ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

RA’D

31

وَلَوْ أَنَّ قُرْآناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتَى بَل لِّلّهِ الأَمْرُ جَمِيعاً أَفَلَمْ يَيْأَسِ الَّذِينَ آمَنُواْ أَن لَّوْ يَشَاءُ اللّهُ لَهَدَى النَّاسَ جَمِيعاً وَلاَ يَزَالُ الَّذِينَ كَفَرُواْ تُصِيبُهُم بِمَا صَنَعُواْ قَارِعَةٌ أَوْ تَحُلُّ قَرِيباً مِّن دَارِهِمْ حَتَّى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّهِ إِنَّ اللّهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ

 

31. Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü veya onunla yerin parça parça edildiği, kendisiyle ölülerin konuşturulduğu bir Kur'an olsaydı ... (bu olurdu). Fakat bütün emirler yalnız Allah'ındır. İman edenler hala şu gerçeği bilmediler mi ki; Allah dileseydi, elbette insanların tümünü hidayete erdirirdi. Allah'ın va'di gelinceye kadar da o kafirlerin başına işledikleri yüzünden ya ansızın büyük bir musibet gelip çatacak yahut yurtlarının yakına konup duracaktır. Şüphesiz Allah va'dinden dönmez.

 

Yüce Allah'ın: "Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü ... bir Kur'an olsaydı" şeklindeki bu buyruk, daha önce geçen: "Kendisine Rabbinden bir ayet indirilmeli değil mıydi?"(er-Ra'd, 27) buyruğu ile ilgilidir. Şöyle ki: Mahzumoğullarına mensup olan Ebu Cehil ve Abdullah b. ümeyye'nin de bulunduğu Mekke müşriklerinden bir topluluk Ka'be'nin arka tarafında oturdular. Sonra Resulullah (s.a.v.)a haber gönderdiler. O da yanlarına geldi. Abdullah kendisine: Eğer bizim sana tabi olmamız seni sevindirecek (memnun edecek) ise haydi Kur'an ile Mekke'nin dağlarını gözümüzün önünde yürüt ve bu dağları bizden uzaklaştır ki ortalık biraz genişlesin. Çünkü burası dar bir arazidir. Bu şehirde bizim için pınarlar ve nehirler akıt, ta ki ağaç dikelim, ekin ekelim. Sen, senin iddia ettiğin gibi Rabbin nezdinde Davud'dan daha önemsiz değilsin, Davud'a ise Rabbi dağları müsahhar kılmıştı ve dağlar onunla birlikte yürüyordu. Rüzgarları da bize müsahhar kıl, biz bu rüzgarlara binip Şam'a kadar gidelim. Yiyeceklerimizi ve ihtiyaçlarımızı rüzgarın üzerinde oraya giderek görelim. Sonra da aynı günümüzde geri dönelim. Çünkü senin iddia ettiğine göre Süleyman'a da rüzgar musahhar kılınmıştı. Şüphesiz ki sen Rabbin nezdinde Davud'un oğlu Süleyman'dan daha önemsiz değilsin.

 

Yine bize senin büyük atan Kusay'ı veya senin istediğin ölülerimizden herhangi bir kimseyi dirilt te ona soralım: Gerçekten senin bu söylediğin bir hak mıdır? Yoksa batıl mıdır? Çünkü İsa ölüleri diriltil'di ve hiç şüphesiz sen Allah nezdinde ondan daha ehemmiyetsiz değilsin. Bunun üzerine Yüce Allah da: "Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü ... bir Kur'an olsaydı" ayetini indirdi. Bu anlamdaki açıklamayı ez-Zübeyir b. el-Avvam, Mücahid, Katade ve ed-Dahhak yapmışlardır.

 

Buyrukta cevap hazfedilmiş olup, takdiri şöyledir: ... (böyle) bir Kur'an olsaydı, elbetteki bu Kudn olurdu. Ancak takdiri cevap icaz (özlü) olsun diye hazfedilmiştir. Çünkü kelamın zahirinde zaten buna delalet vardır. Şair İmruu'l-Kays'in şu beyitinde olduğu gibi: "Eğer o bir defada ölen bir nefis olsaydı. .. Fakat o (hastalığım sebebiyle) parça parça dökülen canlar durumundadır."

 

Burada canım bir defada çıkmış olsaydı, bana kolayolurdu, demek istemektedir.

Katade'nin görüşünün anlamı budur. O der ki: Eğer size indirilen bu Kur"an'dan önce herhangi bir Kur'an (okunan kitap) böyle bir şeyi yapmış olsaydı, sizin Kur'an'ınız da bunu yapardı.

 

Cevabın önceden geçtiği ve ifadede takdim ve te'hir olduğu da söylenmiştir. Yani: Onlar yine Rahman'ı inkar ederler. İstersek Biz, Kur'an'ı indirip onların teklif ettikleri şeyleri yapsak dahi. el-Ferra der ki: Cevabın şu şekilde olması da mümkündür: Eğer onların bu dedikleri yapılacak olsa hiç şüphesiz onlar yine de Rahman'ı inkar ederler.

 

ez-Zeccac der ki: Yüce Allah'ın: "Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü ... bir Kur'an olsaydı" yine iman etmezlerdi. Burada gizli bulunan cevap Yüce Allah'ın: "Eğer Biz onlara gerçekten melekleri indirseydik. .. yine de Allah dilemedikçe iman etmezlerdi'' (el-En'am, 111) buyruğunda açıkça ifade edilmiştir.

 

"Fakat bütün emirler yalnız Allah'ındır." Yani bütün emirlerin mutlak maliki, onlardan dilediğini yapan O'dur. Yoksa sizin bu istedikleriniz Kur'an ile olacak şeyler değildir, bunlar ancak Allah'ın emri ile olur.

 

"İman edenler hala şu gerçeği bilmediler mi ki" buyruğundaki; (...); Nehalıların şivesinde "bildi" anlamındadır. el-Kuşeyrı de bunu İbn Abbas'tan nakletmiştir. Bilmediler mi ki, demektir. el-Cevherı de "es-Sıhah" adlı eserinde bunu böyle açıklamıştır.

 

Bu kelimenin bu anlamda kullanılmasının Hevazinlilerin şivesi olduğu da söylenmiştir. Bilmedi(ler) mi ki demek olduğu, İbn Abbas, Mücahid ve el-Hasen'den nakledilmiştir. Ebu Ubeyde der ki: Onlar bilmediler ve açıkça anlamadılar mı ki, anlamındadır. Ebu Ubeyde bu hususta Malik b. Avf en-Nasrı'ye ait şu beyiti de nakletmektedir: "Benim kimin payına düşeceğimi tesbit etmek için oklarla kur'a çektiklerinde, yol ağzında onlara diyordum ki: Siz benim Zehdem atlısının oğlu olduğumu bilmez misiniz?"

 

el-Bakara Suresi'nde (219. ayetin tefsirinde) de bu beyit geçmiş bulunmaktadır. Bu beyitteki; "Benim kimin payına düşeceğimi tesbit etmek için kur'a çektiklerinde" anlamındaki ifade; "Beni esir aldıklarında" şeklinde de rivayet edilmiştir.

 

Rebah b. Adi de der ki: "Bunlar benim onun oğlu olduğumu bilmiyorlar mı ki? Her ne kadar aşiretimin topraklarından uzakta bulunuyor isem dahi."

 

''Kitabu'r-Redd"de de; "Benim onun oğlu olduğumu ... " şeklinde rivayet edilmiştir. el-Gaznevi de bunun bu şekilde "bilmedi... ler mi" anlamında olduğunu nakletmiştir.

 

Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur: İman edenler bilmediler mi ki eğer Allah dilese hiç şüphesiz mucizeleri (ayetleri) görmeksizin dahi bütün insanları hidayete erdirirdi.

 

Bu kelimenin bilinen anlamı ile "ye's" den geldiği de söylenmiştir. Yani iman edenler hala bu kafirlerin iman edeceklerinden yana ümit kesmediler mi? Çünkü iman edenler şunu bilirler ki; şüphesiz Allah eğer onların hidayete gelmelerini dilemiş olsaydı, elbette onları hidayete erdirirdi. Çünkü mü'minler kafirlerin iman etmelerini arzu ederek mucizelerin indirilmesini temenni etmişlerdi .

 

Ali ve Ibn Abbas ise; "Iman edenler açıkça bilmediler mi ki ... " diye okumuşlardır.

el-Kuşeyri der ki: İbn Abbas'a yazılı olan şekliyle "bilmediler mi ki" anlamındadır, demeleri üzerine, o şu cevabı vermiş: Katibin bunu uykulu iken yazdığını zannediyorum. Yani bununla bazı harfleri ziyade ederek "bildi" anlamındaki kelime ortaya çıktı.

 

Ancak Ebu Bekir el-Enbari şöyle demektedir: İkrime'den, o İbn Ebi Necih'den; "İman edenler açıkça bilmediler mi ki ... " şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir. Tilavette bunun doğru olduğunu iddia edenler de bunu delil gösterirler. Ancak böyle bir rivayetin İbn Abbas'tan geldiği batıldır. Çünkü Mücahid ve Said b. Cübeyr, İbn Abbas'tan bu kelimeleri Mushaf'taki şekliyle, Ebu Amr'ın kıraati ve onun Mücahid'den ve Said b. Cübeyr'den ikisinin de İbn Abbas'tan rivayet ettiği şekliyle okumuşlardır. Diğer taraftan eğer onların bu kıraatinin "açıkça bilmediler mi ki" anlamındaki kıraat ile eğer Allah'ın, kendilerinin icma'a muhalif olarak okudukları o lafzın anlamını murad ettiğini kabul ediyorlarsa, bizim kıraatimiz zaten o manayı veriyor ve o kıraatin anlamı ile aynı neticeye varıyor. Eğer Yüce Allah "bilmek" anlamında olmayan "ümit kesmek" şeklindeki diğer anlamı murad etmiş ise; bu muhalif kıraati tercih edenlerin maksatları ortadan kalkmış olur.

 

Böyle bir maksadın düşmesi ise Kur'an-ı Kerım'i iptal eder ve bu görüşün sahiplerinin iftiracı olmalarını gerektirir.

 

"Allah dileseydi" buyruğundaki; (...); şeddeli "nun"dan tahfif edilmiştir ki; "şüphesiz Allah dileseydi" anlamındadır. " ... elbette insanların tümünü hidayete erdirirdi." Bu da Kaderiye'nin vb. kanaatlerini reddetmektedir.

 

"Allah'ın va'di gelinceye kadar da o kafirlerin başına işledikleri yüzünden ya ansızın büyük bir musibet gelip çatacak" yani küfür ve inatları sebebiyle ummadıkları bir zamanda bir musibet gelip onları bulacak.

 

"Musibet" kelimesi ile aynı kökten olmak üzere; "Bir iş başına 'geldi, bir musibetle karşılaştı" denilir. Çoğulu da; (...) şeklindedir. Bunun mastar olarak asıl anlamı vurmak, çalmaktır. Şair der ki: "Eskiden beri sahip olduğum, miras aldığım malları da sonradan topladığım bağ, bahçe ve akarları da tüketti. Şarap kaselerini sürahilerin ağızlarına yapıştırmam."

 

Buyruğun anlamı şudur: Müşriklerin elebaşıları olup alayedenlerin başına geldiği gibi, Erbed'e isabet ettiği şekilde bir yıldırım, yahut öldürülen ya da esir edilenlerin başına geldiği gibi, öldürme, kıtlık ve bunun dışında çeşitli azab ve bela türlerinden helak edici bir musibet onlara gelip çatacaktır.

 

İkrime, İbn Abbas'tan (ayet-i kerimede geçen ve musibet anlamındaki) elkaria hakkında musibet demektir, dediğini nakletmektedir. Yine İbn Abbas ve İkrime derler ki: Karia, Resulullah (s.a.v.)'ın onlar üzerine göndermiş olduğu gözcü birlikler ve küçük askeri birliklerdir.

 

"Yahut" -Katade ve el-Hasen'in dediğine göre- bu musibet "yurtlarının yakınına konup, duracaktır." İbn Abbas da der ki: Yahut sen onların yurtlarına yakın bir yerde konacaksın, anlamındadır.

 

Denildiğine göre; ayet-i kerıme Medine'de inmiştir. O zaman anlam şöyle olur: Musibetler onlara isabet edip duracak, onların yurtlarına yahut Medine ve Mekke'nin yakınındaki kasabalar gibi onlara yakın yerlere de inmeye devam edecektir.

 

"Allah'ın" Katade ve Mücahid'in dediklerine göre Mekke'nin fethine dair "va'di gelinceye kadar."

 

Bu ayet-i kerimenin Mekke'de indiği söylenmiştir. Yani musibetler onlara isabet edip duracak ve sen ey Muhammed, onların yanlarından çıkıp Medine'ye gideceksin. Onların yurtlarına yakın bir yerde yahut onları muhasara etmek üzere onların yakınına konacaksın. Sözü geçen bu muhasara Taiflilere ve Hayber kalelerine yapılmıştı. İşte o vakit onlarla savaşmak ve onları kahretmek hususunda sana izin vermek suretiyle Allah'ın va'di de gelecektir. el-Hasen der ki: Allah'ın va'dinden kasıt kıyamet günüdür.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ra’d 32-34

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR