ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MERYEM

83

/

87

أَلَمْ تَرَ أَنَّا أَرْسَلْنَا الشَّيَاطِينَ عَلَى الْكَافِرِينَ تَؤُزُّهُمْ أَزّاً {83}

 فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْ إِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَدّاً {84}

يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّقِينَ إِلَى الرَّحْمَنِ وَفْداً {85}

 وَنَسُوقُ الْمُجْرِمِينَ إِلَى جَهَنَّمَ وِرْداً {86}

 لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِندَ الرَّحْمَنِ عَهْداً {87}

 

83. Bilmez misin ki; Biz şeytanları, kafirler üzerine salarız da onları alabildiğine teşvik ederler.

84. O bakımdan sen onlar için acele etme! Biz onlara mükemmel bir şekilde sayarız.

85. O günü Biz takva sahiplerini Rahman'ın huzuruna binekli olarak toplayacağız.

86. Suçluları ise susamışlar olarak cehenneme süreriz.

87. Rahman'ın yanında ahd almış olanlardan başkası şefaate sahip olmayacaktır.

 

"Bilmez misin ki; Biz şeytanları, kafIrler üzerine salarız." Şeytanların onları azdırması için musallat ederiz. Bu da İblis'e: ''Onlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle yerinden aynat ... "(el-İsra, 64) diye buyurduğu zaman olmuştu.

 

AŞAĞIDA ŞU BAŞLIKLAR’DA VAR

Mahşere ve Cennete Geliş:

Şefaat:

 

Denildiğine göre burada "salarız" buyruğu serbest bırakırız, anlamındadır. Aynı kökten olmak üzere; "Deveyi serbest bıraktım" demektir. Yani, Biz onları şeytanlarla başbaşa bırakırız ve şeytanların telkinlerini kabul etmeye karşı onları korumayız. ez-Zeccac hazırlarız anlamındadır, demiştir.

 

"Onları alabildiğine teşvik ederler." İbn Abbas dedi ki: Onları itaatten isyana doğru iterler. Yine ondan nakledildiğine göre; onları kötülüğe oldukça teşvik ederler. Bu işe devam et, devam et, diye diye sonunda onu ateşe düşürürler, şeklinde açıkladığı da nakledilmiştir.

Birinci açıklamasını es-Sa'lebi, ikincisini el-Maverdi nakletmektedir ki, ikisinin de anlamı birdir.

 

ed-Dahhak, onları alabildiğine azdırırlar diye açıklarken, Mücahid onları harekete ve galeyana getirirler, demektir, der. Peygamber (s.a.v.) hakkında rivayet edilen şu haberde de (ayet-i kerimedeki) aynı kökten gelen kelime kullanılmıştır: "O namaza kalktığında ağladığından ötürü içinden tencerenin hareket edip kaynamasını andıran bir kaynama vardı (işitilirdi).''

 

"Tencere oldukça kaynadı"; "Kışkırtmak ve teşvik etmek" demektir. Yüce Allah'ın: "Bilmez misin ki? Biz şeytanları kafirler üzerine salarız da onları alabildiğine teşvik ederler" yani masiyetleri işlemeye teşvik ederler.

 

Bu kelime aynı zamanda karışmak, birbirine girmek anlamına da gelir. "Bir şeyin bir bölümünü, öbür bölümüne kattım" demektir. Bu açıklamaları el-Cevheri yapmıştır.

"O bakımdan sen onlar için acele etme." Onlar için azap isteme. "Biz onlara mükemmel bir şekilde sayarız." el-Kelbi dedi ki: Onların ec ellerini sayarız. Yani onların günlerini, gecelerini, aylarını, yıllarını, ta ki azabın geleceği süreye kadar sayarız. ed-Dahhak: Nefeslerini sayarız, İbn Abbas: Dünyada onların yıllarını saydığımız gibi nefeslerini de sayarız, diye açıklamışlardır.

 

Adımlarını sayarız, lezzetlerini sayarız, anlarını sayarız, saatlerini sayarız diye de açıklanmıştır.

 

Kutrub dedi ki: Biz onların amellerini tam anlamıyla sayarız, demektir. Şöyle de açıklanmıştır: Sen onlar için acele etme. Bizim onları geciktirmemizin sebebi günahları artsın diyedir.

 

Rivayet edildiğine göre; Me'mun bu sureyi okumuş, yanında fukahadan bir grup da olduğu halde bu ayet-i kerımeye kadar gelmiş, başıyla kendisine öğüt versin diye İbn es-Simak'a işaret edince, o da şöyle demiş: Nefesler sayılı olduğuna, bunların uzamaları söz konusu olmadığına göre; bunların tükenişi ne kadar çabuk olacaktır. İşte bu anlamda olmak üzere şöyle denilmiştir: "Hayatın belli nefeslerden ibarettir, sayılır; geçtikçe her bir nefesin Onunla hayatın bir parça eksilir. Her gece sana hayat veren (aslında) seni öldürmekte, Sana şarkı söyler gibi görünenin maksadı aslında alayetmektir."

 

Denildiğine göre Ademoğlunun bir gün, bir gece boyunca aldığı nefeslerin sayısı yirmidörtbin nefestir. Onikibini gündüzün, onikibini de geceleyindir.

 

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu nefesler tamı tamına sayılıp, dökülmektedir. Yaşanacak nefeslerin sayısı bellidir. Bunların daha da uzaması söz konusu değildir. Ne kadar da çabuk bitip tükenmektedirler!

 

Mahşere ve Cennete Geliş:

Şefaat:

 

Mahşere ve Cennete Geliş:

 

"O gün, Biz takva sahiplerini Rahman'ın huzuruna binekli olarak toplayacağız." İfadede bir hazf vardır. Biz Rahman'ın cennetine ve O'nun lütuf ve ihsan yurduna onları toplayacağız demektir. Bu da Yüce Allah'ın: "Ben, Rabbime gidiyorum. Pek yakında beni doğru yola iletecektir. " (es-Saffat, 99) buyruğuna benzemektedir. Hadis-i şerifteki şu ifade de bunu andırmaktadır: "Kimin hicreti Allah'a ve Resulüne olursa, onun hicreti Allah'a ve Resulünedir.''

 

"Vefd (mealde; binekli olarak)" hey'et olarak gelenlere verilen isimdir. Nitekim "savm, fatr ve zevr (oruç tutanlar, oruç açmış olanlar, ziyaretçiler)" denilmesi de böyledir. Vefd kelimesinin tekili "vafid"dır. Rakb ve rakib, sahb ve sahib (binekliler-binekli, arkadaşlar-arkadaş) gibi. Bu kelime; (...) den gelmekte olup, fetih yahut önemli bir iş için hükümdara gitmek anlamındadır. el-Cevheri dedi ki: "Elçi olarak emirin huzuruna vardı" demektir. Bu işi yapana da "vafid" denilir, çoğulu ise "vefd" diye gelir. Tıpkı "sahib" ve "sahb" kelimesi gibi. "Vefd"in çoğulu ise "vifad ve vumd" diye gelir. İsmi, vifade gelir. "Onu emire ben gönderdim" demektir. Tefsir'de şöyle denilmektedir: "Vefden (binekli olarak)" yani itaatlerinin asil bineklerine binmiş olarak, demektir. Çünkü elçi çoğunlukla binekli olur. "vefd" ise binekliler demektir. Bunun tekil olarak gelmesi mastar oluşundan dolayıdır.

 

İbn Cüreyc dedi ki: Asil develer üzerinde, hey'etler halinde demektir. Amr b. Kays el-Mülai dedi ki: Mü'min kabrinden çıktığı vakit ameli en güzel bir surette ve en hoş bir koku ile onu karşılar. Ona: Beni tanıyor musun? diye sorar. O: Hayır, ancak Yüce Allah sana çok hoş bir koku ve çok güzel bir suret vermiştir, der. O da der ki: Ben dünyada iken de böyleydim. Ben senin salih amelinim. Dünyada iken ben sana uzun süre bindim. Şimdi bugün sen bana bineceksin. Daha sonra da: "O gün Biz takva sahiplerini Rahman'ın huzuruna binekli olarak toplayacağız" ayetini okudu. Kafirin karşısına da ameli en çirkin surette ve en kötü koku ile çıkar. Ona beni tanıdın mı? der. O da: Hayır, der. Şu kadar var ki Allah sana çok çirkin bir suret ve çok kötü bir koku vermiştir. Ona şu cevabı verir: Ben dünyada iken de böyleydim. Ben senin kötü amelinim. Dünyada iken sen uzun zaman bana bindin. Şimdi bugün ben sana bineceğim. Sonra da: ''Onlar günahlarını sırtlarına yüklenmiş oldukları halde ... "(el-En'am, 31) buyruğunu okudu. Ancak bu sened bakımından sahih değildir. Bunu (Ebu Bekr) İbnu'l-Arabi, ''Siracu'l-Muridin"adlı eserinde zikretmektedir. Yine bu haberi Ebu Nasr, Abdu'r-Rahim b. Abdu'l-Kerim el-Kuşeyri de Tefsir'inde İbn Abbas'tan bu lafızda ve bu manada zikretmiş bulunmaktadır.

 

Yine İbn Abbas'tan şunu nakletmektedir: Atları seven kimse Yüce Allah'ın huzuruna küçük-büyük pislik yapmayan, dizginleri kırmızı yakuttan, yeşil zümrütten, beyaz inciden, eğerleri yeşil ve kalın ipekten atlar üzerinde gelecektir. Develere binmeyi sevenler de küçük-büyük pislik yapmayan, dizginleri yakuttan, zümrütten, asil develer üzerinde gelecektir. Gemilere binmeyi seven kimseler de yakuttan, gemilerle suda batmaktan ve dehşetli fırtınalardan yana güvenlik altında oldukları halde geleceklerdir.

 

Yine el-Kuşeyri, Ali (ra)dan şöyle dediğini nakletmektedir: Bu ayet-i kerime nazil olunca Ali (ra) şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasülü! Ben kralları ve onların heyetlerini gördüm. Ne kadar heyet gördüysem hepsi binekliydiler. Allah'ın heyetleri nasıldır? Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Onlar ayakları üzerinde haşredilmeyecekler, arkadan itilerek götürülmeyecekler ama onlara cennet develerinden develer götürülecek, insanlar benzerlerini görmemişlerdir. Bunların eğerleri altın, dizginleri zümrüttür. Cennetin kapısını çalacakları vakte kadar bunlara bineceklerdir."

 

Bu haberi Ali (ra)dan zikreden es-Sa'lebi'nin lafzı daha açıktır: Ali (ra) dedi ki: Bu ayet-i kerime nazil olunca, Ey Allah'ın Rasülü! dedi. Ben hükümdarları ve onların heyetlerini gördüm. Ne kadar heyet gördüysem hepsi binekli idi. Şöyle buyurdu: Ey Ali! Yüce Allah'ın huzurundan ayrılıp gitme zamanı geldiğinde melekler mü'minleri beyaz develerle karşılarlar. Bunların eğerleri ve dizginleri altından olacaktır. Her binicinin üzerinde öyle bir elbise olacak ki bu dünyadan daha değerlidir. Her mü'min böyle bir elbise giyecek, sonra da binekleri onları sırtlarında taşıdıkları halde yol alacaklardır. Develerin sırtında nihayet cennetin kapısına geleceklerinde melekler onları karşılayacaklar: ''Selam olsun üzerinize, tertemiz geldiniz. Hemen oraya ebediler olarak girin. "(ez-Zümer, 73) diyeceklerdir."

 

Derim ki: Bu haber onların ancak (hesab için durulacak yer olan) Mevkıf'ten itibaren bineklere binip elbise giyineceklerini açıkça ifade etmektedir. Kabirlerden çıkacakları vakit ise yayandırlar, ayakları da çıplaktır, üzerlerinde elbise olmayacaktır ve sünnetsiz olacaklardır. Bu halde de hesap yerine gideceklerdir. Buna delil de İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir. Rasülullah bir öğüt vermek üzere kalktı ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Sizler Yüce Allah'ın huzuruna çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak haşredileceksiniz (toplanacaksınız.)" Hadisi Buhari ve Müslim rivayet ettiği gibi, tamamıyla Yüce Allah'ın izniyle el-Mü'minun Süresi'nde de gelecektir. Bundan önce de Al-i İmran Süresi'nde (169-170. ayetler, 3. başlıkta) Abdullah b. üneys'in rivayetiyle bu manada geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun.

 

Bahtiyar kimseler için bu iki halin de hasıl olması uzak bir ihtimal değildir. Bu durumda İbn Abbas'ın hadisi tahsis edilmiş olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Ebu Hureyre dedi ki: Develerin sırtında geleceklerdir. İbn Abbas da şöyle açıklamıştır: Onlar kendilerine cennetten getirilecek develere binmiş olacaklardır. Bunların eğerleri altından, yularları ve dizginleri zümrütten olacaktır. Bunların üzerinde haşredileceklerdir.

Ali (ra) da şöyle demiştir: Allah'a yemin ederim; ayakları üzerinde haşredilmeyecekler. Aksine bunlar eğerleri altından dişi develer üzerinde yine eğer takımları yakuttan asil atlar sırtında haşredileceklerdir. İçlerinden bunların yürümelerini geçirecek olurlarsa yürürler, hafif hareket ettirirlerse uçarlar.

 

Az önce İbn Abbas'tan nakledildiği gibi; şöyle de açıklanmıştır: Onlar sevdikleri şekilde deve, at ya da gemiler üzerinde geleceklerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Burada "binekli olarak" geleceklerinin söylenmiş olması, Araplara göre binekli heyetlerin, genelde müjdeler getirmeleri ve kendilerine verilecek müjdelik ve mükafatları beklemelerinden ötürüdür. Takva sahibi kimseler de kendilerine verilecek ilahi bağış ve mükafatları bekleyeceklerdir.

 

"Suçluları ise susamışlar olarak cehenneme süreriz." Sürmek (sevk); hızlıca yürümeyi istemek demektir. "Susamışlar olarak" demektir. Bu açıklamayı İbn Abbas ve Ebu Hureyre (Allah ikisinden de razı olsun) ile el-Hasen yapmıştır.

 

el-Ahfeş, el-Ferra ve İbnu'l-Arabi: Çıplak ayaklı ve piyade olarak diye açıklamışlardır.

Bunun grup grup, fevc fevc anlamına geldiği de söylenmiştir. el-Ezheri de şöyle açıklamıştır: Yani suya giden develer gibi susamışlar olarak ve piyade olarak haşredileceklerdir. "Filanoğullarının su alanları geldi" denilir.

 

el-Kuşeyri dedi ki: Yüce Allah'ın bu buyruğu susuzluğa delildir. Çünkü genelde suya susuzluk dolayısıyla gidilir. Tefsir'de şöyle denilmektedir: Bunlar piyade ve susamışlar olarak hatta susuzluktan boyunları kopmuş olarak geleceklerdir. Günahkarların cehennem ateşine sürülmeleri gerçekleşeceğinde, takva sahibi kimseler de cennete doğru toplanacaklardır.

 

Yüce Allah'ın: "Susamışlar olarak" kelimesinin, gelmek anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da: Sana ikram olsun diye geldim, anlamında (...) demeye benzer. Biz onları ateşe girmeleri için süreceğiz demektir.

 

Derim ki: Bu görüşler arasında bir çelişki yoktur. Buna göre günahkarlar cehenneme susamışlar olarak, çıplak ayaklı, bineksiz ve gruplar halinde sürüleceklerdir. İbn Arafe dedi ki: Vird: Suya giden topluluk demektir. Susamış kimselere bu ismin veriliş sebebi, suya gitmek istemeleridir. Nitekim oruçlular anlamına; (...) ziyaretçi topluluk anlamına; (...) demek de böyledir. Buna göre bu mastar lafzı üzere bir isimdir. Tekili ise; (...) şeklindedir. Yine "vird" suya gelen kuş ve deve topluluğu anlamındadır. Aynı zamanda bu, içmek üzere başına gidilen su anlamında da kullanılır. Bu ise bir şeye, bir şey ile imada bulunmak kabilindendir. Yine vird, Kur'an'ın bir bölümü anlamında da kullanılır. Mesela, virdimi okudum, denilir. Vird, belli bir sürede ve belli aralıklarla gelen sıtma günü anlamında da kullanılır. Zahirinden anlaşıldığı kadarıyla bu, müşterek (birden çok mana hakkında) kullanılan bir lafızdır. Şair de kuyuyu vasfederken şöyle demektedir:

 

"Su almak üzere gelenler, onun etrafında kalabalık oluşturdukları vakit o da dolar."

Bu mısrada "el-vird", su (almak) isteyen kimseler, demektir.

 

Şefaat:

 

"Rahman'ın yanında ahd almış olanlardan başkası şefaate sahip olmayacaklardır." Yani bu kafirler hiçbir kimseye şefaat etmek imkanını bul amayacaklardır. Rahman'ın yanında ahd almış olanlar ise müslümanlardır. Onlar şefaat etme imkanına sahip olacaklardır. Bu bir şeyin kendi cinsinden olmayan bir şeyden istisna edilmesidir. Yani "Rahman'ın yanında ahd almış olanlar" şefaat edeceklerdir. Buna göre; (...): Alan" nasb mahallindedir.

Şöyle de açıklanmıştır: Bu "Sahip ol(may)acaklardır" daki (çoğul anlamını veren) "vav"dan bedel olmak üzere ref' mahallindedir. Yani Yüce Allah nezdinde hiç kimse şefaat etmek imkanını bulamayacaktır. Ancak "Rahman'ın yanında ahd almış olanlar" şefaat etmek imkanını bulacaklardır. Buna göre istisna, muttasıl olur.

 

Yüce Allah'ın: "Suçluları ise susamışlar olarak cehenneme süreriz" buyruğundaki "suçlular" bütün kafir ve isyankarları kapsamına alır. Sonra bunların -günahkar mü'minler dışında- şefaate sahip olamayacaklarını haber vermektedir. Bunlar şefaate, kendilerine şefaatçi olunmak suretiyle sahip olacaklardır. Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben şefaat edip duracağım. Nihayet, Rabbim la ilahe illallah Muhammedun Rasülullah, diyen kimseler hakkında da şefaatimi kabul buyur, diyeceğim. O şöyle diyecek: Ey Muhammed! O sana ait değildir, ama o Bana aittir." Bunu Müslim bu manada rivayet etmiştir. Daha önceden de geçmiş bulunmaktadır.

 

Fazilet ehli, ilim ehli salih kimselerin şefaat edeceklerine ve şefaatlerinin kabul edileceğine dair haberler birbirini pekiştirmektedir. Birinci görüşe göre ifade Yüce Allah'ın: "Onlar, Allah'tan başka ilahlar edindiler ki, onlarla aziz olalar'' (81. ayet) buyruğu ile ilişkilidir. Yani, yarın putlara tapanların hiçbir kimseye şefaatleri kabul edilmeyeceği gibi, putların da kimseye şefaatleri kabul edilmeyecektir. Herhangi bir kimsenin kendilerine şefaat etme imkanını da bulamayacaklardır. Yani, hiçbir şefaatin onlara faydası olmayacaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda vermez. '' (el-Müddessir, 48)

 

Şöyle de açıklanmıştır: Biz takva sahiplerini de, günahkarları da hiçbir kimse şefaat imkanına sahip olmadığı halde haşrederiz. "Rahman'ın yanında ahd almış olanlardan başka" yani Yüce Allah şefaat hususunda kendisine izin verdiği takdirde bu kimseler şefaat edebilecektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onun izni olmaksızın nezdinde kim şefaat edebilir?" (el- Bakara, 255)

 

Bu ahid ise Yüce Allah'ın: "Yoksa Rahman'dan bir söz (ahid) mü aldı?" (78. ayet) buyruğunda sözü edilen ahiddir. Bu ise imanı ve sahibinin kendisi vasıtası ile şefaat edecekler arasına ulaşabileceği bütün salih amelleri ifade eden kapsamlı bir lafızdır.

 

İbn Abbas dedi ki: Ahidden kasıt la ilahe illallah'tır. Mukatil ve İbn Abbas da dedi ki: La ilahe illallah deyip, Allah'ın güç ve yardımı dışında hiçbir güç ve kuvvete sahip olmadığını itiraf eden ve ancak Yüce Allah'tan ümid eden kimseler şefaat edebilecektir.

 

İbn Mes'ud dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)ı ashabına şöyle derken dinledim: "Sizden herhangi bir kimse sabah-akşam Allah nezdinde bir ahid edilmekten aciz kalır mı?" Ey Allah'ın Rasulü! Bu ne demektir? diye soruldu. Şöyle buyurdu: "Her sabah ve akşam: "Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi-açığı bilen Allah'ım! Ben bu dünya hayatında Senden başka hiçbir ilah olmadığına, ortağın bulunmaksızın bir ve tek olduğuna, Muhammed'in kulun ve Rasülün olduğuna şehadet ettiğimi Sana ahdediyorum. Beni bana bırakma, çünkü eğer beni bana bırakacak olursan, beni hayırdan uzaklaştırır, kötülüğe yaklaştırırsın. Ben ancak Senin rahmetine güvenirim. Nezdinde kıyamet gününde bana tastamam vereceğin bir ahdin olsun. Şüphesiz ki, Sen sözünden caymazsın." Kul bunu söyledi mi Yüce Allah onun üzerini mühürler ve Arşın altına koyar. Kıyamet günü oldu mu bir münadi; Allah'ın nezdinde, ahdi olanlar nerededir diye seslenir. Bu kimse kalkar ve cennete girer. "

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Meryem 88-95

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR