ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

RA’D

17

/

19

أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَسَالَتْ أَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَداً رَّابِياً

وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَاء حِلْيَةٍ أَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِّثْلُهُ كَذَلِكَ

يَضْرِبُ اللّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاء وَأَمَّا مَا يَنفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الأَرْضِ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ {17}

لِلَّذِينَ اسْتَجَابُواْ لِرَبِّهِمُ الْحُسْنَى وَالَّذِينَ لَمْ يَسْتَجِيبُواْ لَهُ لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لاَفْتَدَوْاْ بِهِ أُوْلَـئِكَ لَهُمْ سُوءُ الْحِسَابِ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ {18} أَفَمَن يَعْلَمُ أَنَّمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ أَعْمَى إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ {19}

 

17. O, gökten bir su indirdi de dereler kendi miktarlarınca sel dolup taşar. Sel de yüze çıkan bir köpük yüklenip götürür. Bir süs veya bir fayda elde etmek için ateşte erittikleri şeylerden de bunun gibi bir köpük çıkar. İşte Allah hak ile batılı böyle örneklendirir. Ancak köpük atılır, gider. İnsanlara fayda verecek olan şeye gelince, işte bu, yerde kalır. Allah örnekleri işte böyle verir.

18. Rabblerinin çağrısını kabul edenlere el-Hüsna vardır. O'nun çağrısını kabul etmeyenlere gelince, yeryüzündeki herşey ve onunla beraber bir o kadarı daha kendilerinin olsa, şüphesiz onları fidye olarak verirlerdi. Hesabın kötüsü onlar içindir, barınakları cehennemdir. O ne kötü yataktır!

19. Rabbinden sana indirilenin ancak hak olduğunu bilen kimse kör gibi midir? Ancak selim akıl sahipleri iyice öğüt alır.

 

Yüce Allah: "O, gökten bir su indirdi de dereler kendi miktarlarınca sel dolup taşar. Sel de yüze çıkan bir köpük yüklenip götürür ... " buyruğunda hak ile batıla bir örnek vermektedir. Küfrü suyun üstündeki köpüğe benzetmektedir. Bu köpük yok olup gider. Kıyılarda dağılır, rüzgarlar onu itip darmadağın eder. İşte -ileride açıklayacağımız gibi- küfür de böylece gider ve darmadağın olur.

 

"Dereler kendi miktarlarınca" yani dolabildikleri kadarıyla "sel olup taşar." İbn Cüreyc, küçüklük ve büyüklükleri miktarınca diye açıklamıştır.

 

el-Eşheb, el-Ukayli: ve el-Hasen; "Kendi miktarlarınca" kelimesini "dal" harfini sakin olarak okumuşlardır. Anlam birdir.

 

Anlamının: Kendileri için takdir olunan miktar kadarıyla, şeklinde olduğu da söylenmiştir.

"Dereler" kelimesi "vadi"nin çoğuludur. Buna "vadi" adının veriliş sebebi, suyun belli bir yerden çıkması ve akması dolayısıyladır. Buna göre "vadi" akan suyun adı olmaktadır. Ebu Ali ise "dereler (vadiler) ... sel olup taşar" tabirinde bir genişletme vardır. Yani suları sel olup taşar demek olup, bu anlamdaki kelime hazfedilmiştir, der. Yine Ebu Ali der ki: "Kendi miktarlarınca" ifadesi de suları kadarıyla ... demektir. Çünkü vadiler (dere yatakları) bi zatihi kendi miktarları kadar akmaz. (Su aktığı miktarda akar).

 

"Sel de yüze çıkan" yani su üstünde yükselip çıkan "bir köpük yüklenip götürür." İfade burada tamam olmaktadır, bunu Mücahid söylemiştir. Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

 

"Bir süs" yani altın ve gümüşten edindikleri bir süs "veya bir fayda elde etmek için ateşte erittikleri" Mücahid der ki: Demir, bakır ve kurşun gibi "şeylerden de bunun gibi bir köpük çıkar." Bu da ikinci bir misaldir.

 

Yüce Allah'ın: "Bunun gibi bir köpük" buyruğu şu demektir: Taşan sel sularının üzerinde bir köpük yükseldiği gibi, bu gibi şeylerin üzerinde de bir köpük yükselir. Sel sularının üzerinde köpüklerin yükselmesi, suya yerin toprağının da karışması ve bunun bir köpük oluşturmasından dolayıdır. Aynı şekilde üzerinde ateş yakılan mücevherat, altın ve gümüş gibi yeryüzünde dağınık bulunan madenlere de toprak karışmış bulunuyor. Bu madenler üzerinde ateşin yakılmasının sebebi ise, madenlerin eriyerek yerin toprağının ondan ayrılmasını sağlamaktır.

 

"İşte Allah hak ile batılı böyle örneklendirir. Ancak köpük atılır, gider" buyruğu ile ilgili olarak Mücahid; "Atılır, gider" tabirini katı olarak (atılır) diye açıklamıştır. Ebu Ubeyde ise der ki: Ebu Amr b. el-Ala dedi ki: -Aynı kökten fiil olan-: (...) tabiri, tencere köpüğü dökülünceye ve dibinde de katılaşıncaya kadar kaynadı, anlamındadır. (...): Vadinin uzaklaştırdığı yani bir kenara attığı şey, demektir. Ebu Ubeyde'nin naklettiğine göre o Ru'be'yi bu kelimeyi; (...) diye okuduğunu dinlemiştir. Ebu Ubeyde der ki: Tencere köpük atmaya başladığı zaman; (...) denilir. Esen rüzgar bulutu parçalayıp dağıttığı zaman da; (...) denilir.

 

"İnsanlara fayda verecek olan şeye gelince, işte bu yerde kalır." Mücahid der ki: Bu da saf ve katıksız sudur.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bundan kasıt su ile arılaştırılmış hale getirilen altın, gümüş, demir, bakır ve kurşundur. Bu iki örnek de Yüce Allah'ın sebatı itibariyle hakka, yok olup gitmesi itibariyle de batıla verdiği iki örnektir. Batıl bazı hallerde yükselip kabarsa dahi tıpkı köpüğün ve işe yaramayan kötü karışımların yok olup gitmesi gibi yok olur, gider.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Bu Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'e ve onun kalplere girip etkileyen buyruklarına verdiği bir misaldir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'i hayrının genelliği, faydasının da kalıcılığı itibariyle yağmura benzetmekte dir. Kalpleri de dere yataklarına benzetmektedir. Bu kalplere Kur'an-ı Kerim'den girip yerleşeni, dere yataklarına genişlik ve darlıklarına uygun olarak giren sulara benzetmektedir.

 

İbn Abbas: "O gökten bir su" Kur'an "indirdi" diye açıklamıştır. "Dereler kendi miktarlarınca sel dolup taşar." İbn Abbas der ki: Derelerden kasıt kulların kalpleridir. "Süku'l-Arus'' adlı eserin sahibi (Ebu Ma'şer et-Taberi) der ki: Eğer bu açıklama sahih olarak gelmişse Yüce Allah Kur'anı Kerim'e suyu, kalplere dere yataklarını, muhkem buyruklara saf olanı, müteşabihe de köpüğü misal verip benzetmesi anlamındadır.

 

Bir diğer açıklamaya göre ise köpük nefsin kibiri, şüphe gaileleridir.

Bunlar sebebiyle nefis sahip olmadığı şeylerle kabarır ve yükseldiği bu noktalarda ise çırpınıp durur. Tıpkı sel sularının saf ve berrak akarken derede bulduğu şeyleri suyun üzerine yükseltmesi gibi. Altın ve gümüş süsüne gelince, bu da üstün ve Yüce hallere bir misaldir, tertemiz ahlaka örnektir. Erkeklerin güzellikleri bunlarla ortaya çıkar, salih ameller bunlarla ayakta durur. Tıpkı altın ve gümüşün kadınların süsü olması ve eşyaların kıymetlerinin bunlarla ölçülmesi gibi.

 

Humeyd, İbn Muhaysın, Yahya, el-A'meş, Hamza, el-Kisai ve Hafs; "Ateş yakarlar" (mealdeki: Ateşte erittikleri anlamındaki fiii) buyruğunu "ya" ile okumuşlardır, Ebu Ubeyd de; "İnsanlara fayda veren" buyruğundan dolayı bunu tercih etmiştir. Çünkü Yüce Allah, bu buyrukta bir haber vermektedir ve burada muhatab almak söz konusu değildir. Diğerleri ise ifadelerin baş tarafında yer alan: "Öyle iken O'nu bırakıp da ... bir takım veliler mi edindiniz?" buyruğu dolayısı ile "ta" ile okumuşlardır. (Bu şekildeki okuyuşa göre de anlam: ... ateşte erittiğiniz şeylerden ... şeklinde olur).

 

Yüce Allah'ın: "Ateşte" buyruğu hazfedilmiş bir kelimeye taalluk etmektedir. Hal mahallindedir. Bunun zülhali ise; (...): (Ateşte erittikleri) ifadesindeki "he"dir. ifadenin takdiri de şöyle olur: üzerinde ateşte yakıp erittikleri esnada ateşte bulunan ... demektir. Şanı Yüce Allah'ın; "Ateşte" buyruğunda da zülhalin ismi olan "he"ye ait merfu bir zamir vardır. "Ateşte" anlamındaki buyruğun; "Erittikleri" fiiline taalluk etmesi; "Onun üzerinde ateşte erittim" şeklindeki bir ifade uygun olmayacağından söz konusu olamaz. Çünkü zaten üzerinde ateş yakılan şeyateşin içerisinde bulunur. O takdirde; (...) ın ifade ettiği bir anlam olmaz.

 

"Bir süs ... elde etmek için" buyruğu mef'ulün leh olur.

"Bunun gibi bir köpük. çıkar" anlamındaki buyruk da mübteda ve haber olup selin üzerindeki köpük gibi bir köpük çıkar, anlamındadır.

 

"Köpük. çıkar" ifadesinin haberinin "ateşte" ifadesi olduğu da söylenmiştir. el-Kisai ise şöyle demektedir: "Köpük." kelimesi mübteda "bunun gibi" kelimesi onun sıfatıdır. Haberi ise bundan önceki cümlede yer alan; "ateşte erittikleri şeylerden" anlamındaki buyruktadır.

 

"Allah örnekleri işte böyle verir." Yani Yüce Allah bu örnekleri size açıkladığı gibi, bunları açık ve seçik bir şekilde de verir demek olup ifade burada sona ermektedir. Daha sonra şöyle buyurmaktadır: "Rablerinin çağrısını kabul edenlere ... " buyruğundaki; "çağrısını kabul edenler" buyruğu; (...) demektir. Bu iki şekil aynı anlamdadır. Nitekim şair şöyle demektedir: "O sırada çağrıya cevap veren hiçbir kimse, onun çağrısına cevap vermedi."

Bu, daha önceden de geçmişti.

 

Buyruğun anlamı ise: Allah'ın kendisini davet ettiği tevhidi ve nübuvvet ile ilgili bilgileri kabule davet ettiği şeylere icabet eden, bunları kabul eden demektir. İşte bunlara "el-hüsna vardır" (Cennete) el-hüsna denilmesinin sebebi, güzellikte en ileri derecede oluşundan dolayıdır. Dünyada ilahi yardım, kıyamette ebedi nimetlerin de el-hüsna'nın bir parçası olduğu söylenmiştir.

 

"O'nun" O'na iman etme "çağrısını kabul etmeyenlere gelince yeryüzündeki her şey" bütün mallar "ve onunla beraber bir o kadarı daha kendilerinin" mülkü "olsa, şüphesiz onları" Kıyamet gününün azabından kurtulmak için "fidye olarak verirlerdi."

 

Bu buyruğun bir benzeri de Al-i İmran Süresi'ndedir: "O kafirlerin mallarının da, evlatlarının da Allah(ın azabın)a karşı asla hiçbir faydası olmayacaktır. "(Al-i İmran, 10); "Şüphesiz kafir olanlar ve kafir olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzü dolusu altını fidye olarak verse bile asla kabul olunmaz. "(Al-i İmran, 91)

 

"Hesabın kötüsü onlar içindir." Yani bunların hiçbir iyilikleri kabul olunmayacak ve hiçbir kötülükleri de affedilmeyecektir.

 

Ferkad es-Sebahi der ki: İbrahim en-Nehai bana şöyle dedi: Ey Ferkad! Hesabın kötüsünün ne demek olduğunu biliyor musun? Ben: Hayır dedim, şöyle cevap verdi: Kişinin bütün günahları dolayısıyla hesaba çekilmesi ve en ufak bir şeyinin dahi ihmal edilmemesidir.

"Barınakları" kalacakları ve yerleşecekleri yer "cehennemdir. O ne kötü yataktır!" Kendileri için hazırladıkları bu yatak ne kötüdür!

 

"Rabbinden sana indirilenin ancak hak olduğunu bilen kimse kör gibi midir?" Bu da Yüce Allah'ın mü'min ve kafire verdiği bir örnektir. rivayete göre bu ayet-i kerime Hamza b. Abdu'l-Muttalib (r.a) ile Ebu Cehil -Allah'ın laneti üzerine olsun- hakkında inmiştir. Körlükten kasıt, kalp körlüğüdür. Dini bilip tanımayan kimse, kalbi kör bir kimsedir.

"Ancak selim akıl sahipleri iyice öğüt alır."

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ra’d 20

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR