ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TA-HA

1

/

8

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

طه {1} مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى {2} إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَى {3} تَنزِيلاً مِّمَّنْ خَلَقَ الْأَرْضَ وَالسَّمَاوَاتِ الْعُلَى {4} الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى {5} لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَى {6} وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى {7} اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى {8}

 

1. Ta Ha.

2. Biz, sana Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik.

3. Ancak korku duyan kimseye öğüt almak üzere (gönderdik.)

4. O, yeri ve yüksek gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiştir.

5. Rahman Arş'a istiva etti.

6. Göklerde, yerde, onların arasında ve nemli toprağın altında olanların hepsi O'nundur.

7. Sen sözünü açığa vursan da muhakkak O, saklı olanı da, ondan gizli olanı da bilir.

8. Allah O'dur ki; O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler yalnız O'nundur.

 

"Ta-Ha" buyruğunun anlamı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ebu Bekr es-Sıddik (ra): Bu sırlardan bir sırdır demiştir. Bunu el-Gaznevi nakletmektedir. İbn Abbas: Ey adam, demektir der. Bunu da el-Beyhaki zikretmektedir. Bunun Ukllüler arasında bilinen bir şive olduğu da söylenmiştir. Aklılar arasında bilinmektedir, diyenler de vardır. el-Kelbi dedi ki: Sen Aklılar arasında bir adama: Ey adam diye seslenecek olursan ona: "TaHa" demediğin sürece sana karşılık vermez. Bu hususta et-Tab eri: şairin şu beytini nakletmektedir: "Savaşta Ta-Ha'yı çağırdım, fakat bana karşılık vermedi, Kendi adına kurtulmayı istediğinden (ve bu maksatla kaçtığından) korktum."

 

Abdullah b. Amr dedi ki: Aklıların şivesinde habibi (ey sevdiğim) anlamındadır. Bunu da el-Gaznevı nakletmiştir. Kutrub da şöyle demektedir: Bu Taylıların şivesindedir. Daha sonra Yezid b. el-Mühelhil'in şu beyitini nakletmektedir: "Ey adam! Hiç şüphesiz beyinsizlik sizin özelliklerinizdendir, Lanetli bir topluluğu Allah mübarek kılmasın."

 

el-Hasen de aynı şekilde Ta-Ha'nın, ey adam anlamında olduğunu söylemiştir. İkrime de böyle demiştir. İkrime, Süryanice'de de bunun böyle olduğunu söylemiştir ki, bunu da el-Mehdevı nakletmektedir. el-Maverdi de bunu aynı şekilde İbn Abbas'tan da Mücahid'den de nakletmektedir. et-Taberi ise bunun Nabatice'de ey adam, anlamında olduğunu nakletmiştir. es-Süddi'nin, Said b. Cübeyr'in ve yine İbn Abbas'ın da görüşü budur. O (et-Taberi) şu beyiti nakletmektedir: "Ey Ta-Ha (adam) beyinsizlik sizin huylarınızdandır, Allah lanetlilerin ruhlarını takdis etmesin."

 

Yine İkrime dedi ki: Bu Habeşçe'de ey adam, demek anlamındadır. Bunu da es-Sa'lebi nakletmektedir.

 

Doğrusu şudur: Bu lafız her ne kadar başka bir dilde de bulunmakta ise de -önceden belirttiğimiz gibi- Arapça'dır. Ve bu Akk, Tay' ve Ukllüler arasında bir Yemen bölgesi şivesidir.

 

Bunun Yüce Allah'ın isimlerinden bir isim ve O'nun adına yaptığı bir yemin olduğu da söylenmiştir. Bu da aynı şekilde İbn Abbas (ra)dan rivayet edilmiştir.

 

Ta-Ha'nın, Yüce Allah'ın Peygamber (s.a.v.)a -ona Muhammed adını vermesi gibi- verdiği bir isim olduğu da söylenmiştir. Peygamber (s.a.v.)ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Benim, Rabbimin nezdinde on tane ismim vardır" diye buyurmuş ve bunlar arasında Ta-Ha ile Yasin'i saymıştır.

 

Şöyle de denilmiştir. Bu lafız, bu sürenin adıdır ve bu sürenin anahtarı durumundadır. Yüce Allah'ın, bilgisini özel olarak Rasülüne verdiği "Allah'ın kelamı"nın kısaltılmışı olduğu da söylenmiştir.

 

Bir başka görüşe göre Ta-Ha, mukatta' harflerden olup bu harflerin her biri bir anlama delalet etmektedir. Bu harflerin hangi anlamda oldukları hususunda da görüş ayrılığı vardır. Bir görüşe göre "Ta" Tüba ağacıdır. "Ha" ise ateşin bir adı olan "Haviye" demektir. Araplar bazen bir şeyin bir bölümünü zikrederek onun tümünü kastederler. Sanki bunlarla Yüce Allah, cennet ve cehenneme yemin etmiş gibidir.

 

Said b. Cübeyr dedi ki; "Ta" Peygamber efendimizin Tahir ve Tayyib isimlerinin başlangıcıdır. Ha da onun Hadi isminin başlangıcıdır.

 

Bir diğer görüşe göre "Ta" ey ümmetine şefaati tama' eden, "Ha" ise ey Yüce Allah'ın kullarını hidayete ileten demektir.

 

"Ta"nın taharetten, "Ha"nın hidayetten kısaltma olduğu da söylenmiştir.

Sanki Yüce Allah Peygamberi (s.a.v.)ne: Ey günahlardan tahir (temiz) ve insanları gaybları en iyi bilene hidayet eyleyen kişi, diyor gibidir.

 

Bir diğer görüşe göre "Ta" gazilerin davullarını (tubül) "Ha" ise onların kafirlerin kalplerindeki heybetini ifade eder. Bunu da Yüce Allah'ın şu buyrukları açıklamaktadır: "O kafirlerin kalplerine korku salacağız. "(Al-i İmran, 151); ''Kalplerine de korku saldı. "(el-Ahzab, 26)

 

"Ta"nın cennet ehlinin cennetteki tarab'ı (sevinci), "Ha"nın da cehennem ehlinin cehennem ateşi içerisindeki hevanı (aşağılıkları) demek olduğu da söylenmiştir.

 

Altıncı bir görüşe göre "Ta-Ha", hidayet bulan kimseye ne mutlu demektir. Bu görüş Mücahid ile Muhammed b. el-Hanefiyye'ye aittir.

 

Yedinci bir görüşe göre "Ta-Ha" sen yeryüzüne bas, demektir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ayakları şişinceye kadar namazın sıkıntılarına tahammül ediyor ve ayaklarını sırayla dinlendirmek gereğini duyuyordu. O bakımdan kendisine yere bas denildi, yani sen bu şekilde dinlenme ihtiyacını görecek kadar kendini yorma! Bunu da İbnu'l- Enbari nakletmektedir.

 

Kadı Iyad'ın (eş-Şıfa" adlı eserinde naklettiğine göre er-Rabi' b. Enes şöyle demiş: Peygamber (s.a.v.) namaz kıldığında ağırlığını bir ayağına verir, diğerini rahat tutardı. Bunun üzerine Yüce Allah ona: "Ta-Ha" yani ey Muhammed yere bas, "Biz, sana Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik" buyruklarını indirdi.

 

ez-Zemahşeri dedi ki: el-Hasen'den bunu "Tahh" şeklinde okuduğu ve bunun da yere basmak emri diye açıklandığı nakledilmektedir. Bu rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) teheccüd namazı kıldığında ağırlığını bir ayağına veriyordu. Ona her iki ayağını da yere basması emri verildi. Bu okuyuşun aslı sakin hemze olup onun hemzesi "he"ye kalb edilmiştir. Nitekim; (...) deki hemze "elif"e kalb edilmiştir. Şu mısraın bir bölümünde de ("la"dan sonraki kelime) hemze "elif"e kalb edilmiştir: "Bu nimetleri afiyetle içinize sindiremiyesin ... "

 

Sonra buna binaen bu emri yapmıştır; sonundaki "he" ise sekt (susarken telaffuz edilen) "he"sidir.

 

Nüzul Sebebi:

 

Mücahid dedi ki: Peygamber (s.a.v.) ve ashabı gece namaz kıldıklarında, uzun süre namaz kıldıklarından ötürü göğüslerine ip bağlıyorlardı. Daha sonra bu farz nesh edildi ve bunun üzerine bu ayet-i kerime indi.

 

el-Kelbi dedi ki: Peygamber (s.a.v.)a Mekke'de iken vahiy nazil olunca çokça ibadete koyuldu. İbadeti de oldukça ağırlaştı. Bu ayet-i kerime ininceye kadar epey bir süre bütün gece namaz kılmaya koyuldu. Yüce Allah ona; yükünü hafifletmesini, namaz kıldığı gibi bir miktar da uyumasını emretti. Böylelikle bu ayet-i kerime gece boyunca namaz kılmayı nesh etmiş oldu. Bu ayetten sonra (geceleyin) hem namaz kılıyor, hem uyuyordu.

Mukatil ve ed-Dahhak dedi ki: Kur'an-ı Kerim, Peygamber (s.a.v.)a inmeye başlayınca ashabı ile birlikte kalkıp gece namazı kıldılar. Kureyş kafirleri; Allah bu Kur'an'ı, Muhammed'in üzerine ancak yorulsun diye indirmiştir, dediler. Bunun üzerine Yüce Allah şu buyruklarını indirdi: "Ta-Ha" yani ey adam, "Biz, sana Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik." İleride geleceği üzere yorulasın diye indirmedik. Bu görüşe göre "Ta-Ha" : (...): Yere bas" demek olur. Bu durumda "he" ile "elif" yere ait zamir olur. Yani na-

mazlarında iki ayağınla yere bas. Sonra hemze harfi hafifletilerek sakin bir "elif"e dönüşmüştür.

 

Bir kesim de bunu "Tahh" diye okumuştur. Bunun aslı ise; ( ti.) olup, yere bas demektir. Hemze hazfedildikten sonra yerine sekt "he"si getirilmiştir.

 

Zir b. Hubeyş dedi ki: Bir adam Abdullah b. Mes'ud'un önünde "(medsiz olarak) "Ta-Ha. Biz, sana Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik" buyruğunu okudu. Abdullah onu: "Tı-Hi" diye düzeltti. Bunun üzerine adam; Ey Abdu'r-Rahman'ın babası, Yüce Allah ona ayağıyla veya iki ayağıyla yere basmasını emretmedi mi? O: "Tı-Hi" dedi ve devamla: Rasulullah (s.a.v.) bunu bana böylece okuttu.

 

Ebu Amr ve Ebu İshak "He"yi imale ile "Tı"yı da üstün olarak okumuşlardır. Ebu Bekr, Hamza, el-Kisai ve el-A'meş ise her iki harfi de imale ile okumuşlardır. Ebu Ca'fer, Şeybe ve NMi' ise ikisi arasında okumuş, Ebu Ubeyd de bunu tercih etmiştir. Diğerleri ise tefhim ile (Ta-Ha şeklinde) okumuşlardır.

 

es-Sa'lebi dedi ki: Bunların hepsi sahih ve fasih söyleyişlerdir. en-Nehhas dedi ki: Arapça dilbilginlerinin çoğunluğuna göre burada imalenin açıklanabilir bir tarafı yoktur. Bunun da iki sebebi vardır: Birincisi evvela burada ne "ya" harfi vardır. Ne de esre vardır ki; imale olsun. İkinci sebeb ise "Ta" imaleye engel harflerdendir. İşte bunlar iki açık engeldir.

 

[ - ]

"Biz, Sana Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik" buyruğundaki; "İndirmedik" lafzı; "İndirilmedi" diye de okunmuştur. Bundan ötürü de "Kur'an" kelimesi birinci okuyuşa göre üstün iken, ikinci okuyuşa göre ötrelidir.

 

en-Nehhas dedi ki: Kimi nahvciler şöyle demektedir: Buradaki "lam" nefy "lam"ıdır. Bazıları buna "lam el-cu hud (reddetme lamı)" derler. Ebu Ca'fer dedi ki: Ben Ebu'l-Hasen b. Keysan'ı şöyle derken dinledim: Bu "lam", "hafd lam"ı (cer lamı)dır. "Biz Kur'an'ı sana bedbahtlık için indirmedik" anlamındadır.

 

Bedbahtlık (anlamındaki şeka)" kelimesi ise, hem med ile hem kasr ile okunur ve bu kelime "vav"lıdır. Bedbahtlığın dilde asıl anlamı ise yorgunluk ve sıkıntı demektir. Biz Kur'an'ı sana yorulman için indirmedik, demek olur. Şair der ki: "Akıl sahibi akl sebebiyle nimetler arasında bedbahttır, Cahilliğin kardeşi ise bedbahtlık içerisinde nimettedir (zanneder.)"

 

Buna göre "güçlük çekmen"; onlara ve küfürlerine aşırı derecede üzülmekle iman etmiyorlar diye hasret çekmek suretiyle yorulasın diye indirmedik demek olur, Bu durumda Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırır: ''Bu söze iman etmezler diye arkalarından üzülerek kendini helak edeceksin nerdeyse. "(elKehf, 6) Yani, sana düşen sadece tebliğ edip hatırlatmaktan ibarettir. Risaletinin gereğini yerine getirmek ve güzel surette öğüt vermek hususlarında kusurun olmadıktan sonra, ne olursa olsun onlar mutlaka iman edecekler diye bir görevle görevlendirilmiş değilsin,

 

Rivayet edildiğine göre Ebu Cehil -Allah'ın laneti üzerine olsun- ile en-Nadr b. el-Haris, Peygamber (s.a.v.)a: Sen bedbaht birisisin, çünkü atalarının dinini terkettin demişlerdi, Bununla onlara şöylece cevap verilmek istendi: İslam dini ve bu Kur'an-ı Kerim her türlü güzel arzu ve isteğe kavuşmanın basamağıdır. Her türlü mutluluğu idrak etmeye sebebtir. Asıl kafirlerin içinde bulundukları durum bizzat bedbahtlığın ta kendisidir.

 

Sıraladığımız görüşlere binaen Peygamber (s.a.v.) geceleyin ayakları şişinceye kadar namaz kılmıştır, Cebrail ona: Kendini o kadar fazla yorma, çünkü nefsinin de senin üzerinde bir hakkı vardır. Yani bu Kur'an-ı Kerım nefsini ibadette tüketesin, onu son derece zorluklarla karşı karşıya bırakasın diye indirilmediği gibi, sen ancak müsamahakar Hanıflik ile gönderilmiş bulunuyorsun,

 

"Ancak korku duyan kimseye öğüt olmak üzere" buyruğu hakkında Ebu İshak ez-Zeccac dedi ki: Bu buyruk, "Güçlük çekmen" buyruğundan bedeldir. Biz bu Kitabı ancak bir öğüt olmak üzere indirdik, demektir. en-Nehhas dedi ki: Bu açıklamanın doğru olma ihtimali uzaktır. Ebu Ali de "öğüt verme"nin güçlük çekmek demek olmadığını belirterek bu açıklamayı kabul etmemiştir.

 

Burada "Öğüt olmak üzere" kelimesi mastar olarak nasb edilmiştir. Yani, Biz onu sana, onunla bir öğüt veresin diye indirdik. Yahut da bu mef'ulün leh'dir. Yani, Biz bu Kur'an'ı senin üzerine ondan ötürü güçlük çekmen için indirmedik. Biz onu sana ancak öğüt olsun diye indirdik.

 

el-Huseyn b. el-Fadl dedi ki: Bu buyrukta bir takdim ve te'hir vardır. Bunun anlamı da şudur: Biz, Kur'an-ı Kerım'i sana ancak korku duyan kimseye öğüt olmak üzere ve sen güçlük çekmeyesin diye indirdik, takdirindedir.

 

"O yeri ve yüksek gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiştir" buyruğundaki: "İndirilmiştir" kelimesi mastar (mef'ul-ü mutlak)dır.

 

"Biz, onu ... indirdik" demektir. Bunun "öğüt" buyruğundan bedel olduğu da söylenmiştir. Ebu Hayve eş-Şami' bu kelimeyi: "Bu ... indirilmiştir" anlamında merfu olarak okumuştur.

 

"Yüksek" kelimesi pek yüce, pek yüksek anlamında olup; (...) in çoğuludur. Bu da; "Büyük ve küçük" kelimelerinin çoğulunun; "(...) şeklinde gelmesine benzer.

 

Yüce Allah azametine, mutlak egemenliğine ve celaline dair haber verdikten sonra şöyle buyurmaktadır: "Rahman Arş'a istiva etti." Burada "er-Rahman" lafzının medh üzere mansub gelmesi caizdir. Ebu İshak dedi ki: Bedel olarak cer mahallinde de olabilir.

 

Said b. Mes'ade dedi ki: Ref' ile okunursa, o Rahman ... dır, anlamında olur. en-Nehhas dedi ki: Mübteda olarak merfu olması da caizdir. O takdirde haber de: "Göklerde, yerde, onların arasında ... olanların hepsi O'nundur" buyruğu olur. Bu takdirde bu ayetin sonunda vakıf yapılmaz.

 

"Yaratan" kelimesindeki zamirden bedel kabul ettiğimiz takdirde, o zaman beşinci ayet-i kerimenin sonunda vakıf mümkün olur. Mahzuf bir mübtedanın haberi olduğu takdirde de böyledir ve buna göre dördüncü ayet-i kerimenin sonunda vakıf yapılmaz.

 

"İstiva"nın anlamına dair açıklamalar daha önceden el-A'raf Süresi'nde (54. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Şeyh Ebu'l-Hasen ve başkalarının kabul ettiği görüşe göre; Yüce Allah, yaratıklar hakkında söz konusu olduğu şekilde herhangi bir keyfiyet veya bir sınır söz konusu olmaksızın Arş'ı üzerinde istiva etmiştir.

 

İbn Abbas dedi ki: Bununla şunu kastetmektedir: O, olmuşları yarattığı gibi kıyamet gününe kadar ve kıyamet gününden sonra olacakları da yaratandır.

 

"Göklerde, yerde, onların arasında ve nemli toprağın altında olanların hepsi O'nundur." Bununla altında ne bulunduğunu Yüce Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilmediği o malum kayanın altındakileri yalnız kendisinin bildiğini kastetmektedir.

 

Muhammed b. Ka'b: Kastettiği yedinci arzdır derken, İbn Abbas da şunları söylemiştir: Yer bir balık üzerindedir. Balık da denizin üzerindedir. Balığın iki yanı, başı ve kuyruğu da Arşın altında bir araya gelmektedir. Deniz de yeşil bir kaya üzerindedir. Semanın yeşilliği de oradan gelmektedir. Yüce Allah'ın hakkında: "Eğer sen bir kaya içinde veya göklerde yahut yerde olsan ... "(Lukman, 16) buyruğunda sözünü ettiği kaya da budur. Bu kaya ise bir öküzün boynu üzerindedir, bu öküz de nemli toprak üzerindedir. O nemli toprağın altında ne olduğunu da Allah'tan başkası bilmez.

 

Vehb b. Münebbih dedi ki: Yeryüzünde yedi deniz vardır. Yerler de yedi tanedir. Herbirisi arasında bir deniz vardır. En alttaki deniz ise cehennemin kenarı üzerinde kapanmıştır. Eğer bunun büyüklüğü, suyunun çokluğu ve soğukluğu olmasaydı, cehennem, üzerindeki herşeyi yakıp bitirecekti. Yine o şöyle demiştir: Cehennem rüzgarın sırtındadır, rüzgarın sırtı da karanlıktan bir perde üzerindedir. Bunun büyüklüğünü Allah'tan başka kimse bilmez. Bu perde de nemli toprak üzerindedir. Mahlukatın bilgisi bu nemli toprağa kadar uzanmıştır.

 

"Sen sözünü açığa vursan bile muhakkak O saklı olanı da O'ndan gizli olanı da bilir." İbn Abbas dedi ki: "Saklı olan (sır) insanın kimsenin görmediği bir yerde gizlice başkasına söylediği sözlerdir." O'ndan gizli olan "(ahfa)" ise, insanın kendisinden başka hiç kimseye sözünü etmediği, içinde sakladığı şeylerdir. Yine ondan nakledildiğine göre; saklı olan kişinin içinden geçirdikleridir. Ondan da gizli olan ise, henüz olmamış fakat ileride olacak ve hatırından geçecek olan şeylerdir. Sen bugün içinden ne geçirdiğini bilebiliyorsun ancak yarın içinden ne geçireceğini bilemezsin. Yüce Allah ise bugün içinden geçirip sakladığını da yarın içinden geçirip saklayacağını da bilir.

 

Yüce Allah gizli, saklı olanı ve O'ndan da gizli olanı bilir, demektir. Yine İbn Abbas dedi ki: "Saklı olan (sır)", Ademoğlunun içinde gizleyip sakladığıdır. "Ondan gizli olan (ahfa)" ise Ademoğlunun ileride yapacağı fakat hali hazırda bilmediği ve kendisi için saklı olan şeyler demektir. Yüce Allah ise bütün bunları bilir. O'nun geçmişe dair bilgisi de, geleceğe dair bilgisi de birdir. Bütün yaratıklar O'nun ilminde tek bir nefis gibidirler.

 

Katade ve başkaları der ki: "Saklı olan" insanın nefsinde gizleyip sakladığıdır. "Ondan da gizli olan" ise henüz olmamış ve hiçbir kimsenin de içinde gizlemediği şeylerdir.

 

İbn Zeyd dedi ki: "Saklı olan" mahlukattan gizlenip saklanan, "ondan da gizli olan" ise Yüce Allah'ın gizleyip sakladıklarıdır. Ancak Taberi bu açıklamayı kabul etmeyerek şöyle demektedir: Ondan da saklı olandan kasıt, henüz insanın sır olarak dahi içinden geçirmediği, fakat ileride içinden geçireceği şeylerdir. İbn Abbas'ın dediği gibi.

 

"Allah O'dur ki O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler yalnız O'nundur." Bu buyruktaki "Allah" lafzı mübteda olarak yahut mukadder bir mübteda(nın haberi) olması dolayısıyla yahut da "bilir" buyruğundaki zamirden bedel olarak merfu'dur.

 

Şanı Yüce Allah kendi zatını tevhid etmektedir. Şöyle ki: Resulullah (s.a.v.) müşrikleri Yüce Allah'a, O'na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın bir ve tek olarak ibadete çağırmıştır. Bu onlara pek ağır geldi. Ebu Cehil onun Rahman adını da zikrettiğini görünce, el-Velid b. Muğiyre'ye dedi ki: Muhammed bizlere Allah ile birlikte bir başka ilaha dua ve ibadet etmeyi yasaklarken, kendisi hem Allah'a hem de Rahman'a dua etmektedir. Bunun üzerine Yüce Allah: "De ki: ister Allah diye dua edin, ister Rahman diye dua edin. Hangisi ile dua ederseniz edin. Esasen en güzel isimler O'nundur.'' (el-İsra, 110) buyruğunu indirdi.

Yüce Allah bir ve tektir. İsimleri ise pek çoktur.

 

Daha sonra: "Allah O'dur ki O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler yalnız O'nundur" diye buyurmaktadır. el-A'raf Süresi'nde (180. ayet, 1. başlık ve devamında) buna dikkat çekilmiş idi.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ta-Ha 9-16

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR