Hicr, 43)
Burada "mev'id"; vaad olunan yer demektir. Aynı şekilde bunu vaad
olunan zamanın adı Cism-i zaman) olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın şu
buyruğunda olduğu gibi: "Onlara vaad olunan zaman sabahtır.'' (Hud, 81)
Buna göre anlam şöyle olur: Sen bizim için ya belli bir gün yahut da bilinen
bir yer tayin et.
el-Kuşeyri dedi ki: Daha
kuvvetli görülen bunun bir mastar olduğudur.
Bundan dolayı şöyle
demiştir: "Ki sen de biz de caymayalım" yani bu vaade muhalefet
etmeyelim. Vaade muhalefet ise, bir şeye söz verip onu yerine getirmemek
demektir. el-Cevheri dedi ki: Miad, vaidleşmek, vaidleşme zamanı, vaidleşme
yeri demektir. "Mev'id" de böyledir.
Ebu Ca'fer İbnu'l-Ka'ka',
Şeybe ve el-A'rec -caymayalım, ona muhalefet etmeyelim anlamındaki kelimeyi-
cezm ile; (...) şeklinde ve "belirle" fiilinin cevabı olarak
okumuşlardır. Bunu merfu olarak okuyanlara göre bu kelime, "mev'id:
buluşma yer ve zamanı"nın sıfatıdır. ifadenin takdiri de: Caymanın söz
konusu olmadığı bir va'de, sözleşilen yer ve zaman, demek olur.
"Düz ve geniş bir
yer olsun" buyruğundaki "suva: Düz ve geniş" kelimesini İbn
Amir, Asım ve Hamza, "sin" harfini ötreli olarak, diğerleri ise
esreli olarak (siva şeklinde) okumuşlardır. Bunlar da iki ayrı söyleyiştir.
"Tuva ve Tiva" gibi. Ebu Ubeyd ile Ebu Hakim, "sin"
harfinin esreli okunuşunu tercih etmişlerdir, çünkü üstün ve fasih olan
söyleyiş budur. en-Nehhas da: Esreli okuyuş daha çok bilinen ve meşhur olan bir
söyleyiştir, der. Bununla birlikte hepsi de "vav" harfini tenvinli
okumuşlardır. el-Hasen'den de böyle rivayet edilmiştir. Yine ondan farklı
olarak "sin" harfini ötreli, fakat "vav" harfini tenvinsiz
okuduğu da rivayet edilmiştir.
Bunun manası hususunda
farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre; bu yerden başka bir yer, demektir. Bu
açıklamayı el-Kelbi yapmıştır. Bir diğer görüşe göre şu demektir: Herkesin
bizim açıkça ortaya koyduğumuzu, açık-seçik bir şekilde görebilecekleri düz bir
yer, demektir. Bu açıklamayı da İbn Zeyd yapmıştır. İbn Abbas ortalama bir yer,
Mücahid insafla belirlenmiş bir yer diye açıklamışlardır. Yine Mücahid ve
Katade'den, bizimle senin aranda adil bir yer olsun, diye açıkladıkları
nakledilmiştir.
en-Nehhas dedi ki:
Tefsir alimleri bu kelimenin adaletli ve insaflıca bir yer anlamında olduğunu
söylemişlerdir. Bu da güzel bir açıklamadır. Sibeveyh dedi ki: Siva ve süva
adaletli, adil demektir. Yani insaflıca belirlenmiş, iki yer arasında adaletli
olan bir yer anlamında olur. Bu tabirin aslı ise med ile; "Evin ortasında
oturdu" ifadesinden alınmıştır. Herşeyin vasatı ise onun en mutedil, en
iyi yeri demektir. Hadiste de Peygamber (s.a.v.)ın:
"Böylece sizi vasat
bir ümmet kıldı!? "(el-Bakara, 143) buyruğunu "adlen (en mutedil) demektir"
diye açıkladığı rivayet edilmiştir.
Şair Züheyr şöyle
demiştir: "Bize zillet ve zulmün olmadığı bir yol gösterin ki, Bu da bizim
aramızda adaletli bir çözümü göstersin."
Ebu Ubeyde ve el-Kutebi
iki kesim arasında vasat (adaletli bir yer) demektir, diye açıklamışlardır. Ebu
Ubeyde, Musa b. Cabir el-Halefi'nin şu beyitini zikretmektedir: "Bizim
atamız Kays yani Kays-ı Aylan ile el-Fizr arasında Ortada (sevi!.) bir yerde
konaklamıştı."
Sözü edilen
"el-Fizr" Sa'd b. Zeyd-i Menat b. Temim'dir.
el-Ahfeş dedi ki:
"Süva, siva" eğer "ğayr: başka, dışında ... " yahut ta adil
ve mutedil anlamında kullanılır ise; üç türlü söylenişi vardır. Şayet
"sin"i ötreli yahut esreli söyleyecek olursak, bu sefer her iki
söyleyişte de kasr ile okunur. Eğer üstün okursak med ile okunur. Buna göre
"siven ve süven" denilirken "seva" denilir. Bu da iki kesim
arasında adaletli ve vasat anlamındadır. Musa b. Cabir dedi ki: "Biz
atamızı öyle bir yerde konaklamış bulduk ki..." diyerek (az önce
zikrettiğimiz) beyti zikreder.
"Düz ve geniş
(süva) bir yer" in, orta yollu bir yer anlamında olduğu da söylenmiştir.
Bu görüşün sahibi (delil olarak) şu beyiti zikretmektedir: "Eğer benim
sevdiğim temenni etse, benden başkasına yönelmez, Yahut ben temenni edecek
olsam, ondan başkasına yönelmem,"
Senden başka bir adama
uğradım, denilirken; (...) şeklinde her üç türlü söyleyiş de kullanılabilir.
İki kişi için; "Onlar bu işte eşittirler" denilebileceği gibi; (...)
de denilebilir. Çoğul için tekil şekli medli olarak kullanıldığı gibi; (...)
diye de çoğulu kullanılabilir. Kıyas dışı olmak üzere; "Onlar birbirlerine
eşittirler" denilmektedir.
"Yeri"
kelimesi "belirle" anlamı verilen; (...) fiilinin ikinci mef'ulüdür.
"Mev'id: Buluşma yer ve zamanı" kelimesinin mef'ulü yahut zarfı olarak
mansub kabul edilmesi uygun değildir. Çünkü bu kelime sıfat almış
bulunmaktadır. Fiiller gibi amel eden isimler ise sıfat alır yahut küçültme
ismi yapılacak olurlarsa artık fiile benzeyiş özellikleri ortadan kalkmış
olacağından amel etmeleri uygun durmaz. Bunun ikinci mef'ulün yerini tutan bir
zarf olarak kabul edilmesi de uygun değildir. Çünkü "mev'id"
kelimesinden sonra eğer bir zarf gelecek olursa, Araplar onu zarflarla birlikte
gelen mastarlar gibi değerlendirmezler. Aksine bu konuda işi geniş tutarlar.
Yüce Allah'ın:
"Onlara vaad olunan vakit sabahtır" buyruğu ile "Sizinle
karşılaşma zamanımız tören günü olsun" buyruğu gibi.
"Tören günü"
hususunda farklı görüşler vardır. Bunun süslendikleri ve bir araya gelip
toplandıkları bir bayram olduğu söylenmiştir. Bu görüş Katade, es-Süddi ve
başkalarına aittir. İbn Abbas ve Said b. Cübeyr ise şöyle demişlerdir: Bu aşura
günü idi. Said b. el-Müseyyeb de şöyle demiştir: Bu onların pazar (panayır)
günleri idi. Bu günde süslenirlerdi. Katade de böyle demiştir. ed-Dahhak ise
bunun cumartesi günü olduğunu söylemiştir. Nevruz günü olduğu da söylenmiştir.
Bunu da es-Sa'lebi zikretmektedir.
Bu günün Halic'in
kırılma geçirdiği bir gün olduğu da söylenmiştir. Onlar bugün evlerinden dışarı
çıkarlar, etrafı seyreder, gezerler, piknik yaparlardı. İşte o vakit Mısır
diyarı da Nil'den yana emin olur kabul edilirdi.
el-Hasen, el-A'meş, İsa
es-Sekafi, es-Sülemı ve Hubeyre'nin rivayetine göre Hafs: "Tören
günü(nde)" şeklinde nasb ile okumuştur. Bu kıra'at Ebu Amr'dan da rivayet
edilmiştir. Yani sözünüz tören gününde gerçekleşecektir. Diğerleri ise
mübtedanın haberi olarak, ref ile okumuşlardır.
"Kuşluk vakti
insanlar toplansınlar" yani insanların toplanma zamanı da kuşluk vakti
olsun. Burada; "Gün" anlamındaki kelimeyi merfu' okuyanların
kıraatine göre ref' mahallindedir. "Kuşluk vakti insanlar
toplansınlar" buyruğunun atıf ile gelmesi de ref' ile kıraati
pekiştirmektedir, çünkü bu edat zarf olmaz. Eğer sarih mastar olursa o vakit
zarf olur. "Hacıların gelmesi" gibi. Çünkü ben sana hacıların gelmesi
zamanı geleceğim diyen bir kimse herhangi bir şekilde; (...) demez.
en-Nehhas der ki: Bundan
daha uygunu bunun "tören" anlamındaki kelimeye atf ile cer mahallinde
olmasıdır. "Kuşluk vakti (ed-Duha)" müennestir. Araplar bunu
"he" koymaksızın küçültme ismini yaparlar ki; onun küçültme ismi;
"Kuşluk vakti" lafzına benzemesin. Bu açıklamayı da en-Nehhas
yapmıştır.
el-Cevherı de şöyle
demektedir: "Güneşin doğuşundan sonraki zaman" demektir. Bundan sonra
"duha" vakti gelir ki, bu da güneşin etrafı aydınlatma zamanıdır. Bu
kelimenin "el if-i maksur" olup müennes de gelir, müzekker de gelir.
Bunun müennes olduğunu kabul edenler; "Kuşluk vakti" lafzının çoğulu
olduğu kanaatindedirler. Müzekker olduğunu kabul eden kimseler ise; bunun
"surad" ve "nuğar" gibi "fu'al" ve zni nde isim
olduğunu kabul ederler. Bu da "seher" kelimesi gibi (süresi
itibariyle) belirsiz bir zarftır. "Ben ona kuşluk vakti rastladım"
denir. Eğer bu günün kuşluk vakti kastedilirse tenvinsiz söylenir. Bundan sonra
gelen vakte med ile; (...) denilir ki, bu da güneşin tepeye doğru yükselme
vaktidir.
Özellikle kuşluk
vaktinin tesbit edilmesi, günün başlangıcı oluşundandır.
Aralarındaki karşılaşma
uzayıp gidecek olursa yeterli zaman kalmış olacaktır.
Ibn Mes'ud, el-Cahderı
ve diğer rivayetlere göre; (...) diye okumuşlardır ki bu: "Allah'ın
insanları kuşluk vaktinde toplaması" gibi bir anlama gelir. Kimi kıraat
alimi de; (...) diye okumuşlardır ki; bu da Ey Firavun senin insanları ...
toplaman, anlamındadır. Yine el-Cahderı'den "biz toplayalım"
anlamında (...) diye okuduğu da rivayet edilmiştir.
Onlarla o günde
karşılaşmak üzere sözleşmesi, Allah'ın kelimesinin yücelmesi, dininin
galibiyeti, kafirin susturulması, batılın can çekişerek yok olmasının, herkesin
ve hıncahınç kalabalıkların gözü önünde gerçekleşmesini istemesidir.
Böylelikle, Hakka isteği bulunanın isteği daha bir güçlensin, batılcıların ve
onların taraftarlarının da keskin kılıçları körelsin, Bu pek önemli işten,
göçebeler ve, şehirliler arasında da çokça söz eden bulunsun. Şehirlerde
oturanlar, çadırlarda yaşayanlar arasında bunun haberi yaygınlaşsın.
"Firavun dönüp
hilesini" ve büyü hünerlerini "topladı." Maksat sihirbazların
toplanmasıdır. İbn Abbas dedi ki: Bunların her birisi ile birlikte pek çok ip
ve sopa bulunmak üzere, yetmişiki sihirbaz idiler. Dörtyüz kişi oldukları
söylendiği gibi, onikibin, ondörtbin kişi oldukları dahi söylenmiştir. Hatta
İbnu'l-Munkedir seksenbin kişi olduklarını söylemiştir.
Bir görüşe göre bunlar
Şem'ün diye anılan bir kişinin başkanlığını ittifakla kabul etmişlerdi, Bir
diğer görüşe göre başkanlarının adı Yuhanna idi. Beraberinde oniki usta
sihirbaz vardı. Bu ustaların her birisinin beraberinde yirmi kalfa, bunların
her birisi ile beraber de bin yetişkin sihirbaz vardı. Bir başka görüşe göre
bunlar Feyyumlu üçyüzbin kişi, Said'den üçyüzbin kişi ve köylerden üçyüzbin
kişi olmak üzere toplam dokuzyüzbin sihirbaz idiler, Bunların başı da kör bir
kimse idi.
"Sonra" tayin
edilen yer ve zamanda "geldi."
"Musa onlara"
yani Firavuna ve büyüklere "vay size!" Bu onlara helak olmaları için
bir bedduadır. Mastar manasınadır, Ebu İshak ez-Zeccac der ki:
Bu; "Allah veyli
onların yakalarından düşürmedi." Onlardan ayırmadı, anlamında mansubtur,
Bunun Yüce Allah'ın: "Vay bize ... kim kaldırdı bizi. '' (Yasin, 52)
buyruğunda olduğu gibi, nida olma ihtimali de vardır.
"Allah'a yalan
uydurmayın." O'na yalan uydurup iftira da bulunmayın, O'na ortak koşmayın,
Mucizelere: Bunlar büyüdür, demeyin,
"Yoksa sizi azab
ile helak eder." Katından göndereceği bir azab ile sizi kökten imha eder.
(...) ile (...) aynı
anlamda olup, helak oldu, demektir. Bunun aslı saçı kökünden kesmek
anlamındaki; (...) den gelir.
Küfeliler: "Sizi...
helak eder" diye; (...) den gelen müzari bir fiil olarak okumuşlardır.
Diğerleri ise, (...) şeklinde; (...) den gelen müzari bir fiil olarak
okumuşlardır. Bu, Hicazlıların şivesidir. Birincisi ise Temimoğullarının
şivesidir. Fiil nehyin cevabı olarak nasbedilmiştir. el-Ferezdak şöyle
demektedir: "Ey Mervanoğlu, bırakmadı zamanın sıkıntıları,
Maldan geriye hiçbir
şey; hepsini yok etti; yahutta kalan ufak-tefek kırıntılardır."
ez-Zemahşeri dedi ki: Bu
öyle bir beyittir ki, hala biniciler (bu işin erbabı) i'rabını düzeltmek için
çarpışıp dururlar.
"O'na iftira eden
zaten zarar eder." Hüsrana uğrar, helak olur. Yüce Allah hakkında izin
vermediği iddialarda bulunan, O'nun rahmet ve mükafatını kaybeder.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN