ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MERYEM

66

/

72

وَيَقُولُ الْإِنسَانُ أَئِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ أُخْرَجُ حَيّاً {66} أَوَلَا يَذْكُرُ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْئاً {67} فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاطِينَ ثُمَّ

لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِيّاً {68} ثُمَّ لَنَنزِعَنَّ مِن كُلِّ شِيعَةٍ أَيُّهُمْ أَشَدُّ عَلَى الرَّحْمَنِ عِتِيّاً {69} ثُمَّ لَنَحْنُ أَعْلَمُ بِالَّذِينَ هُمْ أَوْلَى بِهَا صِلِيّاً {70} وَإِن مِّنكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْماً مَّقْضِيّاً {71} ثُمَّ نُنَجِّي الَّذِينَ اتَّقَوا وَّنَذَرُ الظَّالِمِينَ فِيهَا جِثِيّاً {72}

 

66. İnsan: "Ben öldükten sonra mı diriltilip çıkarılacak mışım?" der.

67. İnsan daha önce hiçbir şey değilken, gerçekten Bizim kendisini yarattığımızı düşünmez mi?

68. Rabbin hakkı için onları ve şeytanları elbette haşredeceğiz, sonra cehennemin etrafına dizleri üzere (çökmüş olarak) elbette hazır edeceğiz.

69. Sonra her bir kesimden Rahman'a karşı küfürde daha cesur, şiddetli kim ise onu ayırırız.

70. Hem oraya atılmaya kimlerin daha layık olduğunu da en iyi Biz biliriz.

71. Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin gerçekleştirmeyi üzerine aldığı kesin bir hükümdür.

72. Bundan sonra takva sahiplerini kurtarırız. Zalimleri ise orada dizleri üzerine çökmüş olarak terkederiz.

 

"İnsan: Ben öldükten sonra mı diriltilip çıkarılacak mışım? der." Burada insan'dan kasıt Ubeyy b. Halef'tir. Eline geçirdiği çürümüş kemikleri eliyle ufalayarak, dedi ki: Muhammed, ölümden sonra diriltileceğimizi iddia ediyor. Bunu el-Kelbi söylemiş, el-Vahidi, es-Sa'lebi ve el-Kuşeyri de zikretmişlerdir.

 

SAYFANIN DEVAMINDA ŞU BAŞLIKLAR’DA VAR

1- Herkes Cehenneme Uğrayacaktır:

2- Cehenneme Uğramanın Mahiyeti ile ilgili Görüşler:

3- ''Ancak Yemin Gereği ... ''

4- Cehennemden Kurtuluş ve Cennete Giriş, Aynı Konu ile ilgili Nassların Birlikte Mütalaasına Örnekler:

5- Gerçekleştirilmesi Kesin Olan Hüküm:

 

el-Mehdevi dedi ki: Ayet-i kerime el-Velid b. el-Muğire ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Bu da İbn Abbas'ın görüşüdür.

 

"Ben ... diriltilip çıkarılacak mışım?" anlamındaki buyruğun başında yer alan "lam" te'kid içindir. Sanki ona: Öldüğün takdirde şüphesiz tekrar diriltileceksin denilmiş de o da: "Gerçekten ben öldükten sonra mı diriltilip çıkarılacak mışım?" demiş gibidir. O bu sözlerini inkar eden bir eda ile söylediğinden dolayı birincisinde olduğu gibi cevabın başında da "lam" gelmiş bulunmaktadır. Eğer (bu şekilde söylenmiş bir söz kabul edilmeden) kendisi ibtidaen böyle bir söz söylemiş olsaydı "lam" gelmezdi. Çünkü bu, hem te'kid hem de olumluluk için kullanılır. Halbuki o öldükten sonra dirilişi inkar eden birisidir.

İbn Zekvan -soru edatı olmaksızın-: "Öldüğüm zaman" diye haber olmak üzere okumuştur, Diğerleri ise kendi usullerine uygun olarak hemze ile istifham olmak üzere okumuşlardır.

el-Hasen ve Ebu Hayve: "Ben diri olarak (mı) çıkacak mışım?" diye okumuştur. O (insan) bu sözlerini alayolsun diye söylemiştir. Çünkü onlar öldükten sonra dirilişe inanmıyorlardı.

Burada "insan"dan kasıt kafirdir.

 

"İnsan" yani bu sözleri söyleyen kişi "daha önce" soru sormadan ve bu sözü söylemeden "önce, hiçbir şey değilken, gerçekten Bizim kendisini yarattığımızı düşünmez mi?" bunu hatırlamaz mı? Çünkü tekrar yaratmak, ilkin yaratmak gibidir. Niye bunda çelişki görüyor ki?

 

Asım dışında Küfeliler, Mekkeliler, Ebu Ömer ile Ebu Ca'fer: "Düşünüp ibret almaz mı?" şeklinde okurken, Şeybe, Nafi' ve Asım ise şeddesiz olarak; "Düşünmez mi?" diye okumuşlardır. Tercih edilen şeddeli okuyuştur ve bunun aslı; (...) dir. Bunun tercih edilmesine sebeb ise Yüce Allah'ın: ''Ancak özlü akıl sahipleri öğüt alır. "(ez-Zümer, 9) buyruğu ve benzerlerinde bu şekilde gelmiş olmasıdır. Ubeyy'in kıraati de; (...) şeklindedir. Bu kıraat tefsir olarak kabul edilir. Çünkü, Mushaf'ın hattına aykırıdır.

 

Ubeyy'in kıraatinin anlamı düşünmez mi? şeklindedir. Şeddesiz (Şeybe, Nafi' ve Asım'ın kıraatleri) ise uyanıp dikkat etmez mi, bilmez mi? şeklindedir. Bu açıklamayı en-Nehhas yapmıştır.

 

"Rabbin hakkı için onları ve şeytanları elbette haşredeceğiz." Yüce Allah mü'minleri haşredeceği gibi onları haşredeceğine dair delili ortaya koyduktan sonra, kendi zatına kasem etmekte ve şeytanları da haşredeceğini bildirmektedir.

 

Denildiğine göre; her kafir bir şeytan ile birlikte aynı zincire vurulmuş olarak haşredilecektir. Nitekim Yüce Allah: "Toplayınız zulmedenleri ve onlara eş olanları " (es-Saffat, 22) diye buyurmaktadır.

 

ez-Zemahşeri dedi ki: "Ve şeytanları" buyruğundaki "vav"ın atıf için olması da mümkündür. "Beraber" anlamında olması da mümkündür. Bununla birlikte "beraberlik" anlamı daha kuvvetli görülmektedir. Yani onlar kendilerini azdırmış ve saptırmış, arkadaşları olan şeytanlarla birlikte haşredilecekler ve herbir kafir bir şeytan ile birlikte aynı zincire vurulacaktır.

 

Desen ki: Bu, "insan" ile özel olarak kafirlerin kastedilmesi halinde uygundur. Peki ya genel olarak bütün insanlar kastedilmiş ise şeytanlarla birlikte haşredilmeleri nasıl uygun görülebilir?

 

Derim ki: Bütün insanlar aralarında kafirler, şeytanlarla birlikte olmak üzere bir defada haşredileceklerine göre, tıpkı şeytanların kafirlerle birlikte haşredilmesi gibi (bütün insanlar da) şeytanlarla birlikte haşredilmiş olur. Desen ki: Amellerinin karşılıklarının görülmesi halinde birbirlerinden ayrıldıkları gibi, haşirde de bahtiyarlarla bedbahtlar niye birbirlerinden ayrı değildir.

 

Derim ki: Mahşerde birbirlerinden ayrılmayacaklar ve cehennem etrafında diz üstü çökecekleri yerde hazır edilecekler. Onlarla birlikte ateşin yanına getirilecekler; taki bahtiyar olan insanlar da Yüce Allah'ın kendilerini kurtarmış olduğu halleri görsünler, böylelikle sevinçlerine sevinç katılmış olsun, kendilerinin ve Allah'ın düşmanlarının cezalarından ötürü de sevinsin, onların da kötülükleri, hasretleri ve Allah'ın dostlarının bahtiyarlıkları, kendi hallerine sevinmelerinden ötürü de kendilerini öfkelendirecek şeyler daha da artsın.

 

Desen ki: Dizleri üstü hazır edilmelerinin anlamı nedir?

 

Derim ki: Eğer "insan" tabiri özel anlamı ile (yani kafir diye) tefsir edilecek olursa anlam şöyle olur: Onlar mahşerden cehennemin kıyısına hesab için durdurulacakları yerdeki hallerinde olduğu gibi şiddetlice sürüklene sürüklene, itile kakıla getirileceklerdir. Buraya gelişleri dizleri üstünde olacak, ayakları üzerinde yürüyerek gelmeyeceklerdir. Çünkü hesab için durdurulmuş olanlar, dizleri üstünde bulunmakla nitelendirilmişlerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Her ümmeti de diz çökmüşgöreceksin. "(el-Casiye, 28) Yani karşılıklı sözleşme ve çeşitli alış-veriş ve intikal durumlarında alışılagelmiş hal olan dizler üzerinde çökmüş olacaklardır. Bu şekilde gelişleri huzursuzluk, tedirginlik ifadesi olduğundan dolayıdır. Böyle bir duruş, rahat ve huzurun zıttı bir mana ifade eder. Yahut ta karşı karşıya kalacakları ve ayakları üzerinde durma takatlerini bırakmayacak şiddetli hallerden ötürü dizleri üzerine kapaklanacaklardır.

 

Eğer "insan" umumi manasıyla ele alınırsa o takdirde: Onlar cehennemin kıyısına varacaklarında diz üstü çökecekler demek olur ki; bu da diz üstü çökmenin mevkıf'de (hesap için durdukları yerde) diz üstü çöktükleri gibi burada da haklarında takdir edilmiş bir hal olduğu kabul edilmesi suretiyle bu açıklama yapılabilir. Çünkü bu da mükafat ve cezanın görüleceği yere varılmasından önce hesap için durmaya tabi olan hususlardandır.

 

Şöyle de denilmektedir: "Sonra onları cehennemin etrafında dizleri üzere elbette hazır edeceğiz" buyruğunun anlamı Mücahid ve Katade'den nakledildiğine göre dizleri üzerine çökmüş olarak haşredeceğiz, demektir. Yani onlar içinde bulundukları halin dehşetinden ötürü ayakta duramayacaklardır.

 

"Cehennemin etrafına" buyruğunun, cehennemin içinde anlamında olması da mümkündür. Mesela, evin iç tarafında çevirmişler olarak oturanların durumunu anlatmak üzere: "Gelenler evin etrafında oturdular" demek te buna benzer. Buna göre "cehennemin etrafına" ifadesinin cehenneme girdikten sonra gerçekleşecek olması mümkündür. Cehenneme girmeden önce olması da mümkündür.

 

"Dizleri üzere" kelimesi "Dizleri üzerinde çökmüş kişi" kelimesinin çoğuludur. Bu fiil; "Dizüstü çöktü, çöker, dizüstü çökmek" şeklinde kullanılır. "Ona diz çöktürdü" demektir. Topluluk hakkında aynı şekilde; (...) da kullanılabilir. Aynı şekilde "cim" harfinden sonraki harf esreli olduğu için "cim" harfi esreli olarak; (...): Dizleri üzere çökmüşler" denilebilir.

 

İbn Abbas dedi ki: Burada bu kelime "cemaatler halinde" anlamındadır.

Mukatil de: Ayrı ayrı topluluklar halinde diye açıklamıştır. Bu açıklamaya göre bu kelime üç ayrı söyleyişi ile; (...) in çoğuludur ki, bu da bir araya gelmiş, toplanmış taşlar ve toplanmış toprak anlamındadır. Yani içkiciler ayrı, zina etmişler ayrı ve bu şekilde gruplar halinde toplanacaklardır, demektir. Şair Tarafe de şöyle demiştir: "ikisinin üzerinde iki toprak yığını görürsün, Bir de muntazam bir şekilde dizilmiş enlice sağlam taşlar."

 

el-Hasen ve ed-Dahhak, dizleri üzere çökmüşler olarak diye açıklamışlardır. Bu te'vile göre kelimenin çoğulu bundan önce geçtiği gibidir. Buna sebeb ise yerin darlığıdır. Yani tam anlamıyla oturmak imkanını bulamayacaklardır.

 

Birbirleri ile davalaşmak için dizleri üzere çökecekler, diye de açıklanmıştır. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: "Sonra muhakkak sizler kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda muhakeme olacaksınız. "(ezZümer, 31) el-Kumeyt de şöyle demektedir: "Onlar ileri gelenlerini dizleri üzere çökmüş bıraktılar.

 

Kendileri ise o efendilerinin dışında birbirleriyle zincire vurulmuş haldedirler."

 

"Sonra her bir kesimden" yani her bir ümmet ve her bir din mensubu ndan "Rahman'a karşı küfürde daha cessur ve şiddetli kim ise onu ayırırız" çıkartırız.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu ayet-i kerime i'rab cihetinden müşkildir. Çünkü bütün kıraat alimleri; "Kim ise" kelimesini ref' ile okumuşlardır. Yalnız Sibeveyh'in, kendisinden naklettiğine göre Harun el-Kari bunu nasp ile okumuştur ve "ayırırız" anlamındaki fiilin mef'ulü olmuştur.

 

Ebu İshak bu kelimenin merfu okunuşu ile ilgili olarak üç görüş olduğunu bildirmektedir.

 

1. Sibeveyh'in naklettiği el-Halil b. Ahmed'in görüşü. Buna göre hikaye (söylenecek bir sözü nakletmek) üzere merfU'dur. Yani: Sonra, Biz azgınlığı dolayısı ile kendilerine: Rahman'a karşı küfürde daha cesur ve şiddetli hangileridir, denilecek. Her bir kesimden (böyle olanları) ayıracağız. el-Halil şu beyiti nakletmektedir: "Ve ben yiğidin nezdinde öyle bir konumda olurum ki: (Ona): Ne senin için bir sakınca vardır, ne de mahrum edilirsin (denilir)."

 

Yani ben kendisine: Senin için bir sakınca da yoktur, mahrum da bırakılmayacaksın, denilen bir kişi konumunda olurum.

 

Ebu Ca'fer en-Nehhas dedi ki: Ben Ebu İshak'ın bu görüşü tercih edip beğendiğini gördüm. o: Çünkü tefsir alimlerinin söyledikleri sözlerin manası da budur, demiştir. Onun iddiasına göre: "Sonra her bir kesimden ... ayırırız" buyruğunun manası şudur: Sonra, Biz her kesimden en ileri derecede azgın olanları mertebelerine göre ayırırız. Sanki azgınlıkları en şiddetli olanların azabı ile başlanılacak, sonra mertebe itibariyle onlardan sonra gelenlere geçilecek gibi bir mana anlamıştır. Ayetin anlamı ile ilgili olarak Ebu İshak'ın sözlerinin lafzan ifadesi budur.

 

2. Yunus dedi ki: "Ayırırız" fiili amel etmeyen fiiller durumundadır. Buna göre; " ... den kim" ise mübteda olarak ref edilmiştir. el-Mehdev! ise şöyle demektedir: Buradaki "ayırınz" anlamındaki fiil, Yunus'a göre mu allaktır. Ebu Ali der ki: Bunun manası ise bu fiil; "Şiddetli kim ise" ibaresinin mahallinde amel eder yoksa amelinin lağvedilmiş olduğu manasına değildir. el-Halil ve Sibeveyh'e göre ise böyle bir fiil muallak olmaz. Çünkü tahakkuku söz konusu olmadığı sürece, ancak şüphe ve benzeri manalar ifade eden fiiller muallak olur.

 

3. Sibeveyh dedi ki: " ... den kim ise" kelimesi ötre üzere mebnidir. Çünkü bu edat hazf hususunda benzerlerinden farklıdır. Zira -en faziletli olanı gördüm maksadı ile- (...) denilecek olursa, bu çirkin olur. Bunun için (...) denilmesi gerekir. Bununla birlikte; (...) de hazf caizdir.

 

Ebu Ca'fer dedi ki: Ben nahivciler arasında bu hususta Sibeveyh'in hata ettiğini söylememiş bir kimse bilmiyorum. Ebu İshak'ı da şöyle derken dinledim: Benim görebildiğim kadarıyla Sibeveyh ''Kitab" ında sadece iki yerde hata etmiştir. Bu da onlardan birisidir. (Devamla Ebu İshak) dedi ki: Biz biliyoruz ki Sibeveyh; (...) kelimesini izafe edilmeden ve müfred olduğu takdirde i'rab edilir kabul etmiştir. Ya muzaf olduğu takdirde bunu nasıl mebni kabul eder?

 

Bildiğim kadarıyla Ebu İshak (bu hususta) yalnızca bu üç görüşü zikretmektedir. Ebu Ali ise der ki: Sibeveyh'in görüşüne göre burada bu edatın mebni olması vacibtir. Çünkü ondan kendisi ile marifelik vasfını kazanacağı lafız hazfedilmiştir ki, o da kendisine ihtiyaç duyulmasına rağmen zamirdir. Tıpkı; "Öncesinden, sonrasından" lafızlarından hazfedildiği gibidir. Buralarda muzafın, muzafun ileyhe ihtiyacına rağmen, kendisi ile marifelik vasfını kazanacakları muzafun ileyhler hazfedilmiştir. Çünkü sıla, mevsulu açıklar ve onu beyan eder. Tıpkı muzafun ileyh muzaf'ı beyan edip tahsis ettiği gibi.

 

Ebu Ca'fer dedi ki: Ebu İshak'ın sözünü ettiği bu üç görüşün dışında dört görüş daha vardır. el-Kisai dedi ki: "Ayırırız" fiili bir manaya dairdir. Mesela, "Elbiselerden giyindim, yemekten yedim" demek bu türdendir. Halbuki bu fiil; "... den ... kim ise" de amel etmediğinden onu nasb etmesi de söz konusu değildir.

 

el-Mehdevi şunu da ekler: Ona göre bu fiil: "Her bir kesimden" ibaresinin mahallinde amel etmektedir. Buna karşılık " ... den ... şiddetli kim ise" ifadesi yeni bir cümle olup mübteda olarak merfu'dur. Sibeveyh vacib (yerine getirilmesi gerekli) anlamın ifade edildiği hallerde de; " ... den ... " in gelmesinin vacip olduğu görüşünde değildir.

 

el-Ferra dedi ki; Buyruk, sonra Biz nida ile (seslenerek) ayırırız, demektir. Buna göre "ayırırız" fiilini da ederiz, anlamındadır. el-Mehdevi der ki: "Nida etti" fiilinden sonra bir cümle geliyorsa muallak olur. Mesela "Zannettim" fiili manada amel eder, fakat lafızda amel etmez.

 

Ebu Ca'fer dedi ki: Ebu Bekr b. Şukayr'ın naklettiğine göre bazı Kufeliler; "... den kim ... " lafzında şart ve ceza manası olduğunu söylemişlerdir. İşte bundan dolayı ondan önceki fiil kendisinde amel etmemiştir. Anlamı da şöyle olur: Sonra bizler her bir kesimden ... -ister birbirleriyle ortak vasıfları olsun, ister olmasın- ayırırız. Bu da bir kimsenin; (...) ifadesinin; "İster gazap etsinler, ister etmesinler ben o topluluğu dövdüm" anlamında olması gibidir.

 

Ebu Ca'fer dedi ki: İşte bunlar toplam olarak altı görüştür. Ayrıca Ali b. Süleyman'ın, Muhammed b. Yezid'den naklen şöyle dediğini de dinledim:

 

" ... den ... kim ise" lafzı: "Kesim"e taalluk etmektedir. O halde mübteda olarak merfu'dur. Anlamı da şöyle olur: Sonra Biz birbirlerine benzeyen kimselerden yani birbirleriyle yardımlaşanlardan Rahman'a karşı cesur ve şiddetli olduğunu gördükleri kimseleri ayırırız. Bu da güzel bir açıklamadır.

 

el-Kisai "Teşayu"un yardımlaşmak anlamında olduğunu nakletmektedir. "Cesur ve şiddetli" kelimesi de temyiz olarak nasb edilmiştir. "Hem oraya atılmaya kimlerin daha layık olduğunu" kimlerin cehennem ateşine girmeyi hakettiğini "da en iyi Biz biliriz."

"Girdi, girer, girmek" denilir. Bu (fiil olarak, binası itibariyle): "Geçip gitti ... " ile; "Yukarıdan aşağı düştü" fiillerine benzemektedir.

 

el-Cevheri dedi ki: Bir kimseyi ateşe koyup, orada bırakmayı anlatmak üzere; (...) denilir. Yine bir kimseyi, onu yakmak maksadı ile ateşe bırakma halini anlatmak üzere de "elif" ile; (...) denilir.

 

Yüce Allah'ın: ''Ve alevli ateşe atılacaktır." (el-İnşikak, 12) buyruğu; (...) şeklinde de (''Lam" harfi şeddeli ve "ya" harfi ötreli "sad" harfi de üstün olarak) okunmuştur. Bunu ("lam" harfini) şeddesiz olarak oku nmasına göre ise fiil "Filan kişi ateşte yandı" kullanımından gelmektedir. Bu ayet-i kerimede; "Atılma" kelimesinin "sad" harfinin ötreli okunması bu kabildendir. el-Accac dedi ki: "AHalı'a andolsun ki; eğer ateşte yanmayacak olsaydık ... "

 

Yine bir işin aşırı şiddetli sıcak olduğunu anlatmak için de; (...) denilir. et-Tuhavı'nin şu beyti böyledir: "Kahramanlıkları bitip tükenmez onların, isterse Ardı arkasına savaşın şiddet ve sıkıntılarını çekmiş olsunlar."

 

(...) ile (...); ateşin hararetiyle ısındım demektir. Ebu Zeyd dedi ki: "Ve ben onların savaşlarının sıcaklığıyla ısındım. Neredeyse donacak kimsenin aşırı soğuktan ısındığı gibi."

 

Karşı konulamayacak kadar kahraman bir kimseyi nitelendirmek üzere de; (...): Lafzı anlamıyla-: Filanın ateşiyle ısınılmaz, denilir.

 

 

[ - ]

"Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin gerçekleştirmeyi üzerine aldığı kesin bir hükümdür" buyruğuna dair açıklamalarımızı da beş başlık halinde sunacağız:

 

1- Herkes Cehenneme Uğrayacaktır:

2- Cehenneme Uğramanın Mahiyeti ile ilgili Görüşler:

3- ''Ancak Yemin Gereği ... ''

4- Cehennemden Kurtuluş ve Cennete Giriş, Aynı Konu ile ilgili Nassların Birlikte Mütalaasına Örnekler:

5- Gerçekleştirilmesi Kesin Olan Hüküm:

 

1- Herkes Cehenneme Uğrayacaktır:

 

Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda ... " buyruğu bir kasemdir. Baştaki "vav" harfi bu kasemi (yemini) ihtiva etmektedir. Peygamber (s.a.v.)ın şu hadisi de bunu açıklamaktadır: "Müslümanlardan olup ta üç çocuğu ölen bir kimsenin -yemin gereği olanı müstesna- ateşin dokunması mümkün değildir. ''

 

ez-Zührı dedi ki: Sanki: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur" ayetini kasteder gibidir. Bunu Ebu Davud et- Tayalisı zikretmektedir. 

 

Hz. Peygamber'in: "Yemin gereği müstesna" ifadesi de müsned tefsir kabilindendir. Çünkü bu hadiste sözü edilen kasem ilim ehline göre Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur" buyruğunda kastedilendir. Kasem ile Yüce Allah'ın: ''Andolsun tozutup savuranlara" buyruğundan itibaren: "Şüphesiz vaad olunduğunuz elbette doğrudur. Ve şüphesiz ki din elbette gerçekleşecektir. "(ez-Zariyat, 1-6) buyruğunun kastedildiği de söylenmiştir. Birinci görüş daha meşhurdur, ikisinin de anlamı birbirine yakındır.

 

2- Cehenneme Uğramanın Mahiyeti ile ilgili Görüşler:

 

İnsanlar cehenneme uğramanın mahiyeti hakkında farklı görüşlere sahiptir. Burada uğramanın (vürüd) girmek anlamında olduğu söylenmiştir. Cabir b. Abdullah'tan rivayete göre o şöyle demiştir: Ben Rasülullah (s.a.v.)ı şöyle buyururken dinledim: "Uğramak, girmek demektir. İster iyi olsun, ister kötü olsun oraya girmeyecek kimse kalmayacaktır. Mü'minler için serin ve esenlik olacaktır. Tıpkı İbrahim için olduğu gibi." "Bundan sonra takva sahiplerini kurtarırız. Zalimleri ise orada dizleri üzerine çökmüş olarak terkederiz." Bu hadisi Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr), ''et-Temhid'' adlı eserinde senediyle birlikte zikretmektedir.

 

Bu aynı zamanda İbn Abbas'ın, Halid b. Ma'da'nın İbn Cüreyc ve başkalarının da görüşüdür. Yunus'tan rivayet edildiğine göre o; "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak kimse yoktur" buyruğundaki "uğramak (vürüd)" girmek demektir, diye "uğrama"nın tefsirini de zikrederek okurdu. Bazı raviler bu konuda hataya düşerek onun bu açıklamasını da Kur'an diye nakletmişlerdir.

 

Darimi'nin, Müsned'inde Abdullah b. Mes'ud'dan gelen rivayete göre o şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "İnsanlar ateşe uğrayacaklar sonra amelleriyle oradan uzaklaşacaklardır. Kimisi bir göz açıp kapamak gibi; sonra kimisi rüzgar gibi, kimisi atın koşması gibi, kimisi yükleri arasında hızlıca koşturan binid gibi, kimisi hızlıca yürüyen kişi gibi (oradan ayrılacaklardır.)"

 

İbn Abbas'tan da bu mesele hakkında Haricilerden Nafi' b. el-Ezrak'a şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben ve sen mutlaka oraya uğrayacağız. Beni Yüce Allah o ateşten kurtaracaktır. Sana gelince sen (bunu) yalanladığın için seni kurtaracağını zannetmiyorum.

 

Cehenneme uğramanın muhakkak oluşuyla birlikte oradan ayrılış ın bilinmeyişinden dolayı pek çok ilim adamı oldukça korkmuştur, Biz bunu "et- Tezkire" adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz.

 

Bir kesim şöyle demektedir: Uğramaktan kasıt Sırat'ın üzerinden geçiştir.

Bu görüş İbn Abbas, İbn Mes'ud, Ka'b el-Ahbar ve es-Süddi'den de rivayet edilmiştir. Ayrıca es-Süddi bunu İbn Mes'ud'dan, o Peygamber (s.a.v.) yoluyla da rivayet etmektedir. el-Hasen de bu görüştedir. O şöyle demiştir: Uğramak, girmek demek değildir. Mesela sen: Ben Basra'ya uğradım, ama içine girmedim, diyebilirsin. O halde burada uğramaktan kasıt, Sırat'ın üzerinden geçecekleridir.

 

Ebu Bekr el-Enbari dedi ki: Dil bilginlerinden bazıları el-Hasen'in bu görüşüne dayanarak açıklamalar yapmış ve Yüce Allah'ın: "Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır" (el-Enbiya, 101) buyruğunu delil göstererek şöyle demişlerdir: Yüce Allah'ın kendilerine, kendilerini oradan uzaklaştırmayı taahhüt ettiği kimseler ateşe girmeyecektir. Bu görüşün sahipleri (72. ayetin başındaki "bundan sonra" anlamındaki kelimeyi): (...) diye peltek "se" harfini üstün olarak okurlardı. (Buna göre: Oradan takva sahiplerini kurtarırız, anlamında olur).

Ancak birinci görüşü savunan diğerleri buna karşı şunu delil gösterirler:

 

Yüce Allah'ın: "İşte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır" buyruğunun anlamı orada azap görmekten ve o ateş ile yakılmaktan uzak tutulacaklardır, demektir. Ve şöyle derler: Oraya girdiği halde bunun farkına varmayan, ondan ötürü herhangi bir acı ve ızdırap duymayan bir kimse gerçek manada ondan uzaklaştırılmış bir kimsedir. Yine Yüce Allah'ın: "Sonra takva sahiplerini kurtarırız" buyruğundaki; "Sonra" kelimesinin ötreli okunuşunu da delil gösterirler ve bu oraya girdikten sonraki bir kurtuluşun delilini teşkil etmektedir, derler.

 

Derim ki: Müslim'in, Sahih'inde şöyle denilmektedir: "Sonra köprü cehennem üzerine kurulur. Ve artık şefaat tahakkuk eder. Allah'ım esenlik ver, Allah'ım esenlik ver, derler." Ey Allah'ın Resulü köprü nedir? diye sorulunca şöyle buyurdu: "O çok kaygan ve üzerinde durulması zor bir yerdir. Onda kancalar ve Necid taraflarında bulunan üzerinde de dikencik bulunan es-Sa'dan diye bilinen dikenler vardır. Mü'minler göz açıp kaparcasına şimşek gibi, rüzgar gibi, kuş gibi, en asil atlar gibi ve develer gibi (üzerinden) geçerler. Kimisi tamamıyle yarasız beresiz kurtulur, kimisi yara bere almış olarak serbest bırakılır, kimisi de cehennem ateşine itilip atılır.''

 

Sırat'ın üzerinden geçmek bu ayet-i kerimenin ihtiva ettiği cehennem ateşine uğramaktır, içine girmek değildir, görüşünde olanlar da bu hadisi delil göstermişlerdir.

 

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Buradaki "uğramak (vürud)" yüksekçe yerden bakmak, müttali olmak, yakınına gelmek şeklinde olacaktır. Çünkü onlar hesabın görüleceği yerde bulunacaklar. Bu da cehenneme yakındır. Hesap halinde cehennemi görecekler, ona bakacaklar. Daha sonra Yüce Allah, takva sahibi olan kimseleri o bakıp gördükleri cehennemden kurtaracak ve cennete götürülecektir. "Zalimleri ise ... terkederiz" cehenneme götürülmeleri emredilir. Yüce Allah: ''Medyen suyuna varınca"(vürud ile aynı kökten) (el-Kasas, 23) diye buyurmaktadır ki; bu da oraya yaklaşınca demektir. İçine girince demek olamaz. Züheyr de şöyle demiştir: "O kadınlar tertemiz, arı ve duru ve derin yerleri maviye çalan suyun başına geldiklerinde, Çadırını kurup, ikamet etmiş kimse gibi (güvenlik duyduklarından dolayı) asalarını bıraktılar."

 

Hafsa (r.anha), Resulullah (s.a.v.)ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Bedir ve Hudeybiye'ye katılanlardan hiçbir kimse ateşe girmeyecektir." Ben: Ey Allah'ın Resulü dedim. Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur" buyruğu nerede kaldı? Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sen ne diyorsun? "Bundan sonra takva sahiplerini kurtarırız, zalimleri ise orada dizleri üzerine çökmüş olarak terkederiz" (buyruğu var ya)" Bu hadisi Müslim, Um Mubeşşir yoluyla rivayet etmektedir. Um Mubeşşir dedi ki: Ben, Peygamber (s.a.v.)ı Hafsa'nın yanında şöyle buyururken dinledim ... deyip, hadisi zikretti.

 

ez-Zeccac Yüce Allah'ın: ''Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar; işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır. "(el-Enbiya, 101) buyruğu dolayısıyla bu görüşü tercih etmiştir.

 

Mücahid de şöyle demektedir: Mü'minlerin ateşe uğramaları dünya yurdunda mü'mine isabet eden humma (ateş yüksekliği)dir. İşte mü'minin cehennem ateşinden payı budur. Bunu geri çeviremez.

 

Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Rasülullah (s.a.v.) ateşi yükselmiş bir hastayı ziyaret etti. Peygamber (s.a.v.) ona dedi ki: "Müjdeler olsun sana! Şanı Yüce ve mübarek olan Allah buyuruyor ki: O benim ateşimdir. Ben onu (cehennem) ateşinden payı olsun diye mü'min kuluma musallat ederim." Bu hadisi Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) senedi ile kaydederek dedi ki: Bize Abdu'lVaris b. Sufyan anlattı, dedi ki: Bize Kasım b. Asbağ anlattı, dedi ki: Bize Muhammed b. İsmail es-Saiğ anlattı, dedi ki: Bize Ebu üsame anlattı, dedi ki:

 

Bize Abdu'r-Rahman b. Yezid b. Cabir anlattı. O İsmail b. Ubeydullah'tan, o Ebu Salih el-Eşarı'den, o Ebu Hureyre'den, o Peygamber (s.a.v.)dan: Peygamber bir hastayı ziyaret etti ... diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Ayrıca hadiste: "Humma (sıtma ve yüksek ateşli hastalık) mü'minin cehennem ateşinden payına düşendir" diye buyurmuştur.

 

Bir kesim de şöyle demektedir: Burada uğramak (vürud) kabirde ona bakmaktır. Kurtuluşa nail olan o ateşten kurtarılır ve oraya girmesi takdir edilmiş olan da oraya girer. Daha sonra ya şefaatle oradan çıkar, yahut ta Yüce Allah'ın rahmeti ile şefaatten başka bir sebeble çıkar. Bunlar İbn Ömer'in rivayet ettiği şu hadisi delil gösterirler: "Sizden herhangi bir kimse öldüğü takdirde sabah ve akşam onun kalacağı yer kendisine gösterilir ... ''

 

Veki', Şu'be'den, o Abdullah b. es-Saib'den, o bir adamdan, o da İbn Abbas'tan rivayete göre Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur" buyruğu hakkında: Bu kafirlere bir hitaptır, demiştir.

 

Yine ondan gelen rivayete göre o, daha önce kafirler hakkında varid olmuş: "Rabbin hakkı için onları ve şeytanları elbette haşredeceğiz. Sonra onları cehennemin etrafına dizleri üzere elbette hazır edeceğiz. Sonra her bir kesimden Rahman'a karşı küfürde daha cesur ve şiddetli kim ise onu ayırırız. Hem oraya atılmaya kimlerin daha layık olduğunu en iyi Biz biliriz" buyruklarında kafirler hakkındaki bu hükümlere paralel olarak: "Şüphe yok ki ("aranızda" yerine): aralarında oraya uğramayacak hiç kimse yoktur" diye okuduğu rivayet edilmiştir. Aynı şekilde İkrime ve bir topluluk da böyle okumuştur. Bu kıraate göre cehenneme uğrayacaklar çeşitli gruplar olmayacaktır. (Sadece kafirler uğrayacaktır).

 

Bir kesim de şöyle demektedir: Burada: "Aranızda" ile kastedilenler kafirlerdir. Yani, Ey Muhammed! onlara de ki: Aranızda ... Böyle bir te'vilin de aynı şekilde açıklaması kolaydır. "Aranızda" ifadesindeki "kef" (...) Yüce Allah'ın: "Onları ve şeytanları elbette haşredeceğiz. Sonra onları cehennemin etrafına dizleri üzere (çökmüş olarak) elbette hazır edeceğiz" buyruğundaki "onlar" zamirine aittir. Bu zamirin "onlar"a raci' olduğu red olunamaz.

Benzeri bir durum, Yüce Allah'ın şu buyruğunda da görülmektedir: "Ve Rableri onlara son derece temiz bir şarap içirmiştir. işte bu, gerçekten sizin için bir mükafattır. Yaptıklarınızın karşılığını da fazlası ile görmüşsünüzdür. "(el-İnsan, 21-22) ise; bu onlar için bir mükafattır, anlamındadır. Görüldüğü gibi buradaki muhatap zamiri de (tefsir edilmekte olan buyruklarda olduğu gibi) "he" harfine (gaib zamire) gitmektedir.

 

Çoğunluk ise şöyle demektedir: Burada muhatap bütün alemdir. Herkesin cehenneme uğraması kaçınılmazdır. Bundan dolayı zaten uğramak ile ilgili görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. Biz ilim adamlarının bu konudaki görüşlerini açıklamış bulunuyoruz. Uğramanın (vürüdun) zahirinden anlaşılan girmektir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) (bu başlığın baş taraflarında) zikredilen hadiste: "Mutlaka ateş ona değecektir, temas edecektir" diye buyurmaktadır. Çünkü bunun sözlükte anlamı değmek ve temas etmektir. Ancak bu, mü'minler için serin ve selamet olacaktır. Oradan esenlikle kurtulacaklardır.

 

Halid b. Ma'dan dedi ki: Cennet ehli cennete girecekleri vakit şöyle diyecekler: Rabbimiz bizim ateşe uğrayacağımızı buyurmamış mıydı? Onlara denilecek ki: Siz oraya uğradınız ve orayı kül haline getirdiniz.

 

Derim ki: Bu görüş değişik ve dağınık görüşleri bir arada toplamaktadır.

 

Ancak cehennem ateşi oraya uğrayacak kimseyi alevi ve harareti ile rahatsız etmeyecektir. Mü'min kimse böylelikle ondan uzaklaştırılmış ve kurtarılmış olacaktır. Şanı Yüce Allah'tan, lütuf ve keremiyle bizleri ondan kurtarmasını ve oraya esenlikle uğrayıp giren ve oradan ganimete nail olmuş olarak çıkan kullarından eylesin.

 

Peygamberler de ateşe girecekler midir? diye sorulursa, deriz ki: Bu konuda mutlak bir ifade kullanamayız, ancak şunu söyleyebiliriz: Bu bahsin baş tarafında zikrettiğimiz hadisin delil olduğu üzere bütün insanlar oraya uğrayacaklardır. Günahkarlar günahları sebebiyle oraya girecekler, Allah'ın dostları ve bahtiyar kimseler de onlara şefaat etmek için oraya girecektir. Her iki giriş arasında ise pek büyük bir fark vardır.

 

İbnu'l-Enbarı de Osman (r.a.)'ın Mushaf'ının ve genelin kıraatinin lehine delil olmak üzere şöyle der: Dilde gaibe hitaptan, muhataba hitab lafzına geçiş mümkündür. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rabbleri onlara son derece temiz bir şarap içirmiştir. işte bu gerçekten sizin için bir mükafattır. Yaptıklarınızın karşılığını da fazlasıyla görmüşsünüzdür. "(el-İnsan, 21-22) Böylelikle Yüce Allah gaib zamirin yerine muhatablara ait hitab zamirini kullanmıştır. Bu türden açıklamalar daha önce Yunus Süresi'nde (22-23. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

3- ''Ancak Yemin Gereği ... ''

 

Peygamber (s.a.v.)ın: "Yemin gereği müstesna ... " (anlamındaki) istisnanın munkatı' bir istisna olma ihtimali vardır: Ama yeminin gereğini yerine getirmek için (girilecektir), demektir. Bu Arap dilinde bilinen bir üslüptur. Manası ise ateş ona asla temas etmeyecektir. ifade burada tamam olmaktadır, daha sonra yeni bir cümleye başlayarak: "Yemin gereği müstesna" diye buyurmuştur. Yani ama Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur" buyruğundaki yeminin gereğinin de yerine getirilmesi kaçınılmaz bir şeydir. Bu ise ya Sırat'ın üzerinden geçiştir yahut cehennem ateşini görmektir ya da herhangi bir zarar görmeksizin esenlik içerisinde oraya girmektir ve bunda cehennem ateşinin hiçbir şekilde dokunması söz konusu olmayacaktır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi birinizin üç çocuğu ölür de (bunların acısının) mükafatını Allah'tan beklerse mutlaka cehennem ateşine karşı ona kalkan olurlar. ''

 

Kalkan (cunne): Koruyucu ve perde, demektir. Ateşten korunan ve ateşe karşı siper edilen ve perdelenen bir kimseye, ateş asla temas etmeyecektir. Eğer ateş ona dokunursa herhangi bir şekilde korunmuş olmaz.

 

4- Cehennemden Kurtuluş ve Cennete Giriş, Aynı Konu ile ilgili Nassların Birlikte Mütalaasına Örnekler:

 

Bu hadis ilk hadisi tefsir etmektedir. Çünkü bunda "ecrin Allah'tan beklenmesi (hisbe)" söz konusu edilmektedir. Bundan dolayı Malik bunu açıklayıcı olmak üzere eseri (bunun üzerine bir hanımın ona sorduğu soru ve Peygamberin cevabı) ile birlikte onu açıklayıcı olmak üzere zikretmektedir.

 

Yine bu ikinci hadise Buhari"nin, Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadis kayıt getirmektedir. Buna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kimin henüz ergenlik yaşına ulaşmamış üç çocuğu ölürse bunlar onun için cehennem ateşinden bir perde olurlar -yahut cennete girer.-''

 

Peygamber (s.a.v.)ın ergenlik yaşına gelmemiş ve henüz günahları yazılacak yaşa ulaşmamış anlamında olan: "Henüz ergenlik yaşına gelmemiş" ifadesi -ilim adamlarına göre- müslümanların çocuklarının cennette olduklarına bir delildir. -Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.- Çünkü rahmet onların babalarına nazil olduğu takdirde, rahmete nail olmamış kimse dolayısıyla rahmete nail olmaları imkansız bir şeyolur. Bu müslüman çocukların cennette olduklarına dair ilim adamlarının icma ile kabul ettikleri bir husustur. Bu konuda ancak Cebriye'den bir kesim istisna teşkil ederek, durumlarının ilahi meşiete ait olduğunu söylemişlerdir. Bu ise kendilerine muhalefet edilmesi caiz olmayan ve aynı şekilde haklarında yanlışlık yapmaları düşünülemeyen hüccet olan kimselerin icmaı ile reddedilmiş ve terkedilmiş bir görüştür. Buna ek olarak Peygamber (s.a.v.)dan gelmiş adaletli ve güvenilir ahad rivayetler de vardır. Ayrıca Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Bedbaht kimse annesinin karnında bedbaht olan kimsedir, bahtiyar kimse de annesinin karnında bahtiyar olan kimsedir. Melek iner ve onun ecelini, amelini ve rızkını yazar.'' Bu hadis tahsis edilmiştir. Hiç şüphesiz henüz ameli yazılacak yaşa gelmeden önce ölen müslüman çocuklar, annelerinin karnında bahtiyar olan ve bedbaht olmayanlardandır. Buna delil ise konu ile ilgili hadisler ve icmadır.

 

Peygamber (s.a.v.)ın Aişe (r.anha)'ya söylediği bildirilen şu sözler de bu durumdadır: "Ey Aişe! Şüphesiz Allah cenneti yarattı ve oraya girecekleri de henüz babalarının sulblerinde iken yarattı. Ateşi de yarattı ve oraya girecek kimseleri de -henüz babalarının sülblerinde oldukları halde- yarattı."

 

Bu hadis delil olamaz, zayıftır, icma ile ve konu ile ilgili rivayetler ile red olunur. Bu hadisi rivayet eden Talha b. Yahya zayıftır, rivayeti delil gösterilmez. Ayrıca bu hadis, onun tek başına (münferiden) rivayet ettiği hadislerdendir. Ona iltifat edilmez.

 

Şu'be, Muaviye b. Kurra b. İyaz el-Muzeni'den, o babasından, onun da Peygamber (s.a.v.)dan rivayetine göre Ensar'dan birisinin küçük bir oğlu öldü. Ona üzüldü, kederlendi. Rasülullah (s.a.v.) ona dedi ki: "Cennet kapılarından hangisine gidersen oğlunun senin için o kapının açılmasını istediğini görmek, seni sevindirmez mi?" Ey Allah'ın Rasülü! dediler. Bu ona mı hastır yoksa genel olarak bütün müslümanlar için de böyle midir? Peygamber: "Hayır. Bütün müslümanlar için geneldir" diye buyurdu.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Bu hadis sabit ve sahih bir hadistir. Yani sözünü ettiğimiz Cumhurun icmaı ile böyledir. Aynı zamanda bu hadis Talha b. Yahya'nın rivayet ettiği hadisle çelişmekte ve onu reddetmektedir.

 

Yine Ebu Ömer dedi ki: Bu hadis ve buna benzer rivayetlerin bence izahı şudur: Bunlar farzlarını gereğince eda etmeye devam eden, büyük günahlardan kaçınan, uğradığı musibete karşı sabredip ecrini Allah'tan bekleyen kimseler içindir. Çünkü hitap o dönemde ancak çoğunluğunun durumu bu vasfettiğimiz şekilde olan bir topluluğa yöneltilmişti ki onlar da Ashab-ı Kiram'dır. Yüce Allah onların hepsinden razı olsun.

 

en-Nekkaş kimi ilim adamından şunları söylediğini nakletmektedir: Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur" buyruğunu; "Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır." (el-Enbiya, 101) buyruğu neshetmektedir. Ancak bu zayıf bir iddiadır, çünkü burası neshin söz konusu olacağı yerlerden değildir.

 

Biz bundan önce, eğer kişiye ateş dokunmayacak olursa oradan zaten uzaklaştırılmış demek olduğunu açıkladık. Haberde: "Ateş kıyamet gününde mü'mine: Çabuk geç ey mü'min! senin nurun benim alevimi söndürüyor, diyecektir" denilmektedir.

 

5- Gerçekleştirilmesi Kesin Olan Hüküm:

 

Yüce Allah'ın: "Bu, Rabbinin gerçekleştirmeyi üzerine aldığı kesin bir hükümdür" buyruğunda geçen: (...) ilahi hükmü kesin vacip kılmak demektir. Yani bu kesin olacak bir şeydir. (...) ise; Yüce Allah'ın hakkınızda vermiş olduğu hüküm budur, demektir. İbn Mes'ud dedi ki: Bu (gerçekleştirilmesi) farz olan bir yemindir, anlamındadır.

 

[ - ]

"Bundan sonra takva sahiplerini kurtarırız. zalimleri ise orada dizleri üzerine çökmüş olarak terkederiz." Bu da önceki ayet-i kerimede geçen "uğrama (vürüd)"un girmek anlamında olduğunun delillerindendir. Çünkü Yüce Allah burada zalimleri girdiririz, diye buyurmamıştır. Bu hususa dair yeterli açıklamalar (az önce) geçmiş bulunmaktadır.

Bu hususta kabul edilen görüş şudur: Büyük günah sahibi kimse oraya girse dahi günahı kadar cezalandırılacak, sonra kurtulacaktır.

 

Mürcie oraya girmeyecektir derken, Vaidiyye orada ebeddiyyen kalacaktır, derler. Yine buna dair açıklamalar önceden birden çok yerde geçmiş bulunmaktadır.

 

Asım el-Cahderı ve Muaviye b. Kurra "Bundan sonra ... kurtarırız" şeklinde (...) den ("cim" harfi) şeddesiz olarak okumuşlardır. Bu aynı zamanda Humeyd, Ya'kub ve el-Kisai'nin de kıraatidir. Diğerleri ise bunu sakil ("cim" harfini şeddeli olarak) okumuşlardır.

 

İbn Ebi Leyla (sonra anlamındaki kelimeyi) "orada" anlamına gelecek şekilde peltek "se" harfini üstün olarak; (...) diye okumuştur. (...) zarftır. Ancak mebnidir, türetilmiş olduğu bir kökü yoktur. Bundan dolayı (mesela): "Bu" işaret isminin mebni olduğu gibi bu da mebnidir. Sonundaki "he" harfinin harekeyi açığa çıkarmak için gelmiş olması mümkündür. Vasıl halinde hazfedilir. Bununla birlikte "yer"in müennes olduğunu belirtmek için de gelmiş olabilir. O takdirde vasl halinde "te" diye okunarak sabit kalır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Meryem 73-75

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR