ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TA-HA

36

/

42

قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسَى {36} وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَى {37}

إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّكَ مَا يُوحَى {38} أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّي وَعَدُوٌّ لَّهُ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي {39} إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى مَن يَكْفُلُهُ فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَا مُوسَى {40} وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي {41} اذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِآيَاتِي وَلَا تَنِيَا

فِي ذِكْرِي {42}

 

36. "İstediğin sana verildi Ey Musa" buyurdu.

37. "Andolsun ki sana başka bir sefer daha lütufta bulunmuştuk.

38. "Hani annene vahyolan şeyleri vahyetmiştik:

39. "Musa'yı sandığın içine koy ve onu denize bırak. Deniz onu kıyıya çıkarsın. Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan onu alır ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım. Benim gözetimim altında yetiştirilesin diye.

40. "Şunu da hatırla: Kızkardeşin gelip: Buna süt verecek birini göstereyim mi size? demişti. Böylece seni yine annene döndürdük. Gözleri aydın olup üzülmesin diye. Ve sen birisini öldürmüştün ama, yine de seni gamdan kurtardık ve seni deneyip mihnetten mihnete uğrattık. Sonra Medyenliler arasında senelerce kaldın, sonra bir takdir gereği geldin Ey Musa!

41. "Ve seni Kendim için seçtim.

42. "Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin! Beni anmakta gevşeklik göstermeyin!"

 

"İstediğin sana verildi Ey Musa, buyurdu." Rabbinden göğsüne genişlik vermesini, işlerini kolaylaştırmasını ve diğer sözü edilen hususları isteyince onun dileğini kabul etti. İstediğini, arzuladığını ona verdi.

 

"İstek, istenen ve dilenilen şey" demektir. Bu kelime "fu'l" veznin de olup, "mef'GI" manasınadır. Nitekim pişirilmiş (mahbuz) anlamında "hubz" (ekmek)" ile "me'kul" (yenen şey) anlamında "ukı" demeye benzer.

 

"Andolsun ki sana" bundan önce "başka bir sefer daha lutufta bulunmuştuk." Bu da şanı Yüce Allah'ın onu ta baştan beri düşmanların kötülüklerine -ki bu da onların doğan İsrailoğullarının erkek çocuklarını boğazlamaları idi- karşı koruması idi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Minnet etmek" iyilikte bulunmak, lütuf ta bulunmak demektir.

 

"Hani annene vahyolan şeyleri şöylece vahyetmiştik." Buradaki "vahyetmiştik" buyruğunun, ilham vermiştik anlamında olduğu söylenmiştir. Denildiğine göre ona uykuda iken vahyetmişti. İbn Abbas da, peygamberlere vahyettiği gibi ona da vahyetmişti, demiştir.

 

"Musa'yı sandığın içine koy." Mukatil dedi ki: Firavun hanedanından iman eden kişi, o sandığı yapan, ağaçlarını kesen kişidir. Adı Hizkil (Hazkiel) olup bu sandık Arabistan inciri ağacından yapılmıştır.

 

"Ve onu denize" Nil nehrine "bırak." "Deniz onu kıyıya çıkarsın." el-Ferra dedi ki: "Onu denize bırak" buyruğu bir emirdir. Bu emirde aynı zamanda mücazat (karşılık vermek) da vardır. Yani sen onu at, deniz onu kıyıya çıkaracaktır. Nitekim Yüce Allah'ın: "Bizim yolumuza uyun da günahlarınızı biz yükleniriz. "(el-Ankebut, 12) buyruğunda da böyledir.

 

"Benim de düşmanım onun da düşmanı olan onu alır." Burada kasıt Firavun'dur. Bunun üzerine annesi bir sandık yaptırdı, içine de bir deri parçası yaydı ve Musa'yı koydu. üst tarafını ve aradaki boşluklarını ziftledi, sonra da Nil nehrine bıraktı. Bu nehrin büyükçe bir kolu Firavun'un sarayının içinden akardı. Yüce Allah sandığı bu kolun içinde Firavun'un evine doğru sürükledi.

 

Rivayet edildiğine göre; o sandığın dibine atılmış pamuk yerleştirdi. Musa'yı içine koydu ve etrafını ziftleyip alçıladıktan sonra suya bıraktı. Irmağın bir kolu Firavun'un bahçesinden akıyordu. Firavun, Asiye ile birlikte havuzun başında oturuyorken aniden sandığı görüverdiler. Verdiği emir üzerine bu sandık oradan çıkartıldı. Sandığın açılması ile birlikte insanlar arasında en güzel surete sahip bir küçük çocuk gördü. Allah'ın düşmanı kendisini tutamayacak kadar ileri derecede onu sevdi.

 

Kur'an'ın zahirinden anlaşıldığına göre su, sandığı Firavun'un (sarayının) kıyısına bırakmıştır. Firavun da bu sandığı kıyıda bulup alınmasını emretmiştir. Bununla birlikte suyun Firavun'un bulunduğu yerdeki ırmağın ağzına doğru kıyıda bir yere bırakmış olma ihtimali de vardır. Daha sonra ırmak bunu havuzun bulunduğu yere kadar götürmüş olabilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Denildiğine göre onu bulan Firavun'un kızı idi. Bunun baraş hastalığı vardı. Bu sandığı açınca şifa buldu.

 

Yine rivayet edildiğine göre; sandığı çıkardıkları vakit, açmak istediler, ancak buna güçleri yetmedi. Kırmaya çalıştılar, başaramadılar. Asiye yaklaştı, sandığın iç tarafında bir nur gördü, o uğraşarak sandığı açtığında gözleri arasında (alnında) nur parıldayan küçük bir yavru gördü. Bu yavru süt yerine parmağını emiyordu. Onu çok sevdiler. Firavun'un da baraş hastalığına yakalanmış bir kızı vardı. Doktorlar ona; bu ancak deniz taraflarında bulunacak insana benzer bir varlığın tükürüğü ile tedavi olabilir, demişlerdi: Baraş hastalığına yakalanmış bu kızı baraş bulunan yerlere, tükürüğünü sürdü ve iyileşti.

 

Bir görüşe göre yüzüne bakmakla birlikte iyileşiverdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Bir diğer görüşe göre onu Firavun'un hanımına ait cariyeler bulmuştu. Firavun insanlar arasında yüzü en güzellerden bir yavru görünce alabildiğine onu sevdi. İşte Yüce Allah'ın: "Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım" buyruğu bunu anlatır.

 

İbn Abbas dedi ki: Onu hem Allah sevmiştir, hem de kullarına sevdirmiştir. İbn Atiyye dedi ki: Ona öyle bir güzellik vermişti ki; gören onu sevmeden kendisini alıkoyamazdı.

Katade dedi ki: Musa'nın gözlerinde bir güzellik, bir hoşluk vardı. Onu kim görse mutlaka sever, aşık olurdu.

 

İkrime dedi ki: Yani Ben sana öyle bir güzellik ve öyle bir hoşluk verdim ki, seni gören herkes mutlaka sever.

 

et-Taberi dedi ki: Bu, Ben senin üzerine rahmetimi bıraktım, anlamındadır. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Ben seni gören herkesin seni sevmesini sağladım. Öyle ki Firavun dahi seni sevdi ve onun şerrinden kurtulabildin. Müzahim kızı Asiye de seni sevdi ve evlat edindi.

"Benim gözetimim altında yetiştirilesin diye." İbn Abbas dedi ki: Yüce Allah'ın mu radı şudur: Annen seni sandığa koyup denize bıraktığında Firavun'un hanımının cariyeleri aldığında ve içinde ne var diye sandığı açmak istediklerinde, onlardan birisi: Siz bunu hanımefendinize götürmedikçe açmayınız, çünkü böyle bir şey sizin onun yanındaki değerinizi arttırır ve sizleri içinde birşeyler buldunuz da onu alıkoydunuz, diye itham etmemesi için böyle davranmanız gerekir, dediğinde bunları Ben hep görüyordum. Bunun üzerine cariyeleri sandığı kapalı haliyle hanımefendilerine getirdiler. Onu açtığında benzeri asla görülmedik bir bebek gördü. Allah onun içine Musa'nın sevgisini koydu. Onu alıp Firavun'un yanına girdi ve ona: "Benim için de, senin için de bir gözbebeğin (olsun)"(el-Kasas, 9) deyince Firavun ona:

 

Senin için olabilir, benim için hayır, demişti. Bize ulaştığına göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Eğer Firavun evet o benim için de senin için de bir gözbebeğidir demiş olsaydı, iman eder ve tasdik ederdi." Bunun üzerine hanımı: Bunu bana bağışla ve onu öldürme! dedi. O da onu hanımına bağışladı.

 

Bir diğer açıklamaya göre: "Benim gözetimim altında yetiştirilesin diye" buyruğu Benim gözetimim altında terbiye edilesin, beslenip büyütülesin demektir. Bu açıklamayı da Katade yapmıştır.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu mana dilde bilinen bir manadır. Mesela, ata güzel bir şekilde bakıldığını anlatmak üzere; (...) denilir. Ben bütün bunları gözetimim altında yetiştirilesin diye yaptım, demektir.

 

Buradaki "diye" anlamı verilen "lam" harfinin bundan sonra gelen Yüce Allah'ın: "Şunu hatırla: Kızkardeşin gelip" buyruğuna taalluk etmektedir ve burada takdim ve te'hir söz konusudur. Bu buyruktaki; (...); Hani" (mealde: Hatırla) "yetiştirilesin diye" anlamındaki fiilin zarfıdır.

 

"Yetiştirilesin diye" buyruğundaki "vav" harfinin zaid olduğu da söylenmiştir.

İbnu'l-Ka'ka' bunu "lam" harfi ile "ayn" harfini sakin olarak, emir kipinde okumuştur. ifadenin zahiri muhatap olmakla birlikte kendisine emir verilen gaibtir. (Buna göre anlam: "Yetiştiril" şeklinde olur ki; seni yetiştirsinler, demektir.

 

Ebu Nuheyk ise "te" harfini üstün olarak okumuştur. Senin yapacağın işler ve tasarrufların Benim meşietim ve gözetimim altında olsun, demek olur. Bu açıklamayı da el-Mehdevi zikretmiştir.

 

"Şunu da hatırla ki, kızkardeşin gelip" buyruğunda yer alan: "Şunu da hatırla ... gelip" buyruğundaki amil ya "bıraktım" anlamındaki ya da "yetiştirilesin" anlamındaki fiildir. Bununla birlikte bunun: "Hani. .. vahyetmiştik" buyruğundan bedel olması da mümkündür.

Kızkardeşinin adı da Meryem idi.

 

"Buna süt verecek birini göstereyim mi size? demişti." Çünkü kızkardeşi durumunun ne olduğunu öğrenmek üzere çıkmıştı. Firavun, Musa'yı hanımına bağışlayınca ona süt emzirecek birilerini aradı. Kızkardeşi gelene kadar, kimseden süt almayı kabul etmemişti. Onu alıp göğsüne dayadı ve memesini ona verdi. Hemen sevinçle onu emmeye koyuldu, ona sen bizim yanımızda kal, dediler. Kızkardeşi: Benim sütüm yok, dedi fakat ben sizlere ona bakacak ve ona gerçekten samimiyetle muamele edecek birilerini gösterebilirim, dedi. Bu kimdir? dediler. Benim annemdir, dedi. Peki sütü var mı? diye sordular. Kardeşim Harun'un sütünü ona verir, dedi. Harun, Musa'dan bir yaş daha büyüktü. üç yaş ve dört yaş daha büyük olduğu da söylenmiştir. Şöyle ki: Firavun, İsrailoğullarına acımış ve dört yıl süre ile çocuklarını öldürme hükmünü kaldırmıştı. İşte Harun da bu zaman zarfında doğmuştu. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır.

 

Nihayet annesi geldi ve onun memesini almayı kabul etti. İşte Yüce Allah'ın: "Böylece seni yine annene döndürdük" buyruğu bunu anlatmaktadır. Ubeyy'in, Mushaf'ında: "Böylece seni... döndürdük" buyruğu; (...) şeklindedir, (mana aynıdır).

 

"Gözleri aydın olup, üzülmesin diye" Abdu'l-Hamid'in, İbn Amir'den rivayetine göre o; (...) kelimesini "kaf" harfini esreli olarak okumuştur. el-Cevheri dedi ki: Bu fiil; "Gözüm onunla aydın oldu" şekillerinde kullanılır. Her iki kullanımın da mastarı; (...) şeklinde gelir. "Gözü aydın adam" demektir, "Gözleri soğudu" anlamındadır. "Allah kendisine gözü aydın olup artık daha ilerisini istemeyecek kadar verdi" demektir. Gözü soğuyuncaya ve hararet bulmayıncaya kadar diye de açıklanmıştır. Denildiğine göre sevincin gözyaşı serin, kederin gözyaşı sıcakmış. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce Meryem Suresi'nde (25-26. ayetler, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

"üzülmesin diye" yani seni yitirdiği için üzülmesin diye böyle yaptık. "Ve sen birisini öldürmüştün." İbn Abbas dedi ki: Kafir bir Kıpti'yi öldürmüştü. Kab da şöyle demişti: O sırada oniki yaşında idi. Müslim'in, Sahih'inde de- ileride (el-Kasas, 15-16. ayetlerin tefsirinde) geleceği üzere"onu hataen öldürmüştü" denilmektedir.

 

"Ama yine de seni gamdan kurtardık." Korkuya kapılmaktan, öldürülmekten, hapse atılmaktan yana seni güvenlik altında tuttuk.

 

"Ve seni deneyip mihnetten mihnete uğrattık." Yani risalete elverişli hale gelinceye kadar seni sınadıkça sınadık. Katade dedi ki: Seni imtihan ettik. Mücahid: Seni alabildiğine arındırıp temizledik, demektir.

 

İbn Abbas dedi ki: Risaletten önce seni bir takım hususlarla sınadık.

 

Bunların ilki annesi kendisine Firavun'un çocukları boğazladığı bir yılda gebe kalmıştı. Sonra onun suya atılması, sonra annesinin memesinden başka kimseden süt almaması, sonra Firavun'un sakalını çekmesi, sonra inci yerine kor ateşi eline alması ve bununla Firavun'un öldürmesi tehlikesini uzaklaştırması. Arkasından Kıpti'yi öldürmesi ve etrafını gözetleyerek korku içerisinde çıkıp gitmesi. Bilahare insanları yönetmeye alışmak üzere koyun çobanlığı yapması. ..

 

Denildiğine göre bir gün bir oğlak koyun sürüsünden kaçtı. Günün uzunca bir bölümü onu takip etti, onu çok yordu. Sonra da onu alıp öptü ve bağrına bastı. Ona: Hem beni yordun, hem kendini yordun demiş, ona kızmamıştır.

 

Vehb b. Münebbih dedi ki: İşte bundan dolayı Yüce Allah onu kelim edindi. Daha önceden en-Nisa Süresi'nde (164. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Medyenliler arasında senelerce kaldın." Bununla anlaştığı iki şıklı sürenin daha eksiksiz olan on yıllık süreyi kastetmektedir. Vehb dedi ki: Şuayb'ın yanında yirmisekiz yıl kalmıştır. Bunun on yılı hanımı Şuayb kızı Safura'nın mehri idi. Onsekiz yıl da çocuğu doğuncaya kadar yanında ikamet etti.

 

"Sonra bir takdir gereği geldin. Ey Musa" İbn Abbas, Katade ve Abdu'rRahman b. Keysan dediler ki: Bununla nübüvvet ve risalete uygun hale geldin, demek istenmektedir. Çünkü peygamberler ancak kırk yaşında peygamber olurlar. Mücahid ve Mukatil, "bir takdir gereği" buyruğunu bir vade gereği, diye açıklamışlardır.

 

Muhammed b. Ka'b da şöyle demiştir: Sonra sen Benim, senin hakkında geleceğini takdir etmiş olduğum kadere uygun olarak geldin, demektir. İkisinin de anlamı birdir. Yani sen Bizim seni rasül olarak göndermeyi murad ettiğimiz vakit geldin. Şair de şöyle demiştir: "O hilafete nail oldu ya da onun için bir kaderdi, Nitekim Musa'nın Rabbine belli bir kader gereği vardığı gibi."

 

"Ve seni Kendim için seçtim" buyruğu ile ilgili olarak İbn Abbas şöyle demektedir: Seni vahyim ve risaletim için seçtim. Burada; "Seni... seçtim" buyruğunun san'at'tan alınma, yarattım anlamında olduğu söylenmiştir. Bunun kullarıma emir ve nehiylerimi tebliğ etmen için sana güç verdim, ilim öğrettim demek olduğu da söylenmiştir.

 

"Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin." İbn Abbas: Ona indirilmiş olan dokuz ayeti kastetmektedir, der.

 

"Beni anmakta gevşeklik göstermeyin." İbn Abbas dedi ki: Risalet hususunda asla zaafa düşme. Katade de böyle açıklamıştır. Hiçbir şekilde fütura kapılmayın. Gevşemeyin, diye de açıklanmıştır. Şair dedi ki: "Muhammed o mutlak ilah kendisine geçmiş ve geride kalmış (Günahlarını) bağışladığından beri Asla gevşemedi, zaaf göstermedi,"

 

Bu kelime zaaf göstermek, fütür göstermek, zayıflamak, bitip tükenmek anlamlarına gelir. İmruu'l-Kays da şöyle demektedir: "Diğer yüzücüler (atlar) zaaf gösterip, yorulduklarında tırnaklarını Sert yerlere vurup toz çıkartırlarken; (benim atım) hızlıca yürümeye devam eder."

 

"Bu işi görmekte zaafa düştüm. .. " denilir. İsm-i faili; (...) dır. Müennes ism-i fail de; (...): Ben onu zaafa düşürdüm, yordum" anlamındadır. "Filan kişi hala bu işi yapmaya devam eder" demektir. Eban da ayetin anlamını böylece açıklamış ve delil olarak da Tarafe'nin şu beytini göstermiştir: "Sanki önlerindeki o muazzam tencereler, Kurdukları kubbelere (çadırlara) benzer; hiç durmaksızın kaynayıp dururlar,"

 

Yine İbn Abbas'tan bunun "gecikmeyin" anlamında olduğu nakledilmiştir.

İbn Mes'ud'un kıraatinde: "Beni anmakta gevşekliğe kapılmayın" şeklindedir. Anmaktan kasıt; Bana hamdetmek, Benim şanımı, şerefimi yüceltmek ve risaletimi tebliğ etmektir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ta-Ha 43-44

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR