MERYEM 59 / 63 |
{س}
فَخَلَفَ
مِن
بَعْدِهِمْ خَلْفٌ
أَضَاعُوا
الصَّلَاةَ
وَاتَّبَعُوا
الشَّهَوَاتِ
فَسَوْفَ
يَلْقَوْنَ
غَيّاً {59}
إِلَّا مَن
تَابَ
وَآمَنَ
وَعَمِلَ
صَالِحاً
فَأُوْلَئِكَ
يَدْخُلُونَ
الْجَنَّةَ وَلَا
يُظْلَمُونَ
شَيْئاً {60}
جَنَّاتِ
عَدْنٍ
الَّتِي
وَعَدَ
الرَّحْمَنُ
عِبَادَهُ بِالْغَيْبِ
إِنَّهُ
كَانَ
وَعْدُهُ
مَأْتِيّاً {61}
لَا
يَسْمَعُونَ
فِيهَا
لَغْواً إِلَّا
سَلَاماً وَلَهُمْ
رِزْقُهُمْ
فِيهَا
بُكْرَةً
وَعَشِيّاً {62}
تِلْكَ
الْجَنَّةُ
الَّتِي
نُورِثُ
مِنْ عِبَادِنَا
مَن كَانَ
تَقِيّاً {63} |
59.
Bunlardan sonra ise namazı terkeden, arzularına uyan bir kavim geldi. İşte
onlar ğayy ile karşılaşacaklar.
60.
Tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyenler müstesna. işte onlar cennete
girecekler ve hiçbir şekilde zulme uğratılmazlar.
61.
Rahman'ın kullarına ğayb ile vaad ettiği Adn cennetlerine (gireceklerdir).
O'nun va'd ettiği muhakkak gerçekleşecektir.
62.
Onlar orada boş sözler işitmezler. işittikleri ancak selamdır. Onlara orada
sabah ve akşam rızıkları verilecektir.
63. işte
kullarımızdan takva sahibi olanlara miras olarak vereceğimiz cennet budur.
Bu buyruğa (59. ayet)
dair açıklamalarımızı dört (3) başlık halinde sunacağız:
1- Kötü Halefler:
2- Namazı Yitirenler, Terkedenler:
3- Namazdan Hesaba Çekilmek ve Ta'dil-i
Erkan:
1- Kötü Halefler:
"Bunlardan sonra
ise namazı terkeden ... bir kavim geldi." Kötü nesil ve evlatlar geldi.
Ebu Ubeyde dedi ki: Bize Haccac, İbn Cüreyc'ten anlattı. O Mücahid'den şöyle
dediğini nakletti: Bu, kıyametin kopacağına yakın ve bu ümmetin yani Muhammed
(s.a.v.)ın ümmetinin salih insanlarının kalmayacağı bir zamanda olacaktır.
Sokaklarda biribirleriyle zina edeceklerdir.
el-A'raf Süresi'nde
(169. ayetin tefsirinde): "Sonra ... bir kavim" e dair açıklamalar
geçmiş olduğundan burada tekrarlamanın anlamı yoktur.
2- Namazı Yitirenler,
Terkedenler:
Yüce Allah'ın:
"Namazı terkeden ... ler" buyruğunu Abdullah ve el-Hasen;
"namazları terkeden ... ler" şeklinde çoğul olarak okumuşlardır. Bu
buyruk bir yergidir. Namazı terketmenin kişiyi helak eden büyük günahlardan
olduğu hususunda da açık bir nasstır. Bu konuda da görüş ayrılığı yoktur. Ömer
(r.a) şöyle demiştir: "Namazı zayi eden (kaybeden, terkeden) onun
dışındaki şeyleri daha bir zayi eder."
Bu ayet-i kerime ile
kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşler vardır. Mücahid, bunlar
yahudilerden sonra gelen hristiyanlardır, demiştir. Muhammed b. Ka'b el-Kurazi
ve yine Mücahid ile Ata şöyle demişlerdir: Bunlar Muhammed (s.a.v.)ın
ümmetinden ahir zamanda gelecek bir topluluktur. Yani bu ümmet arasında bu
niteliklere sahip kimseler bulunacaktır. Ancak bu ayet-i kerimede kastedilenler
onlardır, (demek istemiş) değillerdir.
Yine namazı zayi etmenin
(mealde; terketmenin) anlamı hususunda farklı görüşler vardır. el-Kurazi, bu
onu inkar etmek ve küfür demek olan kaybetmek demektir.
el-Kasım b. Muhaymire
ile Abdullah b. Mes'ud şöyle demişlerdir: Bu, vakitlerini kaybetmek ve
haklarını gereğince yerine getirmemek demektir. Sahih olan da budur. Kılınacak
olsa dahi hakları ihlal edilecek, sahih olmayacak ve yerini de bulmayacaktır
(eda edilmiş olmayacaktır). Çünkü Peygamber (s.a.v.) namaz kıldıktan sonra
gelip kendisine selam veren kimseye: "Geri dön namaz kıl, sen namaz
kılmadın" sözünü üç defa söylemiştir. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.
Huzeyfe (r.a) da
doğru-dürüst namaz kılmayan bir kimseye şöyle demiş: Sen ne zamandan beri bu
şekilde namaz kılıyorsun? o: Kırk yıldan beri, demiş. Ona: Sen namaz kılmış
değilsin, eğer sen bu şekilde namaz kıldığın halde ölmüş olsaydın Muhammed
(s.a.v.)ın fıtratı dışında bir şey üzere ölmüş olacaktın. Sonra şöyle dedi:
Kişi çabuk namaz kılmakla birlikte namazını eksiksiz ve güzel kılabilir. Hadisi
Buhari rivayet etmiştir, lafız da Nesai'ye aittir.
Tirmizi'de de Ebu Mes'ud
el-Ensari'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Kişinin kendisinde gereği gibi doğrulmadığı bir namaz yeterli
olmaz." Yani rükü ve sücudu doğru-dürüst yapmayan kimseyi kastetmektedir.
(Tirmizi) Dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. Peygamber (s.a.v.)ın
ashabından ve onlardan sonra gelenlerden olan ilim ehline göre amel de buna
göredir. Onların görüşlerine göre kişi rükü ve sücudu eksiksiZ yerine
getirmelidir. Şafii, Ahmed ve İshak şöyle demişlerdir: Rükü' ve sücudda
vücudunu doğrultmayan kimsenin namazı fasidtir.
Yine Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "İşte o namaz münafıkın namazıdır. Oturur ta güneş
şeytanın iki boynuzu arasına geleceği vakti gözetler. O zaman kalkar, Yüce
Allah'ı ancak pek az zikrettiği dört rek'at gagalar." İşte bu, bu şekilde
davrananlara bir yergidir.
Ferve b. Halid b. Sinan
dedi ki: Dahhak'ın arkadaşları bir seferinde kendilerine ikindi namazını
kıldıracak emirin geciktiğini gördüler. Nerdeyse güneş batacaktı. Bunun üzerine
Dahhak bu ayet-i kerimeyi okudu, sonra şöyle dedi: Allah'a andolsun, onu zayi
etmektense onu bırakmak benim için daha iyidir.
Bu hususta söylenecek
sözlerin özeti şudur: Abdestini, rüküunu, sücudunu mükemmel bir şekilde yapmaya
çalışmayan bir kimse namazı gereği gibi korumuş olmaz. Namazı gereği gibi
korumayan da onu kaybetmiş olur. Onu kaybedenin başkalarını kaybetmesi ise daha
da beklenir. Nitekim namazı gereği gibi koruyan bir kimsenin de Allah dinini
korur. Namazı olmayanın dini de olmaz.
el-Hasen dedi ki: Bunlar
mescidleri işlemez hale getirdiler, çeşitli sanatlarla ve sebeblerle meşgul
oldular.
"Arzularına
uyan" ifadesinden kasıt ise, lezzet veren şeylerin ve masiyetlerin
arkasından gidenlerdir.
3- Namazdan Hesaba
Çekilmek ve Ta'dil-i Erkan:
Tirmizı ve Ebu Davud'un,
Enes b. Hakim ed-Dabbi'den rivayetlerine göre o Medine'ye gelmiş ve Ebu Hureyre
ile karşılaşmış, Ebu Hureyre ona şöyle demiş: Ey delikanlı! Sana bir hadis
nakledeyim mi? Umulur ki Yüce Allah onunla seni faydalandırır. (Enes b. Hakim)
Ben de, naklet, dedim. Dedi ki:
"Kıyamet gününde
insanların hesaba çekilecekleri ilk amelleri namaz olacaktır. Şanı Yüce ve
mübarek olan Allah meleklerine -kendisi en iyi bildiği halde-: Kulumun namazına
bir bakınız. Onu tamam mı kılmıştır, yoksa eksiltmiş midir? der. Eğer namazının
tam olduğu ortaya çıkarsa onun lehine tam olarak yazılır. Şayet ondan bir şey
eksiltmiş ise şöyle buyurur: Bakın bakayım acaba kulumun nafile namazı var
mıdır? Eğer onun nafile namazları varsa kulumun farz namazlarını kıldığı
nafilelerden tamamlayınız. Daha sonra diğer ameller de buna göre ele
alınır." Yunus dedi ki: Zannederim "Peygamber (s.a.v.)dan ... "
diye hadisi nakletti. Lafız Ebu Davud'undur.
Yine Ebu Davud dedi ki:
Bize Musa b. İsmail anlattı. Bize Hammad anlattı. Bize Davud b. Ebi Hind,
Zürare b. Evfa'dan anlattı. O Temim ed-Darı'den o Peygamber (s.a.v.)dan bu
manada (hadisi naklettikten sonra) dedi ki: "Sonra zekat da böyle ele
alınır. Sonra da diğer ameller buna göre ele alınır."
Bunu Nesai de
Hemmam'dan, o el-Hasen'den, o Hureys b. Kabısa'dan, o Ebu Hureyre (yoluyla)
rivayet etmektedir. (Ebu Hureyre) Dedi ki: Ben Resulullah (s.a.v.)ı şöyle
buyururken dinledim: "Kıyamet gününde kulun kendisinden ilk hesaba
çekileceği husus onun namazıdır. Eğer namazı düzgün çıkarsa kurtuldu, iflah
oldu, demektir. Eğer bozuk çıkarsa hüsrana uğradı, zarar etti -Hemmam dedi ki:
Bilemiyorum bu Katade'nin sözünden mi yoksa rivayetin aslından mı.- Eğer
farzından bir şeyeksik çıkarsa, bakın bakalım kulumun farzından eksik
bıraktığını kendisi ile tamamlayacağı nafilesi var mıdır? diye buyurur. Sonra
da diğer amelleri de buna göre muamele görür. ''
Ebu'l-Avvam ona
muhalefet ederek bu hadisi Katade'den, o el-Hasen'den, o Ebu Rafi'den, o Ebu
Hureyre yoluyla rivayet etmiştir. (Buna göre) Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"Kıyamet gününde kulun kendisinden hesaba çekileceği ilk husus onun
namazıdır. Eğer eksiksiz olduğu görülürse ona tam olarak yazılır. Şayet ondan
bir şeyler eksiltmiş ise şöyle buyurur: Bakın bakalım, onun farzından zayi
ettiğini kendisi ile tamamlayacağı bir nafilesini buluyor musunuz? Sonra da
sair amellerinin hesabı buna göre görülür."
Nesai dedi ki: Bize
İshak b. İbrahim haber verdi. Dedi ki: Bize en-Nadr b. Şumeyl anlattı. Dedi ki:
Bize Hammad b. Seleme, el-Ezrak b. Kays'tan bildirdi. (el-Ezrak) Yahya b.
Ya'mer'den, o Ebu Hureyre'den, o Resulullah (s.a.v.)dan naklen buyurdu ki:
"Kıyamet gününde kulun kendisinden hesaba çekileceği ilk husus onun
namazıdır. Eğer onu eksiksiz kıldıysa (mesele yok.) Aksi takdirde Yüce Allah
şöyle buyuracak: Bakın bakalım, kulumun bir nafilesi var mıdır? Eğer onun
nafilesi olduğu görülürse onunla farizayı tamamlayın, diye buyurur. ''
Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr,
'et-Temhid"adlı eserinde der ki: Farz namazın nafileden tamamlanması
-doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- ancak bir farz namazı yanılarak, unutarak
kılmaz yahut onun rüku' ve sücudunu doğru-dürüst yapmaz ve bunun miktarını
bilmez ise, söz konusu olur. Namazı terkeden yahut unuttuktan sonra hatırladığı
halde kasti olarak onu kılmayan, farzını eda etmeyerek nafile ile -bunu bildiği
ve hatırladığı halde- meşgul olursa, bunun farzı nafilesinden tamamlanmaz. Doğrusunu
en iyi bilen Allah'tır.
Bu hususta Şamlıların
rivayet ettikleri münker bir hadis vardır. Bu hadisi Muhammed b. Himyer, Amr b.
Kays es-Sekuni'den, o Abdullah b. Kurt'dan o Peygamber (s.a.v.)dan rivayet
etmektedir. Buyurdu ki: "Kim bir namaz kılar da bu namazının rüku' ve
sücudunu tam yapmazsa tamamlanıncaya kadar getirdiği tesbihlerden o namazına
ilave yapılır." Ebu Ömer dedi ki: Böyle bir hadis, Peygamber (s.a.v.)dan
bu rivayet yolunun dışında bellenmiş değildir. Ancak bu yol da pek güçlü bir
yol değildir. Eğer sahih ise manası şöyle olur:
O bir namazı kendi
kanaatine göre tam kılmış olduğu halde hüküm itibariyle tam değildir. (İşte bu
hadiste söz konusu edilen bu gibi haller olmalıdır).
Derim ki: İnsanın
kıldığı farz namazı da, nafileyi de güzelce kılması gerekir, Taki Rabbine
kendisini yakınlaştıracak farzından ayrı fazladan bir nafilesi olsun. Nitekim
şanı Yüce Allah (kudsi hadiste) şöyle buyurmuştur: "Kulum, nafilelerle
bana yakınlaşmaya devam eder ve nihayet Ben de onu severim, .. ''
Çünkü farzın kendisi ile
tamamlanacağı bir nafilenin de mana itibariyle hükmü farz ile aynı olmalıdır,
Dolayısıyla farzı güzel ve doğru-dürüst kılmayan bir kimsenin nafile namazı
doğru-dürüst kılmaması öncelikle söz konusudur. Gerçek şu ki: İnsanlar
kıldıkları nafile namazları son derece eksik ve kusurlu kılmaktadırlar. Buna
sebeb ise nafilenin kanaatlerince hafife alınması ve nafileleri
önemsemeyişleridir. Sanki nafilenin, hiç önemi yokmuş gibi davranıyorlar.
Allah'a yemin ederim ki: Parmakla gösterilen ve ilim adamı olduğu zannedilen
bir takım kimselerin bile bu şekilde nafile kıldıkları görülmektedir. Hatta
farzlarını bile bu şekilde kılanlar vardır. Hadisi bilmediğinden dolayı farzını
horozun gagalaması gibi gagalarlar. Peki ya bilgisi olmayan cahillerin hali nedir?
İlim adamları derler ki:
Kişinin rükuunda, aradaki kalkışlarında, secdelerinde ve oturuşlarında
doğru-dürüst azaları yerine gelmeden rüku'u da, sücudu da, rükudan kalkışı da,
secdeler arasındaki oturuşu da yerini bulmaz, İşte rivayet bakımından sahih
olan görüş budur. İlim adamlarının cumhuru da, kıyas ehlinin çoğunluğu da bu
kanaattedir. Aynı zamanda İbn Vehb ve Ebu Mus'ab'ın, Malik'ten rivayeti de
budur. Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden el-Bakara Suresi'nde (3. ayet, 14.
başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Durum böyle olduğuna göre; bu şekilde kılınan
bir nafile ile cehalet ve yanılmak esasları üzere eksik kılınmış olan farzlar
nasıl tamamlanacaktır? Aksine bu şekilde kılınmış bütün namazlar sahih
değildir, makbul değildir. Çünkü hepsi de istenen şekilde kılınmamıştır.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Yüce Allah'ın:
"Arzularına uyan" buyruğu ile ilgili olarak Ali (r.a.)'dan gelen
rivayete göre o şöyle demiştir: Burada kastedilen kişi yüksek bina yapan,
başkalarının dikkatini cezbeden bineğe binen ve meşhur olacak türden elbise
giyendir.
Derim ki: Arzular
(şehevat) insanın hevasına uygun düşen arzu ettiği, uygun bulduğu ve
kendisinden çekinmediği şeylerdir. Sahih hadiste de şöyle denilmektedir: "Cennet
hoşlanılmayan şeylerle çevrelenmiş; ateş de arzularla (şehevatla)
çevrelenmiştir, ''
Ali (r.a.)'ın söylediği
nakledilen bu sözde bunların bir bölümünü ifade etmektedir.
"İşte onlar ğayy
ile karşılaşacaklar." İbn Zeyd kötülük yahut sapıklık veya hüsran diye
açıklamıştır. Şair der ki: "Her kim hayırla karşılaşırsa insanlar onun bu
halinden övgü ile söz ederler, Kim de azgınlık ederse bu azgınlığı (ğayyı)
dolayısıyla kınayanları elbette bulunur."
Abdullah b. Mes'ud dedi
ki: Bu cehennemde bir vadidir.
Dilbilginlerine göre de
ifadenin takdiri şöyledir: Onlar böyle bir ğayy ile karşılaşacaklardır. Nitekim
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim bunları işlerse o günah (ları) ile
karşılaşır. "(el-Furkan, 68)
Kuvvetli görülen görüşe
göre ğayy (cehennemdeki) vadinin adıdır. Çünkü azgın olanlar (ğavi'ler) sonunda
oraya gideceklerdir.
Ka'b dedi ki: Ahir
zamanda ellerinde inek kuyruklarını andıran kamçılar taşıyan bir takım kimseler
ortaya çıkacaktır. Sonra da: "İşte onlar ğayy ile karşılaşacaklardır"
yani onlar cehennemde helak olacaklar ve sapacaklardır. Yine ondan
nakledildiğine göre; ğayy cehennemde dibi en derin, harareti en fazla bir
vadidir. Orada "el-behim" diye anılan bir kuyu vardır ki; cehennemin
alevi yavaşladıkça Yüce Allah bu kuyuyu açar ve onunla cehennem tekrar
alevlenir.
İbn Abbas dedi ki: Gayy,
cehennemde bir vadidir. Cehennemin vadileri onun sıcağından Allah'a sığınırlar.
Yüce Allah bu vadiyi zinayı ısrarla sürdüren, sürekli içki içen, vazgeçmeksizin
faiz yiyen, anne-babasına itaat etmeyen, yalan şahidlikte bulunan ve kocasından
olmadığı halde kocasından olduğunu iddia ettiği bir çocuk peydahIayan kadınlara
hazırlamıştır.
[ - ]
"Tevbe eden"
yani namazı terketmekten, zayi etmekten, arzu ve heveslerinin arkasına
gitmekten vazgeçerek Rabbine itaate dönen, O'na "iman eden ve salih amel
işleyenler müstesna. İşte onlar cennete girecekler."
"Girecekler"
buyruğunu Ebu Ca'fer, Şeybe, İbn Kesir, İbn Muhaysın, Ebu Amr, Ya'kub ve Ebu
Bekir ("ya" harfi ötreli) "hı" harfi üstün olarak;
"Girdirilirler" diye okumuşlardır. Diğerleri ise "ya"
harfini üstün olarak okumuşlardır.
"Ve hiçbir şekilde
zulme uğratılmazlar." Yani salih amellerinden hiçbir şey eksiltilmez.
Hatta onların her bir iyiliği on mislinden, yediyüz misline kadar yazılır.
"Rahman'ın
kullarına ğayb ile" yani kendisine ibadet eden ve O'nu görmediği (ve
başkası tarafından da görülmediği) hallerde bile O'na olan ahdini koruyanlar,
"va'dettiği Adn cennetlerine (gireceklerdir)."
Bu buyruktaki "Adn
cennetleri" önceki ayette geçen "cennet"den bedel olduğundan
dolayı nasb edilmiştir. Ebu İshak ez-Zeccac dedi ki: Mübteda olarak; (...)
şeklinde okunması da mümkündür. Ebu Hatim dedi ki: Eğer hat ("elif"
ile "te" şeklinde müennes, salim, çoğul olarak) olmasaydı bunun;
(...) şeklinde olması gerekirdi. Çünkü ondan önce geçen ifade: (...): Cennete
girecekler" şeklindedir.
"Gayb ile"
buyruğu ile ilgili bir açıklama da onlar görmedikleri halde cennete iman
etmişler, şeklindedir.
"O'nun vaadettiği
muhakkak gerçekleşecektir." Buyruğundaki: ''Gerçekleşecektir"
kelimesi; "Gelmek"ten mef'ul isimdir. Sana ulaşan her bir şeye sen de
ulaşmışsın demektir. O bakımdan: üzerinden altmış yıl geçti; dediğin gibi;
altmış yıl geride bıraktım, da denilir. Yine: Filanın bana iyiliği dokundu, denildiği
gibi, ondan iyilik gördüm, de denilir.
el-Kutebi dedi ki:
Burada "gerçekleşecektir" (anlamı verilen) kelimeSi, gelecektir
manasınadır. Yani ism-i mef'ul olup ism-i fail manasınadır.
Bu kelime hemzelidir
çünkü kökü; "Geldi, gelir"dendir. Hemze'yi hafifleterek okuyan bunu
"elif" olarak okur.
Taberi dedi ki: Burada
"vaad" vaad olunan şey demek olup o da cennettir. Yüce Allah'ın
dostları O'na gideceklerdir, demektir.
"Onlar orada"
yani cennette "boş sözler işitmezler."
"Boş söz
(lağv)"in anlamı batıl, çirkin, fuzuli sözler ve faydasız sözlerdir.
Şu hadiste de aynı
kelime bu manada kullanılmıştır: "Cuma gününde arkadaşına imam hutbe
okumakta iken: Dinle diyecek olsan (dahi) lağvetmiş (boş söz söylemiş) olursun.
''
Buradaki:
"Lağvetmiş olursun ifadesi; diye de rivayet edilmektedir. Bu ise Ebu
Hureyre'nin şivesidir. Nitekim şair şöyle demiştir: "Kendilerini boş
sözlerden, çirkin söz söylemekten alıkoyan Hacı kafilelerinin Rabbi hakkı
için."
İbn Abbas dedi ki: Lağv,
Yüce Allah'ın zikrinin geçmediği bütün sözlerdir. Yani onların cennetteki
sözleri Yüce Allah'a hamdetmek ve O'nu tesbih etmektir.
"İşittikleri ancak
selam'dır. " Yani onlar selam işitirler. Buradaki istisna munkatı'dır.
Yani onların birbirlerine verdikleri selamlarını ve herşeyin mutlak maliki Yüce
Allah'ın selamını işitirler. Bu açıklamayı Mukatil ve başkaları yapmıştır.
"Selam" bütün hayırları ifade eden kapsamlı bir isimdir. Buyruğun
anlamı da şöyledir: Onlar orada yalnız sevdikleri sözleri işitirler.
"Onlara orada sabah
ve akşam rızıkları verilecektir." Sabah-akşam canlarının çektikleri
yiyecek ve içecekler verilecektir. Yani bu iki zaman arasındaki süre kadar
fasılalarla verilecektir. Zira orada sabah da yoktur, akşam da. Yüce Allah'ın:
"Sabah esişinde bir aylık yol alırdı. Akşam da bir aylık yolgiderdi.
"(Sebe' 12) buyruğu da bir aylık kadar süre demektir. Bu anlamdaki
açıklamaları İbn Abbas, İbn Cüreyc ve başkaları yapmıştır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Yüce Allah onlara cennetliklerin hallerinin oldukça mu'tedil olduğunu bildirmektedir.
Araplarca en rahat ve huzur verici nimet sabah-akşam yiyecek ve içecek imkanını
bulmaktır.
Yahya b. Ebi Kesir ve
Katade dediler ki: Araplardan o dönemlerde hem sabah, hem akşam yemeği buldular
mı, böyle bir kimse nimet içinde kabul edilirdi. İşte bu buyruk bu sebebten
nazil olmuştur.
Şöyle de açıklanmıştır:
Yani onların cennetteki rızıkları kesintisizdir. Nitekim Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Ardı arkası kesilmez ve asla men olunmaz. "(el-Vakıa,
33) Bu buyruk bir kimsenin: Ben sabah-akşam seni anıp duruyorum, demesine
benzer; seni hatırlayışım daimadır, süreklidir, demektir.
Burada "sabah"
buyruğunun özellezzetleriyle meşgul olmadan önce; "akşam" buyruğunun
lezzetlerini karşılamayı bitirdikten sonra, anlamına gelme ihtimali de vardır.
Çünkü arada bir halden bir diğer hale geçiş zamanları girmektedir. Bu da
nihayet birinci görüşün kapsamı içerisindedir.
ez-Zübeyr b. Bekkar,
İsmail b. Ebi üveys'den şöyle dediğini nakletmektedir: Malik b. Enes dedi ki: Mü'minler
bir günde iki defa yemek yer. Sonra da Yüce Allah'ın: "Onlara orada sabah
ve akşam rızıkları verilecektir" ayetini okudu ve şöyle dedi: Yüce Allah
oruçta mü'minlere sabah yemeği yerine sahur yemeğini verdi ki, Rabblerine
ibadet etmek için onunla güç bulsunlar.
Şöyle de denilmiştir:
Bunun zikrediliş sebebi şudur: Sabah yemeğinin şekli ve nitelikleri,
akşamınkinin şekil ve niteliklerinden farklıdır. Bunu ise ancak hükümdarlar
bilirler. İşte cennette de sabah rızkı, akşam rızkından farklı olacaktır.
İçinde bulundukları nimet ve huzurları daha bir artsın diye nimetleri
çeşitlenip, duracaktır.
et-Tirmizi el-Hakim,
"Nevadiru'l-Usul"de Eban'dan onun el-Hasen'den ve Ebu Kilabe'den
şöyle dediklerini nakletmektedir: Bir adam: Ey Allah'ın Rasulü dedi, cennette
gece var mıdır? Şöyle buyurdu: "Seni böyle bir soru sormaya iten ne
oldu?" o: Ben Yüce Allah'ı Kitab-ı Kerim'inde "onlara orada sabah ve
akşam rızıkları verilecektir" buyurduğunu gördüm. Ben: Gece sabah ile
akşam arasında kalan bir zamandır, dedim. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Orada gece diye
bir şeyolmayacaktır. Sadece ışık ve nur vardır. Sabahı öğleye, öğleni sabaha
döndürür. Yüce Allah'tan dünyada iken kılmış oldukları namaz vakitlerinde Yüce
Allah'tan onlara en değerli hediyeler gelir ve melekler onlara selam
verir." İşte bu, ayetin anlamını en ileri derecede beyan etmektedir. Biz
"et-Tezkire" adlı eserimizde bunu zikretmiş bulunuyoruz.
İlim adamları derler ki:
Cennette gece ve gündüz yoktur. Onlar ebediyyen nur içerisindedirler. Gece ve
gündüz kadar sürelerini perdelerin indirilmesinden, kapıların kapatılmasından
anlarlar. Gündüz süresini de perdelerin kaldırılıp, kapıların açılmasından
anlarlar. Bunu da Ebu'l-ferac el-Cevzi, el-Mehdevi ve başkaları
zikretmişlerdir.
"İşte kullarımızdan
takva sahibi olanlara miras olarak vereceğimiz cennet budur." Oraya
gireceklerin hallerini nitelendirdiğimiz cennet işte budur.
"Miras olarak
vereceğimiz" buyruğu şeddesizdir. Ancak Ya'kub "vav" harfini
üstün "ra" harfini de şeddeli olarak okumuştur. Tercih edilen okuyuş
ise şeddesiz olandır. Çünkü Yüce Allah'ın: "Sonra kitabı kullarımızdan
seçtiklerimize miras verdik. "(Fatır, 32) diye buyurulmuştur. İbn Abbas
dedi ki: Yani, Bana karşı takvalı olana ve itaatim gereğince amel edenlere
(miras olarak vereceğimiz cennet budur).
Bu ifadede takdim ve
te'hir olduğu da söylenmiştir ki takdiri şöyledir: (...): "Kullarımızdan
takva sahibi olanlara ... miras veririz."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN