NAHL 80 |
وَاللّهُ
جَعَلَ
لَكُم مِّن
بُيُوتِكُمْ
سَكَناً
وَجَعَلَ
لَكُم مِّن
جُلُودِ الأَنْعَامِ
بُيُوتاً
تَسْتَخِفُّونَهَا
يَوْمَ
ظَعْنِكُمْ
وَيَوْمَ
إِقَامَتِكُمْ وَمِنْ
أَصْوَافِهَا
وَأَوْبَارِهَا
وَأَشْعَارِهَا
أَثَاثاً
وَمَتَاعاً
إِلَى حِينٍ |
80. Allah, evlerinizi
size huzur bulacağınız meskenler kıldı. Size, davar derilerinden, gerek
göçtüğünüz günde ve gerek konduğunuz günde hafifçe taşıyacağınız evler ve
yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından bir süreye kadar giyecek, döşenecek ve
ticareti yapılacak bir meta verdi.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı, dokuz (10) başlık halinde sunacağız:
1- Mesken Nimeti:
2- Taşınabilir Meskenler:
3- Davarların Yünlerinden, Tüylerinden,
Kıllarından ve Diğer Azalarından Yararlanmak:
4- Davarların Derileri:
5- Meytenin Derisi Tabaklanmakla Tahir
Olur mu:
6- Meytenin Derisinden Yararlanmanın
Caiz Olmadığına Dair Rivayetler ve Ahmed b. Hanbel'in Bu Doğrultudaki Kanaati:
7- Domuzun Derisi:
8- Meytenin Derisini Temizleyen
Tabaklamanın Mahiyeti:
9- Ev Eşyası ve Benzerleri:
1- Mesken Nimeti:
Yüce Allah'ın:
"Allah evlerinizi size ... kıldı" buyruğu, size bunları yaptı, demektir.
üzerinde olup seni gölgelendiren herşeye, tavan ve sema, seni üzerinde taşıyan
her şeye arz, seni dört tarafından örten herşeye duvar denilir. İşte bunların
hepsi, düzenli bir şekilde biraraya gelip bitişecek olursa, meydana gelen
mekana da "beyt; ev" denilir.
Bu ayet-i kerimede Yüce
Allah, evleri insanlar üzerindeki nimetler saymaktadır. Yüce Allah, öncelikle
şehirlerde yapılan evleri sözkonusu etmektedir. Bunlar uzun süre ikamet etmek
üzere yapılırlar. Yüce Allah'ın: "Mesken" buyruğu, sizin, içlerinde
sakin olup yerleşeceğiniz, azalarınızın hareketlerinin yavaşlayıp rahatlayacağı
yer demektir. Bazen, azalar meskenin içinde hareket eder, başka bir yerde sakin
olabilir. Ancak burada ifade çoğunlukla görülen duruma göre dile getirilmiştir.
Yüce Allah'ın bunu, nimetler içerisinde sayması şundan dolayıdır. O, eğer
dilemiş olsaydı, insanı tıpkı yörüngelerinde hareket eden yıldızlar gibi,
devamlı hareket eden, çalkalanan bir varlık haline getirebilirdi. Ve o durumda
insan da hiç şüphesiz Allah'ın irade ettiği gibi ve yarattığı gibi olurdu. Eğer
Yüce Allah insanı yer gibi hareketsiz yaratmış olsaydı, yine O'nun yarattığı ve
irade ettiği gibi olacaktı. Ama O, insanı her iki şekilde de tasarruf ta
bulunup iki hal arasında durumu değişip duran bir varlık olarak yarattı ve
davranış ve hareketlerinin bir keyfiyeti ve bir mekanı oldu.
"Huzur bulmak,
mesken edinmek" tekile de çoğula da sıfat olabilen bir mastardır.
Daha sonra Yüce Allah,
taşınabilen ve yolculuk hallerinde kullanılan meskenleri sözkonusu etmektedir
ki, bu da bir sonraki başlığın konusudur.
2- Taşınabilir
Meskenler:
Yüce Allah: "Size,
davar derilerinden gerek göçtüğünüz günde ve gerek konduğunuz günde hafifçe
taşıyacağınız evler ... verdi" buyruğunda sözü geçen, "hafifçe
taşınacak evler" derilerden ve benzerlerinden yapılan evler ile yolculuk
sırasında taşımanız kolayolan çadır ve otaklar demektir.
"Göçmek"
kelimesi, ot aramak kastıyla çölde yol almak, bir yerden başka yere geçmek
demektir. Antere'nin şu beyitinde bu anlamda kullanılmıştır:
"Kendilerinden
ayrılmayı beklediğim kimseler göçüp gittiler. Onların ayrılıklarını alaca karga
haber verdi."
Bu kelime aynı zamanda,
deve üzerindeki hevdec anlamına da gelir. Şair der ki: "Söyle bana şu göç
edenler seni üzdü mü, ayrıldıklarında, Ve kargalar, ayrılığın yaklaştığını
hızlı uçuşlarıyla haber verdiğinde."
Bu kelime,
"ayn" harfi hem sakin, hem üstün ile okunmuştur. "Saç"
demek olan; (...) kelimesinin aynı zamanda, (...) şeklinde de kullanılması
gibi.
Şöyle denilmiştir: Bu
kelimenin, hem derilerden, hem kıllardan, hem yünlerden yapılmış evleri
(çadırları) umumi olarak kapsama ihtimali de vardır. Çünkü bu unsurlar da
deridendir. Zira bunların hepsi derilerde sabit bulunurlar. İbn Selam bu
kanaattedir. Güzel bir ihtimaldir.
Yüce Allah'ın; "Yünlerinden"
anlamındaki buyruk ile yeni bir cümle başlamaktadır. "Giyecek, döşenecek.
.. yarattı" diye buyurulmuş gibidir ki, bununla giyilecek elbiseler, yere
serilen sergiler ve benzeri şeyler kastedilmektedir. Şair der ki: "O,
hevdeçlerde bulunanlar, seni üzdü mü? Güzel giyecek ve yaygılar ile
ayrıldıkları gün."
Burada Yüce Allah'ın:
"Davar derilerinden" buyruğu ile, önce açıkladığımız şekilde, sadece
derilerden yapılma evleri kastetme ihtimali de vardır. O takdirde Yüce
Allah'ın: "Yünlerinden" buyruğu, "davar derilerinden"
buyruğuna atıf olur. Yani, yine sizlere, yünlerinden evler... yarattı, verdi
demek olur.
İbnu'l-A'rabi der ki:
Bu, o bölgelerde yaygın bir durumdur. Bizim topraklarımız bu meskenlerden
oldukça uzak kalınmıştır. O bakımdan, bizim buralarda çadırlar ancak keten ve
yünden yapılmaktadır. Peygamber (s.a.v.)'ın, deriden bir çadırı vardı. Taif
derisinden yapılanlar ise, en pahalı ve yapım itibariyle en üstün, dış görünüşü
de en güzel olanları idi. Hz. Peygamber bunu lüks görmemiş, böyle bir çadırı
israf kabul etmemişti. Çünkü bu, şanı Yüce Allah'ın, ihsan etmiş olduğunu
belirterek, lütfunu hatırlattığı ve kendisinden yararlanmaya izin verdiği
metalardandır. Bunun, gerek içinde barınmak, gerekse gölgelenmek hususundaki
çeşitli menfaatleri açıkça ortada olup insanın bunlara muhtaç olmaması mümkün
değildir. Cereyan eden garip olaylardan birisi de şudur: Ben, muhaddislerden
birisiyle, zahidlik taslayan gafillerden birisinin ziyaretine gittim. Ketenden
yapılmış bir çadır içerisinde iken yanına girdik. Benim muhaddis arkadaşım,
misafir olarak onu kendi evine götürme teklifinde bulundu ve şöyle dedi: Burası
çok sıcak olan bir yerdir. Ev senin için daha rahattır ve benim de senin adına
gönlümü daha bir hoş eder. Zahid geçinen kişi şu cevabı verdi: Bu bize hakir
görünse bile, aslında bu bile bize fazladır. Ben ona şöyle dedim: Hayır, durum
zannettiğin gibi değildir. Çünkü, zahidlerin önderi Allah Rasulü'nün bile Taif
derisinden bir çadırı vardı. O, bu çadırı ile birlikte yolculuğa çıkar ve onda
gölgelenirdi. Adam, şaşırıp kaldı ve cevap vermekten acze düştüğünü görünce,
onu arkadaşımla başbaşa bırakarak yanından çıkıp gittim.
3- Davarların
Yünlerinden, Tüylerinden, Kıllarından ve Diğer Azalarından Yararlanmak:
"Ve yünlerinden,
tüylerinden ve kılIarından bir süreye kadar ... bir meta verdi" buyruğu
ile Yüce Allah, koyunların yünleri, develerin tüyleri, keçilerin kılları ile
yararlanmaya izin vermektedir. Tıpkı bunlardan daha önemli şeylerden
yararlanmaya izin verdiği gibi. Bu da bunları boğazlayarak etlerini yemek
suretiyle yararlanmaktır. Yüce Allah, burada pamuk ve keteni söz konusu
etmemektedir. Çünkü bunlar, bu buyruklarla (ilk) muhatap olan Arap
topraklarında bulunmamaktaydı. Yüce Allah da üzerlerine ihsan etmiş olduğu
nimetleri sayıp dökmektedir. Onlar, kavrayabilecekleri ve bilip tanıdıkları
hususlarla muhatap alınmışlardır. Bunların yerlerini tutan ve bunlar gibi iş
gören şeyler de kullanım ve nimet bakımından bunlar gibi değerlendirilmelidir.
Bu buyruk, şanı Yüce Allah'ın: "Ve gökten, içinde dolu bu lunan bazı
dağlardan, (dolu) indirir" (en-Nur, 43) buyruğuna benzemektedir. Yüce
Allah, onlara bu hitabında "dolu" dan sözetmektedir. Çünkü onlar,
dolunun yağışını bilirlerdi. Ve bu onlarda çokça görülürdü. Ancak, kardan söz
edilmemektedir. Çünkü, ülkelerinde kar görülmüyordu. Halbuki, nitelik ve
menfeati itibariyle kar da dolu gibidir. Peygamber (s.a.v.) da, temizleyicilik
konusunda, kar'ı ve dolu'yu birlikte sözkonusu ederek şöyle buyurmuştur:
"Allah'ım beni, (günahlarımı) su ile, karla ve dolu ile yıka."
İbn Abbas der ki: Kar,
semadan inen beyaz bir şeydir, ama ben onu hiç görmedim.
Şöyle de açıklanmıştır:
Yüce Allah'ın, pamuk ve keteni anmayışı, ancak rahat ve lüksten yüzçevirmek
dolayısıyla olmuştur. Zira, Allah'ın salih kullarının giyecekleri yünden
ibarettir. Ancak, bu tartışılır bir kanaattir. Çünkü, Yüce Allah: "Ey
Ademoğulları, size avret yerlerinizi örtecek bir libas ile, giyinip
süsleneceğiniz birelbise indirdik"(el-A'raf, 56) diye buyurmaktadır.
Nitekim buna dair açıklamalar, A'raf Suresi'nde (anılan ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır. Bu surede ise Yüce Allah: "Sizi sıcaktan koruyacak
elbiseler ... " (81. ayet) diye buyurmakta ve "elbiseler"
kelimesinde pamuk ile ketene işaret etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
"Giyecek, döşenecek
... " ile ilgili olarak el-Halil şöyle demektedir:
Yani, bir birine
eklenmiş, katılmış meta demektir. Bu da; "Çoğaldı" kökünden
gelmektedir. Şair der ki: "Birbirine geçmiş hurma salkımı gibi pek çok ve
oldukça siyah, Sırtın(ın) sağını da solunu da süsleyen bir saç ... "
İbn Abbas bu kelimenin,
elbise anlamına geldiğini söylemiştir ki, az önce geçmiş bulunmaktadır.
Bu ayet-i kerime yün,
tüy ve kıllardan her durumda yararlanmanın caiz olduğunu ihtiva etmektedir.
Bundan dolayıdır ki, bizim (mezhebimize mensup Maliki) ilim adamlarımız şöyle
demişlerdir: Meytenin yünü ve kılları tahirdir. Her durumda ondan faydalanmak
caizdir. Ona pislik bulaşmış olma ihtimali dolayısıyla da yıkanır. Um Seleme
de, Peygamber (s.a.v.)'dan bunu böylece rivayet etmiştir. Buna göre Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: "Tab aklandığı takdirde, meytenin derisinde,
yıkandığı takdirde de yün ve kıllarında (kullanmak açısından) bir beis
kalmaz." Çünkü bunlar, ölümün sirayet etmediği şeylerdendir. Bu kılların,
eti yenilen hayvanlardan olması ile eti yenilmeyen canlıların kılı olması
arasında fark yoktur. İnsanın kılı, domuz kılı gibi. Bütün bunlar tahirdir. Ebu
Hanife de bu görüştedir. Ancak, o bizden daha ileriye giderek şöyle demektedir:
Boynuz, diş ve kemik de saç ve kıl hükmündedir. Çünkü bütün bunlarda ruh
yoktur. Dolayısıyla hayvanın ölümünden ötürü bunlar necis olmazlar.
Hasan-ı Basrı, Leys b.
Sa'd ve el-Evzai de şöyle demektedirler: Bütün kıllar necis olmakla birlikte,
yıkanmakla tahir olurlar.
Şafii'den ise bu konuda
üç rivayet vardır: Birincisine göre saçlar (kıllar), yün, tüy tahirdir, ölümle
necis olmazlar. İkincisine göre necis olurlar, üçüncüsüne göre ise, Ademoğlunun
saçı ile başkalarınınki arasında fark vardır. Ademoğlunun saçı tahirdir,
diğerleri ise necistir.
Bizim delilimiz, Yüce
Allah'ın: "Yünlerinden" ayetindeki umumi ifadedir.
Şanı Yüce Allah,
bunlardan yararlanma nimetini hatırlatarak, bize minnet etmekte ve meytenin kıl
ve tüylerini, şer'i usule göre kesilmiş olandan ayrı mütalaa ederek tahsis
etmemektedir. O halde bu buyruk, -bunu engelleyecek bir delil ortaya
konulmadıkça- umumidir. Diğer taraftan asl olanın, bunların ölümden önce tahir
oldukları hususunda icma' vardır. Ölüm dolayısıyla bunların necasete
dönüştüklerini iddia eden kimselerin bu konuda delil getirmeleri gerekir. Yüce
Allah'ın: "Meyte (leş) ... size haram kılındı" (el-Maide, 3) buyruğu
vardır. Ve bu da onların tümünü ifade eden bir tabirdir, denilecek olursa, biz
şöyle cevap veririz: Sözünü ettiğimiz buyrukla bu umumu tahsis ederiz. Çünkü,
"yün" sözkonusu edilmek suretiyle, bu konuda açık bir nas
bulunmaktadır. Sizin delil diye ileri sürdüğünüz ayet-i kerimede ise, bundan
açıkça söz edilmediğine göre, bizim delilimizin kabulü öncelikle söz konusudur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Bağdat'ta, Şafii
mezhebinin önder ilim adamı Şeyh İmam Ebu İshak, kılın yaratılış itibari ile
hayvana bitişik bir parçası olduğunu esas almaktadır. Çünkü bu kıl ve tüy,
hayvanın gelişmesiyle gelişir ve diğer bölümleri gibi ölümü ile necis olur.
Ona, şöylece cevap
verilmiştir: Gelişip büyüme, hayat taşımanın delili değildir. Çünkü bitki de
gelişir ve büyür, fakat o hayatta bir varlık olarak kabul edilmez. Onlar, bu
görüşlerine, hayvanın üzerinde onunla birlikte bulunan şeyin gelişmesini esas
alacak olurlarsa, biz de, hayat olmadığına delil olan duyarsızlığın delil
olduğu, hayattan ayrı oluşu esas kabul ederiz. Hanefilerin sözünü ettikleri
kemik, diş ve boynuzun, kıla benzediğine gelince; mezhebimizde meşhur olan
görüş, bunların da et gibi necis olacaklarıdır.
Bununla birlikte, İbn
Vehb, Ebu Hanife ile aynı görüşü ifade etmiştir. Bizim mezhebimizde üçüncü bir
görüş daha vardır: Boynuzların uçları ve tırnaklar, acaba bunların kökleri gibi
mi kabul edilir, yoksa kılları gibi mi? Bu konuda mezhebimizde iki görüş
vardır. Aynı şekilde kıla benzeyen kuş tüyleri saç hükmünde, kemiğe yakın
olanın hükmü de kemik hükmündedir. Bizim delilimiz ise, Hz. Peygamber'in:
"Meytenin hiçbir şeyinden yararlanmayınız" hadisidir. Bu, meyte
hakkında ve onun bütün cüzlerine dair umumi bir hükümdür. Bundan hakkında delil
bulunan şeyler istisna edilir. Bu istisnanın kat'i delillerinden birisi de,
Yüce Allah'ın: "Dedi ki: Çürümüş haldeki kemikleri kim diriltecek''
(Yasin, 78) buyruğudur. Bir başka yerde de Yüce Allah: "Kemiklere de bak.
Onları nasıl birleştirip yerliyerine koyuyoruz" (el-Bakara 259) ile;
"Kemiğe de et giydirdik" (el-Mu'minun, 14) ve "Çürümüş, dağılmış
kemikler olduktan sonra mı ... "(en-Naziat, 11) diye buyurmaktadır. O
halde, asl olan kemiklerdir. Ruh ve hayat, tıpkı et ve deride olduğu gibi,
kemiklerde de vardır. Abdullah b. Ukeym yoluyla gelen hadiste de şöyle
buyurulmaktadır: "Meytenin, postundan, da sinirlerinden de
yararlanmayınız.''
Sahihte, Peygamber
(s.a.v.)'ın, Hz. Meymune'ye ait olan koyun hakkında:
"Neden onun
postundan yararlanmadınız" demesi üzerine onlar: Ey Allah'ın Rasulü, o bir
meytedir (leş) deyince, Hz. Peygamber de: "Sadece onun yenilmesi haram
kılınmıştır" diye cevap verdi. Kemik yenilmez denilecek olursa, biz de
şöyle deriz:
Hayır, kemik yenilir.
Özellikle süt emmekte olan devenin, oğlağın ve kuşların kemikleri yenilebilir.
Büyüklerinin kemikleri, közde kızartılarak yenilir. Bundan önce zikrettiğimiz
buyruklar, kemikte hayatın bulunduğuna delildir. Hayat sebebiyle temiz olan ve
yenilip kullanılması da boğazlanmak suretiyle mübah olan bir şey ise, ölüm
dolayısıyla necis olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
4- Davarların
Derileri:
Yüce Allah'ın:
"Davar derilerinden ... " buyruğu, canlı ve ölü deriler hakkında
umumidir. O bakımdan, tabaklanmayacak olsa dahi, meytenin (leşin) deri (ve
postu)ndan yararlanmak caizdir. İbn Şihab ez-Zühri ve el-Leys b. Sa'd da böyle
demiştir. Tahavi de şöyle demektedir: Biz, fukahadan herhangi bir kimsenin
-el-Leys müstesna- tabaklanmadan önce, meytenin postunun satılmasının caiz
görüldüğünü söyleyen kimseden nakledilmiş bir görüş bulumadık. Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: O, bu sözleriyle, tabiinden sonra gelen, İslam yurdunun
belli başlı bölgelerindeki fetva imamı fukahayı kastetmektedir. İbn Şihab'a
nisbet edilen görüş, ondan sahih olarak nakledilmiştir. Ancak bu, ilim
adamlarının çoğunluğunun kabul etmediği bir görüştür. Her ikisinden de (İbn
Şihab ve el-Leys'ten de) bu görüşün muhalifi kanatte oldukları rivayet
edilmişse de birinci görüşleri daha meşhurdur.
Derim ki: Darakutni,
Sünen'inde, Yahya b. Eyyub'un, Yunus ve Akil'den, onların, ez-Zühri'den rivayet
ettikleri hadis ile Bakiyye'nin, ez-Zebidi'den rivayet ettiği hadis, Muhammed
b. Kesir el-Abdi ile Ebu Seleme el-Minkari'nin, Süleyman b. Kesir'den, onun,
ez-Zühri'den rivayet ettikleri hadis'i zikretmektedir. Bu hadislerden sonra da:
Bunlar, sahih senetlerdir, demektedir. (Darakutni, I, 41 - 44)
5- Meytenin Derisi
Tabaklanmakla Tahir Olur mu:
Meytenin derisi, postu,
tabaklanmakla tahir olur mu, olmaz mı hususunda ilim adamlarının farklı
görüşleri vardır. İbn Abdilhakem, Malik'ten, bu hususta İbn Şihab'ın görüşüne
benzer bir görüş nakletmektedir. İbn Huveyzimendad, kitabında bunu yine İbn
Abdülhakem'den nakletmektedir. İbn Huveyzimendad der ki: Bu, aynı zamanda
ez-Zühri ve el-Leys'in de görüşüdür. Malik'in kuvvetli olan görüşü ise İbn
Hakem'in naklettiği görüşüdür. Bu da tabaklamanın meytenin derisini tahir
kılmamakla birlikte, kuru şeylerde ondan yararlanmayı mubah kıldığı ancak
üzerinde namaz kılınamayacağı ve içinde yemek yenemeyeceği şeklindedir. İbn
Kasım'ın el-Müdevvene'sinde de şöydenilmektedir: "Bir kimse tabaklanmamış
meyte derisini gasb edip de bunu telef edecek olursa onun kıymetini ödemesi
gerekir." Bu görüşün Malik'in görüşü olduğu da nakledilmiştir.
Ebu'l-ferec'in naklettiğine göre ise Malik: Bir kimse başkasına ait bir meyte
derisini gasb edecek olursa ona bir şey düşmez. İsmail ise bu tabaklanmamış
meyte derisinin bir mecusiye ait olması hali müstesnadır demiştir.
İbn Vehb ile İbn
Abdilhakem ise Malik'den böyle bir deriyi satmanın caiz olduğu görüşünü rivayet
etmektedirler. Bu ise -sadece domuz istisnası ilebütün meyte derileri hakkında
böyledir. Çünkü tezkiyenin (şer'i kesimin) domuzda herhangi bir etkisi olmaz.
Tabaklamanın herhangi
bir etkisinin olmaması ise öncelikle söz konusudur.
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Tezkiye edilmiş herbir hayvanın derisinin abdest ve başka
maksatlar için kullanılması caizdir. Bununla birlikte Malik tabaklandıktan
sonra meyte derisinden yapılmış kaptan abdest almayı mekruh görürdü. Bununla
birlikte ondan farklı görüşler nakledilmiştir. Bir seferinde o: Ancak kendisi
için böyle bir kabtan abdest almayı mekruh gördüğünü ve böyle bir deri üzerinde
namaz kılmak ve onu satmak mekruhtur, demiştir. Bu hususta arkadaşlarından
(mezhebine mensub ilim adamlarından) bir grup da ona uymuşlardır. Ancak
Medineli Malikilerin önemli bir çoğunluğu bunun mubah olduğu, kullanılmasının
da caiz olduğu görüşündedirler. Çünkü Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Herhangi bir hayvan postu tabaklanacak olursa o temiz olur." Hicaz
ve Irak'ın fıkıh ve hadis alimlerinin birçoğu da bu görüştedir. İbn Vehb'in
tercih ettiği görüş de budur.
6- Meytenin Derisinden
Yararlanmanın Caiz Olmadığına Dair Rivayetler ve Ahmed b. Hanbel'in Bu
Doğrultudaki Kanaati:
İmam Ahmed b. Hanbel
-Allah ondan razı olsun- tabaklanacak olsa dahi meyte derisinden yararlanmanın
hiçbir şekilde caiz olmadığı kanaatindedir. Çünkü ona göre derisi de eti
gibidir. Ancak tabaklandıktan sonra yararlanabileceğini belirten rivayetler
onun görüşünü reddetmektedir. Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud'un rivayet ettiği
Abdullah b. Ukeym'in hadisini delil göstermektedir. Abdullah dedi ki: Cüheyne
topraklarında ben henüz genç bir delikanlı iken Rasulullah (s.a.v.)ın bize
mektubu okundu: "Meytenin derisinden de sinir ve damarlarından da
yararlanmayın." Bu hadisin bir diğer rivayetinde de: "Vefatından bir
ay önce" kaydı da vardır. Bunu el-Kasım bin Muhaymire Abdullah b.
Ukeym'den rivayet etmiştir. O dedi ki: Bizim bir takım hocalarımızın bize
anlattıklarına göre Peygamber (s.a.v.) onlara yazdı... Davud b. Ali dedi ki:
Ben Yahya b. Main'e bu hadis hakkında sordum, o bu hadisin zayıf olduğunu
belirterek şöyle dedi: Hiçbirkıymeti yoktur. Çünkü o: Bana hocalar anlattı,
demektedir.
Ebu Ömer (ibn
Abdi'l-Berr) der ki: Bu hadis sabit olsa dahi İbn Abbas, Aişe, Seleme b.
el-Muhabbik ve diğerlerinden gelen rivayetlere muhalif olma ihtimali vardır.
Çünkü İbn Ukeym'in "Meytenin derisinden ... faydalanmayınız" diye
rivayet ettiği hadisin "tabaklanmadan önce" anlamında olma ihtimali
vardır. Muhalif olmama ihtimali eğer varsa, biz onu bu hadislere muhalif olarak
değerlendirme imkanına sahip olmayız ve mümkün olduğunca her iki haber
gereğince amel etmeye çalışmalıyız. Abdullah b. Ukeym'in rivayet ettiği hadis
her ne kadar Rasulullah (s.a.v.)ın vefatından -rivayette de belirtildiği gibi-
bir ay önce varid olduğu söz konusu ise de Hz. Meymune'nin olayı ile İbn
Abbas'ın ondan: "Herhangi bir deri tabaklandı mı artık o tahir olur"
hadisini vefatından bir cuma önce hatta bundan da daha kısa bir süre önce
işitmiş olma ihtimali vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
7- Domuzun Derisi:
Bizce meşhur olan görüş,
domuzun derisinin hadisin kapsamına girmediği ve hadisteki umumi mananın bunu
kapsamadığı şeklindedir. Şafii mezhebine göre köpeğin durumu da böyledir.
el-Evzai ve Ebu Sevr'in kanaatine göre ise tabaklanmak ile ancak eti yenen
hayvanların derileri tahir olur. Ma'n b. İsa'nın Malik'ten rivayet ettiğine
göre ona domuzun derisinin tabaklanması halinde hükmünün ne olduğu sorulmuş, o
da bunu mekruh görmüştür. İbn Vaddah der ki: Ben Suhnun'u onda bir mahzur
yoktur derken dinledim. Muhammed b. el-Hakem, Davud b. el-Ali ve mezhebine mensub
(Zahiri) ilim adamları da böyle demişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber: "Hangi
deri (ihab) olursa olsun tabaklandı mı, o tahir olur" diye buyurmuştur.
Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: Hz. Peygamber bu sözleri ile kendilerinden
yararlanılmaya alışılmış ve genel olarak derileri kastetmiş olma ihtimali
vardır. Domuz bu anlam çerçevesinde değildir. Çünkü domuzun derisinden
yararlanmak alışılmış bir şey değildir. Zira tezkiye (şer'i kesim) nin onda bir
etkisi olmuyor. Bir başka delil en-Nadr b. Şumeyl'in söylediği şu sözlerdir:
"İhab" inek, koyun ve deve derisine denilir. Bunun dışında kalanlara
ise "cild" denilir, "ihab" denilmez.
Derim ki: Aynı şekilde
köpeğin derisi ile eti yenmeyen diğer hayvanların derilerinden yararlanmak
alışılagelmiş birşey değildir. O bakımdan bunlar tabaklanmakla temiz olmazlar.
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Yırtıcı hayvanlardan parçalayıcı azı
dişi olan hayvanın yenilmesi haramdır"
O halde, tıpkı domuzun
tezkiyesi şer'i kesim sayılmadığı gibi, bu gibi hayvanların da tezkiye edilmesi,
şer'i kesim sayılmaz. Nesai de, el-Mikdam b. Madikerib'den şöyle dediğini
rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.) ipeği, altını ve parsların postlarının
serilerek üzerlerine oturulmasını yasaklamıştır.
8- Meytenin Derisini Temizleyen
Tabaklamanın Mahiyeti:
Fukaha meytenin derisini
tahir kılan tabaklamanın mahiyetinin ne olduğu hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Maliki mezhebine mensub ilim adamları -ki, mezhebinin meşhur
görüşüdür- şöyle demişlerdir: Tuz yahut selem ağacı yaprağı yahut şap veya
bundan başka, deriyi tabaklamaya yarayan her ne ile deri tabaklanırsa
tabaklansın o deriden yararlanmak caizdir.
Ebu Hanife ile
arkadaşlarının böyle dediği gibi, Davud (b. Ali ez-Zahiri)nin görüşü de budur.
Şafiinin bu meselede iki
görüşü vardır. Birinci görüşü nakledilen görüş ile aynıdır. Diğerine göre ise
ancak şap ve selem ağacı yaprağı ile tabaklama deriyi tahir kılar. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) döneminde alışılagelmiş tabaklama şekli bu idi. el-Hattabı
de -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- en-Nesai'nin Peygamber (s.a.v.)nın
hanımı Meymune yolu ile gelen hadisi buna göre açıklamıştır. Bu hadise göre
Rasulullah (s.a.v.) Kureyş'e mensub bir takım adamların adeta bir at kadar olan
koyunlarını çekerlerken yanlarından geçmiş ve onlara: "Keşke bunun postunu
alsanız" deyince, onlar: Bu bir meytedir, diye cevap verince, Rasulullah
(s.a.v.): "Bunu su ve selem ağacı yaprağı temizler" diye buyurdu.
9- Ev Eşyası ve
Benzerleri:
Yüce Allah'ın:
"Döşenecek. .. " buyruğundaki "esas" ev eşyası demektir.
Bunun tekili de; (...) şeklinde gelir. Ebu Zeyd el-Ensarı'nin görüşü budur.
el-Umevı ise şöyle demektedir: Esas, ev eşyasıdır. Bunun çoğulu; (...) ile,
(...) şeklinde gelir. Başkaları ise şöyle demektedir: Bütün mal çeşitlerine
el-Esas denilir. Bunun kendi lafzından tekili yoktur. el-Halil de şöyle
demektedir: Bu kelime, aslından eşyanın çokluktan dolayı ve çoğalıncaya kadar
birbiri üstüne toplanması anlamındadır. Çok saç anlamındaki; (...) ifadesi de
buradan gelmektedir. Bir kimsenin saçları çoğalıp birbirine sarılacak olursa;
(...) denilir. Nitekim İmruu'l-Kays da şöyle demiştir: "Birbirine geçmiş
hurma salkımı gibi pek çok ve oldukça siyah, Sırtın(ın) sağını da, solunu da
süsleyen bir saç ... "
Esas'ın, giyilen ve
yaygı olarak kullanılan eşyalar olduğu da söylenmiştir. "Esas
edindim" demektir. İbn Abbas (r.a)'den rivayete göre bu kelime mal
anlamındadır.
"Bir süre" ile
ilgili açıklamalar, bundan önce (el-Bakara, 36. ayet, 6. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır. Burada bu kelime, -her insan hakkında kendi durumuna göre-
muayyen olmayan bir süre demektir. Bu da kişinin ya ölümüdür yahut da
"esas" kabul edilen bu eşyayı kaybettiği, elinden yitirdiği süredir.
Şairin şu beyitinde de
bu kelimenin kullanıldığını görüyoruz: "O hevdeçlerde bulunanlar, üzdü mü
seni, Güzel giyecek ve yazgılarla ayrıldıkları gün?"
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN