ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

YUSUF

71

/

72

 

قَالُواْ وَأَقْبَلُواْ عَلَيْهِم مَّاذَا تَفْقِدُونَ {71}

 

 قَالُواْ نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَن جَاء بِهِ حِمْلُ بَعِيرٍ وَأَنَاْ بِهِ زَعِيمٌ {72}

 

71. Onlara dönerek: "Ne kaybettiniz (ne arıyorsunuz?)" dediler.

72. Dediler ki: "Hükümdarın su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü var. Ben buna kefilim.. "

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

 

1- ''Kefil (Zaim)" Kelimesinin Anlamı:

2- Meçhul Şeye Kefalet:

3- Ödül Vaadi (Ciale):

4- Ödül Taahhüdü Olmaksızın Yapılan işlerin ücretini istemek:

5- Kefaletin Hükmü:

6- Mali Kefalet:

7- Kefaletin Sahih Olduğu Yerler:

 

1- ''Kefil (Zaim)" Kelimesinin Anlamı:

 

"Onu getirene bir deve yükü var. Ben de buna kefilim" anlamındaki buyrukta geçen; (...) lafzı, burada müfessirlerin çoğunun görüşüne göre deve demektir. Eşek anlamında olduğu da söylenmiştir. Bazı Arapların şivesi de böyledir. Bu açıklamayı Mücahid yapmış ve tercih etmiştir.

 

Mücahid der ki: Zaim (kefil) "ey kafile" diye seslenen münadinin kendisidir. Zaim kelimesi kefil demektir. Hamıl, damın ve kabıl aynı şeylerdir. Zaim, aynı zamanda reis, başkan anlamına da gelir. Şair (İmruu'l-Kays) der ki: "Ben öyle bir başkanım ki eğer (Bizans Kayser'i tarafından) hükümdarlığa getirilmiş olarak şiddetli ve hızlıca dönecek olursam, Bu dönüşümden dolayı bir tarafta uluyarak arslanın gelişini haber veren bir uyarıcı gibiyim."

 

Leyla el-Ahyeliyye de kardeşi için söylediği mersiyesinde şöyle demektedir: "üzerindeki gömleği yırtılmış görürsün, Düşmanla karşılaşma gününde ve utancından onu hasta sanırsın. Nihayet sancağı kaldırdığında onu Sancak altında, ordu başında kumandan görürsün."

 

2- Meçhul Şeye Kefalet:

 

Eğer: Deve yükünün ne olduğu bilinmediği (meçhul olduğu) ve meçhulün kefaleti sahih olmadığı halde, bir deve yükü vermeye nasıl kefil olmuştur? denilecek olursa, ona şöyle cevap verilir: Onlar tarafından deve yükü muayyendi ve belirli idi, ve sk gibi. O bakımdan böyle bir şeye kefil olmak, sahih olmuştur. Şu kadar var ki, su kabını çalan kimseye verilecek bir mal bedeli idi. Ancak hırsıza böyle bir şeyin verilmesi helal olmazdı. Onların şeriatlerinde böyle bir şeyin sahih olma ihtimali de vardır. Yahut da bu yükleri araştıran ve su kabını arıyan kimseye karşılıksız verilen bir mal ve ciale (armağan) da olabilir.

 

3- Ödül Vaadi (Ciale):

 

Kimi ilim adamı şöyle demektedir: Bu ayet-i kerimede iki hususa delil vardır: Birincisi ci'ale'nin caiz oluşudur. Ci'ale zaruret dolayısıyla caiz görülmüştür. Ci'ale'de başka hususlarda caiz olmayacak şekilde cehalet (ödülün mahiyetine dair bilgisizlik) caizdir. Bir kimse: Kim bunu yaparsa ona şu vardır diyecek olursa, bu sahihtir.

 

Ci'ale'de iki taraftan birisi malumdur, diğer taraf ise zaruret dolayısıyla meçhuldür, bilinmemektedir -ve bu yönüyle icareden farklıdır.- Çünkü icarede her iki taraftan da karşılıklı ivazlar (bedeller)in miktarı tesbit edilir. Ci'ale, taraflardan birisi için feshin caiz olduğu akidlerdendir. Şu kadar var ki kendisine ci'ale vaadolunan kimsenin işe başladıktan sonra da, başlamadan da feshetmesi -hakkından vazgeçmeye razı olduğu takdirde- caizdir. Ancak dil (ödül vaadinde bulunan) kendisine ödül vaadolunan (mec'ulun leh) işe başladığı takdirde bu akdi feshetmek hakkına sahip değildir. O'ale akdinde diğer akitlerde olduğu gibi iki akit tarafının da hazır bulunmaları şart değildir. Çünkü bu buyrukta "onu getirene bir deve yükü var" diye buyurulmuştur.

 

Şafii de bütün bu hususlarda aynı görüştedir.

 

4- Ödül Taahhüdü Olmaksızın Yapılan işlerin ücretini istemek:

 

Bir kimse; Benim kaçmış kölemi getirene bir dinar vaadediyorum, diyecek olsa, kölesini getiren kimseye vaadettiği bu miktarı ödemesi gerekir. Şayet böyle bir taahhüd olmaksızın kölesini getirecek olur ise, ücret talebi şartı ile onu getirirse, bu ücreti ödemesi gerekir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; "Kim kaçmış bir köleyi getirirse, ona kırk dirhem vardır (verilecektir)." Ayrıca Hz. Peygamber bu konuda bir taahhüt akdi gereğince köleyi getiren ile öyle bir akit olmaksızın getiren arasında bir fark gözetmemiştir.

 

İbn Huveyzimendad der ki: Bundan dolayı mezhebimize mensub ilim adamları şöyle demişlerdir: Bir kimse, birisine kendisinin yapması gereken ve maslahatından olan işleri yapacak olursa, ve eğer bu gibi işleri ücretle yapan kimselerden ise kendisi için bu işleri yaptığı kimsenin ona ücretini vermesi gerekir. Bu ücret miktarı da ecr-i misildir.

 

Derim ki: Bütün bu hususlarda bizim görüşümüz Şafii'nin görüşünden farklıdır.

 

5- Kefaletin Hükmü:

 

Ayet-i kerimedeki ikinci delil bir kimsenin üzerine kefalet almasının caiz olduğuna dairdir. Çünkü burada kefil olduğunu belirten münadi Yusuf (a.s)dan başka birisidir.

 

İlim adamlarımız derler ki: Bir kimse ben bunu yükleniyorum, yahut ben buna kefilim veya ben buna dair teminat veriyorum, yahut bu hususta ben sana karşı kefilim, zaimim; bu konuda benim teminatım var veya ben bunu kabul ediyorum diyecek olsa, yahut senin bende alacağın olsun, üzerimde benden alacağın olsun, diyecek olsa bütün bu ifadeler bağlayıcı, yerine getirilmesi gereken kefaletlerdir.

 

Fukaha bir kimsenin canına kefil olursa (canlı olarak getirilmesi taahhüd edilse) buna bağlı olarak mali tazminat ödenmesi gerekir mi gerekmez mi hususunda farklı görüşlere sahiptirler.

 

Kufeli ilim adamları derler ki: Bir kimse, bir başkasını canlı olarak getirmeyi tekeffül etse, eğer bu kişi ölecek olursa, o getirilmesi istenen kişinin üzerindeki hakkı kefil kişi ödemekle yükümlü değildir. Şafii'den meşhur olarak nakledilen iki görüşünden birisi budur.

 

Malik, el-Leys ve el-Evzai derler ki: Bir kimse, birisini canlı olarak getirmeyi tekeffül etse ve o kişi üzerinde de mal borcu bulunuyor ise, o kişiyi getiremeyecek olursa, malı tazmin eder ve o aranan kişiden rücu' ile ödediğini alır. Şayet kişinin kendisini taahhüd edip de: Ben malı taahhüd etmiyorum diyecek olursa, herhangi bir mali sorumluluğu olmaz.

 

Mali tazminat ödemekle yükümlü olduğunu kabul edenlerin delili şudur: Kefil, kefil olduğu kimsenin kan (kısas gibi bir) sebebiyle aranmadığını bilmektedir. Onun aranmasının sebebi ancak mali bir yükümlülüktür. Dolayısıyla bu sebepten ötürü o kimseye kefil olsa ve onu getirmeyecek olursa, bu durumda kefil olduğu kişiyi alacaklısının elinden kaçırmış, uzaklaştırmış gibi olur. İşte bundan dolayı o malı ödemekle yükümlüdür.

 

Tahavi ise Küfeliler lehine delil getirerek şöyle demektedir: Kendisine kefil olunanın ölümü sebebiyle (kefil olanın) mal tazminatı ödemesinin bir anlamı yoktur. Çünkü o kişiyi canlı olarak getirmeyi tekeffül etmiştir, malını tekeffül etmemiştir. O bakımdan tekeffül etmediği şeyi ödemek zorunda bırakılması imkansız bir şeydir.

 

6- Mali Kefalet:

 

Bir kimse, bir diğerinin belli bir mala kefil olması halinde ilim adamlarının hak taleb eden kimsenin bu malını, bu ikisinden dilediği herhangi birisinden alıp alamayacağı hususunda farklı görüşleri vardır. es-Sevri, Kufeliler, el-Evzai, Şafii, Ahmed ve İshak derler ki: Hakkını tamamıyla alıncaya kadar dilediği kimseden alır.

 

Malik'in de önceleri görüşü bu olmakla birlikte daha sonra bu görüşünden vazgeçerek şöyle demiştir: Borçlu kişi iflas etmedikçe yahut kayıplara karışmadıkça alacaklı kefilden bir şeyalamaz. Çünkü asıl borçludan başlamak daha uygundur. Ancak borçlu ödeyemeyecek durumda ise o takdirde kefilden alır. Çünkü böyle bir durumda ondan alacağını alamamakta mazurdur. Bu güzel bir görüştür.

 

Kıyasa göre ise alacaklı kişi bu ikisinden dilediği herhangi birisinden hakkını isteyebilir. İbn Ebi Leyla der ki: Kişi bir diğerinin adına bir miktar malı taahhüd etse (kefil olsa), bu alacak kefile geçer ve asıl borçlu ibra olur. Ancak, lehine kefil olunan kişinin ikisinden dilediği şahıstan hakkını alabilme hakkına sahiptir, diye şart koşması hali müstesnadır. İbn Ebi Leyla bu görüşüne şu delili göstermektedir: Ölen şahıs Ebu Katade'nin kefaleti ile borçtan ibra olmuştur. Ebu Sevr'in görüşü de buna yakındır.

 

7- Kefaletin Sahih Olduğu Yerler:

 

Kefalet ancak zimmette taalluk eden, sabit, karar kılmış ve vekaletin sahih olduğu haklarda olur. Buna göre kitabet akdinde kefalet sahih olamaz. çünkü kitabet borcu sabit ve karar kılmış bir borç değildir. Zira köle eğer kitabet borcunu ödemekten acze düşecek olursa, bu hak karar kılan bir hak olmaktan çıkar ve kitabet akdi de münfesih olur.

 

Kimsenin, kimsenin yerine ifa edemediği -had gibi- haklara gelince, bunlarda da kefalet olmaz. Ancak durumu gözden geçirilip tesbit edilinceye kadar aleyhinde had iddiası bulunan kişi hapiste tutulur.

 

Ebu Yusuf ve Muhammed istisna teşkil ederek had ve kısaslarda kefaleti caiz kabul eder ve şöyle derler: Kendisine iftira edilen yahutta kısas iddiasında bulunan kişi: Benim beyyinem hazır bulunuyor, diyecek olsa üç gün süreyle ona kefil olur. (Yani beyyinesini getirinceye kadar aleyhinde iddiada bulunduğu şahıs üç gün süreyle alıkonulur). Tahavı onların görüşlerine Hamza b. Amr, Ömer, İbn Mes'ud, Cerir b. Abdullah ve el-Eş'as'in Ashab-ı kiram'ın huzurunda nefs ile kefaleti kabul ederek hüküm vermelerini delil gösterir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Yusuf 73-75

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR