ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

İBRAHİM

37

رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ

 

37. "Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını senin mukaddes evinin yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye. Artık Sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve şükrederler umuduyla kendilerini bir takım meyvelerle rızıklandır."

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

 

1- Ekin Bitmez Bir Vadiye Yerleştirilen Zürriyet:

Tevekkül Adıyla Çoluk-Çocuğu Zayi Etmek Caiz Olmaz:

2- Zemzem Suyu:

3- Hz. ibrahim 'in Beyt'in Yakınında Yerleştirdiği Zürriyeti:

4- Mukaddes Ev:

5- Namazın Kılınması:

6- Mekke ve Medine Mescidlerinde Namazın Fazileti:

 

1- Ekin Bitmez Bir Vadiye Yerleştirilen Zürriyet:

 

Buhari'nin, İbn Abbas'tan rivayetine göre kadınlar arasında beline ilk kemer bağlayan kişi Hz. İsmail'in annesidir. O Sara'nın izini farketmemesi için (etekleri yere sürünmesin diye) bir kemer edinmişti. Sonra İbrahim onu ve oğlu İsmail'i -henüz ona süt emziriyor iken- alıp onları Beyt'e getirip Beyt'in yakınında, Mescid'in yukarı taraflarında, Zemzem'in üst yanında büyükçe bir ağacın yanına bıraktı.

 

O gün Mekke'de hiçbir kimse yoktu ve orada su da yoktu. İşte ikisini de oraya bıraktı, yanlarına da içinde bir miktar hurma bulunan bir torba ile içinde su bulunan bir kırba koydu. Sonra İbrahim geri dönüp gitti.

 

İsmail'in annesi onun arkasından gidip: Ey İbrahim dedi. İçinde hiçbir insanın ve hiçbir şeyin bulunmadığı bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun? İsmail'in annesi bu sözleri ona defalarca tekrarladığı halde İbrahim ona dönüp bakmıyordu bile. Bu sefer ona: Bunu Allah mı sana emretti? diye sorunca, o: Evet dedi. Bunun üzerine: O halde O bizi zayi etmez, diyerek geri döndü.

 

İbrahim de yoluna koyulup gitti. Nihayet kendisini görmeyecekleri tepenin yanına geldiğinde yüzünü Beyt'e dönerek, bu duaları yaptı. Ellerini kaldırarak: "Rabbim, ben zürriyetimden bir kısmını ... ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim ... ve şükrederler umuduyla kendilerini bir takım meyvelerle rızıklandır" diye dua etti. İsmail'in annesi de, İsmail'i bir taraftan emziriyor, diğer taraftan da o sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su bitince, annesi de susadı, oğlu da susadı. Oğlunun kıvranmaya başladığını gördü, onu görmemek için kalkıp gitti.

 

O yerde kendisine en yakın tepe olarak Safa'yı gördü. üzerine çıktı, sonra da kimseyi görür mü diye vadiye doğru yöneldi, ancak kimseyi göremedi. Safa'dan indi, nihayet vadiye ulaştığında elbisesinin yanını yukarı doğru çekerek oldukça gayret gösteren birisi gibi koşuştu. Sonra vadiyi aştı ve arkasından Merve'ye ulaştı, onun üzerinde durdu ve kimseyi görür mü diye baktı. Yine kimseyi göremedi, aynı işi yedi defa tekrarladı.

 

İbn Abbas dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İşte iki tepe arasında insanların sa'y etmeleri budur (buradan gelmektedir.)"

 

Merve'nin üzerine çıktığında bir ses duydu -kendi kendisine-: Sus dedi, sonra da kulağını kabarttı. Yine bir ses işitti, bu sefer şöyle dedi: Sen sesini bana duyurdun, eğer bana yardıma koşabileceksen (yardıma gel.) Bir de baktı ki Zemzem'in yanıbaşında melek duruyor. Ayağının ökçesi -veya kanadıile (yeri) eşti ve nihayet su çıktı. Annesi suyun önünde havuz yapmaya ve eliyle suyu avuçlayıp kabına doldurmaya başlıyordu. Su ise o avuçladıktan sonra yine kaynamasına devam ediyordu.

 

İbn Abbas dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah İsmail'in annesine rahmet buyursun, şayet Zemzem'i bıraksaydı -yahut ta: Eğer sudan avuçlamamış olsaydı, dedi- Zemzem sürekli kaynayıp duran bir pınar kalacaktı." Derken annesi de o sudan içti, oğluna su verdi. Melek de ona şöyle dedi: Zayi olmaktan yana korkun olmasın. Çünkü burası Allah'ın evidir. Bu çocuk ve onun babası bu evi bina edeceklerdir, hiç şüphesiz Allah bu evin ehlini zayi etmeyecektir... diyerek hadisi uzun uzadıya nakletti.

 

Tevekkül Adıyla Çoluk-Çocuğu Zayi Etmek Caiz Olmaz:

 

Tevekkülün gerçek mahiyeti ile ilgili olarak sufilerin aşırıya kaçmış olanlarının söyledikleri gibi; herhangi bir kimse çoluk-çocuğunu zayi olacakları bir yerde Aziz ve Rahim olan Allah'a tevekkül ederek ve İbrahim el-Halil'in fiiline uyarak, bırakmak hususunda buna delil diye yapışması hiç kimseye caiz değildir. Çünkü Hz. İbrahim bunu Yüce Allah'ın emri üzere yapmıştır. Hadis-i şerif'te: "Sana bunu Allah mı emretti diye sorunca, onun: Evet" diye cevap verdiği belirtilmektedir. Yine rivayet edildiğine göre Hz. Hacer, Hz. İsmail'i doğurduktan sonra, Hz. Sara onu kıskanınca İbrahim (a.s) onu alıp Mekke'ye götürdü. Rivayete göre Hz. İbrahim ile Hz. Hacer ve çocuk Burak'a bindiler. Bir tek günde Şam'dan Mekke vadisinin içine ulaştılar. Oğlunu ve cariyesini de orada bırakıp aynı gün Burağa binip geri döndü. Bütün bunlar Yüce Allah'ın vahyine dayanarak yapılmıştı. Hz. İbrahim geri döndüğünde bu ayet-i kerımenin muhtevasında belirtilen duayı yaptı.

 

2- Zemzem Suyu:

 

Yüce Allah işleri temellendirmeyi, orada kalmayı hazırlamayı ve Beyt-i Mükerrem'in yerini tesbit edip Haram beldenin mekanını ortaya çıkarmak isteyince, meleği gönderdi. O da suyun üzerini eşti ve bu suyu da gıda seviyesine getirdi.

 

Sahih hadiste rivayet edildiğine göre Ebu Zerr (r.a) geceli-gündüzlü otuz gün süreyle Zemzem ile yetindi. Ebu Zerr der ki: Zemzem suyundan başka yiyecek bir şey bulamıyordum. Şişmanlamaktan vücudumda boğumlar ortaya çıkıncaya kadar şişmanladım ve bu arada da içimde açlığın hiçbir etkisini de duymadım ... diyerek hadisin geri kalan bölümlerini nakletmektedir.

 

Darakutni de İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Zemzem suyu ne için içilir ise onun için (iyi gelir.) Eğer sen onunla şifa bulmak ümidiyle o suyu içersen, Allah da sana şifa verir. Eğer sen onu doymak kastıyla içersen, Allah onun vasıtasıyla seni doyurur. Şayet sen onu susuzluğunu kesmek için içersen, susuzluğunu keser. Çünkü o Hz. Cebrail'in ayağıyla vurduğu ve Yüce Allah'ın İsmail'e içmek üzere ihsan ettiği sudur. "(Darakutni, II, 289)

 

Darakutni, İkrime'den şöyle dediğini rivayet eder: İbn Abbas, Zemzem suyundan içtiğinde şöyle derdi: 'Allah'ım Sen'den faydalı bir ilim, geniş bir rızık ve her türlü hastalıktan şifa dilerim. "(Darakutni, II, 288)

 

İbnu'l-Arabı der ki: Zemzem suyunda niyeti sahih olan, kalbi selim olan, bunu yalanlamayan ve denemek kastıyla içmeyen herkes için bu özellikler vardır. Şüphesiz Allah tevekkül edenlerle beraberdir ve O denemek kastıyla bu işe kalkışanları da rüsvay edendir.

 

Ebu Abdullah Muhammed b. Ali et-Tirmizı de der ki: Bana babam -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- anlattı, dedi ki: Karanlık bir gecede tavafa girdim. İdrarım beni meşgul edecek kadar sıkıştırdı, kendimi tutmaya koyuldum. Nihayet beni rahatsız etti, mescidden çıkacak olursam bazı kimselerin ayaklarına da basmaktan korktum. Çünkü o günler hac günleriydi. Bu sefer bu hadisi hatırladım, Zemzeme girdim içebildiğim kadar içtim. Sabaha kadar bu halimden rahatsız olmadım.

 

Abdullah b. Amr'dan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Zemzem'de, Rüknün karşı tarafında cennetteki bir pınar vardır.

 

3- Hz. ibrahim 'in Beyt'in Yakınında Yerleştirdiği Zürriyeti:

 

"Zürriyetimden bir kısmını" buyruğundaki; "... den bir kısmını" teb'ız (kısmilik) içindir, yani ben zürriyetimin bazısını burada yerleştirdim. Bu sözleriyle Hz. İsmail ile annesini kastetmektedir. Çünkü Hz. İshak Şam diyarında idi. Buradaki bu edatın sıla olduğu da söylenmiştir. "Zürriyetimi ... yerleştirdim" demek olur.

 

4- Mukaddes Ev:

 

Yüce Allah'ın: "Senin mukaddes evinin yanında" buyruğu, Beyt'in -rivayet olunduğuna göre- tufan'dan önce ve ondan eski olduğunun de li li dir. Bu anlamdaki açıklamalar bundan önce el-Bakara Süresi'nde (127. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Burada Hz. İbrahim, Beyt'i Yüce Allah'a izafe etmiştir. Çünkü bu Beyt'e ondan başka kimse malik olamaz. Onu mukaddes (muharrem) olmakla da nitelendirmiştir. Yani başka yerlerde helal olan cima ve buna benzer helal kabul edilen bazı şeyler orada haramdır.

 

Bir diğer açıklamaya göre bu Ev zorbalara karşı muharremdir (korunmuş ve saygı değerdir.) Saygınlığının çiğnenmesine ve hakkının hafife alınmasına karşı korunmuştur. Bu açıklamayı Katade ve başkaları yapmıştır. Yine bu hususa dair açıklamalar daha önceden el-Maide Süresi'nde (97. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

5- Namazın Kılınması:

 

Yüce Allah'ın: "Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye" buyruğunda (Hz. İbrahim) dinin diğer hükümleri arasında özellikle zikretmesi, bu dinde namazın fazileti ve önemli yeri dolayısıyladır. Namaz Allah'ın kulları nezdindeki ahdi (emaneti)dir. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Beş vakit namaz vardır ki, Allah onu kullara (farz olarak) yazmıştır...''

 

Yüce Allah'ın: "Namazı dosdoğru kılsınlar diye" buyruğundaki "lam" harfi "key lam'ı"dır. Bu konuda kuvvetli görülen görüş budur ve bu lam "yerleştirdim" anlamındaki fiile taalluk etmektedir. Bununla birlikte emir lam'ı olması da mümkündür. (O takdirde anlam ... "namazı dosdoğru kılsınlar" demek olur.) Bu sözleriyle Hz. İbrahim, sanki Yüce Allah'a onların namazı dosdoğru kılmaya muvaffak kılınmalarını arzu etmiş ve dilemiş gibidir.

 

6- Mekke ve Medine Mescidlerinde Namazın Fazileti:

 

Bu ayet-i kerime, Mekke'de kılınan namazın başka yerlerdeki namazlardan daha faziletli olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. çünkü Yüce Allah'ın:

 

"Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar diye" buyruğunun anlamı şudur: Ben, zürriyetimi Senin mukaddes Evinin yanında burada namazı dosdoğru kılsınlar diye yerleştirdim.

 

İlim adamları Mekke'de kılınan namazın mı, yoksa Peygamber (s.a.v.)in Mescidinde kılınan namazın mı daha faziletli olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptir.

 

Genel olarak eser ehli (yani rivayetlerin ihtiva ettiği hükümleri esas alanlar) Mescid-i Haram'da namaz kılmanın Rasulullah (s.a.v.)ın Mescidinde namaz kılmaktan yüz kat daha faziletli olduğu görüşündedirler. Onlar bu hususta Abdullah b. ez-Zübeyr'in rivayet ettiği şu hadisi delil gösterirler. Abdullah dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Benim bu Mescidimde kılınan bir namaz -Mescid-i Haram müstesna- onun dışındaki diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Mescid-i Haram'daki bir namaz ise benim bu Mescidimde kılınan namazdan yüz kat daha faziletlidir.''

 

İmam Hafız Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Bu hadisi Habib el-Muallim, Ata b. Rebah'tan, o Abdullah b. ez-Zübeyr'den senediyle rivayet etmiş ve onun ceyyid olduğunu belirtmiştir. Ne lafzında, ne de manasında hiçbir karışıklık yapmamıştır. Habib güvenilir (sika) birisi idi. İbn Ebi Hayseme der ki: Ben Yahya b. Main'i şöyle derken dinledim: Habib el-Muallim sika bir ravidir. Abdullah b. Ahmed de der ki: Ben babamı şöyle derken dinledim: Habib el-Muallim sika bir ravidir, onun rivayet ettiği hadisler ne kadar sahihtir. Ebu Zür'a er-Razı'ye de, Habib el-Muallim hakkında sorulmuş, o da: Basralıdır ve güvenilir bir ravidir, demiştir.

 

Derim ki: Habib el-Muallim'in rivayet ettiği bu hadisi, Ata b. Ebi Rebah'tan, o Abdullah b. ez-Zübeyir'den, o da Peygamber (s.a.v.) yoluyla olmak üzere Hafız Ebu Hatim Muhammed b. Hatim et-Temimı el-Büstı "et-Müsned es-Sahih" adlı eserinde rivayet etmiştir. Buna göre hadis sahihtir; anlaşmazlık ve ayrılık halinde ise delil olacak olan da budur. Yüce Allah'a hamdolsun.

 

Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr der ki: İbn Ömer'den ve o Peygamber (s.a.v.)den olmak üzere İbn ez-Zübeyr'in hadisinin bir benzeri rivayet edilmiştir. Bunu Musa el-Cühenı, Nafi'den, o İbn Ömer'den yoluyla rivayet etmiştir. Musa el-Cühenı ise Kufelidir ve güvenilir bir ravidir. el-Kattan, Ahmed, Yahya ve onların benzeri bir topluluk ondan övgüyle söz etmiştir. Şu'be, esSevrı ve Yahya b. Said ondan hadis rivayet etmiştir. Hakim b. Seyf rivayet ediyor: Bize Ubeydullah b. Amr anlattı, o Abdu'l-Kerim'den, o Ata b. Ebi Rebah'tan, o Cabir b. Abdullah'tan dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Benim bu Mescidimde bir namaz -Mescid-i Haram müstesna- onun dışındaki diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Mescid-i Haram'da bir namaz ise onun dışındaki mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. ''

 

Burada sözü edilen Hakim b. Seyf, Rakkalı bir hadis bilginidir. Ondan Ebu Zür'a er-Razı de hadis rivayet etmiştir. İbn Vaddah da ondan hadis almıştır. Onlara göre o, rivayetinde mahzur olmayan, doğru sözlü bir hadis alimidir. Eğer o da (bu hadisi) hıfz etmiş ise o takdirde bunlar iki hadistir. Aksi takdirde makbul olan Habib el-Muallim'in söylediğidir.

 

Muhammed b. Vaddah da şöyle rivayet etmektedir: Bize Yusuf b. Adi anlattı, o Ömer b. Ubeyd'den, o Abdu'l-Melik'ten, o Ata'dan, o İbn Ömer'den dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Benim bu mescidimde bir namaz -Mescid-i Haram müstesna- onun dışındaki diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Onda (Mescid-i Haram'da) kılınan namaz daha faziletlidir. ''

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Bütün bunlar görüş ayrılığı halinde görüş ayrılığını sona erdiren ve kendisine doğru yol gösterilip de taassubu dolayısıyla doğrudan kaymayan kimseler nezdinde açık bir nasstır. İbn Habib, Mutarrif'den ve Esbağ'dan, İbn Vehb'den naklettiklerine göre, ikisinin (yani Mutarrif ile İbn Vehb'in) kanaatine göre Mescid-i Haram'da kılınan namaz, Peygamber (s.a.v.)in Mescidinde kılınan namazdan -bu konudaki hadislere binaen daha faziletli olduğu görüşünde idiler.

 

Malik ve diğer ilim adamları ise bayram namazları için Mekke dışında bütün şehirlerde dışarıya çıkılacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Mekke'de bayram namazları ise Mescid-i Haram'da kılınır. Hz. Ömer, Ali, İbn Mes'ud, Ebu'd-Derda ve Cabir (r.anhum) Mekke'de ve Mekke Mescidinde kılınan namazın daha faziletli olduğunu kabul ediyorlardı. Bunlar ise kendilerinden sonra gelenlere göre taklid edilmeye daha layık kimselerdir. Şafii de bu görüştedir, Ata'nın, Mekkeli ilim adamlarının ve Küfelilerin görüşü de budur. Bunun benzeri bir görüş de Malik'ten rivayet edilmiştir. İbn Vehb ise "Cami"inde Malik'ten şunu nakletmektedir: Adem (a.s) yeryüzüne indirilince: Rabbim burası sana ibadet olunmasını en çok sevdiğin bir yer midir? diye sordu, Yüce Allah: Hayır Mekke'dir diye buyurmuştu. Ancak Malik'ten ve diğer Medine'li alimlerden meşhur olan görüş, Medine'nin daha faziletli olduğudur. Basra'lılar ve Bağdat'lılar ise bu konuda farklı görüşlere sahiptir. Kimi kesim Mekke'nin daha faziletli olduğunu, bir diğer kesim ise Medine'nin daha faziletli olduğunu söylemektedir.

 

"Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini meylettir" buyruğundaki; "Gönüller" kelimesi (...) in çoğulu olup "kalpler" demektir. Şairin şu beyitinde de olduğu gibi kimi zaman "fuad" kalb hakkında kullanılabilir: "Şüphesiz ki aradan geçen bunca zamana rağmen beni sana doğru Şevk ile götüren bir gönül, elbetteki çok sabırlıdır."

 

Buradaki "gönüller" anlamındaki kelimenin (hey'et anlamındaki) "vefd" kelimesinin çoğulu olduğu ve bunun aslının; "Heyetler" olup "fe"nin "vav"dan öne geçirilip ondan sonra da "vav"ın aslına uygun olarak "ya "ya kalbedildiği söylenmiştir. Sanki: Artık sen de insanlardan bir kısmının hey'etler halinde onlara meyletmesini sağla ... demiş gibidir.

 

"Meyletmek"in mazisi; (...) şeklinde gelir. Adeta bir kuyunun boşluğunda imiş gibi oldukça hızlı koşan devenin durumunu anlatmak için de; (...) denilir. Yüce Allah'ın: "Onlara meylettir" buyruğundaki kelime de buradan alınmadır.

 

İbn Abbas ve Mücahid derler ki: Şayet bütün insanların gönüllerini demiş olsaydı, hiç şüphesiz Farisıler, RumIar, Türkler, Hintliler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Mecusiler burayı tıka basa doldururlardı. Fakat o "insanlardan" dedi, bunlar da müslümanlardır. Yüce Allah'ın: "Onlara meylettir" buyruğu ise kalplerinin onlara meyletmesini, Beyt'i ziyaret etmeye şevk duymasını sağla, demektir.

 

Mücahid bu buyruğu; (...) şeklinde "onları şiddetle sevsinler ve onları ta'zim etsinler" anlamında okumuştur.

 

"Ve şükrederler umuduyla kendilerini bir takım meyvelerle rızıklandır." Yüce Allah Taif'de onlara sair ağaç çeşitlerinin yetişmesini sağlayarak ve diğer bölgelerden oraya çeşitli mahsullerin getirilmesi suretiyle onun duasını kabul buyurdu.

 

Sahih-i Buhari'de, İbn Abbas'tan nakledilen uzunca hadiste -ki bir bölümünü önceden de zikretmiş idik- şöyle denilmektedir: "İsmail evlendikten sonra İbrahim gelip orada bıraktıklarını görmeye geldi. İsmail'i bulamadı, hanımına İsmail'i sordu. o: Bizim için bir şeyler bulmak üzere çıktı, dedi. Sonra onlara geçimleri ve hallerine dair soru sordu. Hanımı: Halimiz kötü, darlık ve sıkıntı içerisindeyiz diyerek, ona şikayette bulundu.

İbrahim (a.s) dedi ki: Kocan geldiğinde ona selam söyle ve ona kapısının eşiğini değiştirmesini söyle.

 

İsmail (eve) geldiğinde bir şeyler hisseder gibi oldu, size kimse geldi mi? diye sordu. Hanımı: Evet şöyle şöyle bir ihtiyar bize geldi. Bana seni sordu, ben de ona söyledim. Geçimimizin nasıl olduğunu bana sordu, ben de ona darlık, sıkıntı ve zorluk içerisinde olduğumuzu söyledim. Bunun üzerine İsmail: Sana herhangi bir tavsiyede bulundu mu? diye sordu. O, bana sana selam söylememi istedi ve kapının eşiğini değiştir de, dedi. Hz. İsmail şöyle dedi: O gelen kişi benim babamdır, bana senden ayrılma mı emretti. Haydi yakınlarının yanına git diyerek, onu boşadı.

 

Yine o kabileden (Curhümlülerden) bir başka kadın ile evlendi. Yüce Allah'ın dilediği bir süre Hz. İbrahim yanlarına gelmedi. Daha sonra yanlarına geldiğinde yine İsmail'i bulamadı. Hanımının yanına girdi ve ona oğlunu sordu. O: Bizim için bir şeyler aramak üzere çıktı deyince, yine Hz. İbrahim: Nasılsınız? deyip geçimlerini, hallerini sordu. Kadın şöyle dedi: Halimiz iyidir, bolluk içindeyiz diyerek Yüce Allah'a hamd-u senada bulundu.

 

Hz. İbrahim: Neler yersiniz? diye sorunca, kadın: Et dedi. Ne içersiniz? diye sorunca, kadın su dedi.

 

Bu sefer Hz. İbrahim şöyle dedi: Allah'ım, onlar için eti ve suyu bereketli kıL. Peygamber efendimiz (s.a.v.) da şöyle buyurdu: "O gün onların tahılları yoktu, şayet olsaydı tahılın da mübarek kılınması için onlara dua edecekti." (Hz. Peygamber devamla) buyurdu ki: "İşte Mekke dışında bir kimse yalnızca et ve su ile yetinmeye kalkışacak olursa, mutlaka bunlar o kimseye uygun gelmezler" diyerek, hadisin geri kalan bölümünü zikretti.

 

İbn Abbas da der ki: Hz. İbrahim'in: "Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir" duasıyla Yüce Allah'tan, insanların Mekke'de yerleşmeyi sevmelerini takdir etmesini ve böylelikle buranın hürmet duyulan mukaddes bir ev haline gelmesini istemişti. Bütün bunlar da oldu. Yüce Allah'a hamd olsun.

 

Oraya ilk yerleşenler Curhümlülerdir. Zaten Buharı'de de: "Şüphesiz Allah oranın ehlini zayi etmez" ifadesinden sonra şöyle denilmektedir: "Beyt(in yeri) o sırada bir tepecik gibi yerden yüksekçe idi. Etrafından gelen seller onun sağından, solundan bir miktar alırdı. Bu durum böylece devam etti. Nihayet onların yanlarından Keda yolundan gelmekte olan Curhümlülerden bir arkadaş grubu geldi ve Mekke'nin alt taraflarında konakladılar. O sırada su etrafında dönüp duran bir kuş gördüler ve dediler ki: Şüphesiz ki bu kuş, su etrafında dönmektedir.

 

Bildiğimiz kadarıyla bu vadide su yok. Bunun üzerine bir ya da iki kişiyi elçi olarak gönderdiler. Bunlar ummadıkları bir şekilde su ile karşılaştılar. Arkadaşlarına dönüp suyu haber verdiler, hep birlikte geldiler. O sırada suyun yanında da Hz. İsmail'in annesi vardı. Ona: Senin yanında konaklamamıza izin verir misin? dediler. O: Evet ama suda herhangi bir hakkınız yok, dedi, onlar da: Olur dediler.

 

İbn Abbas dedi ki: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "İşte o Curhümlü kafile İsmail'in annesini böylece buldu. O da ünsiyeti seven birisi idi." Böylelikle Curhümlüler indiler ve diğer yakınlarına da haber gönderdiler. Onlar da kendileri ile birlikte konakladılar. Nihayet orada onlardan bir kaç hane halkı da meydana geldi. Oğul yetişti, İsmail'in annesi de vefat etti. Daha sonra İbrahim, İsmail'in evlenmesinden sonra geride bıraktıklarının durumunu öğrenmek üzere geldi ... diye hadis devam etmektedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

İbrahim 38-41

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR