MERYEM 64 / 65 |
وَمَا
نَتَنَزَّلُ
إِلَّا
بِأَمْرِ
رَبِّكَ
لَهُ مَا
بَيْنَ أَيْدِينَا
وَمَا
خَلْفَنَا
وَمَا
بَيْنَ ذَلِكَ
وَمَا كَانَ
رَبُّكَ
نَسِيّاً {64} رَبُّ
السَّمَاوَاتِ
وَالْأَرْضِ
وَمَا بَيْنَهُمَا
فَاعْبُدْهُ
وَاصْطَبِرْ
لِعِبَادَتِهِ هَلْ
تَعْلَمُ
لَهُ
سَمِيّاً {65} |
64. Biz,
ancak Rabbi'nin emriyle ineriz. Bizim önümüzdeki arkamızdaki ve bu ikisinin
arasındaki her şey yalnız O'nundur. Rabbin unutkan değildir.
65. Göklerin,
yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi'dir. O halde O'na ibadet et ve O'na
ibadetinde sebat göster. O'nun adıyla anılan bir kimse biliyor musun?
Tirmizi'deki rivayete
göre İbn Abbas dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) Cibril'e: "Bizi ziyaret etmekte
olduğundan daha sık etmeni engelleyen nedir?" Bunun üzerine şu: "Biz
ancak Rabbinin emri ile ineriz" ayeti sonuna kadar nazil oldu. (Tirmizi)
Dedi ki: Bu hasen, garib bir hadistir.
Bunu Buhari de rivayet
etmiştir: Bize Hallad b. Yahya anlattı. Bize Ömer b. Zir anlattı. Dedi ki: Ben
babamı Said b. Cübeyr'den naklederken dinledim:
Said b. Cübeyr, İbn
Abbas'tan rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) Cibril'e şöyle demiş:
"Bizi ziyaret etmekte olduğundan daha sık ziyaret etmene engel
nedir?" Bunun üzerine: "Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz" ayeti
nazil oldu. (Devamla) dedi ki: İşte bu Muhammed (s.a.v.)a cevap teşkil etti.
Mücahid dedi ki:
Meleğin, Rasülullah'a (s.a.v.) gelişi gecikti. Bir süre sonra ona gelince:
"Gecikmene sebeb ne oldu?" diye sordu melek dedi ki: Siz
tırnaklarınızı kesmezken, bıyıklarınızı kısaltmazken, parmak aralarınızı
temizlemezken, misvak kullanmazken size nasıl gelelim? Mücahid dedi ki: İşte bu
ayet, bu hususta nazil olmuştur.
Yine Mücahid, ayrıca
Katade, İkrime, ed-Dahhak, Mukatil ve el-Kelbi dedi ki: Peygamber (s.a.v.)a
kavmi Ashabu'l-Kehf ile Zülkarneyn kıssaları ve Nuh'a dair soru sorduklarında
onlara ne cevap vereceğini bilemedi. Cibril (a.s.)'ın kendisine sorduklarına
dair bir cevap getireceğini ümit etti. Ancak, Cibril'in, Peygamber (s.a.v.)a
gelmesi de gecikti. İkrime: Ona cevap getirmesi kırk gün gecikti derken,
Mücahid: Oniki gün gecikti demektedir. Onbeş gün geciktiği söylendiği gibi,
onüç gün ve üç gün de söylenmiştir. Peygamber (s.a.v.): "Bana gelişin o
kadar gecikti ki başka düşünceler beni aldı ve seni özledim" dedi. Cibril
(a.s): Ben daha da özlem duydum. Fakat ben emir kuluyum, gönderildiğim takdirde
inerim, gönderilmeyecek olursam gelemem. Bunun üzerine: "Biz ancak
Rabbinin emri ile ineriz" ayeti ile: "Andolsun kuşluk vaktine. Örtüp
bürüdüğündegeceye ki: Rabbin seni terk de etmedı: sana darılmadı da"(Duha,
1-3) buyruklarını indirdi. Bunu es-Sa'lebi, el- Vahidi, el-Kuşeyri ve başkaları
da zikretmiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Bu buyruk cennet ehlinin hali hakkında haber vermektedir. Onlar cennete
girecekleri vakit: Biz bu cennetlere ancak Rabbimizin emriyle iner konaklarız,
diyeceklerdir. Buna göre ayet-i kerime kendisinden önceki buyruklarla ilişkili
olmaktadır.
Zikrettiğimiz görüşlere binaen
de şöyle denilmiştir: Ayet-i kerime kendisinden önceki buyruklarla ilişkili
değildir. Kur'an-ı Kerim bir çok sürelerden meydana gelmiştir. Süreler de bir
takım cümleler ihtiva etmektedir. Kimi zaman bir cümle diğer bir cümleden ayrı
olabilir.
"Biz ... ancak
ineriz" yani Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Cibril! De ki: Biz ancak
Rabbinin emri ile ineriz." Bu da iki şekilde açıklanabilir: Birincisi O
bize emrederse biz de senin üzerine ineriz. İkincisi Rabbin sana emir verdiği
takdirde biz (o emri) üzerine indiririz.
Buna göre birinci
açıklamada "emir" meleklerin inmesi ile ilgilidir. İkinci açıklamaya
göre ise buyrukların indirilmesi ile ilgilidir.
"Bizim
önümüzdeki" nin bilgisi" arkamızdaki ve bu ikisinin arasındaki herşey
yalnız O'nun'dur" Allah'ındır. İbn Abbas ve İbn Cüreyc dedi ki:
Dünya ile ilgili olarak
önümüzden geçmiş olanlar yine dünyada bizden sonra olacaklarla ahiret ve
"bu ikisinin arasındaki" yani Berzah aleminde olanlar "yalnız
O'nundur."
Katade ve Mukatil dedi
ki: "Bizim önümüzdeki" ahiret ile ilgili hususlar
"arkamızdaki" dünyada geçmiş olanlar "ve bu ikisinin
arasındaki" iki Nefha (Sür'a üfürüş) arasında bulunanlar -ki ikisi
arasında kırk yıl vardır.- "herşeyyalnız O'nundur."
el-Ahfeş dedi ki:
"Bizim önümüzdeki" yaratılışımızdan önce olanlar
"arkamızdaki" ölümümüzden sonra olacaklar "ve bu ikisinin
arasındaki herşey" yaratılışımızdan öleceğimiz vakte kadar olacak herşey
demektir.
Bir diğer açıklamaya
göre: "Bizim önümüzdeki" sevap, ceza ve ahirete dair işler,
"arkamızdaki" dünya hayatında yaptığımız ameller "ve bu ikisinin
arasındaki herşey" yani bu vakitten kıyamet gününe kadar meydana gelecek
herşey demektir.
Beşinci bir anlama gelme
ihtimali de vardır: "Bizim önümüzdeki" sema ile
"arkamızdaki" yer "ve bu ikisinin arasındaki" yani sema ile
arz arasındaki "herşey" demektir.
İbn Abbas ta bir
rivayette şöyle demiştir: "Bizim önümüzdeki" dünyadaki, arzdaki
"arkamızdaki" -bir önceki görüşün aksine semavatı kastediyor-
"ve bu ikisinin arasındaki herşey" bununla da havayı (atmosferi) kastediyor;
"yalnız O'nundur."
Birinci görüşü
el-Maverdı, ikincisini de el-Kuşeyrı zikretmiştir. ez-Zemahşerı dedi ki: Geçmiş
ve geride kalmış ömürlerimiz ile hali hazırda içinde bulunduğumuz durum, diye
de açıklanmıştır. Burada "bu ikisinin arasındaki herşey" anlamında:
(...) denilerek; (tekil işaret zamiri kullanılıp) (...) diye (şeklinde tesniye
zamiri) kullanılmayışının sebebi; Sözünü ettiğimiz şeyler arasındaki herşey
maksadı güdüldüğünden dolayıdır.
Nitekim Yüce Allah'ın şu
buyruğunda da böyle kullanılmıştır: ''O çok yaşlı da değildir, çok genç de
değildir. ikisi arasında bir dinçtir. "(el- Bakara, 68) yani sözünü
ettiğimiz iki tür arasında demektir.
"Rabbin unutkan
değildir" yani O, sana risaletini göndermeyi diledi mi gönderir, bunu
unutmaz. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Sana vahyin gelmesi gecikse dahi
O seni unutmuş değildir. Şöyle de açıklanmıştır: O öncesiyle, sonrasıyla
herşeyi bilendir. O hiçbir şeyi unutmaz.
* * *
"Göklerin, yerin ve
ikisi arasında bulunanların Rabbi'dir." Yani O, her ikisinin Rabbi,
yaratıcısı, ikisinin arasında bulunanları yaratan ve onların ve aralarında
bulunanların mutlak malikidir. Bütün zamanları çekip çeviren O olduğu gibi,
eşyayı da çekip çeviren O'dur.
"O halde O'na
ibadet et." Bu sebebten ötürü O'nu tevhid et.
Bu buyrukta kulların
kazandıkları fiillerin Yüce Allah tarafından yaratılmış, meydana getirilmiş
olduğuna delalet vardır. Nitekim hak ehlinin söylediği de budur, hak görüş de
budur. Çünkü burada bulunan "Rab" lafzının ihtiva ettiği manalar
arasında, mutlak malik manasından başkasına hamdedilmesine imkan yoktur. O'nun
sema ile arz arasında bulunan herşeyin maliki olduğu sabit olduğuna göre, bunun
kapsamı içerisine elbette mahlukatın kazandıkları (fiilleri) de girer ve O'na
ibadet etmek vacip olur. Çünkü O'nun kayıtsız ve şartsız olarak malik olduğu
sabit olmuştur. İbadetin gerçek manası ise tam bir alçak gönüllülük ile itaat
etmektir. Mutlak malik ve ma'büdun dışında kimse ibadete layık olamaz.
"Ve O'na ibadetinde
sebat göster." O'na sebatla itaat et. Sana vahyin gelişinin gecikmesinden
ötürü üzülme. Bunun yerine emrolunduğun ile meşgul ol.
"Sebat göster"
kelimesindeki "tı" harfi aslında "te"dır. "Te"
ile "sad" aralarındaki farklılık dolayısıyla bir arada telaffuzları
ağır geldiğinden dolayı "te"nin yerine "tı" kullanılmıştır.
Nitekim "savm"dan; "Oruç tuttu" denilir.
"O'nun adıyla
anılan bir kimse biliyor musun?" İbn Abbas dedi ki: Bununla sen O'nun bir
evladının yani benzerinin yahut O'nun mislinin yahut O'nu andıran bir varlığın
bulunduğunu ve o varlığın Rahman olan adını hakettiğini, o ada layık olduğunu
biliyor musun? Mücahid de böyle açıklamıştır.
"Adıyla
anılan" kelimesi; "Ki bu da karşılıklı olarak aynı adı taşımak"
lafzından gelmektedir.
İsrail, Simak'dan o
İkrime'den, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Sen herhangi
bir kimsenin O'nun adı olan "er-Rahman" adını taşıdığını bilir misin?
en-Nehhas dedi ki: Bu
benim bildiğim kadarıyla bu husustaki rivayetler arasında isnadı en değerli
olandır. Ayrıca sahih bir görüştür. Allah'tan başkasına "er-Rahman"
denilmez.
Derim ki: Buna dair
geniş açıklamalar. Daha önce, Besmele bahsinde (21. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd
olsun.
İbn Ebi Necih,
Mücahid'den: "O'nun adıyla anılan bir kimse biliyor musun?" buyruğu
hakkında: O'na benzer kimse biliyor musun? diye açıkladığını rivayet etmiştir.
İbnu'l-Müseyyeb: Ona
denk ... Katade ve el-Kelbi ise Yüce Allah'tan başka Allah adıyla anılan yahut
ta Allah'tan başka kendisine Allah denilen bir kimsenin varlığını biliyor
musun? diye açıklamışlardır.
Burada soru edatı
olumsuzluk edatı anlamındadır, bilmezsin demektir.
Doğrusunu en iyi bilen
Yüce Allah'tır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN