TA-HA 1 / 8 |
بِسْمِ
اللهِ
الرَّحْمنِ
الرَّحِيمِِ طه
{1} مَا
أَنزَلْنَا
عَلَيْكَ
الْقُرْآنَ
لِتَشْقَى {2}
إِلَّا
تَذْكِرَةً لِّمَن
يَخْشَى {3}
تَنزِيلاً
مِّمَّنْ
خَلَقَ
الْأَرْضَ
وَالسَّمَاوَاتِ
الْعُلَى {4} الرَّحْمَنُ
عَلَى
الْعَرْشِ
اسْتَوَى {5} لَهُ
مَا فِي
السَّمَاوَاتِ
وَمَا فِي الْأَرْضِ
وَمَا
بَيْنَهُمَا
وَمَا تَحْتَ
الثَّرَى {6}
وَإِن
تَجْهَرْ
بِالْقَوْلِ فَإِنَّهُ
يَعْلَمُ السِّرَّ
وَأَخْفَى {7}
اللَّهُ لَا
إِلَهَ إِلَّا
هُوَ لَهُ
الْأَسْمَاء الْحُسْنَى
{8} |
1. Ta Ha.
2. Biz, sana Kur'an'ı
güçlük çekmen için indirmedik.
3. Ancak korku duyan
kimseye öğüt almak üzere (gönderdik.)
4. O, yeri ve yüksek
gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiştir.
5. Rahman Arş'a istiva
etti.
6. Göklerde, yerde,
onların arasında ve nemli toprağın altında olanların hepsi O'nundur.
7. Sen sözünü açığa
vursan da muhakkak O, saklı olanı da, ondan gizli olanı da bilir.
8. Allah O'dur ki;
O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler yalnız O'nundur.
"Ta-Ha"
buyruğunun anlamı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ebu Bekr
es-Sıddik (ra): Bu sırlardan bir sırdır demiştir. Bunu el-Gaznevi
nakletmektedir. İbn Abbas: Ey adam, demektir der. Bunu da el-Beyhaki
zikretmektedir. Bunun Ukllüler arasında bilinen bir şive olduğu da
söylenmiştir. Aklılar arasında bilinmektedir, diyenler de vardır. el-Kelbi dedi
ki: Sen Aklılar arasında bir adama: Ey adam diye seslenecek olursan ona:
"TaHa" demediğin sürece sana karşılık vermez. Bu hususta et-Tab eri:
şairin şu beytini nakletmektedir: "Savaşta Ta-Ha'yı çağırdım, fakat bana
karşılık vermedi, Kendi adına kurtulmayı istediğinden (ve bu maksatla
kaçtığından) korktum."
Abdullah b. Amr dedi ki:
Aklıların şivesinde habibi (ey sevdiğim) anlamındadır. Bunu da el-Gaznevı
nakletmiştir. Kutrub da şöyle demektedir: Bu Taylıların şivesindedir. Daha
sonra Yezid b. el-Mühelhil'in şu beyitini nakletmektedir: "Ey adam! Hiç
şüphesiz beyinsizlik sizin özelliklerinizdendir, Lanetli bir topluluğu Allah
mübarek kılmasın."
el-Hasen de aynı şekilde
Ta-Ha'nın, ey adam anlamında olduğunu söylemiştir. İkrime de böyle demiştir.
İkrime, Süryanice'de de bunun böyle olduğunu söylemiştir ki, bunu da el-Mehdevı
nakletmektedir. el-Maverdi de bunu aynı şekilde İbn Abbas'tan da Mücahid'den de
nakletmektedir. et-Taberi ise bunun Nabatice'de ey adam, anlamında olduğunu
nakletmiştir. es-Süddi'nin, Said b. Cübeyr'in ve yine İbn Abbas'ın da görüşü
budur. O (et-Taberi) şu beyiti nakletmektedir: "Ey Ta-Ha (adam)
beyinsizlik sizin huylarınızdandır, Allah lanetlilerin ruhlarını takdis
etmesin."
Yine İkrime dedi ki: Bu
Habeşçe'de ey adam, demek anlamındadır. Bunu da es-Sa'lebi nakletmektedir.
Doğrusu şudur: Bu lafız her
ne kadar başka bir dilde de bulunmakta ise de -önceden belirttiğimiz gibi-
Arapça'dır. Ve bu Akk, Tay' ve Ukllüler arasında bir Yemen bölgesi şivesidir.
Bunun Yüce Allah'ın
isimlerinden bir isim ve O'nun adına yaptığı bir yemin olduğu da söylenmiştir.
Bu da aynı şekilde İbn Abbas (ra)dan rivayet edilmiştir.
Ta-Ha'nın, Yüce Allah'ın
Peygamber (s.a.v.)a -ona Muhammed adını vermesi gibi- verdiği bir isim olduğu
da söylenmiştir. Peygamber (s.a.v.)ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Benim, Rabbimin nezdinde on tane ismim vardır" diye buyurmuş ve
bunlar arasında Ta-Ha ile Yasin'i saymıştır.
Şöyle de denilmiştir. Bu
lafız, bu sürenin adıdır ve bu sürenin anahtarı durumundadır. Yüce Allah'ın,
bilgisini özel olarak Rasülüne verdiği "Allah'ın kelamı"nın
kısaltılmışı olduğu da söylenmiştir.
Bir başka görüşe göre
Ta-Ha, mukatta' harflerden olup bu harflerin her biri bir anlama delalet
etmektedir. Bu harflerin hangi anlamda oldukları hususunda da görüş ayrılığı
vardır. Bir görüşe göre "Ta" Tüba ağacıdır. "Ha" ise ateşin
bir adı olan "Haviye" demektir. Araplar bazen bir şeyin bir bölümünü
zikrederek onun tümünü kastederler. Sanki bunlarla Yüce Allah, cennet ve
cehenneme yemin etmiş gibidir.
Said b. Cübeyr dedi ki;
"Ta" Peygamber efendimizin Tahir ve Tayyib isimlerinin başlangıcıdır.
Ha da onun Hadi isminin başlangıcıdır.
Bir diğer görüşe göre
"Ta" ey ümmetine şefaati tama' eden, "Ha" ise ey Yüce
Allah'ın kullarını hidayete ileten demektir.
"Ta"nın
taharetten, "Ha"nın hidayetten kısaltma olduğu da söylenmiştir.
Sanki Yüce Allah
Peygamberi (s.a.v.)ne: Ey günahlardan tahir (temiz) ve insanları gaybları en
iyi bilene hidayet eyleyen kişi, diyor gibidir.
Bir diğer görüşe göre
"Ta" gazilerin davullarını (tubül) "Ha" ise onların
kafirlerin kalplerindeki heybetini ifade eder. Bunu da Yüce Allah'ın şu
buyrukları açıklamaktadır: "O kafirlerin kalplerine korku salacağız.
"(Al-i İmran, 151); ''Kalplerine de korku saldı. "(el-Ahzab, 26)
"Ta"nın cennet
ehlinin cennetteki tarab'ı (sevinci), "Ha"nın da cehennem ehlinin
cehennem ateşi içerisindeki hevanı (aşağılıkları) demek olduğu da söylenmiştir.
Altıncı bir görüşe göre
"Ta-Ha", hidayet bulan kimseye ne mutlu demektir. Bu görüş Mücahid
ile Muhammed b. el-Hanefiyye'ye aittir.
Yedinci bir görüşe göre
"Ta-Ha" sen yeryüzüne bas, demektir. Çünkü Peygamber (s.a.v.)
ayakları şişinceye kadar namazın sıkıntılarına tahammül ediyor ve ayaklarını
sırayla dinlendirmek gereğini duyuyordu. O bakımdan kendisine yere bas denildi,
yani sen bu şekilde dinlenme ihtiyacını görecek kadar kendini yorma! Bunu da
İbnu'l- Enbari nakletmektedir.
Kadı Iyad'ın
(eş-Şıfa" adlı eserinde naklettiğine göre er-Rabi' b. Enes şöyle demiş:
Peygamber (s.a.v.) namaz kıldığında ağırlığını bir ayağına verir, diğerini
rahat tutardı. Bunun üzerine Yüce Allah ona: "Ta-Ha" yani ey Muhammed
yere bas, "Biz, sana Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik"
buyruklarını indirdi.
ez-Zemahşeri dedi ki:
el-Hasen'den bunu "Tahh" şeklinde okuduğu ve bunun da yere basmak
emri diye açıklandığı nakledilmektedir. Bu rivayete göre, Peygamber (s.a.v.)
teheccüd namazı kıldığında ağırlığını bir ayağına veriyordu. Ona her iki
ayağını da yere basması emri verildi. Bu okuyuşun aslı sakin hemze olup onun
hemzesi "he"ye kalb edilmiştir. Nitekim; (...) deki hemze "elif"e
kalb edilmiştir. Şu mısraın bir bölümünde de ("la"dan sonraki kelime)
hemze "elif"e kalb edilmiştir: "Bu nimetleri afiyetle içinize
sindiremiyesin ... "
Sonra buna binaen bu
emri yapmıştır; sonundaki "he" ise sekt (susarken telaffuz edilen)
"he"sidir.
Nüzul Sebebi:
Mücahid dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) ve ashabı gece namaz kıldıklarında, uzun süre namaz
kıldıklarından ötürü göğüslerine ip bağlıyorlardı. Daha sonra bu farz nesh
edildi ve bunun üzerine bu ayet-i kerime indi.
el-Kelbi dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)a Mekke'de iken vahiy nazil olunca çokça ibadete koyuldu.
İbadeti de oldukça ağırlaştı. Bu ayet-i kerime ininceye kadar epey bir süre
bütün gece namaz kılmaya koyuldu. Yüce Allah ona; yükünü hafifletmesini, namaz
kıldığı gibi bir miktar da uyumasını emretti. Böylelikle bu ayet-i kerime gece
boyunca namaz kılmayı nesh etmiş oldu. Bu ayetten sonra (geceleyin) hem namaz
kılıyor, hem uyuyordu.
Mukatil ve ed-Dahhak
dedi ki: Kur'an-ı Kerim, Peygamber (s.a.v.)a inmeye başlayınca ashabı ile
birlikte kalkıp gece namazı kıldılar. Kureyş kafirleri; Allah bu Kur'an'ı,
Muhammed'in üzerine ancak yorulsun diye indirmiştir, dediler. Bunun üzerine
Yüce Allah şu buyruklarını indirdi: "Ta-Ha" yani ey adam, "Biz,
sana Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik." İleride geleceği üzere
yorulasın diye indirmedik. Bu görüşe göre "Ta-Ha" : (...): Yere
bas" demek olur. Bu durumda "he" ile "elif" yere ait
zamir olur. Yani na-
mazlarında iki ayağınla
yere bas. Sonra hemze harfi hafifletilerek sakin bir "elif"e
dönüşmüştür.
Bir kesim de bunu
"Tahh" diye okumuştur. Bunun aslı ise; ( ti.) olup, yere bas
demektir. Hemze hazfedildikten sonra yerine sekt "he"si
getirilmiştir.
Zir b. Hubeyş dedi ki:
Bir adam Abdullah b. Mes'ud'un önünde "(medsiz olarak) "Ta-Ha. Biz,
sana Kur'an'ı güçlük çekmen için indirmedik" buyruğunu okudu. Abdullah
onu: "Tı-Hi" diye düzeltti. Bunun üzerine adam; Ey Abdu'r-Rahman'ın
babası, Yüce Allah ona ayağıyla veya iki ayağıyla yere basmasını emretmedi mi?
O: "Tı-Hi" dedi ve devamla: Rasulullah (s.a.v.) bunu bana böylece
okuttu.
Ebu Amr ve Ebu İshak
"He"yi imale ile "Tı"yı da üstün olarak okumuşlardır. Ebu
Bekr, Hamza, el-Kisai ve el-A'meş ise her iki harfi de imale ile okumuşlardır.
Ebu Ca'fer, Şeybe ve NMi' ise ikisi arasında okumuş, Ebu Ubeyd de bunu tercih
etmiştir. Diğerleri ise tefhim ile (Ta-Ha şeklinde) okumuşlardır.
es-Sa'lebi dedi ki:
Bunların hepsi sahih ve fasih söyleyişlerdir. en-Nehhas dedi ki: Arapça
dilbilginlerinin çoğunluğuna göre burada imalenin açıklanabilir bir tarafı
yoktur. Bunun da iki sebebi vardır: Birincisi evvela burada ne "ya"
harfi vardır. Ne de esre vardır ki; imale olsun. İkinci sebeb ise
"Ta" imaleye engel harflerdendir. İşte bunlar iki açık engeldir.
[ - ]
"Biz, Sana Kur'an'ı
güçlük çekmen için indirmedik" buyruğundaki; "İndirmedik" lafzı;
"İndirilmedi" diye de okunmuştur. Bundan ötürü de "Kur'an"
kelimesi birinci okuyuşa göre üstün iken, ikinci okuyuşa göre ötrelidir.
en-Nehhas dedi ki: Kimi
nahvciler şöyle demektedir: Buradaki "lam" nefy "lam"ıdır.
Bazıları buna "lam el-cu hud (reddetme lamı)" derler. Ebu Ca'fer dedi
ki: Ben Ebu'l-Hasen b. Keysan'ı şöyle derken dinledim: Bu "lam",
"hafd lam"ı (cer lamı)dır. "Biz Kur'an'ı sana bedbahtlık için
indirmedik" anlamındadır.
Bedbahtlık (anlamındaki
şeka)" kelimesi ise, hem med ile hem kasr ile okunur ve bu kelime
"vav"lıdır. Bedbahtlığın dilde asıl anlamı ise yorgunluk ve sıkıntı
demektir. Biz Kur'an'ı sana yorulman için indirmedik, demek olur. Şair der ki:
"Akıl sahibi akl sebebiyle nimetler arasında bedbahttır, Cahilliğin kardeşi
ise bedbahtlık içerisinde nimettedir (zanneder.)"
Buna göre "güçlük
çekmen"; onlara ve küfürlerine aşırı derecede üzülmekle iman etmiyorlar
diye hasret çekmek suretiyle yorulasın diye indirmedik demek olur, Bu durumda
Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırır: ''Bu söze iman etmezler diye arkalarından
üzülerek kendini helak edeceksin nerdeyse. "(elKehf, 6) Yani, sana düşen
sadece tebliğ edip hatırlatmaktan ibarettir. Risaletinin gereğini yerine
getirmek ve güzel surette öğüt vermek hususlarında kusurun olmadıktan sonra, ne
olursa olsun onlar mutlaka iman edecekler diye bir görevle görevlendirilmiş
değilsin,
Rivayet edildiğine göre
Ebu Cehil -Allah'ın laneti üzerine olsun- ile en-Nadr b. el-Haris, Peygamber
(s.a.v.)a: Sen bedbaht birisisin, çünkü atalarının dinini terkettin demişlerdi,
Bununla onlara şöylece cevap verilmek istendi: İslam dini ve bu Kur'an-ı Kerim
her türlü güzel arzu ve isteğe kavuşmanın basamağıdır. Her türlü mutluluğu
idrak etmeye sebebtir. Asıl kafirlerin içinde bulundukları durum bizzat bedbahtlığın
ta kendisidir.
Sıraladığımız görüşlere
binaen Peygamber (s.a.v.) geceleyin ayakları şişinceye kadar namaz kılmıştır,
Cebrail ona: Kendini o kadar fazla yorma, çünkü nefsinin de senin üzerinde bir hakkı
vardır. Yani bu Kur'an-ı Kerım nefsini ibadette tüketesin, onu son derece
zorluklarla karşı karşıya bırakasın diye indirilmediği gibi, sen ancak
müsamahakar Hanıflik ile gönderilmiş bulunuyorsun,
"Ancak korku duyan
kimseye öğüt olmak üzere" buyruğu hakkında Ebu İshak ez-Zeccac dedi ki: Bu
buyruk, "Güçlük çekmen" buyruğundan bedeldir. Biz bu Kitabı ancak bir
öğüt olmak üzere indirdik, demektir. en-Nehhas dedi ki: Bu açıklamanın doğru
olma ihtimali uzaktır. Ebu Ali de "öğüt verme"nin güçlük çekmek demek
olmadığını belirterek bu açıklamayı kabul etmemiştir.
Burada "Öğüt olmak
üzere" kelimesi mastar olarak nasb edilmiştir. Yani, Biz onu sana, onunla
bir öğüt veresin diye indirdik. Yahut da bu mef'ulün leh'dir. Yani, Biz bu
Kur'an'ı senin üzerine ondan ötürü güçlük çekmen için indirmedik. Biz onu sana
ancak öğüt olsun diye indirdik.
el-Huseyn b. el-Fadl
dedi ki: Bu buyrukta bir takdim ve te'hir vardır. Bunun anlamı da şudur: Biz,
Kur'an-ı Kerım'i sana ancak korku duyan kimseye öğüt olmak üzere ve sen güçlük
çekmeyesin diye indirdik, takdirindedir.
"O yeri ve yüksek
gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiştir" buyruğundaki:
"İndirilmiştir" kelimesi mastar (mef'ul-ü mutlak)dır.
"Biz, onu ...
indirdik" demektir. Bunun "öğüt" buyruğundan bedel olduğu da
söylenmiştir. Ebu Hayve eş-Şami' bu kelimeyi: "Bu ... indirilmiştir"
anlamında merfu olarak okumuştur.
"Yüksek"
kelimesi pek yüce, pek yüksek anlamında olup; (...) in çoğuludur. Bu da;
"Büyük ve küçük" kelimelerinin çoğulunun; "(...) şeklinde gelmesine
benzer.
Yüce Allah azametine,
mutlak egemenliğine ve celaline dair haber verdikten sonra şöyle buyurmaktadır:
"Rahman Arş'a istiva etti." Burada "er-Rahman" lafzının
medh üzere mansub gelmesi caizdir. Ebu İshak dedi ki: Bedel olarak cer mahallinde
de olabilir.
Said b. Mes'ade dedi ki:
Ref' ile okunursa, o Rahman ... dır, anlamında olur. en-Nehhas dedi ki: Mübteda
olarak merfu olması da caizdir. O takdirde haber de: "Göklerde, yerde,
onların arasında ... olanların hepsi O'nundur" buyruğu olur. Bu takdirde
bu ayetin sonunda vakıf yapılmaz.
"Yaratan"
kelimesindeki zamirden bedel kabul ettiğimiz takdirde, o zaman beşinci ayet-i
kerimenin sonunda vakıf mümkün olur. Mahzuf bir mübtedanın haberi olduğu
takdirde de böyledir ve buna göre dördüncü ayet-i kerimenin sonunda vakıf
yapılmaz.
"İstiva"nın
anlamına dair açıklamalar daha önceden el-A'raf Süresi'nde (54. ayetin
tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Şeyh Ebu'l-Hasen ve başkalarının kabul ettiği
görüşe göre; Yüce Allah, yaratıklar hakkında söz konusu olduğu şekilde herhangi
bir keyfiyet veya bir sınır söz konusu olmaksızın Arş'ı üzerinde istiva
etmiştir.
İbn Abbas dedi ki:
Bununla şunu kastetmektedir: O, olmuşları yarattığı gibi kıyamet gününe kadar
ve kıyamet gününden sonra olacakları da yaratandır.
"Göklerde, yerde,
onların arasında ve nemli toprağın altında olanların hepsi O'nundur."
Bununla altında ne bulunduğunu Yüce Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilmediği o
malum kayanın altındakileri yalnız kendisinin bildiğini kastetmektedir.
Muhammed b. Ka'b:
Kastettiği yedinci arzdır derken, İbn Abbas da şunları söylemiştir: Yer bir
balık üzerindedir. Balık da denizin üzerindedir. Balığın iki yanı, başı ve
kuyruğu da Arşın altında bir araya gelmektedir. Deniz de yeşil bir kaya
üzerindedir. Semanın yeşilliği de oradan gelmektedir. Yüce Allah'ın hakkında:
"Eğer sen bir kaya içinde veya göklerde yahut yerde olsan ...
"(Lukman, 16) buyruğunda sözünü ettiği kaya da budur. Bu kaya ise bir
öküzün boynu üzerindedir, bu öküz de nemli toprak üzerindedir. O nemli toprağın
altında ne olduğunu da Allah'tan başkası bilmez.
Vehb b. Münebbih dedi
ki: Yeryüzünde yedi deniz vardır. Yerler de yedi tanedir. Herbirisi arasında
bir deniz vardır. En alttaki deniz ise cehennemin kenarı üzerinde kapanmıştır. Eğer
bunun büyüklüğü, suyunun çokluğu ve soğukluğu olmasaydı, cehennem, üzerindeki
herşeyi yakıp bitirecekti. Yine o şöyle demiştir: Cehennem rüzgarın
sırtındadır, rüzgarın sırtı da karanlıktan bir perde üzerindedir. Bunun
büyüklüğünü Allah'tan başka kimse bilmez. Bu perde de nemli toprak üzerindedir.
Mahlukatın bilgisi bu nemli toprağa kadar uzanmıştır.
"Sen sözünü açığa
vursan bile muhakkak O saklı olanı da O'ndan gizli olanı da bilir." İbn
Abbas dedi ki: "Saklı olan (sır) insanın kimsenin görmediği bir yerde
gizlice başkasına söylediği sözlerdir." O'ndan gizli olan
"(ahfa)" ise, insanın kendisinden başka hiç kimseye sözünü etmediği,
içinde sakladığı şeylerdir. Yine ondan nakledildiğine göre; saklı olan kişinin
içinden geçirdikleridir. Ondan da gizli olan ise, henüz olmamış fakat ileride
olacak ve hatırından geçecek olan şeylerdir. Sen bugün içinden ne geçirdiğini
bilebiliyorsun ancak yarın içinden ne geçireceğini bilemezsin. Yüce Allah ise
bugün içinden geçirip sakladığını da yarın içinden geçirip saklayacağını da
bilir.
Yüce Allah gizli, saklı
olanı ve O'ndan da gizli olanı bilir, demektir. Yine İbn Abbas dedi ki:
"Saklı olan (sır)", Ademoğlunun içinde gizleyip sakladığıdır.
"Ondan gizli olan (ahfa)" ise Ademoğlunun ileride yapacağı fakat hali
hazırda bilmediği ve kendisi için saklı olan şeyler demektir. Yüce Allah ise
bütün bunları bilir. O'nun geçmişe dair bilgisi de, geleceğe dair bilgisi de
birdir. Bütün yaratıklar O'nun ilminde tek bir nefis gibidirler.
Katade ve başkaları der
ki: "Saklı olan" insanın nefsinde gizleyip sakladığıdır. "Ondan
da gizli olan" ise henüz olmamış ve hiçbir kimsenin de içinde gizlemediği
şeylerdir.
İbn Zeyd dedi ki:
"Saklı olan" mahlukattan gizlenip saklanan, "ondan da gizli
olan" ise Yüce Allah'ın gizleyip sakladıklarıdır. Ancak Taberi bu
açıklamayı kabul etmeyerek şöyle demektedir: Ondan da saklı olandan kasıt,
henüz insanın sır olarak dahi içinden geçirmediği, fakat ileride içinden
geçireceği şeylerdir. İbn Abbas'ın dediği gibi.
"Allah O'dur ki
O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler yalnız O'nundur." Bu buyruktaki
"Allah" lafzı mübteda olarak yahut mukadder bir mübteda(nın haberi)
olması dolayısıyla yahut da "bilir" buyruğundaki zamirden bedel
olarak merfu'dur.
Şanı Yüce Allah kendi
zatını tevhid etmektedir. Şöyle ki: Resulullah (s.a.v.) müşrikleri Yüce
Allah'a, O'na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın bir ve tek olarak ibadete
çağırmıştır. Bu onlara pek ağır geldi. Ebu Cehil onun Rahman adını da
zikrettiğini görünce, el-Velid b. Muğiyre'ye dedi ki: Muhammed bizlere Allah
ile birlikte bir başka ilaha dua ve ibadet etmeyi yasaklarken, kendisi hem
Allah'a hem de Rahman'a dua etmektedir. Bunun üzerine Yüce Allah: "De ki:
ister Allah diye dua edin, ister Rahman diye dua edin. Hangisi ile dua
ederseniz edin. Esasen en güzel isimler O'nundur.'' (el-İsra, 110) buyruğunu
indirdi.
Yüce Allah bir ve
tektir. İsimleri ise pek çoktur.
Daha sonra: "Allah
O'dur ki O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler yalnız O'nundur" diye
buyurmaktadır. el-A'raf Süresi'nde (180. ayet, 1. başlık ve devamında) buna
dikkat çekilmiş idi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN