YUSUF 55 |
قَالَ اجْعَلْنِي
عَلَى
خَزَآئِنِ
الأَرْضِ
إِنِّي
حَفِيظٌ
عَلِيمٌ |
55. "Dedi ki:
Beni ülkelerin hazineleri üzerine tayin et. Çünkü ben iyice koruyanım,
bilenim."
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
1- Yeryüzünün Hazineleri üzerindeki
Görev:
2- Hz. Yusuf'un Görev Alması ile ilgili
Görüşler ve Hükümler:
3- Bir Kimsenin Ehli Olduğu Bir Göreve
Talib Olması:
4- insanın Sahip Olduğu Nitelikleriyle
Kendisini Tanıtması:
1- Yeryüzünün
Hazineleri üzerindeki Görev:
Yüce Allah'ın:
"Dedi ki: Beni ülkelerinin hazineleri üzerine tayin et" buyruğu ile
ilgili olarak Said b. Mansur dedi ki: Ben Malik b. Enes'i şöyle derken
dinledim: Mısır yeryüzünün deposudur. Sen Yüce Allah'ın: "Beni ülkelerinin
hazineleri üzerine tayin et" yani onları korumak üzere tayin et, dediğini
duymadın mı? Burada "korumak" anlamındaki muzaf hazfedilmiştir.
"Çünkü ben" başına getirildiğim görevi "iyice koruyanım."
bu görevin gerektirdiği şeyleri "bilenim." Tefsirde şöyle
denilmektedir: Ben iyi hesab bilenim ve iyi bir katibim. Denildiğine göre o ilk
defter tutan ve onlara yazı yazandır.
Şöyle de açıklanmıştır:
Ben gıda maddelerini takdir ve tesbit etmekte "iyice koruyanım" açlık
yıllarını çok iyi "bilenim" demektir.
Cuveybir, ed-Dahhak'tan
naklen, o İbn Abbas'tan dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah
kardeşim Yusuf'a rahmet eylesin. Eğer beni yeryüzü hazinelerinin başına getir,
dememiş olsaydı, onu derhal bu işin başına getirirdi. Fakat böyle demesi onu
bir sene geciktirdi.''
İbn Abbas der ki: Hz. Yusuf'un
emirliği istediği gün üzerinden tam bir sene geçince ona taç giydirdi ve ona
kendi kılıcını kuşandırdı, ona altından bir taht hazırladı. Bu taht inci ve
yakutla süslüydü. üzerine kalın ipekten bir elbise giydirdi. Oturduğu tahtın
uzunluğu otuz zira, eni on zira idi. üzerinde otuz döşek, altmış tane de yastık
vardı. Daha sonra ona dışarı çıkmasını emretti. O da dışarıya başında taç
olduğu halde çıktı. Kar gibi beyaz bir teni ve ayı andıran bir yüzü vardı. Onun
yüzüne bakan yüzünün berrak rengini görürdü. Tahta oturdu ve bütün hükümdarlar
ona itaat etti. Diğer Mısır hükümdarı ise evine hanımlarının yanına gitti ve
Mısır'ın yönetim işini Hz. Yusuf'a havale etti. Kıtfir'i görevinden alarak
Yüsuf'u onun yerine tayin etti.
İbn Zeyd der ki: Mısır
hükümdarı Fir'avun'un yiyeceklerin dışında pek çok hazineleri de vardı. O bütün
yetkisini Yusuf'a teslim etmişti, o günlerde de Kıtfir öldü. Hükümdar Hz.
Yusuf'u Aziz'in karısı Rail ile evlendirdi. Onun yanına girdiğinde: Bu senin
daha önce istemiş olduğun şeyden daha hayırlı değil mi? dedi. Hanımı: Ey doğru
sözlü, beni kınama. Ben senin gördüğün gibi güzel bir kadın idim, fakat benim
eski kocam ise kadınlara yaklaşamıyordu ve sen de Allah'ın sana verdiği böyle
bir güzelliğe sahip idin, o bakımdan ben senin etkinin altına girdim. Hz.
Yusuf, Rail'in bakire olduğunu gördü. Hz. Yusuf'un ondan İfraim ve Menşa'
adlarında iki oğlu oldu.
Vehb b. Münebbih de der
ki: Yusuf'un Aziz'in karısı Zeliha ile evlenmesi kardeşlerinin Mısır'a iki
girişi arasındaki sürede olmuştu. Şöyle ki Zeliha'nın kocası, Yusuf henüz
hapisteyken ölmüştü. Elindeki malı gitmiş ve Yusuf'a ağladığından gözleri de
kör olmuştu. Zeliha insanlardan dilenir olmuştu, onlardan kimisi o kadına
acıyor, kimisi de acımıyordu. Yusuf ise haftada bir kavminin büyüklerinden
yaklaşık yüz kişilik bir kafile ile birlikte bineklere binerek çıkıyorlardı.
Kadına: Onun görüneceği
bir yerde bulunsan, belki bir şeyler vererek senin yardımına koşar.
Daha sonra ona: Hayır
böyle bir şey yapma, belki bu sefer daha önce senin ona karşı yaptığın, ondan
murad almak, hapse atılması gibi hususları hatırlar. Bu sefer sana kötülük
yapar.
Zeliha: Ben sevdiğimin
huyunu sizden daha iyi bilirim, dedi. Daha sonra kafilesiyle birlikte çıkacağı
vakte kadar ona görünmedi. Kafileyle birlikte çıktığı sırada, bulunduğu yerde
ayağa kalkıp sesi çıkabildiği kadar şöyle dedi: Masiyetleri sebebiyle
hükümdarları köle yapan, itaatleri sebebiyle de köleleri hükümdar yapanın şanı
ne yücedir!
Hz. Yusuf: Bu ne oluyor?
deyince, onu yanına getirdiler. Kadın: Ayaklarınla sana hizmet eden, elleriyle
saçlarını tarıyan kadın benim. Sen benim evimde büyüdün, sana iyi baktım, fakat
ben cehlimden ve haddi aşkınlığımdan ötürü malum kusurları işledim. Yaptığım bu
işin vebalini çektim, malım da gitti, gücüm sarsıldı, zilletim uzadı, gözüm kör
oldu. Mısır ahalisi arasında gıbta olunan bir kadınken şimdi onların acıdığı
bir kadın oldum. İnsanlardan avuç açıp dileniyorum, kimisi bana acıyıp merhamet
ediyor, kimisi acımıyor. İşte fesad çıkartanların cezası budur.
Yusuf uzun uzun ağladı,
sonra ona şöyle dedi: Peki eskiden kalbinde bana karşı duyduğun sevgiden şu
anda içinde bir şeyler artık hissedebiliyor musun? Kadın şu cevabı verdi:
Allah'a yemin ederim, yüzüne bir defa bakmak benim için dünyadan ve ondaki her
şeyden daha sevdiğim bir şeydir, ama sen bunun yerine, bana kamçının bir ucunu
elime ver. Kamçının ucunu eline verdi, kadın onu alıp göğsünün üzerine koydu.
Hz. Yusuf kalbinin hafakanından dolayı, elinde kamçının sallandığını gördü,
ağladı. Sonra da evine gitti.
Kadına bir elçi
gönderdi: Eğer dul isen seninle evlenebilirim, eğer evli isen seni ihtiyaçtan
kurtarabilirim. Kadın elçiye: Hükümdarın benimle alay etmesinden Allah'a
sığınırım. O ben gençken, zenginken, malım ve gücüm yerindeyken beni
istememişti de bugün acuze, kör ve fakir bir kadınken mi beni istiyor.
Elçi Hz. Yusuf'a kadının
söylediklerini bildirdi. İkinci hafta Hz. Yusuf kafilesiyle birlikte çıkınca
yine kadın yoluna çıktı. Bu sefer Hz. Yusuf ona şöyle dedi: Elçi sana bizim
söylediklerimizi bildirmedi mi? Kadın: Ben de sana bir defa yüzüne bakmamın
benim için dünyadan ve dünyadaki herşeyden daha sevimli olduğunu söylemiştim.
Bunun üzerine Hz. Yusuf emir verdi, kılık kıyafeti düzeltilerek hazırlandı.
Sonra da Hz. Yusuf'a zifafa getirildi. Hz. Yusuf kalkıp namaz kıldı, Allah'a
dua etti. Zeliha da arkasında durdu. Yüce Allah'tan ona gençliğini, güzelliğini
ve gözlerini iade etmesini diledi. Allah da ona gençliğini, güzelliğini ve
gözlerini iade etti. O kadar ki ondan murad almak istediği günden daha da güzel
oldu.
Bu ise Allah'ın
haramlarından uzak kalıp iffetini muhafaza etmesine karşılık Allah'ın Hz.
Yusuf'a bir lutfu idi. Hz. Yusuf ona yaklaştığında bakire olduğunu gördü. Ona
durumu sorunca kadın şu cevabı verdi: Ey Allah'ın Peygamberi! Kocam kısırdı,
kadınlara yaklaşamıyordu. Sen ise anlatılamayacak derecede bir güzelliğe
sahiptin.
Böylelikle rahat ve
huzur içerisinde yaşadılar. Hergün Allah onları yeni bir hayırla karşı karşıya
getiriyordu. Hz. Yusuf'un ondan İfraim ve Menşa adında iki oğlu oldu.
Nakledilen rivayetler
arasında şu da vardır: Yüce Allah Hz. Yusuf'un kalbine hanımının kalbindeki
sevgisinin kat kat fazlasını koydu ve ona şöyle dedi: Sana ne oluyor ki ilk
seferki gibi beni sevmiyorsun deyince, kadın ona şu cevabı vermişti: Yüce Allah'ın
sevgisinin tadını aldıktan sonra bu beni herşeyden alıkoydu.
2- Hz. Yusuf'un Görev
Alması ile ilgili Görüşler ve Hükümler:
Kimi ilim adamı der ki:
Bu ayet-i kerimeden, faziletli bir insanın facir bir kimseye ve kafir bir
yöneticiye iş yapmasının mübah olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kendisine verilen
işte bu görevi verenin kendisine karşı çıkmayacağının bilinmesi şarttır.
Dolayısıyla göreve getirilen bu salih insan o işte dilediği gibi ıslahat
yapabilmelidir. Şayet salih insanın işleri facir kimsenin tercihi, arzuları ve
fücuruna göre yapılacaksa böyle bir şey caiz olmaz.
Bir başka kesim de şöyle
demektedir: Böyle bir iş Hz. Yusuf'a has idi. Bugün böyle bir şey caiz
değildir. Ancak birinci görüş sözünü ettiğimiz şarta bağlı kalmak kaydıyla daha
uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
el-Maverdi der ki: Şayet
görev başına getiren kişi zalim ise, insanlar onun verdiği görevi kabul etmenin
caiz olup olmadığı hususunda iki ayrı görüş ortaya atmışlardır.
Bu iki görüşten birisine
göre göreve getirilen kişi görevinde hakka göre amelde bulunursa caizdir. Çünkü
Hz. Yusuf Firavun tarafından görev başına getirilmiştir ve çünkü Hz. Yusuf için
göz önünde bulundurulması gereken bizzat kendisinin fiili ve uygulamasıdır.
Başkasının fiili değildir.
İkinci görüşe göre ise,
böyle bir görevin kabul edilmesi caiz değildir. Çünkü onların verdikleri
görevler kabul edilmek suretiyle zalimlere yardım edilmiş olur, onların işleri
kabul edilerek o zalimler tezkiye edilmiş olurlar.
Bu görüşü kabul edenler
Hz. Yusuf'un Firavun'un tevcih ettiği görevi kabul etmesi ile ilgili iki türlü
cevap verirler:
1. Hz. Yusuf'un
dönemindeki Firavun salih bir kişi idi. Azgın kişi Hz. Musa dönemindeki
Firavun'du.
2. Hz. Yusuf onun amel
ve işlerini değil, mülklerinin nezaretini üstlenmişti. O bakımdan bu konuda Hz.
Yusuf'un sorumlu olması söz konusu değildir.
el-Maverdi der ki: Bu
iki görüşün mutlak olarak kabul edilmesinden ziyade daha sahih olan zalim
tarafından tevcih edilen görevin üç kısma ayrılarak ele alınmasıdır.
1. Bu işe ehil olan
kimselerin, bu işi yerine getirmeleri esnasında içtihada bağlı olmaksızın
yapabilmeleri caiz olan işler. Zekat ve sadakalar gibi görevlerin zalimlerden
alınması caizdir. Çünkü bu gibi şeylere dair hak sahipleri ile alakalı nass, bu
konuda ayrıca içtihada yer bırakmamaktadır. Bu işin erbabı olan kimselerin bunu
tek başına yapabilmelerinin caiz olması da başkalarını taklide gerek
bırakmamaktadır.
2. Tek başlarına
kararlaştırıp yapmaları caiz olmayan ve harcama yeri konusunda içtihad gereken
işler. Fey' malları gibi. Bu malların dağıtımı ile ilgili görevin zalim bir
kimseden alınması caiz değildir. Çünkü zalim hak olmayan şekilde tasarrufta
bulunur ve hakedilmeyen hususlarda da içtihad eder.
3. Ehil kimselerin kabul
etmeleri caiz olan ve içtihadın da söz konusu olduğu görevler. Bir takım kazai
meseleler ve ahkama dair hususların görevi gibi. Böyle bir durumda görev başına
getirme akdi geçersizdir. Eğer bu işlere bakmak karşılıklı olarak razı olan iki
kişi arasındaki bir hükmü uygulamak için ise yahut mecbur kalmış iki kişi
arasında bir vasıta olmak durumunda ise caiz olur. Şayet bu görev dolayısıyla
verilecek hüküm bağlayıcılık ve zorlayıcılık ifade ediyor ise, caiz olmaz.
3- Bir Kimsenin Ehli
Olduğu Bir Göreve Talib Olması:
Yine ayet-i kerime bir
kimsenin ehil olduğu bir göreve talib olmasının caiz olduğuna delil teşkil
etmektedir. Denilse ki: Müslim, Abdu'r-Rahman b. Semura'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: "Ey
Abdu'r-Rahman, emirliği isteme! Çünkü eğer sen istedin diye emirlik sana
verilecek olursa, sen o işinle başbaşa bırakılırsını Şayet o emirliği
istemeksizin sana verilecek olursa, o göreve karşı sana yardım olunur."
Ebu Burde'den dedi ki:
Ebu Musa (el-Eşari) dedi ki: Beraberimde Eş'arilerden iki kişi ile birlikte
Peygamber (s.a.v.)ın huzuruna vardım. Bu iki kişiden birisi sağımda, birisi
solumda idi. Her ikisi de (kendilerine) görev verilmesini istediler. Peygamber
(s.a.v.) ise misvaklanıyordu. "Ey Ebu Musa! -veya: Ey Abdullah b. Kays-"
ne dersin?" diye buyurdu. Ebu Musa dedi ki: Ben de: Seni hak ile gönderen
hakkı için yemin ederim. Bana içlerinde neyi sakladıklarını bildirmemişlerdi ve
ben onların görev isteyeceklerinin farkına bile varmadım. Şimdi misvakının,
büzülmüş dudağı altında iken onu görüyor gibiyim. Şöyle buyurdu: "Biz bu
işlerimizin başına onu isteyen kimseleri görevlendirmeyiz -ya da asla
görevlendirmeyiz ... -" diyerek hadisin geri kalan bölümünü nakletti. Bu
hadisi de yine Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.
Buna verilecek cevab:
1. Yusuf (a.s)ın görev
istemesinin sebebi adalet, ıslah, fakirlere haklarının ulaştırılması işlerinde
kendisinin yerini tutacak kimsenin olmadığını bilmesi idi. O bakımdan böyle bir
işi yapmanın kendisi için farz-ı ayn olduğunu gördü. Çünkü orada ondan başka bu
işi yapacak kimse yoktu. Günümüzde de hüküm aynıdır. Eğer bir kimse kendisinin
hakimlikte veya hisbe görevinde hakkı uygulayacağını bilmekle beraber, onun
yerini tutacak uygun bir kimse olmadığını da biliyor ise böyle bir görevi kabul
etmesi onun için müteayyin (kaçınılamaz) olur. Böyle bir görevi üstlenmesi de,
istemesi de icab eder. Bununla birlikte böyle bir görevi isteme hakkını
kendisine kazandıran niteliklerinden ilmi yetkinliğini, yeterliliğini vb.
niteliklerini de bildirmelidir. Tıpkı Yusuf (a.s)ın dediği gibi. Ama bu işi
yapabilecek başkaları var ve başkaları buna elverişli bulunuyor, kendisi de
durumu biliyor ise, evla olan görev istememesidir. Çünkü Hz. Peygamber Abdu'r-Rahman
b. Semura'ya:
"Emirlik
isteme" diye buyurmuştur. Aynı şekilde afetlerinin çokluğunu ve ondan
kurtulmanın zorluğunu bilmekle birlikte bu gibi görevleri isteyip, onları
almaya haris olmak, o kimsenin o görevi kendi nefsi ve maksatları için
istediğinin delilidir. Bu durumda olan bir kimsenin ise nefsine yenik düşerek
helak olması, uzak bir ihtimal değildir. İşte Hz. Peygamber'in: "O işiyle
başbaşa bırakılır" buyruğunun anlamı budur. Böyle bir görevin afetlerini
bildiği ve bu görevin haklarını yerine getirmekte kusurlu hareket edeceğinden
korktuğu için bu görevi kabul etmeyip ondan kaçan bir kimse ise, buna rağmen
böyle bir görev ile sınanacak olursa, ondan kurtulabilmesi umulur. İşte Hz.
Peygamber'in: "Bu göreve karşı ona yardım olunur" buyruğunun anlamı budur.
2. Hz. Yusuf ben
şerefliyim, iyi bir mevki sahibiyim dememiştir. Her ne kadar o Hz. Peygamber'in
buyurduğu gibi "kerim oğlu kerim oğlu kerim oğlu kerim olan İbrahim oğlu
İshak oğlu Ya'kub oğlu Yusuf" idiyse de yine aynı şekilde Hz. Yusuf: Ben güzel
ve iyi bir kimseyim de demeyerek o "çünkü ben iyice koruyanım,
bilenim" demiştir ve koruyuculuk sıfatı ve ilmi dolayısıyla bu görevi
istemiştir. Neseb ve güzelliğine bağlı olarak istememiştir.
3. Hz. Yusuf bu
sözlerini kendisini tanımayanın nezdinde söylemiştir ve kendisini tanıtmak
istemiştir. Dolayısıyla bu tutumu Yüce Allah'ın: ''Artık ken dinizi temize
çıkarmayınız" (en-Necm, 32) buyruğundan bir istisnadır (kapsamına girmez).
4. Hz. Yusuf böyle bir
görevi istemenin kendisi için farz-ı ayn olduğunu görmüştür. Çünkü orada bu
göreve layık ondan başka kimse yoktu. Daha kuvvetli görülen görüş de budur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
4- insanın Sahip
Olduğu Nitelikleriyle Kendisini Tanıtması:
Yine ayet-i kerime
insanın kendisini sahip olduğu ilim ve fazilet nitelikleriyle vasfetmesinin
caiz olduğuna delildir. el-Maverdi der ki: Ancak bu bütün niteliklerde genel
olarak ve mutlak değildir. Bu durumun özel şartları vardır ki, kişinin
akrabalık hukukunu gözetmesi yahut zahiren bir kazanca taalluk etmesi hallerine
has bir durumdur. Bunun dışındaki hallerde ise bu yasaktır. Çünkü bu durumda
insan kendisini tezkiye etmiş, temize çıkarmış, riyakarlık yapmış olabilir.
Eğer ondan daha faziletli olan bir kimse onun özelliklerini söyleyecek olsa,
elbetteki bu o kimsenin faziletine daha yakışır. Ama Hz. Yusuf önceden başından
geçenler ve aile efradına kavuşabilme umudu gibi sebebler dolayısıyla zaruret
gereği, kendisini bu şekilde takdim etmiş idi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN