RA’D 20 |
الَّذِينَ
يُوفُونَ
بِعَهْدِ
اللّهِ وَلاَ
يِنقُضُونَ
الْمِيثَاقَ |
20. Onlar Allah'ın
ahdini yerine getirirler, antlaşmalarını bozmazlar.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
1- Ahidlerine Bağlı Kalanlar:
2- Ahde Bağlılığın Gereği ve Tevekkülün
Gerçek Mahiyeti:
1- Ahidlerine Bağlı
Kalanlar:
Yüce Allah'ın:
"Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ... " buyruğu selim akıl
sahiplerinin niteliklerindendir. Ancak Allah'ın ahdini yerine getiren selim
akıl sahipleri iyice öğüt alır, demektir.
Buradaki
"ahid" bir cins ismidir. Allah'ın bütün ahitlerini yerine getirirler,
demektir. Bunlar da Allah'ın kullarına vasiyet ettiği emir ve yasaklarıdır. Bu
lafızların kapsamına bütün farzlara bağlılık, masiyeti gerektirici herşeyden de
uzak durmak girer.
"Antlaşmalarını
bozmazlar" buyruğunda "antlaşmalar"ın cins isim olarak
kastedilme ihtimali vardır. Yani bunlar Allah'a itaat uğrunda herhangi bir ahdi
aktedecek olurlarsa, bunu bozmazlar.
Katade der ki: Yüce
Allah yirmi küsur ayet-i kerımede kullarına antlaşmalardan söz ederek bunları
bozmayı yasaklamıştır. Bu buyrukla muayyen bir antlaşmaya işaret etme ihtimali
de vardır ki; buna göre, Yüce Allah'ın kullarını ataları Adem'in sulbünden
çıkarttığı sırada onlardan almış olduğu ahit ve misak olabilir. el-Kaffal der
ki: Buradaki ahit onların akıllarında yerleşik bulunan tevhid ve nübuvvet
yoluyla bildirilenlere dair delillerdir.
2- Ahde Bağlılığın
Gereği ve Tevekkülün Gerçek Mahiyeti:
Ebu Davud ve
başkalarının Avf b. Malik'ten rivayetlerine göre o şöyle demiştir: Resulullah
(s.a.v.)'in huzurunda yedi yahut sekiz ya da dokuz kişi idik. Şöyle buyurdu:
"Resulullah (s.a.v.)'e bey'at etmez misiniz?" Henüz yeni bey'at
etmiştik, o bakımdan: Biz sana bey'at ettik ya, dedik. Nihayet aynı sözü üç
defa tekrarladı. Biz de ellerimizi uzatarak ona bey'at ettik. Birimiz: Ey
Allah'ın Resulü dedi. Biz sana bey'at etmiş idik. Neye sana bey'at ediyoruz?
Şöyle buyurdu: "O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere Allah'a ibadet
edeceğinize, beş vakit namazı kılacağınıza, dinleyip itaat edeceğinize -sonra
gizlice bir söz söyledi- ve dedi ki: İnsanlardan da bir şey
istemeyeceğinize." (Avf b. Malik devamla) dedi ki: Yemin ederim, o
kişilerden kimisinin kamçısı düşer, hiçbir kimseden o kamçısını kendisine
uzatmasını istemezdi.
İbnu'l Arabı der ki: Hatırda
tutulması gerek en büyük ahitlerden birisi de O'ndan başka hiç kimseden bir şey
istememektir. Ebu Hamza el-Horasanı, abidlerin büyüklerinden idi. Bir takım
kimselerin Resulullah (s.a.v.)'e hiçbir kimseden, hiçbir şey istemeyeceklerine
dair bey'at ettiklerini bildiren hadisi işitti. Bunun üzerine Ebu Hamza şöyle
dedi: Rabbim, burada sözü edilenler peygamberini gördükleri sırada ona ahit
vermişlerdi. Ben de sana hiç kimseden bir şey istemeyeceğime dair ahit
veriyorum. Derken Mekke'ye haccetmek üzere Şam'dan yola çıktık. Geceleyin yolda
gittiği sırada bir mazereti sebebiyle arkadaşlarından geri kaldı, sonra da
onların arkalarına koyuldu. Onlara yetişmek üzere yolda giderken yolun
kenarındaki bir kuyuya düştü. Kuyunun dibine vardığında, belki birisi sesimi
işitir diye imdat isteyeyim, dedikten sonra kendisine ahit verdiğim zat beni
görür ve beni işitir. Allah'a yemin ederim, insanlara (bu hususta) bir tek
kelime dahi söylemeyeceğim, dedi. Aradan fazla bir vakit geçmeden, o kuyunun
yanından bir takım kimseler geçti. Kuyunun yol kenarında olduğunu görünce, bu
kuyunun ağzının kapatılması gerekir, dediler. Sonra da tahta kesip bu tahtaları
kuyunun ağzına yerleştirmeye başladılar ve üzerlerini toprakla örttüler. Ebu
Hamza bunu görünce, bu bir ölümdür dedi ve arkasından onlardan yardımına
koşmalarını istemeyi düşündü, sonra da: Allah'a yemin ederim (aksi takdirde)
ebediyyen buradan çıkamayacağım, dedi. Daha sonra kendisine dönerek: Sen, seni
gören kimseyle ahitleşmedin mi? dedi ve sesini çıkarmayıp sustu, tevekkül etti.
Arkasından durumunu düşünerek, kuyunun dibinde bir yere yaslandı. Bir de baktı
ki topraklar üzerine düşüyor ve üzerinden tahtalar kaldırılıyor. Bu esnada da:
Elini uzat diyen birisinin sesini işitti. (Ebu Hamza) dedi ki: Elimi ona
uzattım, bir defada beni kuyunun ağzına kadar çıkardı, fakat çıktığımda kimseyi
göremedim. Sahibi görünmeyen bir sesin bana: Tevekkülün meyvesini nasıl buldun?
diye sordu. (Ebu Hamza) daha sonra şu beyitleri söyledi:
"Senden utancım,
muhabbetimi açıklamamı engelledi, Senin bana ihsan ettiğin bilgi sayesinde bunu
açıklamaya muhtaç etmedin, işimde bana lutfettin ve benim tanık olunan
hallerimi, Benim gaib olamma açıkladın. Ve hiç şüphesiz lutufa, lutufile
yardıma koşulur. ilim ile bana göründün ve adeta, Gaybında benden hoşlanmayan
şeyleri uzaklaştırdığını haber veriyorsun gibi, Senin heybetinden kendimi
yalnızlıkta görüyorken, Senden yana lutuf ile esirgemekle bana ünsiyet
veriyorsun. Ölümü sevgide olan bir sevene hayat veriyorsun, Bu ise hayret
edilecek bir şeydir, ölümle beraber hayat nasıl olur?"
ibnu'l-Arabi (devamla)
der ki: İşte, bu Yüce Allah'a ahit veren ve ah dinde bağlılığının mükafatını
eksiksiz ve kemal derecesinde bulan birisidir. Siz de böylesine uyunuz.
İnşaallah hidayet bulursunuz.
Ancak Ebu'l-Ferec el-Cevzi
der ki: Bu adamın böyle bir durumda nefsine karşı yardımcı olması iddiasıyla
tevekkül diyerek, sesini çıkarmaması helal değildir. Eğer tevekkülün anlamını
iyice kavramış olsaydı, böyle bir durumda yardım ve imdat istemenin tevekküle
aykırı olmadığını bilecekti. Nitekim Resulullah (s.a.v.) Mekke'den çıkışını
saklı tutmakla, bir kılavuzu kiralamakla ve bu işi gizlemesini isteyip mağarada
gizlenmekle (kendilerine yetiştiği sırada) Süraka'ya: Bizim bu durumumuzu
gizle, kimseye söyleme demekle tevekkülün dışına çıkmamıştı. Buna göre yasak
bir işi yapmakla, şer'an övülen tevekkül derecesine ulaşılamaz. Kuyuya düşen bu
adamın bu şekilde susması ona yasaktır. Bunu şöyle açıklayalım: Şanı Yüce Allah
Ademoğluna kendisine gelecek zararları bertaraf edecek bir araç ve yine kendisi
vasıtasıyla fayda sağlayacağı bir araç yaratmıştır. Bir kimse tevekkül
iddiasıyla Allah'ın yarattığı bu aracı işletmeyecek olursa, elbetteki bu,
tevekkülü bilmemek olur, tevazu hikmetini reddetmek olur. Çünkü tevekkül kalbin
Yüce Allah'a güvenip dayanmasıdır. Yoksa sebebleri kestirip atmak tevekkül için
zorunlu bir şey değildir. Bir kimse acıkıp ölünceye kadar dilencilik yapmayacak
olursa, cehenneme girer. Bunu Süfyan es-Sevri ve başkaları söylemiştir. Çünkü
Yüce Allah esenlik yolunu da göstermiştir. Bir kimse bu esenlik yolunu tutmayıp
oturacak olursa, kendi aleyhine (şeytana) destek vermiş olur.
(Devamla) Ebu'l-Ferec
der ki: Dolayısı ile Ebu Hamza'nın: "Bir arslan geldi ve beni
çıkarttı" şeklindeki sözüne de bakılmaz. Öyle bir şeyolsa dahi bu, tesadüf
olabilir. Yüce Allah'ın cahil bir kula lütfu da olabilir. Yüce Allah'ın böyle
birisine lutfettiği de inkar olunmaz, buna tepki gösterilmez. Ancak bizzat
kendisinin fiili olan olumsuz davranışı red olunur. Bu da Yüce Allah'ın
kendisine emanet olarak vermiş olduğu nefsinin aleyhine iş yapmaktır. Oysa
Allah ona nefsini korumasını emretmiştir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN