ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

İSRA

82

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَاراً

 

82. Kur'an'dan, mü'minler için bir şifa ve rahmet olanı kısım kısım indiririz. Zalimlerin ise ancak hüsranını artırır.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi (6) başlık halinde sunacağız:

 

1- Kur'an'dan indirilenler:

2- Kur'an-ı Kerim'in Şıfa Oluşu ile ilgili Görüşler:

3- Rukyenin Hükmü ile ilgili Görüşler:

4- Allah'ın Bazı isimlerinin, Yahut Kur'an-ı Kerim 'in Bazı Ayetlerinin Bir Yere Yazılıp Su ile Yıkanması ... (Nüşre):

5- Muska ve Benzeri Şeyleri Takmak:

6- Mü'minlere Rahmet, Zalimlere Ziyan: Kur'an:

 

1- Kur'an'dan indirilenler:

 

Yüce Allah'ın: "İndiririz" buyruğunu cumhur, "nun" ile okumuştur. Mücahid ise, "ze" harfi şeddesiz ve "ye" harfi ile; "İndirir" diye okumuştur ki, el-Mervezi de bunu Hafs'dan rivayet etmiştir.

 

(...): İbtidai gaye (başlangıç noktasını bildirmek) içindir. Cinsin beyanı için de olabilir. Yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: Biz, Kur'an-ı Kerim'den, şifa olma özelliğini bünyesinde taşıyan şeyleri indiririz. Haberde de şöyle denilmektedir: "Kur'an ile şifa aramayan kimseye Allah şifa vermesin."

 

Ancak, bazı tevil bilginleri buradaki "... dan" edatının teb'iz (kısmilik bildirmek) için gelmiş olmasını kabul etmemektedir. çünkü teb'iz için olursa, Kur'an'ın bazı bölümlerinde şifa bulunmayacağı manası çıkar. İbn Atiyye ise şöyle demektedir: Öyle bir anlam çıkarmak sözkonusu olmaz. Aksine bu edatın kısım kısım indirilmiş olması açısından teb'iz için kullanılmış olması mümkündür. Ve şöyle buyurulmuş gibidir: Biz, Kur'an-ı Kerim'den, şifa olan bir miktar indiriyoruz ve esasen onun bütünü de bir şifadır.

 

 

2- Kur'an-ı Kerim'in Şıfa Oluşu ile ilgili Görüşler:

 

İlim adamları, Kur'an-ı Kerim'in şifa oluşu ile ilgili iki görüş ortaya koymuşlardır. Birinci görüşe göre Kur'an-ı Kerim kalplerden bilgisizliği ve şüpheleri izale etmek suretiyle bir şifadır. Ayrıca mucizelerin kavranması, Yüce Allah'a delil teşkil eden hususların kavranılması hususunda kalplerdeki cahillik perdesini açıp gidermek cihetiyle de bir şifadır.

 

İkinci görüşe göre Kur'an-ı Kerim, rukye (okuyarak tedavi), teavvüz (Allah'a sığınmak) ve buna benzer yollarla zahiri hastalıklara bir şifadır.

 

Lafız, Darakutni'nin olmak üzere hadis imamları Ebu Said el-Hudri'den şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Rasulullah (s.a.v.), otuz kişilik süvari birliğinden oluşan bir seriye halinde bizi gönderdi. Araplardan bir kavmin yanında konakladık. Onlardan, misafir olarak bizleri ağırlamalarını istedik, kabul etmediler. Kabilenin başkanı (bir akrep tarafından) sokuldu. Bunun üzerine yanımıza gelerek: Aranızdan akrebe karşı rukıye yapan bir kimse var mıdır diye sordular. -İbn Katte'nin rivayetinde ise: Bizim hükümdarımız ölüyor (fazlalığı) vardır.- Ben de: Evet, ben bunu yapabilirim. Fakat bize (birşeyler) vermeden bu işi yapmam. Bunun üzerine: Size otuz tane koyun vereceğiz, dediler. Ben de ona, yedi defa Elhamdülillahi Rabbilalemin (Fatiha Suresi)ni okudum ve iyileşti. -Süleyman b. Katte'nin, Ebu Said'den rivayetinde: Kendisine geldi ve iyileşti denilmektedir.- Bunun üzerine hem bizi ağırlayacak yiyecek şeyler gönderdi, hem de koyunları gönderdi. Ben ve arkadaşlarım gönderdiği yiyecekleri yedik. Ancak koyunlardan yemeyi kabul etmediler. Nihayet Rasulullah (s.a.v.)'a vardık ve ben de ona durumu haber verince şöyle buyurdu: "Sen onun bir rukye olduğunu nerden biliyorsun?" Ey Allah'ın Rasulü, dedim. Bu, içime doğan birşeyoldu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Yeyiniz o koyunlardan bize de yediriniz." Bunu, (es-Sünen" adlı kitabında rivayet etmiştir.

 

''el-Medıh'' adlı eserinde de (Darakutni, III, 64-65)es-Serri b. Yahya yoluyla gelen hadiste şöyle demektedir: Bana el-Mu'temir b. Süleyman anlattı. o, Leys b. Ebi Süleym'den, o, el-Hasen'den, o, Ebu Umame'den, o, Rasulullah (s.a.v.)'dan dedi ki: "Barasa, deliliğe, cüzzama, karın hastalığına, vereme, sıtmaya ve nefese (nazara) karşı zaferan veya kırmızı kil ile şunları yazmanın, Allah'ın izniyle faydası olur:

 

Özelin ve genelin şerrinden, kötülükle isabet eden nazardan, kıskandığı zaman kıskanandan, Ebu Ferve'den (İblis'ten) ve onun doğurduklarından, Allah'ın eksiksiz kelimelerine ve genel olarak bütün isimlerine sığınırım.

 

"Otuzüç melek, Aziz ve Celil olan Rabblerinin huzuruna varıp bizim topraklarımızda hastalık vardır, dediler. Şöyle buyurdu: Kendi topraklarınızdan bir miktar toprak alınız ve onunla alınlarınızı mesh ediniz. Ya da şöyle dedi: Biz size, Muhammed (s.a.v.)'ın rukıyesini tavsiye ederiz. Onu gizleyen yahut da onun karşılığında bağış kabul eden bir kimse iflah olmasın.

 

Daha sonra Fatihatü'l-Kitap ile el-Bakara Suresi'nin baş tarafından dört ayet-i kerime, kendisinde rüzgarların evirilip çevirilmesinden söz edilen ayet, (el-Bakara, 264)

 

Ayetu'l-Kürsi (el-Bakara, 255) ile ondan sonraki iki ayet-i kerime ve: ''Göklerde ne var, yerde ne varsaAllahındır ..." (el-Bakara, 284) ayetinden itibaren el-Bakara Suresi'nin sonuna kadar, Al-i İmran Suresi'nin başından on, sonundan on ayet, en-Nisa Suresi'nin ilk ayeti, el-Maide Suresi'nin ilk ayeti, el-En'am Suresi'nin ilk ayeti, el-A'raf Suresi'nin ilk ayeti ile yine el-A'raf'ta yer alan: ''Şüphesiz, Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri altıgünde yarattı "(el-A'raf, 54) ayeti sonuna kadar, Yunus Suresi'nde yer alan: "Musa dedi ki: Sizin bu yaptığınız sihirdir, şüphesiz Allah onu boşa çıkaracaktır. Elbette Allah o bozguncuların işini düzeltmez" (Yunus, 81) ayeti ile, Ta-Ha Suresi'nde yer alan: "Sağ elindekini bırak. Onların yaptıklarını yutacak. Onların yaptıkları ancak bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye giderse iflah olmaz"(Ta-Ha, 69) ile, es-Saffat Süresi'nin baş tarafından on ayet ile Kulhuvallahu ehed (İhlas) Süresi ve Muavizeteyn (Felak ve Nas) Sureleri temiz bir kaba yazılır. Sonra temiz bir su ile üç defa yıkanılır. Sonra, rahatsız olan kişi ondan üç avuç alır. Sonra ondan namaz için abdest alır gibi abdest alır. Ancak, bundan önce de namaz için abdest almalı ki, bu takdirde bu su ile abdest almadan önce taharet üzere olsun. Sonra başı, göğsü ve sırtı üzerine bu sudan döker. Ancak bu su ile istinca etmez. Sonra da iki rekat namaz kılar, sonra da Yüce Allah'tan şifa diler. Bunu üç gün süre ile, her gün bir miktar yazı yazacak kadarı tekrarlar. Bir rivayette ise: "Ebu Kıtre'nin şerrinden ve onun doğurduklarının şerrinden" ve: "Alınlarınızı da mesh ediniz" denilmekte ve ravi bu konuda herhangi bir şüphe ifadesi kullanmamaktadır.

 

Buhari de, Aişe (r.anha) dan rivayet ettiğine göre, Peygamber (s.a.v.) vefatı ile sonuçlanan hastalığında, Muavvizeleri okur ve kendisine üflerdi. Hastalığı ağırlaşınca, onları ben okuyup ona üfler ve bereketleri dolayısıyla kendi elini vücuduna mesh ederdim. Ben, (hadisi ez-Zührı'den rivayet eden Ma'mer) ez-Zühri'ye: Nasıl üflerdi diye sordum, o da şöyle dedi: Ellerine üfler, sonra da ellerini yüzüne sürerdi.

 

Malik de İbn Şihab'dan, o, Urve'den, o da Aişe'den rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.) rahatsızlandı mı, kendisine Muavizeteyni okur ve bunları (elinin içine) tefleder veya nefs ederdi.

 

Ebu Bekir el-Enbarı dedi ki: Dilciler, "nefs etmeyi" tükürüksüz olarak üflemek, "tefl etmeyi" de tükürüklü olarak üflemek diye açıklamışlardır. Şair şöyle demiştir:

 

"Eğer iyileşirse ben onun için nefs edip üflemem Eğer o yitirilecek olursa, zaten yitirilmek onun hakkıdır."

 

Zu'r-Rimme de şöyle demektedir: "üstünde yosun tutmuş suyun içinden Kavmin, kuyunun içinden su almak üzere inen kişisi, ne zaman su içmek isterse, üfleyerek içer (tefl eder)."

 

Şair burada, tükürük saçarak üfler, demek istemiştir.

 

İleride Yüce Allah'ın izniyle, el-Felak Suresi'nde nefse dair ilim adamlarının görüşleri açıklanacaktır.

 

3- Rukyenin Hükmü ile ilgili Görüşler:

 

ibn Mes'ud'un rivayetine göre Rasulullah (s.a.v.), Muavizat (Felak ve Nas sureleri) okunarak yapılması müstesna, rukyeyi mekruh görürmüş.

 

Ancak Taberi der ki: Bu hadis ve benzeri rivayetlerin dinde delil olarak gösterilmesi caiz değildir. Çünkü bu hadisi nakleden kimseler arasında bilinmeyen kimseler vardır. Faraza, sahih olsa dahi bu ya bir yanlışlık olurdu veya nesh edilmiş olurdu. Çünkü Peygamber (s.a.v.), Fatiha Suresi hakkında:

 

"Onun bir rukye olduğunu nereden bildin?" demiştir. Kur'an-ı Kerimin iki suresi olan Muavizeteyn ile rukye yapmak caiz olduğuna göre, cevaz bakımından Kur'an-ı Kerim'in diğer bölümleri ile de rukye yapmak aynı hükmü taşımalıdır, çünkü hepsi de Kur'an-ı Kerimdir. Yine, Peygamber (s.a.v.)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "ümmetimin şifası, Allah'ın Kitabından üç ayet-i kerimede, yahut bir lokma balda, yahut da bir hacamat bıçağı ile açılacak bir yarıktadır." Reca' el-Ganevi de şöyle demiştir: Kim Kur'an-ı Kerim ile şifa aramayacak olursa, onun için şifa sözkonusu değildir.

 

4- Allah'ın Bazı isimlerinin, Yahut Kur'an-ı Kerim 'in Bazı Ayetlerinin Bir Yere Yazılıp Su ile Yıkanması ... (Nüşre):

 

İlim adamları nüşre hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Nüşre Allah'ın bazı isimlerinin yahut Kur'an-ı Kerimin bazı bölümlerinin bir yere yazıldıktan sonra su ile yıkanması, sonra da hastaya o suyun sürülmesi veya içirilmesidir.

 

Said b. el-Müseyyeb bunu caiz kabul etmektedir. Ona şöyle sorulmuştur:

Bir adamın hanımına yaklaşması alıkonulmuş ise, onun bu hali çözülüp nüşre yapılabilir mi? O, bunda bir mahzur yoktur, fayda veren şey de yasaklanmaz, diye cevap vermiştir.

 

Mücahid ise, Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinin bir şeye yazıldıktan sonra yıkanılarak korkuya kapılan kimseye içirilmesi görüşünde değildi. Aişe (r.anha) ise bir kaba Muavizetyni okur, sonra da bu suyun hastaya dökülmesini emrederdi. el-Mazeri Ebu Abdullah der ki: Nüşre, rukye yapanlarca bilinen bir husustur. Ona bu ismin veriliş sebebi ise, nüşre yapılan kimseyi neşretmesi (yani, halinin çözülmesi) den dolayıdır.

 

el-Hasen ile İbrahim en-Nehai ise, nüşreyi uygun kabul etmezlerdi. enNehai şöyle demiştir: Ben, bu işi yapana bir bela isabet edeceğinden korkarım. O, bu kanaati ile Kur'an-ı Kerim'in sağlayacağı şeyden hemen sonra bir bela gelmesi, onun herhangi bir şifa ile fayda sağlamasından daha yakın bir ihtimal olduğu kanaatinde gibidir. el-Hasen de der ki: Ben, Enes'e sordum, o şöyle dedi: Peygamber (s.a.v.)'dan, bunun şeytandan olduğunu zikredenler vardır.

 

Ebü Davüd da, Cabir b. Abdullah yoluyla şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.)'a nüşre hakkında sorulmuş, o da: "Şeytanın amelindendir" diye cevap vermiştir.

 

İbn Abdi'l-Berr dedi ki: Bu rivayetler, nisbeten gevşek (leyyin) rivayetlerdir ve bunun başka anlamlara gelme ihtimali de vardır.

 

Şöyle de denilmiştir: Bu yasaklayıcı ifadeler, Allah'ın Kitabı, Rasülünün sünneti ve bilinen tedavi şekillerinin dışına çıkılması hali hakkında kabul edilir. Nüşre, tıb türü bir uygulamadır. O, fazileti bulunan bir şeyin yıkanmış suyudur. Rasülullah (s.a.v.)'ın abdestine benzer. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Şirk ihtiva etmediği sürece rukyenin bir mahzuru yoktur. Sizden kim kardeşine faydalı olabilecekse onu yapsın.''

 

Derim ki: Biz, nüşre ile ilgili merfu olan nassı ve bunun ancak Allah'ın Kitabı'ndan yapılabileceğini önceden zikretmiş bulunuyoruz. Ona dayanılarak hareket etmek gerekir.

 

5- Muska ve Benzeri Şeyleri Takmak:

 

Malik dedi ki: Aziz ve celil olan Allah'ın isimlerinin yazılı olduğu kağıtlarının, teberrük kastı ile hastaların boyunlarına asılmasında -bunları asmaktan kasıt nazarı defetmek olmamak şartıyla- bir mahzur yoktur. Bunun anlamı ise, ona herhangi bir şekilde nazar isabet etmeden önce nazara karşı koymak niyetini taşımamaktır. İlim ehlinden önemli bir topluluk da bu kanaattedir. Bunlara göre sağlıklı olan hayvan veya Ademoğluna nazar değer korkusuyla bazı şeyleri asmak caiz değildir. Belanın gelmesinden sonra ise, aziz ve celil olan Allah'ın isimlerinin yazılı olduğu bir kağıdı asmak, Yüce Allah'dan kurtuluş ve iyileşmek kastıyla bunları yazmak ise, nazardan olsun başka şeyden olsun rukye ile tedavinin mübah kabul edildiğine dair sünnette varid olmuş rukye kabilindendir.

 

Abdullah b. Amr dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizden herhangi bir kimse, uykusunda korkacak olursa:

 

(...): Allah'ın gazabından, kötü ikabından, şeytanların şerrinden ve yanında hazır bulunmalarından Allah'ın tam kelimelerine sığınırım, desin." Abdullah, bu duayı yetişkin çocuklarına öğretirdi. Bunu öğrenecek yaşa gelmemiş olanlarının ise, yazar ve üzerlerine asardı. 

 

Denilse ki: Resulullah (s.a.v.)'ın: "Kim, üzerine birşeyasacak olursa, onunla başbaşa bırakılır (işi ona havale edilir)" dediği rivayet edilmiştir. İbn Mes'ud da, Um veledinin üzerinde bağlanmış bir temime (muska) görünce, onu şiddetle çekip kopardıktan sonra şöyle demiştir: İbn Mes'ud'un çocukları hiç şüphesiz şirke muhtaç değillerdir. Arkasından da şöyle demişti: Şüphesiz ki temimeler, rukyeler ve tivele şirktendir. Ona, tivele nedir diye sorulunca, o da: Kadının kendisi vasıtasıyla kocasına kendisini sevdirmek istediği şeylerdir.

 

Ukbe b. Amir el-Cuheni'den de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben, Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kim, bir temimeyi üzerine asacak olursa, Allah ona tamamlamasın. Kim de bir vedea (nazar boncuğu) takacak olursa, Allah ona kalp rahatlığı vermesin. ''

 

el-Halil b. Ahmed dedi ki: Temime, bir takım duaların yazılı olduğu bir gerdanlıktır. Vedea ise, bir takım boncuklardır. Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Temime, Arapçada gerdanlık demektir. İlim ehlince anlamı da, nazar değmesi korkusuyla, yahut bir başka maksatla bunların meydana gelmesi, yahut da gelmemesi amacıyla ve fiilen meydana gelmeden önce boyunlara takılan gerdanlıklardır. "Allah, onu tamama erdirmesin" ifadesi, Allah onun sıhhat ve afiyetini tamama erdirmesin, demektir. Mana itibariyle onun gibi olan vedea (nazar boncuğu) asanlar hakkındaki "Allah kalp rahatlığı vermesin" ifadesi ise, Allah afiyetini, bereketini kaldırsın, demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Bütün bunlar cahiliye döneminin yaptıkları temime ve gerdanlık asmaktan bir sakındırmadır. Onlar, bu boncuk ve askıların kendilerini koruduklarını, başlarına gelecek belaları savacaklarını zannediyorlardı. Halbuki bunları Allah'dan başka hiç bir kimse önlemez. Afiyet veren de O'dur, bela veren de O'dur. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Resulullah (s.a.v.), işte onlara cahiliye döneminde yaptıkları bu kabil işleri yapmayı yasaklamaktadır. Aişe (r.anha) dan da dedi ki: Belanın gelişinden sonra takınılan şeyler, temime değildir.

 

Kimi ilim adamı ise, belanın ister gelişinden önce olsun, ister sonra olsun her birinde temime asmayı mekruh kabul etmiştir. Yüce Allah'ın izniyle birinci görüş hem rivayet bakımından, hem akli bakımdan daha sahih görünmektedir. İbn Mes'ud'dan gelen rivayete gelince; o, bu davranışı ile Kur'anı Kerim'in dışında Iraklılardan (Babil'deki Harut ve Marut sihirlerinin kalıntılarından) ve kahinlerden öğrenilmiş birtakım şeylerin asılmasından hoşlanmadığını anlatan bir rivayet olabilir. Çünkü, boyuna asılmış olsun, olmasın Kur'an-ı Kerim ile şifa istemek şirk olmaz. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Kim üzerine bir şeyasacak olursa onunla başbaşa bırakılır" hadisine gelince; üzerine Kur'an-ı Kerim'den birşeyler asan kimsenin de işlerini Allah'ın üstlenmesi ve Allah'ın onu kendisinden başka kimseye havale etmemesi, bırakmaması gerekir. Çünkü, kendisinden yardım istenen ve Kur'an-ı Kerim vasıtası ile şifa istenmek suretiyle kendisine teveccüh olunan O'dur.

 

İbnü'l-Müseyyeb'e, Kur'an ayetlerinin boyna asılıp asılmayacağı hususunda sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir: Eğer bu bir mahfaza veya koruyucu bir parça içerisinde bulunursa, bunda bir mahzur yoktur. Bu ise, yazılı olan şeyin Kur'an-ı Kerim olması hakkındadır.

 

ed-Dahhak'dan nakledilen rivayete göre ise o, kişinin, cima esnasında ve helaya gittiği vakit bir kenara koymak şartıyla, Allah'ın Kitabı'ndan birşeyler yazılı bulunan bir yazıyı üzerine asmasında bir mahzur görmemiştir. Ebu Cafer Muhammed b. Ali de, çocuklarının üzerlerine asılacak bu gibi dualara ruhsat vermiştir. İbn Sirin de kişinin, Kur'an'dan yazılı birşeyleri üzerine asmasında bir mahzur görmezdi.

 

6- Mü'minlere Rahmet, Zalimlere Ziyan: Kur'an:

 

"Mü'minler için bir şifa ve rahmet" yani, Kur'an okumak sebebiyle Allah'ın lütfedip verdiği sevap ile birlikte sıkıntıları açıp gideren, ayıpları temizleyen, günahları örtüp gizleyendir. Nitekim Tirmizi, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki:

 

"Kim Allah'ın Kitabı'ndan bir harf okuyacak olursa, onun karşılığında o kimseye bir hasene verilir. Bir hasene ise on misli ile mükafatlandırılır. Ben sizlere "elif, lam, mim" bir harftir demiyorum. Aksine, "elif" bir harf, "lam" bir harf, "mim" bir harftir." (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih, garip bir hadistir. Daha önceden de geçmiş bulunmaktadır.

 

"Zalimlerin ise" yalanlamaları sebebiyle "ancak hüsranını artırır." Katade dedi ki: Kur'an-ı Kerim'in okunduğu bir yerde oturan bir kimse, yerinden ya bir fazlalık ile, yahut bir eksiklik ile kalkar. Sonra da: "Kur'an'dan, mü'minler için bir şifa ve rahmet olarak kısım kısım indiririz ... " ayetini okudu.

 

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın: ''De ki: O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. iman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık var dır ve o, onlar için bir körlüktür" (Fussilet, 44) buyruğudur.

 

Bu açıklamaya göre Kur'an-ı Kerim, farzlar ve hükümlere dair ihtiva ettiği açıklamaları ile bir şifadır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

İsra 83

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR