TA-HA 9 / 16 |
وَهَلْ
أَتَاكَ
حَدِيثُ
مُوسَى {9} إِذْ
رَأَى
نَاراً فَقَالَ
لِأَهْلِهِ
امْكُثُوا
إِنِّي آنَسْتُ
نَاراً
لَّعَلِّي
آتِيكُم
مِّنْهَا
بِقَبَسٍ أَوْ
أَجِدُ
عَلَى
النَّارِ
هُدًى {10}
فَلَمَّا
أَتَاهَا
نُودِي يَا
مُوسَى {11} إِنِّي
أَنَا
رَبُّكَ
فَاخْلَعْ
نَعْلَيْكَ
إِنَّكَ
بِالْوَادِ
الْمُقَدَّسِ
طُوًى {12} وَأَنَا
اخْتَرْتُكَ
فَاسْتَمِعْ
لِمَا يُوحَى
{13} إِنَّنِي
أَنَا اللَّهُ
لَا إِلَهَ
إِلَّا
أَنَا فَاعْبُدْنِي
وَأَقِمِ
الصَّلَاةَ
لِذِكْرِي {14}
إِنَّ
السَّاعَةَ
ءاَتِيَةٌ أَكَادُ
أُخْفِيهَا
لِتُجْزَى
كُلُّ نَفْسٍ
بِمَا
تَسْعَى(15)
فَلاَ
يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا
مَنْ لاَ
يُؤْمِنُ
بِهَا
وَاتَّبَعَ
هَوَاهُ
فَتَرْدَى(16) |
9. Sana,
Musa'nın haberi geldi mi?
10. Hani
o bir ateş görmüştü de ailesine: "Siz burada durun, çünkü ben bir ateş
gördüm. Belki size ondan bir parça kor getiririm ya da ateşin yanında bana yol
gösteren bulurum" demişti.
11. O
ateşin yanına vardığında ona: "Ey Musa" diye seslenildi.
12.
"Gerçekten Ben senin Rabbinim, hemen pabuçlarını çıkar. Çünkü sen kutsal
vadi Tuva'dasın.
13.
"Ben seni seçtim. Şimdi sana vahyolanı dinle!
14.
"Ben, evet Ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Öyleyse Bana ibadet et
ve Beni zikretmek için namaza kalk."
15.
"Muhakkak kıyamet saati gelecektir. Her nefis yaptığının karşılığını
görsün diye vaktini gizli tutarım."
16.
"Ona iman etmeyen ve hevasına uyan kimse ondan seni alıkoymasın. O
takdirde helak olursun."
"Sana Musa'nın
haberi geldi mi?" Meani (el-Kur'an'a dair eser yazan) ilim adamları dedi
ki: Bu bir sorudur? İsbat ve icabdır. Sana gelmedi mi? anlamındadır. Anlamının
sana gelmiştir, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu açıklama İbn Abbas'a
aittir. el-Kelbi dedi ki: Henüz Musa'ya dair haber ona gelmemişti. Daha sonra
ona Musa'ya dair haberi verdi.
"Hani o bir ateş
görmüştü de ailesine: Siz burada durun. çünkü ben bir ateş gördüm. Belki size
ondan bir parça kor getiririm ya da ateşin yanında bana yol gösteren bulurum,
demişti."
SAYFANIN
DEVAMINDA ŞU BAŞLIKLAR’DA VAR
1- Musa (a.s.)'a Ayakkabılarını
Çıkartmasının Emredilmesindeki Hikmet: 2- Ayakkabı ile Namaz Kılmak: 3- Çıkartılan Pabuçlar Nereye Konur: 4- Ayakkabılarda Necaset Bulunursa: 5- Mukaddes Tuva Vadisi: |
1- Bu Buyrukta "Allah'ı
Zikretme"nin Anlamı: 2- Uyuyarak ya da Unutarak Namaz
Vaktini Geçiren Kimse: 3- Kasten Namazı Terk Eden: 4- Uyuyanın Ve Benzeri Durumda
Olanların Sorumlulukları: 5- Bir Namazı Başka Bir Namaz
Vaktinde Hatırlayanın Durumu: 6- Namazda iken Geçirdiği Namazı
Hatırlamanın Hükmü: 7- Uyuyup Kalmak Suretiyle Namazı
Vaktinde Kılamamak: |
İbn Abbas ve başkaları
dedi ki: Bu, Musa (a.s.)'ın kayınpederi ile olan anlaşma süresini bitirip
ailesi ile birlikte Medyen'den Mısır'a gitmek üzere yola koyulduğu sırada
olmuştu. O sırada yolunu da şaşırmıştı. Musa (a.s) oldukça gayretli (kıskanç)
birisi idi. Hanımını görmesinler diye, kıskançlığından ötürü geceleyin sair
insanlarla birlikte olur, gündüzün onlardan ayrı kalırdı. Şanı Yüce Allah'ın
ilmindekilerin tahakkuk etmesine sebeb teşkil etsin diye arkadaşlarını da
kaybetti. Gece oldukça karanlıktı.
Mukatil'in dediğine
göre, kış mevsiminde bir cuma gecesi idi. Vehb b. Münebbih'in dediğine göre de
Musa annesine dönmek maksadı ile Şuayb'dan izin istemişti. Ona izin vermiş, o
da koyunlarını da beraber alarak hanımı ile birlikte yola çıkmıştı. Oldukça
soğuk, karlı bir gecede bir oğlu dünyaya geldi. O sırada yolunu kaybetmiş,
koyunları da etrafa dağılmıştı. Musa ateş yakmak istediyse de elindeki çakmak
taşları hiçbir şekilde çakmadı. Aniden yolun sol tarafında uzaklarda bir ateş
gördü "de ailesine: Siz burada durun" olduğunuz yerde kalın
"çünkü ben bir ateş gördüm." İbn Abbas dedi ki: O ateşe doğru
gittiğinde bir de ne görsün, ateş bir hünnap ağacında yanmaktadır. Bu ışığın
özelliği ve o ağacın oldukça yeşil olması karşısında hayretle yerinde durdu. Ne
ateşin ileri derecedeki sıcaklığı, ağacın yeşilliğinin güzelliğini etkiliyordu,
ne de ağacın oldukça yaş olması, yeşilliğinin güzelliği, ateşin güzel ışığını
etkiliyordu.
el-Mehdevi'nin
naklettiğine göre; rivayet edildiği üzere, o ateşi bir böğürtlen ağacında
görmüştü. Ona doğru gitti, fakat ağaç ondan geriye çekildi. Bunun üzerine o da
içinde bir korku hissederek geri döndü, Sonra ağaç ona yaklaştı ve Yüce Allah
onunla ağaçtan konuştu.
el-Maverdi dedi ki: (O
gördüğü) Musa'ya göre nar (ateş); Yüce Allah'ın nezdinde ise nur idi.
Hamza: "Ailesine:
Siz burada durun" anlamındaki buyruğu; (...) şeklinde "he" harfi
ötreli olarak okumuştur. el-Kasas Süresi'nde (29. ayette) de böyle okumuştur.
en-Nehhas dedi ki: Bu okuyuş; "Ey adam ben ona uğradım" diyenlerin
şivesine uygundur. Böylece o asla uygun okumuş olmaktadır. Bu okuyuş caiz
olmakla birlikte; Hamza bu iki yerde özel olarak benimsediği asıl okuyuş
kaidesine muhalefet etmiştir.
Burada: "Siz burada
durun" deyip de "burada ikamet edin" dememiş olması ikametin
devamlı kalışı gerektirmesinden dolayıdır. Ancak burada kullanılan fiil bunu
gerektirmez.
"Gördüm" demektir.
Bu açıklamayı da İbnu'l-Arabi yapmıştır. Yüce Allah'ın: "Şayet onlarda bir
reşitlik görürseniz." (enNisa, 6) buyruğunda da bu kelime kullanılmış
olup, " ... bilirseniz ... " anlamındadır. Ses için kullanılırsa
işitmek manasınadır.
"el-Kabes"
ateşten alınan bir alev demektir. "el-Mikbas" da aynı anlamdadır.
"Ben ondan bir ateş aldım, alırım" (...) da o bana ateşten bir alev
verdi, demektir. (...) de aynı anlamdadır. "Ben ondan bilgi elde
ettim" anlamına gelir. el-Yezidi dedi ki: "Ben o adama bir bilgi
öğrettim ve ona ateş verdim" demektir. Eğer onun için başkasından ateş
istemişsen, o takdirde; (...) demek gerekir. el-Kisai dedi ki: Bu fiilin nar
(ateş) ve ilim hakkında kullanılması arasında fark yoktur. Her ikisi hakkında:
(...) de kullanılır.
"Yol gösteren"
kelimesi burada yola ileten demektir.
"O ateşin yanına
vardığında ona" el-Kasas Süresi'nde belirtildiği gibi, ağaçtan yani
ileride geleceği üzere ağaç tarafından ve onun yakınlarından: "Ey Musa
diye seslenildi."
[ - ]
"Gerçekten Ben, senin
Rabbinim. Hemen pabuçlarını çıkar; çünkü sen kutsal vadi Tuva'dasın"
buyruğuna dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
1- Musa (a.s.)'a Ayakkabılarını
Çıkartmasının Emredilmesindeki Hikmet:
2- Ayakkabı ile Namaz Kılmak:
3- Çıkartılan Pabuçlar Nereye Konur:
4- Ayakkabılarda Necaset Bulunursa:
5- Mukaddes Tuva Vadisi:
"Ben, evet Ben Allah'ım. Ben'den
başka İlah yoktur. Öyleyse Bana ibadet et ve Beni zikretmek için namaza
kalk!"
1- Bu Buyrukta "Allah'ı
Zikretme"nin Anlamı:
2- Uyuyarak ya da Unutarak Namaz
Vaktini Geçiren Kimse:
3- Kasten Namazı Terk Eden:
4- Uyuyanın Ve Benzeri Durumda
Olanların Sorumlulukları:
5- Bir Namazı Başka Bir Namaz Vaktinde
Hatırlayanın Durumu:
6- Namazda iken Geçirdiği Namazı
Hatırlamanın Hükmü:
7- Uyuyup Kalmak Suretiyle Namazı
Vaktinde Kılamamak:
1- Musa (a.s.)'a
Ayakkabılarını Çıkartmasının Emredilmesindeki Hikmet:
Yüce Allah'ın
"Hemen pabuçlarını çıkar" buyruğu ile ilgili olarak Tirmizi'de
rivayet edildiğine göre Abdullah b. Mes'ud, Peygamber (s.a.v.)ın şöyle
buyurduğunu zikretmektedir: "Musa'nın üzerinde Rabbi kendisiyle konuştuğu
gün yünden bir elbise, yünden bir cübbe, yünden bir takke, yünden bir şalvar
vardı. Ayakkabıları ise ölmüş bir eşeğin derisinden yapılmıştı." (Tirmizi)
Dedi ki: Bu garip bir hadistir. Biz bunu sadece Humeyd el-A'rec (ki Humeyd İbn
Ali el-Kufi'dir) yoluyla biliyoruz ve onun rivayet ettiği hadisler münkerdir.
Mücahid'in arkadaşı Humeyd b. Kays el-A'rec el-Mekki ise sika bir ravidir.
"Gerçekten
Ben" buyruğunu herkes esreli okumuştur. Yani ona seslenilerek: Ey Musa
denildi, demektir. Ebu Ubeyd de bunu tercih etmiştir. Ancak Ebu Amr, İbn Kesir,
İbn Muhaysın ve Humeyd, nidayı amel ettirerek hemzeyi üstün olarak
okumuşlardır.
İlim adamları Musa (a.s.)'a
ayakkabılarını çıkartma emrinin veriliş sebebi hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Ayakkabı (na'l) yere karşı ayakları korumak üzere giyilen şeydir.
Bir görüşe göre ona
pabuçlarını çıkartıp atma emrinin veriliş sebebi, necis olmalarıydı. Çünkü bu
ayakkabılar şer'an uygun bir şekilde kesilmiş bir hayvan derisinden mamul
değildi. Bunu Ka'b, İkrime ve Katade söylemiştir.
Bir başka görüşe göre
ona bu emrin veriliş sebebi, mukaddes vadinin bereketine nail olması,
ayaklarının da bu vadinin toprağına temas etmesiydi. Bu açıklamayı da Ali b.
Ebi Talib (ra), el-Hasen ve İbn Cüreyc yapmışlardır.
Bir başka açıklamaya
göre ona pabuçlarını çıkartma emrinin veriliş sebebi, Yüce Allah ile münacatta
bulunurken huşu ve tevazu içindir. Nitekim selef-i salihin de Beytullah'ı tavaf
ederken böyle yapmışlardır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Bu o yeri ta'zim etmek için verilmiş bir emirdir. Nitekim Harem-i Şeref'i
ta'zim etmek için oraya ayakkabılarla girilmez.
Said b. Cubeyr dedi ki:
Ona, Ka'be'ye ayakkabısız girildiği gibi, sen de yere çıplak ayakla bas,
denildi. Hükümdarların örfünde huzurlarına girildiği vakit ayakkabıların
çıkartılması ve insanın son derece mütevazi görünmesi bilinen bir husustur.
Sanki Musa (a.s.)'a bu anlamda böyle bir emir verilmiş gibi görünüyor.
Ayakkabılarının leş derisinden yahutta başka bir deriden yapılmış olmasının
önemi yoktur. İmam Malik de, Peygamber (s.a.v.)ın pek şerefli kemiklerini ve
pek değerli cüssesini barındıran Medine toprağına saygısından ötürü, Medine'de
binek sırtına binmeyi kendisi için uygun görmezdi. Peygamber (s.a.v.)ın
mezarlar arasında ayakkabısı ayağında olduğu halde yürümekte olan Beşir b.
el-Hasasiyye'ye söylemiş olduğu şu sözler de bu kabildendir: "Sen böyle
bir yerde bulunduğun vakit ayakkabılarını çıkart." Beşir dedi ki: Bunun
üzerine ben de ayakkabılarımı çıkarttım."
Beşinci bir görüşe göre
bu, onu kalbinin çoluk-çocuğuyla, ailesiyle meşgul olmaktan kurtarmaktan
ibarettir. Nitekim aile ve evahalisini anlatmak üzere nal (pabuç) tabiri
kullanılır. Nitekim rüya yorumunda da böyledir. Bir kimse ayakkabı giymekte
olduğunu görürse o evlenecek demektir.
Bir başka açıklamaya
göre Yüce Allah ona nur ve hidayet sergisini yaymıştı. Alemlerin Rabbinin
sergisini ayakkabısı ile çiğnememesi gerekirdi.
Musa (a.s.)'a, ilk farz
kılınan emrin pabuçlarını çıkartma emri olma ihtimali de vardır. Nitekim
Muhammed (s.a.v.)a ilk verilen emirler: ''Kalk ve uyar. Yalnız Rabbiniyücelt,
elbisenı' temizle, pisliklerden uzak dur.'' (el-Müddessir, 2-5) buyruklarıdır.
Bundan maksadın ne olduğunu
en iyi bilen Allah'tır.
2- Ayakkabı ile Namaz
Kılmak:
Nakledildiğine göre Musa
(a.s) ayakkabılarını çıkartmış ve onları vadinin arka taraflarına atmıştı.
Ebu'l-Ahvas dedi ki:
Abdullah, Ebu Musa (el-Eş'ari)'ye evinde ziyaretine gitmişti. Namaz kılınacak
oldu. Bunun üzerine Ebu Musa kamet getirdi ve Abdullah'a: Geç, namaz kıldır
dedi. Abdullah: Sen öne geç, çünkü evinde bulunuyorsun, dedi. Bunun üzerine o
da öne geçti ve ayakkabılarını çıkarttı. Abdullah ona: Sen o kutsal vadide mi
bulunuyorsun, dedi.
Müslim'in, Sahih'inde
yer aldığına göre Said b. Yezid şöyle demiştir: Ben Enes'e: Rasulullah (s.a.v.)
pabuçlarını çıkartmaksızın namaz kılar mıydı? diye sordum. O, evet dedi. Bunu
Nesai de rivayet etmiştir.
Abdullah b. es-Saib'den
gelen bir rivayete göre de Peygamber (s.a.v.) Mekke'nin fethi günü namaz
kıldırmış ve pabuçlarını sol tarafına bırakmıştır.
Ebu Davud'daki rivayete
göre de Ebu Said el-Hudrı (ra) dedi ki: Resulullah (s.a.v.) ashabına namaz kıldırmakta
iken aniden pabuçlarını çıkarıverdi ve onları sol tarafına koydu. Arkasında
namaz kılanlar bunu görünce onlar da ayakkabılarını çıkardılar. Rasulullah
(s.a.v.) namazı bitirince: "Ayakkabılarınızı çıkarmanıza sizi iten sebeb
nedir?" dedi. Onlar: Biz senin ayakkabılarını çıkardığını gördük. Biz de
ayakkabılarımızı çıkardık. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Cibril bana geldi ve bana pabuçlarımda pislik olduğunu haber verdi."
(Devamla) dedi ki: "Sizden biriniz mescide geldiği vakit baksın, eğer
pabuçlarında bir pislik yahut rahatsızlık verici bir şey görürse onu silsin ve
onlarla namaz kılsın. ''
Ebu Muhammed Abdu'l-Hakk
bu hadisin sahih olduğunu bildirmiştir. Bu hadis kendisinden önceki iki hadisi
te'lif etmekte, aralarındaki çelişkiyi kaldırmaktadır. Şer'i usule göre
kesilmiş bir hayvan derisinden olup ayrıca kendileri temiz olmaları halinde
pabuçlarla namaz kılmanın caiz olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş
ayrılığı yoktur. Hatta kimi ilim adamı şöyle demiştir: Onlarla namaz kılmak
daha faziletlidir. Yüce Allah'ın -önceden de geçtiği gibi-: "Her mescidde
ziynetinizi alın'' (el-A'raf, 31) buyruğunun anlamı da budur.
İbrahim en-Nehai
pabuçlarını çıkartanlar hakkında: Keşke ihtiyaç sahibi bir kimse gelip de bu
ayakkabıları alıp, gitse! demiştir.
3- Çıkartılan Pabuçlar
Nereye Konur:
Eğer pabuçlarını
çıkartacak olursan, onları önünde bırak. Çünkü Ebu Hureyre şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse namaz kılacak
olursa, pabuçlarını çıkartıp önünde bıraksın. " Ebu Hureyre de
el-Makburi'ye şöyle demiştir: Onları çıkartıp, önünde bırak ve müslüman bir
kimseyi onlar sebebiyle rahatsız etme.
Abdullah b. es-Saib
(ra)ın, Peygamber (s.a.v.)dan pabuçlarını çıkartıp, sol tarafına koyduğuna dair
rivayeti ise onun imam oluşu ile açıklanır. Şayet sen imam olursan yahut yalnız
başına namaz kılmakta isen, arzu edersen böyle yapabilirsin. Ancak cemaat
arasında bulunuyor ve safta isen, ayakkabılarınla sol tarafında namaz kılan
şahsı rahatsız etme. Onları ayaklarının arasına da koyma, seni uğraştırırlar.
Fakat ayaklarının ön tarafında bırak.
Cübeyr b. Mut'im'den de
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kişinin pabuçlarını ayaklarının arasında
bırakması bir bidattir.
4- Ayakkabılarda
Necaset Bulunursa:
Şayet kan, Ademoğlunun
sidiği gibi pis, necis oldukları icma ile kabul edilmiş bir pisliğin
ayakkabılarda bulunduğu muhakkak ise, bu pisliği su ile yıkamaktan başka hiçbir
şey temizlemez. Malik, Şafii ve çoğu ilim adamlarına göre hüküm böyledir.
Davarların sidiği ve
kurumamış olan kaba pislikleri kabilinden necaseti hususunda ihtilaf
edilmiştir. Ayakkabı ve pabuçların toprağa sürtülmekle temiz olup olmadıkları
hususunda bizim (Maliki) mezhebimizde iki görüş vardır.
el-Evzai ve Ebu Sevr
herhangi bir tafsilata girişmeksizin bu gibi pisliklerin toprağa sürtülmesinin
yeterli olacağını mutlak olarak ifade etmişlerdir.
Ebu Hanife ise şöyle
demektedir: Böyle bir pislik kuruyacak olursa bunu sürtmek ve ovalamak necaseti
izale eder. Necaset yaş ise, -sidik müstesna- yıkamaktan başka bir şeyonu izale
etmez. Sidik ise ona göre ancak yıkanmakla temizlenebilir.
Şafii de şöyle
demektedir: Bunların hiçbirisini sudan başka bir şey temizlemez.
Sahih görüş ise şöyle
diyenlerin görüşüdür: Silmek ve sürtmek suretiyle ayakkabılardaki bu tür
necasetler temizlenir. Çünkü Ebu Said'in rivayet ettiği hadis bunu
gerektirmektedir. Şayet ayakkabı yahut pabuç bir leş derisinden yapılmış ise,
eğer bu leşin derisi tabaklanmamış ise ittifakla necistir. Ancak daha önce
en-Nahl Suresi'nde (80. ayet,
60. başlıkta) geçtiği
üzere, ez-Zühri ile el-Leys'in kanaatleri bu hususta istisna teşkil etmektedir.
Tevbe Suresi'nde (108.
ayet, 10. başlıkta) da necasetin izale edilmesi ile ilgili açıklamalar geçmiş
bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun.
5- Mukaddes Tuva
Vadisi:
"Çünkü sen kutsal
vadi Tuva'dasın" buyruğunda geçen "mukaddes":
Kutsal, tertemiz edilmiş
demektir. el-Kuds da temizlik, taharet, tahir oluş anlamındadır. Mukaddes arz,
tertemiz edilmiş anlamındadır. Bu ismin ona veriliş sebebi Yüce Allah'ın
kafirleri oradan çıkartmış olması ve mü'minlerle orayı imar etmiş olmasıdır.
Yüce Allah bazı
zamanları, diğer bazılarına üstün kıldığı gibi bazı yerleri de başka yerlere
üstün kılmıştır. Nitekim bazı canlılar için de bu böyledir. Allah dilediğini
üstün kılmak hakkına sahiptir. Buna göre oranın mukaddes oluşu kafirlerin
oradan çıkartılıp mü'minlerin oraya yerleştirilmiş olmasından kaynaklanmıyor.
Çünkü bu özellik başka yerlerde de vardır.
"Tuva" İbn
Abbas, Mücahid ve diğerlerinden nakledildiğine göre vadinin adıdır. ed-Dahhak:
O dürülmüş bir şeyi andıran dairemsi ve derin bir vadidir.
İkrime
"Tuva"nın "tı" harfini esreli (Tıva) şeklinde okurken
diğerleri ise "Tuva" diye okumuşlardır.
el-Cevheri der ki:
"Tuva" Şam bölgesinde bir yerin adıdır. "Tı" harfi esreli
de okunabilir, ötreli de okunabilir. Bu kelime munsarıf da kabul edilmiştir,
gayr-ı munsarıf da. Bunu munsarıf kabul edenler orayı bir vadi ve bir mekan
ismi kabul eder ve belirtisiz (nekre) sayar. Munsarıf kabul etmeyenler ise
orayı bir belde ve bir bölge olarak kabul eder ve onu marife olarak
değerlendirir. Kimisi de şöyle demiştir; "Tuva" tıpkı
"tıva" gibidir. Bu da katlanıp, dürülmüş şey demektir. Yüce Allah'ın:
"Kutsal vadi Tuva" buyruğu hakkında da burası iki defa katlanmış yani
kutsanmıştır, diye açıklamışlardır.
el-Hasen dedi ki: Burada
bereket ve takdis (kutsama) iki defa tekrarlanmıştır.
el-Mehdevi, İbn Abbas
(ra)dan şöyle dediğini nakleder: Buraya "Tuva" deniliş sebebi, Musa
(a.s.)'ın buradan geceleyin geçmiş olması (tavahu)dır. Çünkü bu vadiden
geçtiğinde önce üst taraflarına doğru çıktı, (sonra indi.) O bakımdan bu kelime
burada asıllafzından olmayan bir başka kelimenin kendisinde amel ettiği bir
mastar (mef'ul-i mutlak)dır.
Sanki: "Çünkü
sen" içinde gidip geldiğin "kutsal vadi Tuva'dasın." Yani sen
yürüyerek katlayıp geçtiğin bir vadidesin, denilmiş gibidir.
el-Hasen dedi ki: Bunun
anlamı, iki defa takdis edilmiş demektir. Buna göre bu isim; "Onu
katlayıp, dürdüm (aşıp, geçtim)"den mastardır.
"Ben seni"
risalet için "seçtim." Medineliler, Ebu Amr, Asım ve el-Kisai
"Ben seni seçtim" diye okurlarken Hamza; "Biz seni seçtik"
şeklinde okumuştur. Anlam birdir, ancak burada birinci okuyuş şu iki sebebten
ötürü daha uygundur: Evvela bu okuyuş hatta daha uygundur. İkinci olarak
ifadenin akışına da daha yatkındır. Zira Yüce Allah: "Ey Musa! Gerçekten
Ben senin Rabbinim, hemen pabuçlarını çıkart" diye buyurmuştur. İşte bu
akışa uygun olarak hitab devam etmiştir. Bu açıklamayı en-Nehhas yapmıştır.
"Şimdi sana
vahyolanı dinle" buyruğu ile ilgili açıklamalarımızı tek başlık halinde
sunacağız:
Söylenen Sözü Güzelce
Dinlemek:
İbn Atiyye dedi ki: Bana
babam -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- anlattı, dedi ki: Ben Ebu'l Fadl
el-Cevherı'yi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle derken dinledim: Musa
(a.s.)a: "Şimdi sana vahyolanı dinle" denilince, o bir taşın üzerinde
durdu, bir taşa dayandı. Sağ elini soluna koydu, sakalını göğsüne dayadı ve
dinlemek üzere durdu. Giydiği bütün elbise de yündü.
Derim ki: Gereği gibi güzelce
dinlemeyi Yüce Allah övmüş bulunmaktadır: "Onlar sözü işitip en güzeline
uyarlar. işte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir.
"(ez-Zümer, 18) Aksi niteliklere sahip olanları da yermiş ve şöyle
buyurmuştur: "Onların neyi dinlediklerini Biz pek iyi biliriz.
"(el-İsra, 47)
Böylelikle Yüce Allah
dikkatini toplayarak sözünü dinlemek üzere kulak verenleri övmüş ve kullarına
da böyle bir edebIe edeblenmelerini emrederek şöyle buyurmuştur: "Kur'an
okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, merhamet olunasınız. "(el-A'raf,
204) Burada da: "Şimdi sana vahyolanı dinle" diye buyurmaktadır.
Çünkü böylelikle Yüce Allah'tan gelen buyrukları kavrama, anlama lütfuna
erişilir.
Vehb b. Münebbih'ten
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Dinlemenin adabından bazıları şunlardır:
Organların hareketsiz durması, gözün sağa-sola bakmaması, kulak kabartması,
dikkatini toplamak, gereğince amel etmeye karar vermek. İşte Yüce Allah'ın
sevdiği şekilde dinlemek budur. Bu ise kulun azalarını tutması ve onları başka
şeylerle meşgul etmemesi ile olur. Aksi takdirde kalbi dinledikleriyle
uğraşamaz, başka şeylerle meşgul olur. Gözü sağa-sola bakmasın ki, kalbi
gördükleriyle oyalanmasın. Dikkatini toplasın ki, dinlediğinden başka şeyler
içinden geçmesin. Ayrıca kavramaya karar vermeli ve kavradığıyla da amel
etmelidir.
Süfyan b. Uyeyne dedi
ki: İlmin başı dinlemek, sonra kavramak, sonra bellemek, sonra amel etmek,
sonra da onu yaymaktır. Kul Yüce Allah'ın Kitabına, Peygamberinin sünnetine,
Allah'ın sevdiği üzere samimi bir niyet ile kulak verip dinleyecek olursa,
Allah da sevdiği şekilde ona duyduklarını kavratır ve kalbinde ona bir nur
verir.
[ - ]
"Ben, evet Ben
Allah'ım. Ben'den başka İlah yoktur. Öyleyse Bana ibadet et ve Beni zikretmek
için namaza kalk!" buyruğuna dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde
sunacağız:
1- Bu Buyrukta "Allah'ı
Zikretme"nin Anlamı:
2- Uyuyarak ya da Unutarak Namaz
Vaktini Geçiren Kimse:
3- Kasten Namazı Terk Eden:
4- Uyuyanın Ve Benzeri Durumda
Olanların Sorumlulukları:
5- Bir Namazı Başka Bir Namaz Vaktinde
Hatırlayanın Durumu:
6- Namazda iken Geçirdiği Namazı
Hatırlamanın Hükmü:
7- Uyuyup Kalmak Suretiyle Namazı
Vaktinde Kılamamak:
1- Bu Buyrukta
"Allah'ı Zikretme"nin Anlamı:
Yüce Allah'ın:
"Beni zikretmek için" buyruğunun açıklanması hususunda farklı
görüşler vardır. Bunun, beni namazda anman için namaz kıl, anlamına gelme
ihtimali olduğu gibi, namaz kıldığın için Ben de seni en yüceler arasında
övgüyle anayım, anlamına geldiği de söylenmiştir. Buna göre mastarın bir faile
veya bir mef'ule izafe edilmiş olma ihtimali vardır.
Bir diğer açıklamaya
göre anlam şöyledir: Tevhid'ten sonra namaza dikkat et ve onu koru. Bu da
namazın değerinin büyüklüğüne dikkat çekmektir. Zira namaz Yüce Allah'a bir
yakarıştır, O'nun huzurunda durmaktır. Bu açıklamaya göre namaz, zikrin
kendisidir. Nitekim Yüce Allah: "Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu
vakit Allah'ın zikrine koşun" (el-Cuma, 9) buyruğunda namazı zikir diye
adlandırmıştır.
Bir açıklamaya göre
bundan maksat şudur: Sen unuttun mu namaz kıL. Nitekim hadiste: "Onu
hatırladığı vakit kılıversin'' diye buyurulmaktadır ki bu unutmakla namazın
sakıt olmadığını (düşmediğini) gösterir.
2- Uyuyarak ya da
Unutarak Namaz Vaktini Geçiren Kimse:
Malik ve başkaları Peygamber
(s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Her kim uyuyarak
yahut unutarak bir namazı geçirecek olursa, onu hatırladığında hemen o namazı
kılıversin. Çünkü Yüce Allah: "Beni zikretmek için namaza kalk" diye
buyurmuştur.''
Ebu Muhammed Abdu'l-Gani
b. Said Haccac b. Haccac'dan -ki bu Yezid b. Zürey'in kendisinden rivayette
bulunduğu ilk Haccac'dır şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bize Katade
anlattı. O Enes b. Malik'ten dedi ki: Resulullah (s.a.v.)a uyuyup ta namaz
vaktini geçiren ve namazı unutan kişinin durumu hakkında soru sorulmuş, o da
şöyle buyurmuştur: "Onun kefareti o namazı hatırladığı vakit
kılmasıdır." İbrahim b. Tahman da Haccac'dan onun gibi rivayette bulunarak
ona uymuştur. Hemmam b. Yahya da Katade'den böylece rivayet etmektedir.
Darakutni de Ebu
Hureyre'den, o Peygamber (s.a.v.)dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
"Her kim bir namazı unutacak olursa, o namazın vakti onu hatırlayacağı
vakittir. ''(Darakutni, I, 423)
Peygamber (s.a.v.)ın:
"Onu hatırladığında onu kılıversin" buyruğu uyuyanın da unutanın da,
az olsun, çok olsun namazının kazasının vacip oluşuna delildir. Genel olarak
ilim adamlarının görüşü de budur. Bununla birlikte pek önemi olmayan şaz bir
görüş de nakledilmiştir. Bu görüşün önemsenmeyiş sebebi ise, hadisin nassına
muhalif olmasıdır. Bu şaz görüşe göre eğer kazası yapılacak namazlar beşten
fazla olursa kazası gerekmez.
Derim ki: Yüce Allah
namazın kılınmasını emretmiş ve: "Güneşin (batıya) kaymasından, gecenin
karanlığına kadar namazı dosdoğru kıl ...'' (İsra, 78) ayeti ve daha başka
ayetlerle de muayyen bazı vakitleri nass ile tayin etmiştir. Gece kılınması
gereken namazı gündüzün kılacak olursa yahut aksini yaparsa, o bu işi Yüce
Allah'ın kendisine emrettiğine uygun yapmış olmaz. Bu yaptığından dolayı da
sevap almaz ve böyle bir kimse isyan etmiş bir kimsedir. İşte bu durumda olan
kimsenin vaktinde kılmadığı, kazaya kalmış namazını kaza etmemesi gerekirdi.
Eğer Peygamber (s.a.v.)ın: "Kim uykuda olduğu için yahut unuttuğu için bir
namazı geçirecek olursa onu hatırladığında kılıversin" buyruğu olmasaydı,
hiçbir kimsenin vaktinin dışında kıldığı namazından faydalanması söz konusu
olmazdı. Bu itibarla böyle birisinin kıldığı namaz kaza değil eda olur. Çünkü
kaza ayrı ve yeni bir emirle yapılandır. İlk emirle yapılan değildir.
3- Kasten Namazı Terk
Eden:
Kasti olarak namazı
terkeden kimseye gelince; yine cumhura göre bunun asi olsa bile namazını kaza
etmesi farzdır. Ancak Davud (ez-Zahiri) bu kanaatte değildir. Şafii mezhebine
mensub Ebu Abdu'r-Rahman el-Eşari de ona muvafakat etmiştir. Bu görüşü ondan
İbnu'l-Kassar nakletmektedir.
Kasten namazı vaktinde
kılmayan kimse ile unutan ve uyuyan kimse arasındaki fark, günahın kaldırılmış
olmasındadır. Kasten terkeden günah kazanır, bununla birlikte hepsinin de kaza
etmeleri gerekir.
Cumhurun delili Yüce
Allah'ın: "Namazı kılınız" diye buyurmuş olması ve bunun vaktinde
olması ya da olmaması arasında fark gözetmemiş olmasıdır. Bu ise vücub
(farziyyet) ifade eden bir emirdir. Aynı şekilde uyuyanın ve unutanın da
-günahkar olmamalarına rağmen- namazlarını kaza etmekle emrolundukları sabit
olmuştur. O halde kasti olarak namazını geçirenin kaza etmesi öncelikle söz
konusudur.
Yine Peygamber
Efendimizin: "Kim bir namazı uyur ya da unutur da geçirirse" buyruğu
da bunu ifade eder. Çünkü unutmak (nisyan) terketmekle aynı şeydir. Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Onlar Allah'ı unuttular. O da onları unuttu.
"(et-Tevbe, 67); "Allah'ı unuttukları içinAllahın da kendilerine,
kendilerini unutturduğu kimseler ... "(el-Haşr, 19) Bu nisyanın, unutma
ile olması ile olmaması arasında fark yoktur. Çünkü Yüce Allah hakkında nisyan
söz konusu değildir. Onun hakkında bu tabirin kullanılmasının anlamı, onları
terk etmektir. "Biz bir ayeti nesh eder ya da unutturursak" (el-Bakara,
106) buyruğunda da nisyan terk etmek anlamındadır. Hatırlamak da nisyandan
sonra da olabilir, başka bir şeyden sonra da olabilir. Nitekim Yüce Allah
(kudsi: hadiste) "Beni kendi nefsinde zikredeni Ben de kendi zatımda
anarım." diye buyurmaktadır. Şanı Yüce Allah'ın unutması (nisyanı) söz
konusu değildir. Onun için bu fiilin ne anlama geldiğini az önce açıklamış
bulunuyoruz. Buna göre Peygamber (s.a.v.)ın: "Onu hatırladığı zaman"
buyruğu, onu bildiği zaman demektir.
Aynı şekilde insanlara
karşı olan borçların ödenmesinin belli bir vakti varsa bu vakit gelmekle
bunların ödenmesinin vücubu sözkonusu olduktan sonra, (ödenmezse) kazası
(ödenme gereği) ortadan kalkmaz. Ancak bu gibi zimmetteki borçları ibra
düşürür. Yüce Allah'ın borçları hususunda ibranın sahih olmaması ve bunların
kazasının ondan gelmiş bir izin olmadıkça düşmemesi de öncelikle söz konusudur.
Diğer taraftan bizler
ittifakla şunu kabul etmiş bulunuyoruz: Kasti olarak ve özürsüz bir şekilde
Ramazan orucunun bir gününü terkeden bir kimsenin, o günü kaza etmesi farzdır.
Namaz da aynı şekildedir. Şayet Malik'ten:
Kasti olarak namazı
terkeden bir kimse ebediyyen onu kaza etmez, dediğine dair bir rivayet vardır,
denilecek olursa; şunu belirtelim ki bundan maksat geçmiş olanın asla geri
dönmeyeceğine bir işarettir yahut da bu, bu davranışın vebalinin ne kadar ağır
olduğunu anlatmak için söylenmiş bir söz olarak kabul edilmelidir. Nitekim İbn
Mes'ud ve Ali (Allah ikisinden de razı olsun)'in: "Bir kimse Ramazan'da
kasten oruç yiyecek olursa, isterse sene boyunca oruç tutsun bu ona kefaret
olmaz" şeklinde rivayet edilen sözleri buna benzemektedir.
Ayrıca kazanın eda
yerine geçirilmesi yahut arkasından tevbe edilmesi mükellefiyetin hakkının
yerine getirilmesi açısından kaçınılmaz bir şeydir. Bundan sonra da Yüce Allah
dilediğini yapar.
Ebu'l-Mutavves
babasından, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Kasti olarak Ramazan'dan bir gün yiyen bir kimse bütün yılı oruçla
geçirecek olsa dahi onun yerini tutmaz. '' Eğer bu rivayet sahih ise bunun
vebalinin büyüklüğünü anlatması anlamına gelme ihtimali vardır. Bu ise zayıf
bir hadis olup, bunu Ebu Davud rivayet etmiştir.
Kazaya kalan namazın
keffaretine dair sahih hadisler gelmiş bulunmaktadır. Bazılarında ise bir günün
kaza edileceği de belirtilmiştir. Yüce Allah'a hamd olsun.
4- Uyuyanın Ve Benzeri
Durumda Olanların Sorumlulukları:
Peygamber (s.a.v.)'in:
"Her kim uyuyarak yahut unutarak bir namazı geçirecek olursa ... "
hadisi Peygamber (s.a.v.)ın: "üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır:
Uyanıncaya kadar uyuyandan ... " hadisinin umum ifadesini tahsis
etmektedir. Sorumluluğun kaldırılması demek, günahın kaldırılması demektir.
Yoksa üzerindeki farzın kaldırıldığı anlamında değildir. Bu hadis Peygamber
(s.a.v.)'in: ''...Ve ergenlik yaşına kadar çocuktan" sözü -tek bir
rivayette gelmiş olsa dahi- kabilinden değildir. Bu asıl kaideyi iyice bellemek
gerekir.
5- Bir Namazı Başka
Bir Namaz Vaktinde Hatırlayanın Durumu:
Bu kabilden olmak üzere
ilim adamları, geçmiş bir namazı bir başka namazın son vaktinde iken hatırlayan
yahut da namaz kılarken bir namazı geçirdiğini hatırlayan kimsenin durumu
hakkında farklı görüşlere sahiptirler.
Bu hususta İmam Malik'in
görüşü özetle şöyledir: Bir namazı geçirdiğini, başka bir namaz vaktinde
hatırlayan bir kimse, eğer bu geçirdiği namazlar beş ve daha az ise
unuttuğundan (sırasıyla) başlar. İsterse içinde bulunduğu vaktin namazı geçsin.
Şayet geçirdiği namaz vakitleri bundan daha fazla ise, bu sefer vakti girmiş
olan namazı kılmakla başlar.
Ebu Hanife, es-Sevri ve
el-Leys'in görüşü de buna yakındır.
Şu kadar var ki Ebu
Hanife ve mezhebine mensub ilim adamları derler ki: Bize göre eğer vakit hem
geçen namazlara hem de vakti girmiş namaza elverişli bulunuyor ise, bir gün ve
bir gecelik namazlarda tertib vacibtir. Şayet içinde bulunulan vakit namazının
geçeceğinden korkarsa, onu korumakla başlar. Eğer geçmiş namazları bir gün ve
geceden fazla ise, onlara göre tertib vacib değildir.
Tertibin vacib olduğu
görüşü es-Sevri'den rivayet edilmiştir. O az ile çok arasında fark görmez.
Şafii mezhebinde de varılan sonuç budur. Şafii der ki: Tercihe değer olan,
içinde bulunduğu vakit geçmeyecek olursa, geçmiş namazIa başlamaktır. Eğer
böyle davranmayarak vakit namazını kılmakla başlayacak olursa bu dahi ona
yeter.
el-Esrem, Ahmed'in
görüşüne göre altmış sene ve yukarısında dahi tertibin vacib olduğu görüşünü
nakletmekte ve şöyle demektedir: Bir kimse içinde bulunduğu vakitten önceki
namazı hatırlamakta ise, herhangi bir namaz kılmaması gerekir. Çünkü kılacağı o
namaz fasid olur.
Darakutni'nin rivayetine
göre Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"Sizden herhangi bir kimse farz bir namazı hatırlayacak olursa, içinde
bulunduğu (vakit) namazı(nı) kılmakla başlasın. Onu bitirdikten sonra bu sefer
unuttuğunu kılsın." (Hadisin ravilerinden) Ömer b. Ebi Ömer meçhuldur.
(Darakutni, I, 421)
Derim ki: Eğer bu sahih
olsaydı, içinde bulunulan vaktin namazını kılmaya başlama gereği hususunda
Şafii'nin lehine bir delil olurdu. Sahih olan görüş ise sahih hadis
derleyicilerinin Cabir b. Abdullah'tan geldiğini belirttikleri şu rivayettir:
Ömer (r.a.) Hendek günü Kureyş kafirlerine sövüp saymaya başladı ve dedi ki: Ey
Allah'ın Resulü! Allah'a yemin ederim ki neredeyse güneşin batmaya yaklaştığı
bir vakte kadar ikindi namazını kılamayacaktım. Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Allah'a yemin ederim, ben daha kılmadım." Bunun üzerine
el-Buthan denilen yere indik. Resulullah (s.a.v.) abdest aldı, biz de abdest
aldık. Resulullah (s.a.v.) güneş battıktan sonra ikindi namazını kıldı. Ondan
sonra da akşam namazını kıldı.
İşte bu, vakti girmiş
namazı kılmaya başlamadan önce geçmiş namazı kılmakla başlanacağına dair bir
nasstır. Özellikle akşam namazının vakti birdir, oldukça dardır. Bizce meşhur
olan görüşe göre uzayıp giden bir vakit değildir. Önceden geçtiği üzere
Şafii'de de böyledir. Tirmizi'nin rivayetine göre de Ebu Ubeyde b. Abdullah b.
Mes'ud babasından rivayet ettiğine göre müşrikler Resulullah (s.a.v.)ı Hendek
günü dört vakit namazı kılmaktan meşgul ederek, alıkoydular. Nihayet gecenin
Yüce Allah'ın dilediği kadar bir bölümü geçip gidince Bilal'e ezan okuması için
emir verdi, o da kalkıp ezan okudu. Sonra kamet getirip öğle namazını kıldı,
sonra kamet getirip ikindiyi kıldı, sonra kamet getirip akşamı kıldı, sonra da
kamet getirip yatsıyı kıldı.
İşte ilim adamları bunu
bir namaz vaktini geçiren kimsenin o namazı belli bir vakitte hatırlayacak
olursa, geçtiği şekilde sırasına uygun (tertib ile) kılacağına delil
göstermişlerdir. Ancak geçirdiği namazları, vakti girmiş fakat çıkmasına az
kalmış, vakti daralmış bir namaz vaktinde hatırlayacak olursa, üç ayrı
görüşleri vardır: Bir görüşe göre geçmiş namazı kılmakla başlar. İsterse içinde
bulunduğu vakit çıksın. Malik, el-Leys, ez-Zühri ve başkaları önceden açıklamış
olduğumuz gibi- bu görüştedir.
İkinci görüşe göre;
mevcut vakit namazını kılmakla başlar. el-Hasen, eş-Şafii, hadis fukahası,
el-Muhasibi ve Maliki mezhebine mensub İbn Vehb bu görüştedirler.
üçüncüsüne göre;
muhayyerdir, dilediğini önce kılabilir. Bu da Eşheb'in görüşüdür.
Birinci görüş şöyle
açıklanır: Kılınması gereken namazların sayısı çoktur.
Eğer bu şekilde namazlar
çoksa mevcut vaktin namazını kılmakla başlayacağı hususunda görüş ayrılığı
yoktur. Bu açıklamayı Kadı Iyad yapmıştır.
Azın miktarı hususunda
farklı görüşlere sahiptirler. Malik'ten gelen rivayete göre beş ve daha
aşağısıdır. Cabir'in hadisi dolayısıyla dört ve daha aşağısıdır da denilmiştir.
Altı vakit namazın çok olduğu hususunda mezhebimizde görüş ayrılığı yoktur.
6- Namazda iken
Geçirdiği Namazı Hatırlamanın Hükmü:
Namaz kılmakta iken
geçmiş bir namazı hatırlayana gelince; eğer imam ile birlikte ise tertibin vücubunu
kabul edenler de etmeyenler de, o namazını tamamlayıncaya kadar imamla birlikte
kalmaya devam eder, demişlerdir. Bu hususta asıl delil Malik ve Darakutni'nin
rivayet ettikleri İbn Ömer'den gelen şu hadistir: "Sizden herhangi bir
kimse bir namazı unuturda o namazı ancak imamla birlikte iken hatırlayacak
olursa imamla beraber namaz kılsın. O namazını bitirdikten sonra bu sefer
kendisi unutmuş olduğu namazı kılsın. Sonra da imam ile birlikte kıldığı namazı
iade etsin." Darakutni'nin lafzı ile hadis böyledir. Musa b. Harun da dedi
ki: Bize bunu bir de Ebu İbrahim et-Tercümani anlattı, dedi ki: Bize Said bu
hadisi zikretti ve bunu Peygamber (s.a.v.)a ref etti. Ancak bunu ref' etmekle
yanılmıştır. Şayet bu hadisi ref etmekten sonraları vazgeçmiş ise doğruya eriştirilmiş
demektir. (Darakutni, I, 422)
Diğer taraftan ilim
adamları arasında farklı görüşler vardır. Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel derler
ki: Hatırladığı namazı kılar, sonra da imam ile birlikte kıldığı namazı kılar.
Ancak bu iki namaz arasında beş vakitten fazla olması hali -az önce
Kufelilerden naklettiğimiz üzere- müstesnadır. Bu aynı zamanda Medineli olup,
Malik'in mezhebine mensub bir topluluğun da görüşüdür. el-Hiraki'nin nakline
göre Ahmed b. Hanbel de şöyle demiştir: Her kim başka bir namazı kılmakta iken
bir namazı hatırlayacak olursa, o kılmakta olduğu namazı tamamlar, hatırladığı
namazın da kazasını yapar, eğer vakit elverişli ise kılmış olduğu vakit
namazını tekrar kılar. Şayet o namazı kılmakta iken vaktin çıkacağından
korkarsa, kanaatime göre o namazı iade etmez, kıldığı o vakit namazı onun için
yeterli olur, üzerindeki namazın da kazasını yapar.
Malik dedi ki: Bir vakit
namazını kılmakta iken, bir başka namazı (geçirdiğini) hatırlayan kimse, eğer
iki rekat kılmış ise iki rekatın sonunda selam verir. Şayet imam ise
kıldırmakta olduğu namazı da, cemaatin onun arkasında kıldıkları namazları da
yıkılır ve batıl olur. Maliki mezhebinde zahir (kuvvetli) görülen görüş budur.
Ancak kıyası belli bir oranda önceleyen onun mezhebine mensub ilim adamlarına
göre hüküm böyle değildir. Çünkü onun kılmakta olduğu namaz esnasında bir başka
namazı geçirdiğini hatırlayacak olursa ve bu namazın da bir rekatini kılmış
ise, buna bir rekat daha katar ve selam verir. Şayet üç rekatini kılmış olduğu
bir namazda geçirdiği bir namazını hatırlayacak olursa, ona dördüncü bir rekat
daha ilave eder. Bu namazı da fasit olmayıp nafile olur. Eğer iddia edildiği
gibi namazı bozulup batıl olsaydı ona bir rekat daha ilave etmesi emrolunmazdı.
Nitekim bir rekat kıldıktan sonra abdesti bozulursa ona bir rekat daha ilave
etmez.
7- Uyuyup Kalmak
Suretiyle Namazı Vaktinde Kılamamak:
Müslim'in rivayetine
göre Ebu Katade: Resulullah (s.a.v.) bize bir hutbe irad etti deyip, abdest
kabı ile abdest almayı söz konusu ettiği hadisi uzun uzadıya zikretti. Bu
hadiste şunları da söyledi: Sonra Peygamber buyurdu ki: "Sizin bana
uymanız gerekmez mi?" Sonra buyurdu ki: "Şunu bilin ki uykudan dolayı
kusur söz konusu değildir. Asıl kusurlu hareket ediş, bir sonraki namazın vakti
gelinceye kadar namazı kılmayanın yaptığıdır. Kim bunu yaparsa (uyur-kalırsa)
uyanacağı vakit o namazı kılsın. Ertesi günü de o namazı aynı vaktinde
kılsın."
Darakutni de bu hadisi
bu şekilde Müslim'in lafızlarının aynısı ile rivayet etmiştir. (Darakutni, I,
386)
Bu hadisin zahiri kazaya
kalmış namazın hatırlanması esnasında bir defa ve bir sonraki gün aynı vakti
gelince de bir defa olmak üzere iki defa kılınmasını gerektirmektedir. Hadisin
zahirinden anlaşılan bu hükmü Ebu Davud'un İmran b. Husayn yoluyla rivayet ettiği
hadis desteklemektedir. O olayı söz konusu ettikten sonra sonlarında şunları
söylemektedir: "Sizden her kim ertesi günün sabah namazını sağlıklı bir
şekilde idrak edecek olursa, o namaz ile birlikte bir de onun gibisini de kaza
kılsın.''
Derim ki: Ancak bu
zahirinden anlaşıldığı üzere kabul görmemiştir. Kazaya kalmış olan namaz yalnız
bir defa iade edilir. Çünkü Darakutni'nin rivayetine göre İmran b. Husayn şöyle
demiştir: Biz Rasulullah (s.a.v.) ile bir gaza da -yahut bir seriyye geceleyin
yol yürüdük. Seher vakti girince konakladık, ancak güneş sıcağı bizi
uyandırıncaya kadar uyanamadık. Her birimiz yerinden korku ve dehşetle uyanıp
fırlıyordu. Rasülullah (s.a.v.) uyanınca bize emir verdi, biz de oradan yola
koyulduk. Güneş yükselinceye kadar yolumuza devam ettik. Kafiledekiler
ihtiyaçlarını gördüler, sonra Bilal'e emir verdi. O da ezan okudu ve iki rekat
namaz kıldık. Sonra yine ona verdiği emir üzerine Bilal kamet getirdi ve sabah
namazını kıldık. Ey Allah'ın Peygamberi! dedik. Biz bu namazı ertesi günü aynı
vakitte kaza etmeyelim mi? Rasülullah (s.a.v.) onlara dedi ki: "Allah size
hem faizi yasaklayacak, hem de sizden faiz mi alacak?"(Darakutni, I,
385-386)
el-Hattabı dedi ki: Bu
şekilde (iki kere) kaza yapacağını vacip olarak kabul etmiş bir kimse bilmiyorum.
Ancak kaza esnasında vaktin faziletini de elden kaçırmamak için müstehab olarak
bunu emretmiş olma ihtimali vardır. Sahih olan ise bu hadis gereğince ameli
terketmektir; çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah size
faizi yasaklarken sizden onu kabul mü edecek?"
Diğer taraftan İmran b.
Husayn yoluyla gelen hadisin sahih rivayet yollarında bu fazlalığın hiçbir
bölümü yoktur. Ancak Ebu Katade'nin zikredilen hadisinde bu vardır. Bu da beyan
ettiğimiz gibi ihtimallidir.
Derim ki: el-Kiya et-
Taberi Ahkamu'l-Kur'an" adlı eserinde belirttiğine göre seleften kimisi,
Peygamber (s.a.v.)ın: "Her kim bir namazı unutacak olursa onu
hatırlayacağı vakit kılıversin. Bu namazın bundan başka bir keffareti
yoktur" buyruğuna muhalefet ederek şöyle demiştir: O namazın bir sonraki
gün vakti girinceye kadar sabretsin, o vakit namaz kılsın. Sabah namazı geçti
mi ertesi günü kılsın. Ancak bu, nass tan uzak ve şaz bir görüştür.
Gizli Tutulan Kıyamet
Anı:
"Muhakkak kıyamet
saati gelecektir. Her nefis yaptığının karşılığını görsün diye vaktini gizli
tutarım" ayeti müşkildir.
Said b. Cübeyr'den:
"Vaktini gizli tutarım" buyruğunda hemzeyi üstün olarak okuduğu
rivayet edilmiş ve onu açığa çıkarırım diye açıklamıştır.
"Karşılığını görsün
diye" yani onu açığa çıkarmak, amellerin karşılığının görülmesi için
olacaktır. Bu açıklamayı Ebu Ubeyd, el-Kisai'den, o Muhammed b. Sehl'den, o
Vika' b. Iyas'tan, o Said b. Cübeyr yoluyla rivayet etmiştir. en-Nehhas dedi
ki: Bu rivayetin bundan başka yolu yoktur.
Derim ki: el-Enbari de
bunu "Kitabu'r-Red"adlı eserinde böylece rivayet etmiştir: Bana babam
anlattı, bize Muhammed b. el-Cehm anlattı, bize el-Ferra anlattı, bize el-Kisai
anlattı. (H) Ve bize Abdullah b. Naciye anlattı, bize Yusuf anlattı, bize Yahya
el-Himmanı anlattı, bize Muhammed b. Sehl anlattı. en-Nehhas dedi ki: Bu
isnattan daha iyisi şudur: Yahya el-Kattan, es-Sevrı'den, o Ata b. es-Said'den,
o Said b. Cübeyr'den rivayet ettiğine göre, (...) lafzında, hemzeyi ötreli
olarak okumuştur.
İbn Cübeyr'in hemzenin
üstün okuduğuna dair sözü geçen isnadla rivayet edilmiş olması hakkında Ebu
Bekr el-Enbari dedi ki: Bunun anlamı, ben onu izhar ederim, şeklindedir. Çünkü
bir şeyin izhar edişini anlatmak üzere; "Ben onu izhar ettim, ederim"
denilir. el-Ferra da İmruu'lKays'ın şu beytini zikretmektedir: "Şayet siz
hastalığı gömerseniz, biz onu açığa çıkarmayız, Ve eğer savaşı harekete
geçirecek olursanız biz de oturmayız."
Kimi dil bilginleri
şöyle demiştir: Bu kelimenin hemzesinin ötreli okunuşu ile "ben bunu açığa
çıkartırım" anlamında olması mümkündür. Çünkü bir şeyi açığa çıkardım,
manasına; (...) denilir. O bakımdan bu kök, zıt anlamlı kelimelerdendir. Hem
gizlemek ve örtmek anlamı, hem de açığa çıkarmak anlamı vardır.
Ebu Ubeyde dedi ki: Bu
fiilin asli üç harfli oluşu ile başına hemze ziyade edilmesi (ayet-i kerimede
olduğu gibi) aynı anlamı ifade eder. en-Nehhas dedi ki: Bu güzel bir
açıklamadır. İbn Ebi'l Hattab da bunu nakletmiştir ki, o da doğruluğu hususunda
hiçbir şüphe bulunmayan dilci önderlerinden bir önderdir. Sibeveyh de ondan
rivayet etmiş ve buna göre şu beyiti okumuştur: "Şayet siz hastalığı
gizleyecek olursanız, biz onu açığa çıkarmayız, Ve eğer savaşı canlandırıp
harekete geçirecek olursanız oturmayız."
Aynı şekilde bunu Ebu
Ubeyde, Ebu'l-Hattab'dan "nun" harfini ötreli olarak rivayet
etmiştir. İmruul-Kays şöyle demektedir:
"Onları içinde
bulundukları deliklerinden çıkardı (gizledi anlamına da gelen hafa); sanki
onları, Akşamleyin yağan gürültülü bir yağmur çıkarmışcasına (yine aynı anlam
ve kökteki fiiI)"
Burada; onları dışarı
çıkardı, manasınadır. Bu beyit "akşamdan gürültülü ... " ibaresi
yerine "üst üste yığılmış buluttan" anlamındaki ifadelerle de rivayet
edilmiştir.
Ebu Bekr el-Enbari dedi
ki: Ayetin bir başka tefsiri de vardır: "Muhakkak kıyamet saati gelecektir
... ım" buyruğunda ifa-
de sona ermektedir.
Ondan sonra ise takdiri olarak: "Ben onu nerdeyse kopartacağım." Daha
sonra: "Her nefis yaptığının karşılığını görsün diye vaktini gizli
tutarım" diye başlanır.
Şair Dabi' el-Burcumi
der ki: "İçimden geçirdim fakat yapmadım, az kalsın yapacaktım ve keşke,
Osman'ı hanımları kendisi için ağlayacak halde bıraksaydım."
Burada da görüldüğü gibi
şair "keşke yapsaydım" demek istemiştir ve burada Kur'an-ı Kerim'de
olduğu gibi, bu fiille birlikte uygun başka bir fiili takdir ederek beyiti
söylemiştir.
Derim ki: en-Nehhas'ın
tercih ettiği görüş budur. Bundan bir önceki görüşün zayıf olduğuna işaret
etmiştir. O dedi ki: Deniyor ki "O şeyi açıkladı, açıklar" demektir.
Yine "açıkladı" manasına; (...) denildiği söylenmektedir. Ancak bu
pek bilinen bir kullanım şekli değildir. (Devamla) dedi ki: Ben Ali b.
Süleyman'ı: "Onu gizli tutarım"ın manası onun için müşkil görününce
bu görüşü kabule meyletti ve dedi ki: Bunun da manası hemzenin üstün okunuşunun
manası gibidir.
en-Nehhas ise şöyle
demektedir: Ancak, burada bunun anlamı, ben onu açıklarım, şeklinde değildir.
Özellikle de hemzenin üstün ile okunuşu şaz bir kıraattir. Yaygın ve sahih olan
bir kıraat, nasıl şaz bir kıraate göre açıklanabilir. Halbuki burada ifade
takdiri daha uygundur. Buna göre de ifadenin takdiri şöyledir: Kıyamet saati
gelecektir ve neredeyse Ben onu getireceğim. Buradaki "gelecektir"
ifadesi "Ben onu getireceğim" ifadesinin takdir edildiğine delildir.
Sonra dedi ki: Burada "onu (vaktini) gizli tutarım" ifadesi de yeni
bir başlangıçtır. Bu sahih bir anlamdır. Çünkü Yüce Allah kıyametin kendisi
demek olan Saati de gizlemiştir, insanın öleceği anı da gizlemiştir. İnsanın
buna dair bilgileri açık olmadığından dolayı, böylece tevbeyi geciktirmeyerek
amelde bulunmasının sağlanması istenmiştir.
Derim ki: Buna göre Yüce
Allah'ın: "Karşılığını görsün diye" buyruğundaki ("diye"
anlamı verilen) "lam" harfi "gizli tutarım" anlamındaki
fiile taalluk etmektedir.
Ebu Ali de dedi ki: Bu
selb (böyle bir şeyi ortadan kaldırmak) kabilindendir. Zıt anlamlı ifadelerden
değildir. Burada "onu gizli tutarım" ifadesinin anlamı onun
gizliliğini kaldırırım, demektir. "Hafa" kelimesi üzerindeki örtü
demektir. Bunun tekili "hı" harfi esreli olarak; (...) şeklinde olup
çoğulu da "ahfiye" şeklinde gelir ve bu da kırbanın etrafına sarılan
şey demektir. Onun üzerindeki bu örtü ortadan kalktı mı, kendisi de açığa
çıkar. İşte onun şikayet sebebini ortadan kaldırdım, anlamında: (...), onun
husumette bulunmasını kabul ettim ve bunu tekrarlamasına gerek bırakmadım
anlamında; (...) ifadeleri de bu şekilde (bu kalıba) uygundur.
Ebu Hatim de
el-Ahfeş'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Buradaki; (...) te'kid edici ve
zaiddir. Buna benzer bir ifade de Yüce Allah'ın şu buyruğundadır: "Elini
çıkarsa neredeyse onu dahi göremeyecektir." (en-Nur, 40) Çünkü Yüce
Allah'ın burada sözünü ettiği üstüste karanlıklar esasen bakan ile kendisine
bakılan arasında engel teşkil etmektedir. Bu anlamda ki açıklama İbn Cübeyr'den
de rivayet edilmiştir, ifadenin takdiri de şöyledir: Kıyamet saati gelecektir.
Ben her bir nefis yaptığının karşılığını görsün diye onun vaktini gizli
tutarım. (Meal de buna göredir).
Şair der ki:
"Savaşa hızlıca atılır, silahını kuşanmış olarak, Rakibine hemen hemen
nefes aldırmaz."
Şair burada "hiç
nefes aldırmaz" demek istemiştir. Bir başka şair de şöyle demektedir:
"Ve bana isabet edenler dolayısıyla nefsimi kınamayacağım, Ve ele
geçirdiklerim ile de nerdeyse başarılı olamayacağım."
Burada "ele
geçirdiklerimle başarılı olamayacağım" anlamındadır. Görüldüğü gibi
burada; "Neredeyse" ifadeyi te'kid için gelmiştir.
Bir başka açıklamaya
göre: "Onu gizlemeye pek yaklaştım" demektir. Çünkü bir kimse;
"Zeyd neredeyse kalkacaktı" dediğinde kalkmış olması ihtimali de
vardır, kalkmamış olması ihtimali de. Onun bunu tamamen gizleyip saklamış
olduğu ise, başka bir yerdeki ifadelerin delaleti ile burada yapılabilecek
itiraza cevap teşkil etmektedir. Lugatçiler derler ki: (...) ın manası, Araplara
göre ben onu az kalsın yapacaktım, fakat yapmadım demektir. (...) ise bir süre
geciktikten sonra yaptım, anlamındadır. Buna delil de şanı Yüce ve azametli
olan Allah'ın: "Nihayet o ineği boğazladılar, fakat az kalsın
yapamayacaklardı. "(el-Bakara, 71) buyruğudur. Yani onlar böyle bir ineği
bulmakta oldukça zorlandıklarından bir süre geciktikten sonra bu işi
yapabildiler: (...) tabirinde, eğer ifade pekiştirilsin diye kullanılmış ise,
ben yapmadım, yapmak noktasına dahi yaklaşmadım, anlamında da olabilir.
Burada: (...)
ifadesinin, ben onu gizli tutmak istiyorum, anlamında olduğu da söylenmiştir.
el-Enbarı dedi ki: Bunun delili de fasahatli şairin şu sözleridir: "O da
istedi, ben de istedim ve bu en hayırlı bir istektir. Şayet geçmişte kalan
şevkin oyalanışInIn bir bölümü geri dönse."
Görüldüğü gibi burada bu
mı istemek, irade etmek anlamındadır. es-Sa'lebi'nin naklettiğine göre İbn
Abbas ve çoğu müfessirler de şöyle demişlerdir: Bu, neredeyse Ben onu kendimden
dahi gizleyeceğim. Ubeyy'in, Mushaf'ında da bu böyledir. İbn Mes'ud,
Mushaf'ında ise: "Ben onu neredeyse kendimden dahi gizleyeceğim, herhangi
bir yaratık onu nasıl bilebilir anlamındadır. Kimi kıraatlerde de: "Ben
onu size nasıl açıklarım" ifadesi de vardır. Bu gibi açıklamalar, Arapların
konuşmalarında adet edindikleri anlatım üslubuna göre yapılmıştır. Şöyle ki:
Onlardan herhangi bir kişi bir hususu gizlemekte aşırıya kaçacak olursa: O işi
neredeyse kendimden dahi gizleyecektim, der. Şanı Yüce Allah'a ise hiçbir şey
gizli kalmaz. Bu anlamdaki açıklamaları Kutrub ve başkaları yapmıştır. Şair de
şöyle demektedir: "Hind'in benimle beraber olduğu günler: Ona haber
veririm: Kendi nefsimden gizlediğim ihtiyaçlarımı ve sırlarımı."
Elbetteki nefsinden de
gizlemiş olduğu şeyleri ona haber vermesi söz konusu değildir. (Gizlemekte
aşırı titizlik gösterdiği şeyleri dahi, ona açıklayacak demektir).
Peygamber (s.a.v.)'in şu
buyruğu da bu kabildendir: "Ve sağ elinin verdiğini, sol eli bilmeyecek
derecede gizlediği sadaka veren bir kimse ... ''
ez-Zemahşeri dedi ki:
Bunun: Ben neredeyse onu kendimden dahi gizleyeceğim, anlamında olduğu da
söylenmiştir. Ancak ifadelerde böyle bir şeyin hazfedildiğine dair delil
yoktur. Kendisine delalet edecek ifadeler bulunmadan hazfedilen ifadeler
bulunduğuna dair iddialara itibar edilmez.
Bu iddiada bulunanları
aldatan şey Ubeyy'in, Mushaf'ındaki: Neredeyse Ben onu kendimden dahi
gizleyeceğim, açıklaması ile bazı Mushaf'larda: Ben onu nerdeyse kendimden dahi
gizleyeceğim, nasıl olur da onu size açıklarım, ifadeleridir.
Derim ki: Ben neredeyse
onu kendimden dahi gizleyecektim, diye açıklama yapanların bu sözlerinin şu
anlama geldiği söylenmiştir: Yani onu gizlemek, Benim tarafımdandır. Onu
gizleyen Benim, Benden başkası değil.
Yine Ebu'l-Abbas'tan:
Ben onu neredeyse kendimden gizleyecektim, dediği rivayet edilmiştir. Bunu
Talha b. Amr, Ata'dan da rivayet etmiştir. Ayrıca Ali b. Ebi Talha da İbn
Abbas'tan şöyle dediğini rivayet eder: Ben onu kimseye açıklamam.
Said b. Cübeyr'den de
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Onu gizlemiştir. Bu açıklama ise buradaki
(...) in zaid olduğunu kabul edenlere göredir. Yani kıyamet saati gelecektir ve
Ben onu gizlemekteyim.
Kıyamet saatinin
gizlenmesindeki fayda ise, korkutmak ve kıyametin korkusunu hissettirmektir.
Şöyle de denilmiştir:
"Karşılığını görsün diye" ifadesinin (bir önceki ayette geçen):
"Namaza kalk" buyruğuna taalluk ettiği de söylenmiştir. Buna göre
ifade de takdim ve te'hir söz konusu olur. Yani "her bir nefis yaptığının
karşılığını görsün diye" Beni anıp-hatırlaman için namazı kıL.
"Muhakkak kıyamet saati gelecektir. Ben onu gizli tutarım." Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
Bu buyruğun Yüce
Allah'ın: "Gelecektir" buyruğuna taalluk ettiği de söylenmiştir.
Kıyamet, her nefis yaptığının karşılığını görsün diye gelecektir, demek olur.
"O'na iman etmeyen
ve hevasına uyan kimse O'ndan" yani O'na iman edip O'nu tasdik etmekten
"seni alıkoymasın" engellemesin. "O takdirde helak
olursun." Bu, nehyin cevabı olarak nasb mahallindedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN