ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TA-HA

9

/

16

وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى {9} إِذْ رَأَى نَاراً فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي آنَسْتُ نَاراً لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِقَبَسٍ أَوْ أَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى {10} فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي يَا مُوسَى {11} إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى {12} وَأَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَى {13} إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا

فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي {14} إِنَّ السَّاعَةَ ءاَتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَى(15) فَلاَ يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لاَ يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَى(16)

 

9. Sana, Musa'nın haberi geldi mi?

10. Hani o bir ateş görmüştü de ailesine: "Siz burada durun, çünkü ben bir ateş gördüm. Belki size ondan bir parça kor getiririm ya da ateşin yanında bana yol gösteren bulurum" demişti.

11. O ateşin yanına vardığında ona: "Ey Musa" diye seslenildi.

12. "Gerçekten Ben senin Rabbinim, hemen pabuçlarını çıkar. Çünkü sen kutsal vadi Tuva'dasın.

13. "Ben seni seçtim. Şimdi sana vahyolanı dinle!

14. "Ben, evet Ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Öyleyse Bana ibadet et ve Beni zikretmek için namaza kalk."

15. "Muhakkak kıyamet saati gelecektir. Her nefis yaptığının karşılığını görsün diye vaktini gizli tutarım."

16. "Ona iman etmeyen ve hevasına uyan kimse ondan seni alıkoymasın. O takdirde helak olursun."

 

"Sana Musa'nın haberi geldi mi?" Meani (el-Kur'an'a dair eser yazan) ilim adamları dedi ki: Bu bir sorudur? İsbat ve icabdır. Sana gelmedi mi? anlamındadır. Anlamının sana gelmiştir, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu açıklama İbn Abbas'a aittir. el-Kelbi dedi ki: Henüz Musa'ya dair haber ona gelmemişti. Daha sonra ona Musa'ya dair haberi verdi.

 

"Hani o bir ateş görmüştü de ailesine: Siz burada durun. çünkü ben bir ateş gördüm. Belki size ondan bir parça kor getiririm ya da ateşin yanında bana yol gösteren bulurum, demişti."

 

                                               SAYFANIN DEVAMINDA ŞU BAŞLIKLAR’DA VAR

1- Musa (a.s.)'a Ayakkabılarını Çıkartmasının Emredilmesindeki Hikmet:

2- Ayakkabı ile Namaz Kılmak:

3- Çıkartılan Pabuçlar Nereye Konur:

4- Ayakkabılarda Necaset Bulunursa:

5- Mukaddes Tuva Vadisi:

1- Bu Buyrukta "Allah'ı Zikretme"nin Anlamı:

2- Uyuyarak ya da Unutarak Namaz Vaktini Geçiren Kimse:

3- Kasten Namazı Terk Eden:

4- Uyuyanın Ve Benzeri Durumda Olanların Sorumlulukları:

5- Bir Namazı Başka Bir Namaz Vaktinde Hatırlayanın Durumu:

6- Namazda iken Geçirdiği Namazı Hatırlamanın Hükmü:

7- Uyuyup Kalmak Suretiyle Namazı Vaktinde Kılamamak:

 

İbn Abbas ve başkaları dedi ki: Bu, Musa (a.s.)'ın kayınpederi ile olan anlaşma süresini bitirip ailesi ile birlikte Medyen'den Mısır'a gitmek üzere yola koyulduğu sırada olmuştu. O sırada yolunu da şaşırmıştı. Musa (a.s) oldukça gayretli (kıskanç) birisi idi. Hanımını görmesinler diye, kıskançlığından ötürü geceleyin sair insanlarla birlikte olur, gündüzün onlardan ayrı kalırdı. Şanı Yüce Allah'ın ilmindekilerin tahakkuk etmesine sebeb teşkil etsin diye arkadaşlarını da kaybetti. Gece oldukça karanlıktı.

 

Mukatil'in dediğine göre, kış mevsiminde bir cuma gecesi idi. Vehb b. Münebbih'in dediğine göre de Musa annesine dönmek maksadı ile Şuayb'dan izin istemişti. Ona izin vermiş, o da koyunlarını da beraber alarak hanımı ile birlikte yola çıkmıştı. Oldukça soğuk, karlı bir gecede bir oğlu dünyaya geldi. O sırada yolunu kaybetmiş, koyunları da etrafa dağılmıştı. Musa ateş yakmak istediyse de elindeki çakmak taşları hiçbir şekilde çakmadı. Aniden yolun sol tarafında uzaklarda bir ateş gördü "de ailesine: Siz burada durun" olduğunuz yerde kalın "çünkü ben bir ateş gördüm." İbn Abbas dedi ki: O ateşe doğru gittiğinde bir de ne görsün, ateş bir hünnap ağacında yanmaktadır. Bu ışığın özelliği ve o ağacın oldukça yeşil olması karşısında hayretle yerinde durdu. Ne ateşin ileri derecedeki sıcaklığı, ağacın yeşilliğinin güzelliğini etkiliyordu, ne de ağacın oldukça yaş olması, yeşilliğinin güzelliği, ateşin güzel ışığını etkiliyordu.

 

el-Mehdevi'nin naklettiğine göre; rivayet edildiği üzere, o ateşi bir böğürtlen ağacında görmüştü. Ona doğru gitti, fakat ağaç ondan geriye çekildi. Bunun üzerine o da içinde bir korku hissederek geri döndü, Sonra ağaç ona yaklaştı ve Yüce Allah onunla ağaçtan konuştu.

 

el-Maverdi dedi ki: (O gördüğü) Musa'ya göre nar (ateş); Yüce Allah'ın nezdinde ise nur idi.

 

Hamza: "Ailesine: Siz burada durun" anlamındaki buyruğu; (...) şeklinde "he" harfi ötreli olarak okumuştur. el-Kasas Süresi'nde (29. ayette) de böyle okumuştur. en-Nehhas dedi ki: Bu okuyuş; "Ey adam ben ona uğradım" diyenlerin şivesine uygundur. Böylece o asla uygun okumuş olmaktadır. Bu okuyuş caiz olmakla birlikte; Hamza bu iki yerde özel olarak benimsediği asıl okuyuş kaidesine muhalefet etmiştir.

 

Burada: "Siz burada durun" deyip de "burada ikamet edin" dememiş olması ikametin devamlı kalışı gerektirmesinden dolayıdır. Ancak burada kullanılan fiil bunu gerektirmez.

"Gördüm" demektir. Bu açıklamayı da İbnu'l-Arabi yapmıştır. Yüce Allah'ın: "Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz." (enNisa, 6) buyruğunda da bu kelime kullanılmış olup, " ... bilirseniz ... " anlamındadır. Ses için kullanılırsa işitmek manasınadır.

 

"el-Kabes" ateşten alınan bir alev demektir. "el-Mikbas" da aynı anlamdadır. "Ben ondan bir ateş aldım, alırım" (...) da o bana ateşten bir alev verdi, demektir. (...) de aynı anlamdadır. "Ben ondan bilgi elde ettim" anlamına gelir. el-Yezidi dedi ki: "Ben o adama bir bilgi öğrettim ve ona ateş verdim" demektir. Eğer onun için başkasından ateş istemişsen, o takdirde; (...) demek gerekir. el-Kisai dedi ki: Bu fiilin nar (ateş) ve ilim hakkında kullanılması arasında fark yoktur. Her ikisi hakkında: (...) de kullanılır.

 

"Yol gösteren" kelimesi burada yola ileten demektir.

 

"O ateşin yanına vardığında ona" el-Kasas Süresi'nde belirtildiği gibi, ağaçtan yani ileride geleceği üzere ağaç tarafından ve onun yakınlarından: "Ey Musa diye seslenildi."

 

 

[ - ]

"Gerçekten Ben, senin Rabbinim. Hemen pabuçlarını çıkar; çünkü sen kutsal vadi Tuva'dasın" buyruğuna dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

 

1- Musa (a.s.)'a Ayakkabılarını Çıkartmasının Emredilmesindeki Hikmet:

2- Ayakkabı ile Namaz Kılmak:

3- Çıkartılan Pabuçlar Nereye Konur:

4- Ayakkabılarda Necaset Bulunursa:

5- Mukaddes Tuva Vadisi:

 

"Ben, evet Ben Allah'ım. Ben'den başka İlah yoktur. Öyleyse Bana ibadet et ve Beni zikretmek için namaza kalk!"

1- Bu Buyrukta "Allah'ı Zikretme"nin Anlamı:

2- Uyuyarak ya da Unutarak Namaz Vaktini Geçiren Kimse:

3- Kasten Namazı Terk Eden:

4- Uyuyanın Ve Benzeri Durumda Olanların Sorumlulukları:

5- Bir Namazı Başka Bir Namaz Vaktinde Hatırlayanın Durumu:

6- Namazda iken Geçirdiği Namazı Hatırlamanın Hükmü:

7- Uyuyup Kalmak Suretiyle Namazı Vaktinde Kılamamak:

 

1- Musa (a.s.)'a Ayakkabılarını Çıkartmasının Emredilmesindeki Hikmet:

 

Yüce Allah'ın "Hemen pabuçlarını çıkar" buyruğu ile ilgili olarak Tirmizi'de rivayet edildiğine göre Abdullah b. Mes'ud, Peygamber (s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu zikretmektedir: "Musa'nın üzerinde Rabbi kendisiyle konuştuğu gün yünden bir elbise, yünden bir cübbe, yünden bir takke, yünden bir şalvar vardı. Ayakkabıları ise ölmüş bir eşeğin derisinden yapılmıştı." (Tirmizi) Dedi ki: Bu garip bir hadistir. Biz bunu sadece Humeyd el-A'rec (ki Humeyd İbn Ali el-Kufi'dir) yoluyla biliyoruz ve onun rivayet ettiği hadisler münkerdir. Mücahid'in arkadaşı Humeyd b. Kays el-A'rec el-Mekki ise sika bir ravidir.

 

"Gerçekten Ben" buyruğunu herkes esreli okumuştur. Yani ona seslenilerek: Ey Musa denildi, demektir. Ebu Ubeyd de bunu tercih etmiştir. Ancak Ebu Amr, İbn Kesir, İbn Muhaysın ve Humeyd, nidayı amel ettirerek hemzeyi üstün olarak okumuşlardır.

 

İlim adamları Musa (a.s.)'a ayakkabılarını çıkartma emrinin veriliş sebebi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Ayakkabı (na'l) yere karşı ayakları korumak üzere giyilen şeydir.

 

Bir görüşe göre ona pabuçlarını çıkartıp atma emrinin veriliş sebebi, necis olmalarıydı. Çünkü bu ayakkabılar şer'an uygun bir şekilde kesilmiş bir hayvan derisinden mamul değildi. Bunu Ka'b, İkrime ve Katade söylemiştir.

 

Bir başka görüşe göre ona bu emrin veriliş sebebi, mukaddes vadinin bereketine nail olması, ayaklarının da bu vadinin toprağına temas etmesiydi. Bu açıklamayı da Ali b. Ebi Talib (ra), el-Hasen ve İbn Cüreyc yapmışlardır.

 

Bir başka açıklamaya göre ona pabuçlarını çıkartma emrinin veriliş sebebi, Yüce Allah ile münacatta bulunurken huşu ve tevazu içindir. Nitekim selef-i salihin de Beytullah'ı tavaf ederken böyle yapmışlardır.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bu o yeri ta'zim etmek için verilmiş bir emirdir. Nitekim Harem-i Şeref'i ta'zim etmek için oraya ayakkabılarla girilmez.

 

Said b. Cubeyr dedi ki: Ona, Ka'be'ye ayakkabısız girildiği gibi, sen de yere çıplak ayakla bas, denildi. Hükümdarların örfünde huzurlarına girildiği vakit ayakkabıların çıkartılması ve insanın son derece mütevazi görünmesi bilinen bir husustur. Sanki Musa (a.s.)'a bu anlamda böyle bir emir verilmiş gibi görünüyor. Ayakkabılarının leş derisinden yahutta başka bir deriden yapılmış olmasının önemi yoktur. İmam Malik de, Peygamber (s.a.v.)ın pek şerefli kemiklerini ve pek değerli cüssesini barındıran Medine toprağına saygısından ötürü, Medine'de binek sırtına binmeyi kendisi için uygun görmezdi. Peygamber (s.a.v.)ın mezarlar arasında ayakkabısı ayağında olduğu halde yürümekte olan Beşir b. el-Hasasiyye'ye söylemiş olduğu şu sözler de bu kabildendir: "Sen böyle bir yerde bulunduğun vakit ayakkabılarını çıkart." Beşir dedi ki: Bunun üzerine ben de ayakkabılarımı çıkarttım."

 

Beşinci bir görüşe göre bu, onu kalbinin çoluk-çocuğuyla, ailesiyle meşgul olmaktan kurtarmaktan ibarettir. Nitekim aile ve evahalisini anlatmak üzere nal (pabuç) tabiri kullanılır. Nitekim rüya yorumunda da böyledir. Bir kimse ayakkabı giymekte olduğunu görürse o evlenecek demektir.

 

Bir başka açıklamaya göre Yüce Allah ona nur ve hidayet sergisini yaymıştı. Alemlerin Rabbinin sergisini ayakkabısı ile çiğnememesi gerekirdi.

 

Musa (a.s.)'a, ilk farz kılınan emrin pabuçlarını çıkartma emri olma ihtimali de vardır. Nitekim Muhammed (s.a.v.)a ilk verilen emirler: ''Kalk ve uyar. Yalnız Rabbiniyücelt, elbisenı' temizle, pisliklerden uzak dur.'' (el-Müddessir, 2-5) buyruklarıdır.

Bundan maksadın ne olduğunu en iyi bilen Allah'tır.

 

2- Ayakkabı ile Namaz Kılmak:

 

Nakledildiğine göre Musa (a.s) ayakkabılarını çıkartmış ve onları vadinin arka taraflarına atmıştı.

 

Ebu'l-Ahvas dedi ki: Abdullah, Ebu Musa (el-Eş'ari)'ye evinde ziyaretine gitmişti. Namaz kılınacak oldu. Bunun üzerine Ebu Musa kamet getirdi ve Abdullah'a: Geç, namaz kıldır dedi. Abdullah: Sen öne geç, çünkü evinde bulunuyorsun, dedi. Bunun üzerine o da öne geçti ve ayakkabılarını çıkarttı. Abdullah ona: Sen o kutsal vadide mi bulunuyorsun, dedi.

 

Müslim'in, Sahih'inde yer aldığına göre Said b. Yezid şöyle demiştir: Ben Enes'e: Rasulullah (s.a.v.) pabuçlarını çıkartmaksızın namaz kılar mıydı? diye sordum. O, evet dedi. Bunu Nesai de rivayet etmiştir.

 

Abdullah b. es-Saib'den gelen bir rivayete göre de Peygamber (s.a.v.) Mekke'nin fethi günü namaz kıldırmış ve pabuçlarını sol tarafına bırakmıştır.

 

Ebu Davud'daki rivayete göre de Ebu Said el-Hudrı (ra) dedi ki: Resulullah (s.a.v.) ashabına namaz kıldırmakta iken aniden pabuçlarını çıkarıverdi ve onları sol tarafına koydu. Arkasında namaz kılanlar bunu görünce onlar da ayakkabılarını çıkardılar. Rasulullah (s.a.v.) namazı bitirince: "Ayakkabılarınızı çıkarmanıza sizi iten sebeb nedir?" dedi. Onlar: Biz senin ayakkabılarını çıkardığını gördük. Biz de ayakkabılarımızı çıkardık. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Cibril bana geldi ve bana pabuçlarımda pislik olduğunu haber verdi." (Devamla) dedi ki: "Sizden biriniz mescide geldiği vakit baksın, eğer pabuçlarında bir pislik yahut rahatsızlık verici bir şey görürse onu silsin ve onlarla namaz kılsın. ''

 

Ebu Muhammed Abdu'l-Hakk bu hadisin sahih olduğunu bildirmiştir. Bu hadis kendisinden önceki iki hadisi te'lif etmekte, aralarındaki çelişkiyi kaldırmaktadır. Şer'i usule göre kesilmiş bir hayvan derisinden olup ayrıca kendileri temiz olmaları halinde pabuçlarla namaz kılmanın caiz olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Hatta kimi ilim adamı şöyle demiştir: Onlarla namaz kılmak daha faziletlidir. Yüce Allah'ın -önceden de geçtiği gibi-: "Her mescidde ziynetinizi alın'' (el-A'raf, 31) buyruğunun anlamı da budur.

 

İbrahim en-Nehai pabuçlarını çıkartanlar hakkında: Keşke ihtiyaç sahibi bir kimse gelip de bu ayakkabıları alıp, gitse! demiştir.

 

3- Çıkartılan Pabuçlar Nereye Konur:

 

Eğer pabuçlarını çıkartacak olursan, onları önünde bırak. Çünkü Ebu Hureyre şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse namaz kılacak olursa, pabuçlarını çıkartıp önünde bıraksın. " Ebu Hureyre de el-Makburi'ye şöyle demiştir: Onları çıkartıp, önünde bırak ve müslüman bir kimseyi onlar sebebiyle rahatsız etme.

 

Abdullah b. es-Saib (ra)ın, Peygamber (s.a.v.)dan pabuçlarını çıkartıp, sol tarafına koyduğuna dair rivayeti ise onun imam oluşu ile açıklanır. Şayet sen imam olursan yahut yalnız başına namaz kılmakta isen, arzu edersen böyle yapabilirsin. Ancak cemaat arasında bulunuyor ve safta isen, ayakkabılarınla sol tarafında namaz kılan şahsı rahatsız etme. Onları ayaklarının arasına da koyma, seni uğraştırırlar. Fakat ayaklarının ön tarafında bırak.

 

Cübeyr b. Mut'im'den de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kişinin pabuçlarını ayaklarının arasında bırakması bir bidattir.

 

4- Ayakkabılarda Necaset Bulunursa:

 

Şayet kan, Ademoğlunun sidiği gibi pis, necis oldukları icma ile kabul edilmiş bir pisliğin ayakkabılarda bulunduğu muhakkak ise, bu pisliği su ile yıkamaktan başka hiçbir şey temizlemez. Malik, Şafii ve çoğu ilim adamlarına göre hüküm böyledir.

 

Davarların sidiği ve kurumamış olan kaba pislikleri kabilinden necaseti hususunda ihtilaf edilmiştir. Ayakkabı ve pabuçların toprağa sürtülmekle temiz olup olmadıkları hususunda bizim (Maliki) mezhebimizde iki görüş vardır.

 

el-Evzai ve Ebu Sevr herhangi bir tafsilata girişmeksizin bu gibi pisliklerin toprağa sürtülmesinin yeterli olacağını mutlak olarak ifade etmişlerdir.

 

Ebu Hanife ise şöyle demektedir: Böyle bir pislik kuruyacak olursa bunu sürtmek ve ovalamak necaseti izale eder. Necaset yaş ise, -sidik müstesna- yıkamaktan başka bir şeyonu izale etmez. Sidik ise ona göre ancak yıkanmakla temizlenebilir.

 

Şafii de şöyle demektedir: Bunların hiçbirisini sudan başka bir şey temizlemez.

Sahih görüş ise şöyle diyenlerin görüşüdür: Silmek ve sürtmek suretiyle ayakkabılardaki bu tür necasetler temizlenir. Çünkü Ebu Said'in rivayet ettiği hadis bunu gerektirmektedir. Şayet ayakkabı yahut pabuç bir leş derisinden yapılmış ise, eğer bu leşin derisi tabaklanmamış ise ittifakla necistir. Ancak daha önce en-Nahl Suresi'nde (80. ayet,

60. başlıkta) geçtiği üzere, ez-Zühri ile el-Leys'in kanaatleri bu hususta istisna teşkil etmektedir.

 

Tevbe Suresi'nde (108. ayet, 10. başlıkta) da necasetin izale edilmesi ile ilgili açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun.

 

5- Mukaddes Tuva Vadisi:

 

"Çünkü sen kutsal vadi Tuva'dasın" buyruğunda geçen "mukaddes":

 

Kutsal, tertemiz edilmiş demektir. el-Kuds da temizlik, taharet, tahir oluş anlamındadır. Mukaddes arz, tertemiz edilmiş anlamındadır. Bu ismin ona veriliş sebebi Yüce Allah'ın kafirleri oradan çıkartmış olması ve mü'minlerle orayı imar etmiş olmasıdır.

Yüce Allah bazı zamanları, diğer bazılarına üstün kıldığı gibi bazı yerleri de başka yerlere üstün kılmıştır. Nitekim bazı canlılar için de bu böyledir. Allah dilediğini üstün kılmak hakkına sahiptir. Buna göre oranın mukaddes oluşu kafirlerin oradan çıkartılıp mü'minlerin oraya yerleştirilmiş olmasından kaynaklanmıyor. Çünkü bu özellik başka yerlerde de vardır.

 

"Tuva" İbn Abbas, Mücahid ve diğerlerinden nakledildiğine göre vadinin adıdır. ed-Dahhak: O dürülmüş bir şeyi andıran dairemsi ve derin bir vadidir.

 

İkrime "Tuva"nın "tı" harfini esreli (Tıva) şeklinde okurken diğerleri ise "Tuva" diye okumuşlardır.

 

el-Cevheri der ki: "Tuva" Şam bölgesinde bir yerin adıdır. "Tı" harfi esreli de okunabilir, ötreli de okunabilir. Bu kelime munsarıf da kabul edilmiştir, gayr-ı munsarıf da. Bunu munsarıf kabul edenler orayı bir vadi ve bir mekan ismi kabul eder ve belirtisiz (nekre) sayar. Munsarıf kabul etmeyenler ise orayı bir belde ve bir bölge olarak kabul eder ve onu marife olarak değerlendirir. Kimisi de şöyle demiştir; "Tuva" tıpkı "tıva" gibidir. Bu da katlanıp, dürülmüş şey demektir. Yüce Allah'ın: "Kutsal vadi Tuva" buyruğu hakkında da burası iki defa katlanmış yani kutsanmıştır, diye açıklamışlardır.

 

el-Hasen dedi ki: Burada bereket ve takdis (kutsama) iki defa tekrarlanmıştır.

el-Mehdevi, İbn Abbas (ra)dan şöyle dediğini nakleder: Buraya "Tuva" deniliş sebebi, Musa (a.s.)'ın buradan geceleyin geçmiş olması (tavahu)dır. Çünkü bu vadiden geçtiğinde önce üst taraflarına doğru çıktı, (sonra indi.) O bakımdan bu kelime burada asıllafzından olmayan bir başka kelimenin kendisinde amel ettiği bir mastar (mef'ul-i mutlak)dır.

 

Sanki: "Çünkü sen" içinde gidip geldiğin "kutsal vadi Tuva'dasın." Yani sen yürüyerek katlayıp geçtiğin bir vadidesin, denilmiş gibidir.

 

el-Hasen dedi ki: Bunun anlamı, iki defa takdis edilmiş demektir. Buna göre bu isim; "Onu katlayıp, dürdüm (aşıp, geçtim)"den mastardır.

 

"Ben seni" risalet için "seçtim." Medineliler, Ebu Amr, Asım ve el-Kisai "Ben seni seçtim" diye okurlarken Hamza; "Biz seni seçtik" şeklinde okumuştur. Anlam birdir, ancak burada birinci okuyuş şu iki sebebten ötürü daha uygundur: Evvela bu okuyuş hatta daha uygundur. İkinci olarak ifadenin akışına da daha yatkındır. Zira Yüce Allah: "Ey Musa! Gerçekten Ben senin Rabbinim, hemen pabuçlarını çıkart" diye buyurmuştur. İşte bu akışa uygun olarak hitab devam etmiştir. Bu açıklamayı en-Nehhas yapmıştır.

 

"Şimdi sana vahyolanı dinle" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı tek başlık halinde sunacağız:

 

Söylenen Sözü Güzelce Dinlemek:

 

İbn Atiyye dedi ki: Bana babam -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- anlattı, dedi ki: Ben Ebu'l Fadl el-Cevherı'yi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle derken dinledim: Musa (a.s.)a: "Şimdi sana vahyolanı dinle" denilince, o bir taşın üzerinde durdu, bir taşa dayandı. Sağ elini soluna koydu, sakalını göğsüne dayadı ve dinlemek üzere durdu. Giydiği bütün elbise de yündü.

 

Derim ki: Gereği gibi güzelce dinlemeyi Yüce Allah övmüş bulunmaktadır: "Onlar sözü işitip en güzeline uyarlar. işte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir. "(ez-Zümer, 18) Aksi niteliklere sahip olanları da yermiş ve şöyle buyurmuştur: "Onların neyi dinlediklerini Biz pek iyi biliriz. "(el-İsra, 47)

 

Böylelikle Yüce Allah dikkatini toplayarak sözünü dinlemek üzere kulak verenleri övmüş ve kullarına da böyle bir edebIe edeblenmelerini emrederek şöyle buyurmuştur: "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, merhamet olunasınız. "(el-A'raf, 204) Burada da: "Şimdi sana vahyolanı dinle" diye buyurmaktadır. Çünkü böylelikle Yüce Allah'tan gelen buyrukları kavrama, anlama lütfuna erişilir.

 

Vehb b. Münebbih'ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: Dinlemenin adabından bazıları şunlardır: Organların hareketsiz durması, gözün sağa-sola bakmaması, kulak kabartması, dikkatini toplamak, gereğince amel etmeye karar vermek. İşte Yüce Allah'ın sevdiği şekilde dinlemek budur. Bu ise kulun azalarını tutması ve onları başka şeylerle meşgul etmemesi ile olur. Aksi takdirde kalbi dinledikleriyle uğraşamaz, başka şeylerle meşgul olur. Gözü sağa-sola bakmasın ki, kalbi gördükleriyle oyalanmasın. Dikkatini toplasın ki, dinlediğinden başka şeyler içinden geçmesin. Ayrıca kavramaya karar vermeli ve kavradığıyla da amel etmelidir.

 

Süfyan b. Uyeyne dedi ki: İlmin başı dinlemek, sonra kavramak, sonra bellemek, sonra amel etmek, sonra da onu yaymaktır. Kul Yüce Allah'ın Kitabına, Peygamberinin sünnetine, Allah'ın sevdiği üzere samimi bir niyet ile kulak verip dinleyecek olursa, Allah da sevdiği şekilde ona duyduklarını kavratır ve kalbinde ona bir nur verir.

 

 

[ - ]

"Ben, evet Ben Allah'ım. Ben'den başka İlah yoktur. Öyleyse Bana ibadet et ve Beni zikretmek için namaza kalk!" buyruğuna dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

 

1- Bu Buyrukta "Allah'ı Zikretme"nin Anlamı:

2- Uyuyarak ya da Unutarak Namaz Vaktini Geçiren Kimse:

3- Kasten Namazı Terk Eden:

4- Uyuyanın Ve Benzeri Durumda Olanların Sorumlulukları:

5- Bir Namazı Başka Bir Namaz Vaktinde Hatırlayanın Durumu:

6- Namazda iken Geçirdiği Namazı Hatırlamanın Hükmü:

7- Uyuyup Kalmak Suretiyle Namazı Vaktinde Kılamamak:

 

1- Bu Buyrukta "Allah'ı Zikretme"nin Anlamı:

 

Yüce Allah'ın: "Beni zikretmek için" buyruğunun açıklanması hususunda farklı görüşler vardır. Bunun, beni namazda anman için namaz kıl, anlamına gelme ihtimali olduğu gibi, namaz kıldığın için Ben de seni en yüceler arasında övgüyle anayım, anlamına geldiği de söylenmiştir. Buna göre mastarın bir faile veya bir mef'ule izafe edilmiş olma ihtimali vardır.

 

Bir diğer açıklamaya göre anlam şöyledir: Tevhid'ten sonra namaza dikkat et ve onu koru. Bu da namazın değerinin büyüklüğüne dikkat çekmektir. Zira namaz Yüce Allah'a bir yakarıştır, O'nun huzurunda durmaktır. Bu açıklamaya göre namaz, zikrin kendisidir. Nitekim Yüce Allah: "Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun" (el-Cuma, 9) buyruğunda namazı zikir diye adlandırmıştır.

 

Bir açıklamaya göre bundan maksat şudur: Sen unuttun mu namaz kıL. Nitekim hadiste: "Onu hatırladığı vakit kılıversin'' diye buyurulmaktadır ki bu unutmakla namazın sakıt olmadığını (düşmediğini) gösterir.

 

2- Uyuyarak ya da Unutarak Namaz Vaktini Geçiren Kimse:

 

Malik ve başkaları Peygamber (s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Her kim uyuyarak yahut unutarak bir namazı geçirecek olursa, onu hatırladığında hemen o namazı kılıversin. Çünkü Yüce Allah: "Beni zikretmek için namaza kalk" diye buyurmuştur.''

 

Ebu Muhammed Abdu'l-Gani b. Said Haccac b. Haccac'dan -ki bu Yezid b. Zürey'in kendisinden rivayette bulunduğu ilk Haccac'dır şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bize Katade anlattı. O Enes b. Malik'ten dedi ki: Resulullah (s.a.v.)a uyuyup ta namaz vaktini geçiren ve namazı unutan kişinin durumu hakkında soru sorulmuş, o da şöyle buyurmuştur: "Onun kefareti o namazı hatırladığı vakit kılmasıdır." İbrahim b. Tahman da Haccac'dan onun gibi rivayette bulunarak ona uymuştur. Hemmam b. Yahya da Katade'den böylece rivayet etmektedir.

 

Darakutni de Ebu Hureyre'den, o Peygamber (s.a.v.)dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Her kim bir namazı unutacak olursa, o namazın vakti onu hatırlayacağı vakittir. ''(Darakutni, I, 423)

 

Peygamber (s.a.v.)ın: "Onu hatırladığında onu kılıversin" buyruğu uyuyanın da unutanın da, az olsun, çok olsun namazının kazasının vacip oluşuna delildir. Genel olarak ilim adamlarının görüşü de budur. Bununla birlikte pek önemi olmayan şaz bir görüş de nakledilmiştir. Bu görüşün önemsenmeyiş sebebi ise, hadisin nassına muhalif olmasıdır. Bu şaz görüşe göre eğer kazası yapılacak namazlar beşten fazla olursa kazası gerekmez.

 

Derim ki: Yüce Allah namazın kılınmasını emretmiş ve: "Güneşin (batıya) kaymasından, gecenin karanlığına kadar namazı dosdoğru kıl ...'' (İsra, 78) ayeti ve daha başka ayetlerle de muayyen bazı vakitleri nass ile tayin etmiştir. Gece kılınması gereken namazı gündüzün kılacak olursa yahut aksini yaparsa, o bu işi Yüce Allah'ın kendisine emrettiğine uygun yapmış olmaz. Bu yaptığından dolayı da sevap almaz ve böyle bir kimse isyan etmiş bir kimsedir. İşte bu durumda olan kimsenin vaktinde kılmadığı, kazaya kalmış namazını kaza etmemesi gerekirdi. Eğer Peygamber (s.a.v.)ın: "Kim uykuda olduğu için yahut unuttuğu için bir namazı geçirecek olursa onu hatırladığında kılıversin" buyruğu olmasaydı, hiçbir kimsenin vaktinin dışında kıldığı namazından faydalanması söz konusu olmazdı. Bu itibarla böyle birisinin kıldığı namaz kaza değil eda olur. Çünkü kaza ayrı ve yeni bir emirle yapılandır. İlk emirle yapılan değildir.

 

3- Kasten Namazı Terk Eden:

 

Kasti olarak namazı terkeden kimseye gelince; yine cumhura göre bunun asi olsa bile namazını kaza etmesi farzdır. Ancak Davud (ez-Zahiri) bu kanaatte değildir. Şafii mezhebine mensub Ebu Abdu'r-Rahman el-Eşari de ona muvafakat etmiştir. Bu görüşü ondan İbnu'l-Kassar nakletmektedir.

 

Kasten namazı vaktinde kılmayan kimse ile unutan ve uyuyan kimse arasındaki fark, günahın kaldırılmış olmasındadır. Kasten terkeden günah kazanır, bununla birlikte hepsinin de kaza etmeleri gerekir.

 

Cumhurun delili Yüce Allah'ın: "Namazı kılınız" diye buyurmuş olması ve bunun vaktinde olması ya da olmaması arasında fark gözetmemiş olmasıdır. Bu ise vücub (farziyyet) ifade eden bir emirdir. Aynı şekilde uyuyanın ve unutanın da -günahkar olmamalarına rağmen- namazlarını kaza etmekle emrolundukları sabit olmuştur. O halde kasti olarak namazını geçirenin kaza etmesi öncelikle söz konusudur.

 

Yine Peygamber Efendimizin: "Kim bir namazı uyur ya da unutur da geçirirse" buyruğu da bunu ifade eder. Çünkü unutmak (nisyan) terketmekle aynı şeydir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar Allah'ı unuttular. O da onları unuttu. "(et-Tevbe, 67); "Allah'ı unuttukları içinAllahın da kendilerine, kendilerini unutturduğu kimseler ... "(el-Haşr, 19) Bu nisyanın, unutma ile olması ile olmaması arasında fark yoktur. Çünkü Yüce Allah hakkında nisyan söz konusu değildir. Onun hakkında bu tabirin kullanılmasının anlamı, onları terk etmektir. "Biz bir ayeti nesh eder ya da unutturursak" (el-Bakara, 106) buyruğunda da nisyan terk etmek anlamındadır. Hatırlamak da nisyandan sonra da olabilir, başka bir şeyden sonra da olabilir. Nitekim Yüce Allah (kudsi: hadiste) "Beni kendi nefsinde zikredeni Ben de kendi zatımda anarım." diye buyurmaktadır. Şanı Yüce Allah'ın unutması (nisyanı) söz konusu değildir. Onun için bu fiilin ne anlama geldiğini az önce açıklamış bulunuyoruz. Buna göre Peygamber (s.a.v.)ın: "Onu hatırladığı zaman" buyruğu, onu bildiği zaman demektir.

 

Aynı şekilde insanlara karşı olan borçların ödenmesinin belli bir vakti varsa bu vakit gelmekle bunların ödenmesinin vücubu sözkonusu olduktan sonra, (ödenmezse) kazası (ödenme gereği) ortadan kalkmaz. Ancak bu gibi zimmetteki borçları ibra düşürür. Yüce Allah'ın borçları hususunda ibranın sahih olmaması ve bunların kazasının ondan gelmiş bir izin olmadıkça düşmemesi de öncelikle söz konusudur.

 

Diğer taraftan bizler ittifakla şunu kabul etmiş bulunuyoruz: Kasti olarak ve özürsüz bir şekilde Ramazan orucunun bir gününü terkeden bir kimsenin, o günü kaza etmesi farzdır. Namaz da aynı şekildedir. Şayet Malik'ten:

 

Kasti olarak namazı terkeden bir kimse ebediyyen onu kaza etmez, dediğine dair bir rivayet vardır, denilecek olursa; şunu belirtelim ki bundan maksat geçmiş olanın asla geri dönmeyeceğine bir işarettir yahut da bu, bu davranışın vebalinin ne kadar ağır olduğunu anlatmak için söylenmiş bir söz olarak kabul edilmelidir. Nitekim İbn Mes'ud ve Ali (Allah ikisinden de razı olsun)'in: "Bir kimse Ramazan'da kasten oruç yiyecek olursa, isterse sene boyunca oruç tutsun bu ona kefaret olmaz" şeklinde rivayet edilen sözleri buna benzemektedir.

 

Ayrıca kazanın eda yerine geçirilmesi yahut arkasından tevbe edilmesi mükellefiyetin hakkının yerine getirilmesi açısından kaçınılmaz bir şeydir. Bundan sonra da Yüce Allah dilediğini yapar.

 

Ebu'l-Mutavves babasından, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kasti olarak Ramazan'dan bir gün yiyen bir kimse bütün yılı oruçla geçirecek olsa dahi onun yerini tutmaz. '' Eğer bu rivayet sahih ise bunun vebalinin büyüklüğünü anlatması anlamına gelme ihtimali vardır. Bu ise zayıf bir hadis olup, bunu Ebu Davud rivayet etmiştir.

 

Kazaya kalan namazın keffaretine dair sahih hadisler gelmiş bulunmaktadır. Bazılarında ise bir günün kaza edileceği de belirtilmiştir. Yüce Allah'a hamd olsun.

 

4- Uyuyanın Ve Benzeri Durumda Olanların Sorumlulukları:

 

Peygamber (s.a.v.)'in: "Her kim uyuyarak yahut unutarak bir namazı geçirecek olursa ... " hadisi Peygamber (s.a.v.)ın: "üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan ... " hadisinin umum ifadesini tahsis etmektedir. Sorumluluğun kaldırılması demek, günahın kaldırılması demektir. Yoksa üzerindeki farzın kaldırıldığı anlamında değildir. Bu hadis Peygamber (s.a.v.)'in: ''...Ve ergenlik yaşına kadar çocuktan" sözü -tek bir rivayette gelmiş olsa dahi- kabilinden değildir. Bu asıl kaideyi iyice bellemek gerekir.

 

5- Bir Namazı Başka Bir Namaz Vaktinde Hatırlayanın Durumu:

 

Bu kabilden olmak üzere ilim adamları, geçmiş bir namazı bir başka namazın son vaktinde iken hatırlayan yahut da namaz kılarken bir namazı geçirdiğini hatırlayan kimsenin durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

 

Bu hususta İmam Malik'in görüşü özetle şöyledir: Bir namazı geçirdiğini, başka bir namaz vaktinde hatırlayan bir kimse, eğer bu geçirdiği namazlar beş ve daha az ise unuttuğundan (sırasıyla) başlar. İsterse içinde bulunduğu vaktin namazı geçsin. Şayet geçirdiği namaz vakitleri bundan daha fazla ise, bu sefer vakti girmiş olan namazı kılmakla başlar.

Ebu Hanife, es-Sevri ve el-Leys'in görüşü de buna yakındır.

 

Şu kadar var ki Ebu Hanife ve mezhebine mensub ilim adamları derler ki: Bize göre eğer vakit hem geçen namazlara hem de vakti girmiş namaza elverişli bulunuyor ise, bir gün ve bir gecelik namazlarda tertib vacibtir. Şayet içinde bulunulan vakit namazının geçeceğinden korkarsa, onu korumakla başlar. Eğer geçmiş namazları bir gün ve geceden fazla ise, onlara göre tertib vacib değildir.

 

Tertibin vacib olduğu görüşü es-Sevri'den rivayet edilmiştir. O az ile çok arasında fark görmez. Şafii mezhebinde de varılan sonuç budur. Şafii der ki: Tercihe değer olan, içinde bulunduğu vakit geçmeyecek olursa, geçmiş namazIa başlamaktır. Eğer böyle davranmayarak vakit namazını kılmakla başlayacak olursa bu dahi ona yeter.

 

el-Esrem, Ahmed'in görüşüne göre altmış sene ve yukarısında dahi tertibin vacib olduğu görüşünü nakletmekte ve şöyle demektedir: Bir kimse içinde bulunduğu vakitten önceki namazı hatırlamakta ise, herhangi bir namaz kılmaması gerekir. Çünkü kılacağı o namaz fasid olur.

 

Darakutni'nin rivayetine göre Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse farz bir namazı hatırlayacak olursa, içinde bulunduğu (vakit) namazı(nı) kılmakla başlasın. Onu bitirdikten sonra bu sefer unuttuğunu kılsın." (Hadisin ravilerinden) Ömer b. Ebi Ömer meçhuldur. (Darakutni, I, 421)

 

Derim ki: Eğer bu sahih olsaydı, içinde bulunulan vaktin namazını kılmaya başlama gereği hususunda Şafii'nin lehine bir delil olurdu. Sahih olan görüş ise sahih hadis derleyicilerinin Cabir b. Abdullah'tan geldiğini belirttikleri şu rivayettir: Ömer (r.a.) Hendek günü Kureyş kafirlerine sövüp saymaya başladı ve dedi ki: Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yemin ederim ki neredeyse güneşin batmaya yaklaştığı bir vakte kadar ikindi namazını kılamayacaktım. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah'a yemin ederim, ben daha kılmadım." Bunun üzerine el-Buthan denilen yere indik. Resulullah (s.a.v.) abdest aldı, biz de abdest aldık. Resulullah (s.a.v.) güneş battıktan sonra ikindi namazını kıldı. Ondan sonra da akşam namazını kıldı. 

 

İşte bu, vakti girmiş namazı kılmaya başlamadan önce geçmiş namazı kılmakla başlanacağına dair bir nasstır. Özellikle akşam namazının vakti birdir, oldukça dardır. Bizce meşhur olan görüşe göre uzayıp giden bir vakit değildir. Önceden geçtiği üzere Şafii'de de böyledir. Tirmizi'nin rivayetine göre de Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Mes'ud babasından rivayet ettiğine göre müşrikler Resulullah (s.a.v.)ı Hendek günü dört vakit namazı kılmaktan meşgul ederek, alıkoydular. Nihayet gecenin Yüce Allah'ın dilediği kadar bir bölümü geçip gidince Bilal'e ezan okuması için emir verdi, o da kalkıp ezan okudu. Sonra kamet getirip öğle namazını kıldı, sonra kamet getirip ikindiyi kıldı, sonra kamet getirip akşamı kıldı, sonra da kamet getirip yatsıyı kıldı.

 

İşte ilim adamları bunu bir namaz vaktini geçiren kimsenin o namazı belli bir vakitte hatırlayacak olursa, geçtiği şekilde sırasına uygun (tertib ile) kılacağına delil göstermişlerdir. Ancak geçirdiği namazları, vakti girmiş fakat çıkmasına az kalmış, vakti daralmış bir namaz vaktinde hatırlayacak olursa, üç ayrı görüşleri vardır: Bir görüşe göre geçmiş namazı kılmakla başlar. İsterse içinde bulunduğu vakit çıksın. Malik, el-Leys, ez-Zühri ve başkaları önceden açıklamış olduğumuz gibi- bu görüştedir.

 

İkinci görüşe göre; mevcut vakit namazını kılmakla başlar. el-Hasen, eş-Şafii, hadis fukahası, el-Muhasibi ve Maliki mezhebine mensub İbn Vehb bu görüştedirler.

üçüncüsüne göre; muhayyerdir, dilediğini önce kılabilir. Bu da Eşheb'in görüşüdür.

Birinci görüş şöyle açıklanır: Kılınması gereken namazların sayısı çoktur.

 

Eğer bu şekilde namazlar çoksa mevcut vaktin namazını kılmakla başlayacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Bu açıklamayı Kadı Iyad yapmıştır.

 

Azın miktarı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik'ten gelen rivayete göre beş ve daha aşağısıdır. Cabir'in hadisi dolayısıyla dört ve daha aşağısıdır da denilmiştir. Altı vakit namazın çok olduğu hususunda mezhebimizde görüş ayrılığı yoktur.

 

6- Namazda iken Geçirdiği Namazı Hatırlamanın Hükmü:

 

Namaz kılmakta iken geçmiş bir namazı hatırlayana gelince; eğer imam ile birlikte ise tertibin vücubunu kabul edenler de etmeyenler de, o namazını tamamlayıncaya kadar imamla birlikte kalmaya devam eder, demişlerdir. Bu hususta asıl delil Malik ve Darakutni'nin rivayet ettikleri İbn Ömer'den gelen şu hadistir: "Sizden herhangi bir kimse bir namazı unuturda o namazı ancak imamla birlikte iken hatırlayacak olursa imamla beraber namaz kılsın. O namazını bitirdikten sonra bu sefer kendisi unutmuş olduğu namazı kılsın. Sonra da imam ile birlikte kıldığı namazı iade etsin." Darakutni'nin lafzı ile hadis böyledir. Musa b. Harun da dedi ki: Bize bunu bir de Ebu İbrahim et-Tercümani anlattı, dedi ki: Bize Said bu hadisi zikretti ve bunu Peygamber (s.a.v.)a ref etti. Ancak bunu ref' etmekle yanılmıştır. Şayet bu hadisi ref etmekten sonraları vazgeçmiş ise doğruya eriştirilmiş demektir. (Darakutni, I, 422)

 

Diğer taraftan ilim adamları arasında farklı görüşler vardır. Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel derler ki: Hatırladığı namazı kılar, sonra da imam ile birlikte kıldığı namazı kılar. Ancak bu iki namaz arasında beş vakitten fazla olması hali -az önce Kufelilerden naklettiğimiz üzere- müstesnadır. Bu aynı zamanda Medineli olup, Malik'in mezhebine mensub bir topluluğun da görüşüdür. el-Hiraki'nin nakline göre Ahmed b. Hanbel de şöyle demiştir: Her kim başka bir namazı kılmakta iken bir namazı hatırlayacak olursa, o kılmakta olduğu namazı tamamlar, hatırladığı namazın da kazasını yapar, eğer vakit elverişli ise kılmış olduğu vakit namazını tekrar kılar. Şayet o namazı kılmakta iken vaktin çıkacağından korkarsa, kanaatime göre o namazı iade etmez, kıldığı o vakit namazı onun için yeterli olur, üzerindeki namazın da kazasını yapar.

 

Malik dedi ki: Bir vakit namazını kılmakta iken, bir başka namazı (geçirdiğini) hatırlayan kimse, eğer iki rekat kılmış ise iki rekatın sonunda selam verir. Şayet imam ise kıldırmakta olduğu namazı da, cemaatin onun arkasında kıldıkları namazları da yıkılır ve batıl olur. Maliki mezhebinde zahir (kuvvetli) görülen görüş budur. Ancak kıyası belli bir oranda önceleyen onun mezhebine mensub ilim adamlarına göre hüküm böyle değildir. Çünkü onun kılmakta olduğu namaz esnasında bir başka namazı geçirdiğini hatırlayacak olursa ve bu namazın da bir rekatini kılmış ise, buna bir rekat daha katar ve selam verir. Şayet üç rekatini kılmış olduğu bir namazda geçirdiği bir namazını hatırlayacak olursa, ona dördüncü bir rekat daha ilave eder. Bu namazı da fasit olmayıp nafile olur. Eğer iddia edildiği gibi namazı bozulup batıl olsaydı ona bir rekat daha ilave etmesi emrolunmazdı. Nitekim bir rekat kıldıktan sonra abdesti bozulursa ona bir rekat daha ilave etmez.

 

7- Uyuyup Kalmak Suretiyle Namazı Vaktinde Kılamamak:

 

Müslim'in rivayetine göre Ebu Katade: Resulullah (s.a.v.) bize bir hutbe irad etti deyip, abdest kabı ile abdest almayı söz konusu ettiği hadisi uzun uzadıya zikretti. Bu hadiste şunları da söyledi: Sonra Peygamber buyurdu ki: "Sizin bana uymanız gerekmez mi?" Sonra buyurdu ki: "Şunu bilin ki uykudan dolayı kusur söz konusu değildir. Asıl kusurlu hareket ediş, bir sonraki namazın vakti gelinceye kadar namazı kılmayanın yaptığıdır. Kim bunu yaparsa (uyur-kalırsa) uyanacağı vakit o namazı kılsın. Ertesi günü de o namazı aynı vaktinde kılsın."

 

Darakutni de bu hadisi bu şekilde Müslim'in lafızlarının aynısı ile rivayet etmiştir. (Darakutni, I, 386)

 

Bu hadisin zahiri kazaya kalmış namazın hatırlanması esnasında bir defa ve bir sonraki gün aynı vakti gelince de bir defa olmak üzere iki defa kılınmasını gerektirmektedir. Hadisin zahirinden anlaşılan bu hükmü Ebu Davud'un İmran b. Husayn yoluyla rivayet ettiği hadis desteklemektedir. O olayı söz konusu ettikten sonra sonlarında şunları söylemektedir: "Sizden her kim ertesi günün sabah namazını sağlıklı bir şekilde idrak edecek olursa, o namaz ile birlikte bir de onun gibisini de kaza kılsın.''

 

Derim ki: Ancak bu zahirinden anlaşıldığı üzere kabul görmemiştir. Kazaya kalmış olan namaz yalnız bir defa iade edilir. Çünkü Darakutni'nin rivayetine göre İmran b. Husayn şöyle demiştir: Biz Rasulullah (s.a.v.) ile bir gaza da -yahut bir seriyye geceleyin yol yürüdük. Seher vakti girince konakladık, ancak güneş sıcağı bizi uyandırıncaya kadar uyanamadık. Her birimiz yerinden korku ve dehşetle uyanıp fırlıyordu. Rasülullah (s.a.v.) uyanınca bize emir verdi, biz de oradan yola koyulduk. Güneş yükselinceye kadar yolumuza devam ettik. Kafiledekiler ihtiyaçlarını gördüler, sonra Bilal'e emir verdi. O da ezan okudu ve iki rekat namaz kıldık. Sonra yine ona verdiği emir üzerine Bilal kamet getirdi ve sabah namazını kıldık. Ey Allah'ın Peygamberi! dedik. Biz bu namazı ertesi günü aynı vakitte kaza etmeyelim mi? Rasülullah (s.a.v.) onlara dedi ki: "Allah size hem faizi yasaklayacak, hem de sizden faiz mi alacak?"(Darakutni, I, 385-386)

 

el-Hattabı dedi ki: Bu şekilde (iki kere) kaza yapacağını vacip olarak kabul etmiş bir kimse bilmiyorum. Ancak kaza esnasında vaktin faziletini de elden kaçırmamak için müstehab olarak bunu emretmiş olma ihtimali vardır. Sahih olan ise bu hadis gereğince ameli terketmektir; çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah size faizi yasaklarken sizden onu kabul mü edecek?"

 

Diğer taraftan İmran b. Husayn yoluyla gelen hadisin sahih rivayet yollarında bu fazlalığın hiçbir bölümü yoktur. Ancak Ebu Katade'nin zikredilen hadisinde bu vardır. Bu da beyan ettiğimiz gibi ihtimallidir.

 

Derim ki: el-Kiya et- Taberi Ahkamu'l-Kur'an" adlı eserinde belirttiğine göre seleften kimisi, Peygamber (s.a.v.)ın: "Her kim bir namazı unutacak olursa onu hatırlayacağı vakit kılıversin. Bu namazın bundan başka bir keffareti yoktur" buyruğuna muhalefet ederek şöyle demiştir: O namazın bir sonraki gün vakti girinceye kadar sabretsin, o vakit namaz kılsın. Sabah namazı geçti mi ertesi günü kılsın. Ancak bu, nass tan uzak ve şaz bir görüştür.

 

Gizli Tutulan Kıyamet Anı:

 

"Muhakkak kıyamet saati gelecektir. Her nefis yaptığının karşılığını görsün diye vaktini gizli tutarım" ayeti müşkildir.

 

Said b. Cübeyr'den: "Vaktini gizli tutarım" buyruğunda hemzeyi üstün olarak okuduğu rivayet edilmiş ve onu açığa çıkarırım diye açıklamıştır.

 

"Karşılığını görsün diye" yani onu açığa çıkarmak, amellerin karşılığının görülmesi için olacaktır. Bu açıklamayı Ebu Ubeyd, el-Kisai'den, o Muhammed b. Sehl'den, o Vika' b. Iyas'tan, o Said b. Cübeyr yoluyla rivayet etmiştir. en-Nehhas dedi ki: Bu rivayetin bundan başka yolu yoktur.

 

Derim ki: el-Enbari de bunu "Kitabu'r-Red"adlı eserinde böylece rivayet etmiştir: Bana babam anlattı, bize Muhammed b. el-Cehm anlattı, bize el-Ferra anlattı, bize el-Kisai anlattı. (H) Ve bize Abdullah b. Naciye anlattı, bize Yusuf anlattı, bize Yahya el-Himmanı anlattı, bize Muhammed b. Sehl anlattı. en-Nehhas dedi ki: Bu isnattan daha iyisi şudur: Yahya el-Kattan, es-Sevrı'den, o Ata b. es-Said'den, o Said b. Cübeyr'den rivayet ettiğine göre, (...) lafzında, hemzeyi ötreli olarak okumuştur.

 

İbn Cübeyr'in hemzenin üstün okuduğuna dair sözü geçen isnadla rivayet edilmiş olması hakkında Ebu Bekr el-Enbari dedi ki: Bunun anlamı, ben onu izhar ederim, şeklindedir. Çünkü bir şeyin izhar edişini anlatmak üzere; "Ben onu izhar ettim, ederim" denilir. el-Ferra da İmruu'lKays'ın şu beytini zikretmektedir: "Şayet siz hastalığı gömerseniz, biz onu açığa çıkarmayız, Ve eğer savaşı harekete geçirecek olursanız biz de oturmayız."

 

Kimi dil bilginleri şöyle demiştir: Bu kelimenin hemzesinin ötreli okunuşu ile "ben bunu açığa çıkartırım" anlamında olması mümkündür. Çünkü bir şeyi açığa çıkardım, manasına; (...) denilir. O bakımdan bu kök, zıt anlamlı kelimelerdendir. Hem gizlemek ve örtmek anlamı, hem de açığa çıkarmak anlamı vardır.

 

Ebu Ubeyde dedi ki: Bu fiilin asli üç harfli oluşu ile başına hemze ziyade edilmesi (ayet-i kerimede olduğu gibi) aynı anlamı ifade eder. en-Nehhas dedi ki: Bu güzel bir açıklamadır. İbn Ebi'l Hattab da bunu nakletmiştir ki, o da doğruluğu hususunda hiçbir şüphe bulunmayan dilci önderlerinden bir önderdir. Sibeveyh de ondan rivayet etmiş ve buna göre şu beyiti okumuştur: "Şayet siz hastalığı gizleyecek olursanız, biz onu açığa çıkarmayız, Ve eğer savaşı canlandırıp harekete geçirecek olursanız oturmayız."

 

Aynı şekilde bunu Ebu Ubeyde, Ebu'l-Hattab'dan "nun" harfini ötreli olarak rivayet etmiştir. İmruul-Kays şöyle demektedir:

 

"Onları içinde bulundukları deliklerinden çıkardı (gizledi anlamına da gelen hafa); sanki onları, Akşamleyin yağan gürültülü bir yağmur çıkarmışcasına (yine aynı anlam ve kökteki fiiI)"

 

Burada; onları dışarı çıkardı, manasınadır. Bu beyit "akşamdan gürültülü ... " ibaresi yerine "üst üste yığılmış buluttan" anlamındaki ifadelerle de rivayet edilmiştir.

 

Ebu Bekr el-Enbari dedi ki: Ayetin bir başka tefsiri de vardır: "Muhakkak kıyamet saati gelecektir ... ım" buyruğunda ifa-

 

de sona ermektedir. Ondan sonra ise takdiri olarak: "Ben onu nerdeyse kopartacağım." Daha sonra: "Her nefis yaptığının karşılığını görsün diye vaktini gizli tutarım" diye başlanır.

 

Şair Dabi' el-Burcumi der ki: "İçimden geçirdim fakat yapmadım, az kalsın yapacaktım ve keşke, Osman'ı hanımları kendisi için ağlayacak halde bıraksaydım."

 

Burada da görüldüğü gibi şair "keşke yapsaydım" demek istemiştir ve burada Kur'an-ı Kerim'de olduğu gibi, bu fiille birlikte uygun başka bir fiili takdir ederek beyiti söylemiştir.

 

Derim ki: en-Nehhas'ın tercih ettiği görüş budur. Bundan bir önceki görüşün zayıf olduğuna işaret etmiştir. O dedi ki: Deniyor ki "O şeyi açıkladı, açıklar" demektir. Yine "açıkladı" manasına; (...) denildiği söylenmektedir. Ancak bu pek bilinen bir kullanım şekli değildir. (Devamla) dedi ki: Ben Ali b. Süleyman'ı: "Onu gizli tutarım"ın manası onun için müşkil görününce bu görüşü kabule meyletti ve dedi ki: Bunun da manası hemzenin üstün okunuşunun manası gibidir.

 

en-Nehhas ise şöyle demektedir: Ancak, burada bunun anlamı, ben onu açıklarım, şeklinde değildir. Özellikle de hemzenin üstün ile okunuşu şaz bir kıraattir. Yaygın ve sahih olan bir kıraat, nasıl şaz bir kıraate göre açıklanabilir. Halbuki burada ifade takdiri daha uygundur. Buna göre de ifadenin takdiri şöyledir: Kıyamet saati gelecektir ve neredeyse Ben onu getireceğim. Buradaki "gelecektir" ifadesi "Ben onu getireceğim" ifadesinin takdir edildiğine delildir. Sonra dedi ki: Burada "onu (vaktini) gizli tutarım" ifadesi de yeni bir başlangıçtır. Bu sahih bir anlamdır. Çünkü Yüce Allah kıyametin kendisi demek olan Saati de gizlemiştir, insanın öleceği anı da gizlemiştir. İnsanın buna dair bilgileri açık olmadığından dolayı, böylece tevbeyi geciktirmeyerek amelde bulunmasının sağlanması istenmiştir.

 

Derim ki: Buna göre Yüce Allah'ın: "Karşılığını görsün diye" buyruğundaki ("diye" anlamı verilen) "lam" harfi "gizli tutarım" anlamındaki fiile taalluk etmektedir.

 

Ebu Ali de dedi ki: Bu selb (böyle bir şeyi ortadan kaldırmak) kabilindendir. Zıt anlamlı ifadelerden değildir. Burada "onu gizli tutarım" ifadesinin anlamı onun gizliliğini kaldırırım, demektir. "Hafa" kelimesi üzerindeki örtü demektir. Bunun tekili "hı" harfi esreli olarak; (...) şeklinde olup çoğulu da "ahfiye" şeklinde gelir ve bu da kırbanın etrafına sarılan şey demektir. Onun üzerindeki bu örtü ortadan kalktı mı, kendisi de açığa çıkar. İşte onun şikayet sebebini ortadan kaldırdım, anlamında: (...), onun husumette bulunmasını kabul ettim ve bunu tekrarlamasına gerek bırakmadım anlamında; (...) ifadeleri de bu şekilde (bu kalıba) uygundur.

 

Ebu Hatim de el-Ahfeş'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Buradaki; (...) te'kid edici ve zaiddir. Buna benzer bir ifade de Yüce Allah'ın şu buyruğundadır: "Elini çıkarsa neredeyse onu dahi göremeyecektir." (en-Nur, 40) Çünkü Yüce Allah'ın burada sözünü ettiği üstüste karanlıklar esasen bakan ile kendisine bakılan arasında engel teşkil etmektedir. Bu anlamda ki açıklama İbn Cübeyr'den de rivayet edilmiştir, ifadenin takdiri de şöyledir: Kıyamet saati gelecektir. Ben her bir nefis yaptığının karşılığını görsün diye onun vaktini gizli tutarım. (Meal de buna göredir).

 

Şair der ki: "Savaşa hızlıca atılır, silahını kuşanmış olarak, Rakibine hemen hemen nefes aldırmaz."

 

Şair burada "hiç nefes aldırmaz" demek istemiştir. Bir başka şair de şöyle demektedir: "Ve bana isabet edenler dolayısıyla nefsimi kınamayacağım, Ve ele geçirdiklerim ile de nerdeyse başarılı olamayacağım."

 

Burada "ele geçirdiklerimle başarılı olamayacağım" anlamındadır. Görüldüğü gibi burada; "Neredeyse" ifadeyi te'kid için gelmiştir.

 

Bir başka açıklamaya göre: "Onu gizlemeye pek yaklaştım" demektir. Çünkü bir kimse; "Zeyd neredeyse kalkacaktı" dediğinde kalkmış olması ihtimali de vardır, kalkmamış olması ihtimali de. Onun bunu tamamen gizleyip saklamış olduğu ise, başka bir yerdeki ifadelerin delaleti ile burada yapılabilecek itiraza cevap teşkil etmektedir. Lugatçiler derler ki: (...) ın manası, Araplara göre ben onu az kalsın yapacaktım, fakat yapmadım demektir. (...) ise bir süre geciktikten sonra yaptım, anlamındadır. Buna delil de şanı Yüce ve azametli olan Allah'ın: "Nihayet o ineği boğazladılar, fakat az kalsın yapamayacaklardı. "(el-Bakara, 71) buyruğudur. Yani onlar böyle bir ineği bulmakta oldukça zorlandıklarından bir süre geciktikten sonra bu işi yapabildiler: (...) tabirinde, eğer ifade pekiştirilsin diye kullanılmış ise, ben yapmadım, yapmak noktasına dahi yaklaşmadım, anlamında da olabilir.

 

Burada: (...) ifadesinin, ben onu gizli tutmak istiyorum, anlamında olduğu da söylenmiştir. el-Enbarı dedi ki: Bunun delili de fasahatli şairin şu sözleridir: "O da istedi, ben de istedim ve bu en hayırlı bir istektir. Şayet geçmişte kalan şevkin oyalanışInIn bir bölümü geri dönse."

 

Görüldüğü gibi burada bu mı istemek, irade etmek anlamındadır. es-Sa'lebi'nin naklettiğine göre İbn Abbas ve çoğu müfessirler de şöyle demişlerdir: Bu, neredeyse Ben onu kendimden dahi gizleyeceğim. Ubeyy'in, Mushaf'ında da bu böyledir. İbn Mes'ud, Mushaf'ında ise: "Ben onu neredeyse kendimden dahi gizleyeceğim, herhangi bir yaratık onu nasıl bilebilir anlamındadır. Kimi kıraatlerde de: "Ben onu size nasıl açıklarım" ifadesi de vardır. Bu gibi açıklamalar, Arapların konuşmalarında adet edindikleri anlatım üslubuna göre yapılmıştır. Şöyle ki: Onlardan herhangi bir kişi bir hususu gizlemekte aşırıya kaçacak olursa: O işi neredeyse kendimden dahi gizleyecektim, der. Şanı Yüce Allah'a ise hiçbir şey gizli kalmaz. Bu anlamdaki açıklamaları Kutrub ve başkaları yapmıştır. Şair de şöyle demektedir: "Hind'in benimle beraber olduğu günler: Ona haber veririm: Kendi nefsimden gizlediğim ihtiyaçlarımı ve sırlarımı."

 

Elbetteki nefsinden de gizlemiş olduğu şeyleri ona haber vermesi söz konusu değildir. (Gizlemekte aşırı titizlik gösterdiği şeyleri dahi, ona açıklayacak demektir).

 

Peygamber (s.a.v.)'in şu buyruğu da bu kabildendir: "Ve sağ elinin verdiğini, sol eli bilmeyecek derecede gizlediği sadaka veren bir kimse ... ''

 

ez-Zemahşeri dedi ki: Bunun: Ben neredeyse onu kendimden dahi gizleyeceğim, anlamında olduğu da söylenmiştir. Ancak ifadelerde böyle bir şeyin hazfedildiğine dair delil yoktur. Kendisine delalet edecek ifadeler bulunmadan hazfedilen ifadeler bulunduğuna dair iddialara itibar edilmez.

 

Bu iddiada bulunanları aldatan şey Ubeyy'in, Mushaf'ındaki: Neredeyse Ben onu kendimden dahi gizleyeceğim, açıklaması ile bazı Mushaf'larda: Ben onu nerdeyse kendimden dahi gizleyeceğim, nasıl olur da onu size açıklarım, ifadeleridir.

 

Derim ki: Ben neredeyse onu kendimden dahi gizleyecektim, diye açıklama yapanların bu sözlerinin şu anlama geldiği söylenmiştir: Yani onu gizlemek, Benim tarafımdandır. Onu gizleyen Benim, Benden başkası değil.

 

Yine Ebu'l-Abbas'tan: Ben onu neredeyse kendimden gizleyecektim, dediği rivayet edilmiştir. Bunu Talha b. Amr, Ata'dan da rivayet etmiştir. Ayrıca Ali b. Ebi Talha da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet eder: Ben onu kimseye açıklamam.

 

Said b. Cübeyr'den de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Onu gizlemiştir. Bu açıklama ise buradaki (...) in zaid olduğunu kabul edenlere göredir. Yani kıyamet saati gelecektir ve Ben onu gizlemekteyim.

 

Kıyamet saatinin gizlenmesindeki fayda ise, korkutmak ve kıyametin korkusunu hissettirmektir.

 

Şöyle de denilmiştir: "Karşılığını görsün diye" ifadesinin (bir önceki ayette geçen): "Namaza kalk" buyruğuna taalluk ettiği de söylenmiştir. Buna göre ifade de takdim ve te'hir söz konusu olur. Yani "her bir nefis yaptığının karşılığını görsün diye" Beni anıp-hatırlaman için namazı kıL. "Muhakkak kıyamet saati gelecektir. Ben onu gizli tutarım." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Bu buyruğun Yüce Allah'ın: "Gelecektir" buyruğuna taalluk ettiği de söylenmiştir. Kıyamet, her nefis yaptığının karşılığını görsün diye gelecektir, demek olur.

 

"O'na iman etmeyen ve hevasına uyan kimse O'ndan" yani O'na iman edip O'nu tasdik etmekten "seni alıkoymasın" engellemesin. "O takdirde helak olursun." Bu, nehyin cevabı olarak nasb mahallindedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ta-Ha 17-18

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR